Don - Thomas Bernhard

 "Ne diyorlar insanlar benim hakkımda, diye sordu. Budala mı diyorlar? Ne diyor insanlar?  "


" Size bastonumla işaret ettiğim şu yönde yürürseniz, saatlerce en küçük bir korkuya bile kapılmadan gezinebileceğiniz bir vadiye ulaşırsınız" dedi. " Keşfedilirim diye korkmanıza gerek yok. Başınıza bir şey gelemez: her şey tamamen ölmüştür orada. Yeraltı zenginlikleri yok, tahıl yok, hiçbir şey yok, Şu ya da bu dönemin izlerine rastlarsınız, taşlar, duvar parçaları, neyin işareti olduğunu kimsenin bilemeyeceği işaretler. Güneşle belirli,  gizemli bir ilişki. Huş ağacı dalları. Harap olmuş bir kilise. İskeletler. Gizlice gelmiş yaban hayvanlarının izleri. Dört beş gün yalnızlık, suskunluk" dedi. "Tamamen insan eli değmemiş doğa. Tek tük şelaleler. Sanki insan öncesine yaraşırcasına binyıllarda yapılan bir gezinti." RESSAM STRAUCH'UN YAŞADIĞI WENG KASABASINDAN BİR GÖRÜNÜM  (Sf. 15)



...nasıl oluyor da yalnızca intihar meşgul ediyor onu? (Ressam Strauch) İntihar bir insanın gizli zevki gibi bir şey olabilir mi, onu istediği gibi bozabilir mi? İntihar, nedir bu? Kendini sona erdirmek. Haklı ya da haksız yere. Hangi hakla? Neden olmasın? Bütün düşüncelerim bir noktada birleşmeye çalışıyordu: intihar meşru mudur, sorusuna yanıt bulunan yerde. Bir yanıt bulamadım. Hiçbir yerde. Çünkü insanlar birer yanıt değiller, birer yanıt olamazlar, yaşayan yanıt olmaz, ölüler de. Kendi suçum olmayan bir şeyi, kendimi öldürerek yok ediyorum. Bana emanet edilmiş bir şeyi mi? Kim emanet etmiş? Ne zaman? O zamanlar bunun gerçekleştiğinin bilincinde miydim? Hayır. Ama basitçe duyulamayan bir ses, intiharın günah olduğunu söylüyor bana. Günah mı? Bu kadar basit mi? Büyük bir günah? Büyük bir günah kadar basit mi? Her şeyi çökerten bir şey olduğu için, diyor ses. Her şeyi? Peki 'her şey' nedir? İster uyanık ister uykuya dalmış olsun, onun sloganı: intihar!

"Bir beyin bir devlet yapılanmasıdır" dedi ressam. "Ansızın anarşi hüküm sürer." (Sf. 19) 

"...şeytani bir korku, bilmelisiniz, intiharı hep bastırdı bende. Sonra, düşünceler karanlıktan sıyrıldı, genel olarak kendi kendimle ilişki, benim büyük ölçüde damgamı taşıyan bir normallik. İnsan doğamın, tinin ve onun iç dünyasının bu muazzam gelişme halinin inançları... Evet, intiharı her zaman geri bastırabildim, sayısız sınırsız hayal kırıklığı vakası, taşkınlık, suç, kalıtımsal eğilimler, bu insanlık dışı zorluklar... Bilmelisiniz, bütün insanlar gibi, ben de yaşamım boyunca adeta yalnızca kendi kendimle ilişki kurdum, bu zor dünyada, bu kadar çok yasanın ve hiçbir yasanın olmadığı bu dünyada... hiçbir görüş olanağının bulunmadığı... ilgisizliğim çok nadirdi, bilmelisiniz, her zaman bir kararlar, çelişkiler ve, korku adamı oldum..." (Sf. 273)       

Dedi ki: "Sizin gibi gençtim ben de, hiçbir şeyin çabalamaya değmediğini bilmek çoktan huzur veriyordu bana ve huzursuzluk veriyordu bana. Bugün yeniden dehşet veriyor bana. Bu dehşetin içinde yönümü şaşırdım."

Kendi durumuna "YALNIZ OLMANIN BALTA GİRMEMİŞ ORMANLARINDA KEŞİF GEZİLERİ" diyor. (Sf. 20)


Ressam "en kötü eğitimi" almış, "akla gelebilecek en kötüsünü". Onunla ilgilenmemelerinin faydasının, daha sonra "zalimce bir yanılgı" olduğu ortaya çıkmış. Aslında en başından itibaren onu hiç düşünmemişler.
" Ama çocuklar düşüncesizlikle eğitilmez. İlgilendiler, evet, ayakkabılarımla. Kalbimle değil, yemeğimle. Ruhumla değil. Daha sonra, çok erkenden, on üç yaşımdan itibaren diyebilirim ki artık yemeğimle, ayakkabılarımla bile ilgilenmediler."(Sf. 67)



Ressama göre kahvaltı "çok fazla seramoni. Kaşığı elime aldığımda, bütün gülünçlükler dile geliyor. Bütün anlamsızlık. Şeker parçası bana karşı suikast. Ekmek. Süt. Bir felaket. Böyle başlıyor gün. Kalleş tatlılıkla." (Sf. 101)




"Bilesiniz" dedi ressam, "sanat azgınlığı, bu sanatçı fuhuşu, bu genel sanat ve sanatçı tiksindiriciliği, bilin ki beni her zaman itmiştir; bu en aşağılık kendini eğlendirme sektörünün esmese de gürleyen tehditleri ve sonra HASET...Haset sanatçıları bir arada tutar, haset, hasetten başka bir şey değil, herkes her şeye ve her konu da her şeyde haset eder... Bu konu da daha önce de konuşmuştum, demek istiyorum ki: Sanatçılar nahoşluğun oğulları ve kızlarıdır, cennetteki utanmazlığın, ahlaksızlığın, has oğulları ve has kızlarıdırlar, sanatçılar, ressamlar, yazarlar, müzisyenler, bunlar yeryüzünde mastürbasyon yükümlüleridirler, yeryüzünün sevimsiz kasılma merkezleridirler, çıban periferileri, cerahatlenme süreci düzenleridirler... Demek istiyorum ki:  sanatçılar zamanımızın en büyük kusturucularıdır, her zaman zaten en büyük, en büyük kusturucuları olmuşlardır... Sanatçılar gülünç olanın, yüzkarasının yıkıcı bir ordusu değil midirler? Vicdansızlığın cehennemsiliğini her zaman sanatçı düşünceleriyle bağlantılı olarak keşfediyorum. ...Ama artık sanatçı düşüncelerine sahip olmak istemiyorum, böyle doğaya aykırı düşüncelere sahip olmak istemiyorum, sanatçılarla ve sanatla, evet sanatla da, bu büyük ölü doğumla da, ölü doğumların bu en büyüğüyle de bir işim olsun istemiyorum... Anlayınız: bu kötü kokunun yolundan uzaklaşmak istiyorum. Bu pis kokunun yolundan diyorum her zaman kendime, gizliden gizliye, hep düşündüm, bu her şeyi bozan, her şeyi parçalayan yararsız,  yalanın yolundan, bu utanmazca acuzeliğin yolundan uzaklaşayım..."

Dedi ki: "Sanatçılar, ikiyüzlülüğün tek yumurta ikizleridirler, alçaklığın tek yumurta ikizleri, bu himaye edilmiş istismarın tek yumurta ikizleri, bütün zamanların himaye edilmiş en büyük istismarının. Sanatçılar onlar tanıdığım kadarıyla," dedi " hepsi de ruhsuz ve büyük konuşmayı seven, ruhsuz ve büyük konuşmayı seven kişilerden başka bir şey değillerdir, hayır..." (Sf. 120)        



İnsanların mezarlıklarda ikamet ettikleri dikkatinizi çekmedi mi? Büyük şehirlerin büyük mezarlıklar olduğu, küçük şehirlerin küçük mezarlıklar olduğu?  Köyler de daha küçük mezarlıklar? Yatağın bir tabut olduğu? Giysilerin bir kefen olduğu? Her şeyin ölüme ön alıştırmalar olduğu? Bütün varoluşun bir tabuta konma ve gömülme provası olduğu. (Sf. 151)



"Gençliğin özellikleri ve yaşlılığın özellikleri aynı özelliklerdir" dedi ressam, "ama doğurdukları etki tamamen farklıdır. Görünüz: gençliğin özellikleri geçliğin kötülüğüne yorulmaz, ama yaşlılığın özellikleri yaşlılığın kötülüğüne yorulur. Genç bir insan yalan söyleyebilir ve onun hayatı mahvedilmez, ama yalan söyleyen yaşlı bir adamın hayatı mahvedilir. Genç bir insan müebbete mahkum edilmez ama yaşlı bir insan müebbete mahkum edilir. Şaşı bakan genç bir insan eğlenceli görünebilir, ama şaşı bakan yaşlı bir insan itici görünür. Genç insan için bir gün artık şaşı bakmayacağı umudunun hala var olduğu söylenir. Şaşı bakan yaşlı insanlarda, artık şaşı bakmama umudu diye bir şey yoktur. Hayır. Mümkün değil. Çarpık ayaklı genç bir insan bizde tiksinti değil acıma uyandırır, ama çarpık ayaklı yaşlı bir insan bizde sadece tiksinti uyandırır. Kepçe kulaklı genç bir insan bizi sadece güldürür, kepçe kulaklı yaşlı bir insan bizi utandırır, ve yaşamı boyunca bu çirkin kepçe kulaklarla dolaşmış olan bu insanın ne kadar çirkin olduğunu düşünürüz. Tekerlekli sandalyedeki genç bir insan yüreğimizi sızlatır. Tekerlekli sandalyedeki yaşlı bir insan bizi umutsuzluğa sürükler. Dişleri olmayan genç bir insan bize az ya da çok ilginç görünebilir. Dişleri olmayan yaşlı bir insan ise bizim midemizi bulandırır, kusmamıza neden olur.

"Gençlik" dedi ressam, "her bakımdan yaşlılıktan avantajlıdır, ne isterse yapabilir. Ahmaklığı bize itici gelmez, utanmazlığına katlanabiliriz. Yaşlılık ise kalın kafalılığı, kafasına darbe almadan sürdüremez; yaşlılığın utanmazlığı da, bildiğimiz gibi, en iğrenilesi şeydir. Genç insanlara denilir ki: geçer bu! Yaşlı insana denilir ki: bu değişmez!

Gerçekte ise gençliğin özellikleri ve yaşlılığın özellikleri bir ve aynı şeydir."(sf. 184)


"Savaş kökü kazınamaz bir kalıtımdır. Savaş asıl üçüncü cinstir."

Dedi ki: İnsan öğretisine ve barbar öğretisine, insanların görüşleri ve insanların büyük suskunluğu öğretisine, büyük varoluşun büyük bellek protokolleri öğretisine, mezbahalardan yararlanarak başlamalı! Okula gitme çağına gelenleri sıcak dersliklere değil, önce mezbahalara götürmeli; bilim için dünyadan ve dünyanın kanlı varoluşunda yalnızca mezbahalardan bir şey bekliyorum. Öğretmenlerimiz mezbahalarda ders vermeliler. Kitaplardan okuyup anlatmamalılar, topuzları sallamalı, satırları indirmeli, bıçaklarla kesmeliler... Okumayı bağırsaklar yardımıyla öğretmeli, yararsız kitap satırlarının yardımıyla değil..Nektar sözcüğünün yerini çok önceden kan sözcüğü almalı... Bakın" dedi ressam " mezbaha biricik felsefe dersliğidir. Mezbaha derslik ve amfidir. Biricik bilgelik mezbaha bilgeliğidir! Biricik yazılar, mezbaha yazılarıdır! Biricik hakikat, mezbaha hakikatidir. Karşı hakikat, hakikat, hakikat dışı, hepsi birlikte korkunç mezbaha üniversitesine kaydolmaktadır, insanlara, yeni ve yoldan çıkarılacak insanlara zorla kabul ettirmek istediğim.
Dünyanın bilgisi mezbaha bilgisi değildir ve özensizdir. Mezbaha radikal bir özenlilik felsefesini olanaklı kılar.  (sf. 225)     



“Yoksulluk zenginliğe yalnızca bön bön bakabilir, başka bir şey yapamaz.”(Sf. 247)



"Gidin, gidin, gitmenizi istiyorum" dedi...
"İnsanları hesaba katmak hatadır. Herhangi bir insanı hesaba katmak büyük bir hatadır. Bu hatayı her zaman yaptım. Bütün hataların bu en korkuncunu her zaman yaptım, insanları hesaba kattım!(Sf.248)



"Dünya," dedi "ışığın aşama aşama kısılmasıdır."
ve sonra bu akşam dedi ki " içimdeki her şey bir nehir yatağındaki gibi kurudu, kurumuş bir kan nehri gibi içimdeki her şey."(Sf. 269)




"Tragedya, bütün tragedyalarla bağlantılıdır." (SF. 271)














*





"İnsanın yanında her zaman okuyacak bir şeyleri olmalı, ya da yapacak bir iş. Yanınız da bir şey yok mu?" - "Henry james'ın bir kitabı var" dedim.
"Ben" dedi. "kitapları kasten evde bıraktım. Yine de birkaç küçük yazıyı yanıma aldım. Aslında Pascal'ımdan başka bir şey yok.
...Çünkü kapatmıştım. Kapatmıştım, son müşteri çıktıktan sonra dükkanı kapatır gibi. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder