Goya / Picasso (Uğur Kökden'in günlüğünden)

Madrid, 1964

Prado Müzesi’nde Goya’nın geçen yüzyıldaki İç Savaş’ı yansıtan kimi resimlerinin sergilenmesi yasak. İç Savaştan Dehşet Tabloları.


İstanbul, Ocak 1963

Bayramın ikinci günü,

Dışarıda renksiz, yapışkan, berbat bir yağmur.

Sinematek’de özel gösteri: Bunuel’in Endülüs Köpeği, Resnais’nin Guernica’sı. Umulmadık bir olay. Olağanüstü boyutta.

Endülüs Köpeği’ni, gene böyle bir yağmurlu gecede, ilk kez Paris’te seyretmiştim. Los Olvidados ile birlikte. Bunuel, çağımızın ve sürgün İspanya’sının asi çehresi. Ülkesi ve ona benzeyen ülkeler için yasak isim.

Guernica.

Endülüs Köpeği’ne karşılık, Guernica’yı ilk kez göreceğim. Ses araçları bozuk, kopya eski. Salonun olanakları sınırlı ve ilkel. Fakat ne önemi var?..

Eluard’ın şiirli dilini Maria Casares seslendiriyor. Casares, Garcia Lorca’dan kalan son canlı anı. Perdede, Picasso’nun vatanından ve halkından esinlenerek gerçekleştirdiği “tipler”. Gözü kör ana. Palyaço. Ütü yapan kadın. Mavi dönemin öteki kişileri. Ve sonunda Guernica’nın kendisi.

Korkunun kasılışın, dehşetin ve tiksintinin yansıması. Acılar halkı, çizgi çizgi ışığın altında belirip yok oluyor. Sessizce, yakınmasız gölgelere ve geçmişe karışıyor.

İç Savaş. 1937. Alman bombardıman uçakları. Guernica, kuzeyde küçücük bir kasaba. Yahut köy. Matematik bir kesinlik ve dikkatle atılan bombalar. 

Bilanço: iki bini aşkın ölü. Hepsi sivil. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar...

Dışarıda yağmur durmaksızın gene yağıyor.

Sorumsuz, sınır tanımaz ve leke bırakan bir yağmur.

Guernica'dan detay



Nisan 1973


“No-man’s Land”, halkının sevdiği isimlerle Pablo Ruiz öldü. Özgür İspanya’ nın unutulmaz çehresi, bu yüzyılın tanıdığı en önemli İspanyol yok artık. Aragon’ un dediği gibi, sönen bu boyutta bir insan olunca, arkasından söyleyebilecek sözcük bulmak güç. Ülkesinin radyo ve televizyonu için, Picasso diye birisi yoktu. Yaşadığı sürece ondan söz etmek yasaktı. Tıpkı Goya’nın resimleri gibi, üstü zamana karşı örtülmüştü. Sanatına ilişkin akademik tartışmalara bile Franco yönetimi izin vermiyordu. Picasso, faşizmin anten ve ekran duvarını ancak ölümü ile aşarak halkına ulaşabildi
Çünkü rejim iki yoldan birinin seçimini önüne koymuştu: ya susuş, boyuneğ-me, ya da unutuluş!

Picasso, kanlı boğuşmaların yasa boyadığı yüzyılımızda bir Goethe yahut bir Michel-Ange ömrü yaşadı. Malaga’nın hırçın, başeğmez çocuğu, yaşantısı ile daha çok deli bir “catalan” kanı taşıdığını gösterdi. Joan Miro bir Catalan. Sevgisi o yöreye yöneldi. Belki, bu nedenle, Barselona kentine bıraktığı birkaç yüz tabloluk armağan demeti. Belki de, ünlü ressamın o cömert davranışının ardında ölüme yaklaşmanın önsezisi saklı. Kim bilir?

Çünkü, Picasso, İç Savaş’tan beri İspanya’ya adımını atmadı. Franco iktidarda kaldığı sürece atmayacaktı. Atmadı da. Sözünü tuttu, sonunda sürgünde öldü. Bir “no-man’s land” olarak. Dolayısıyla, Barselona’ya yaptığı bağış, doğrudan değilse bile, gene siyah İspanya ile kurulmuş bir ilişki sayılabilir. Fakat, her durumda, olağan dışı bir tutum ve apayrı bir olay olarak nitelendirilmesi gerekir.

Şimdi, uzak bir iklimde, sisler içinden, Barselona’daki Colegio de Arquitectos’u (Mimarlık Okulu’nu) yeniden görür gibiyim: mayıs güneşi altında parlayan Picasso imzalı süslemeyi. Okulun önünde, kısa kesilmiş çimenlerin arasından birdenbire yükseliveren başlıksız ve yaşsız mermer sütunu. Üstüne konmuş güvercini. Bahar sabahının gittikçe azalan serinliği, ressamın fırçasından çalarak sanki onu oraya yerleştirmiş. Ak güvercin, soğuk savaş dönemini yansıtan mavi “barış güvercini” kadar canlı, sıcak, alımlı ve çekici. Öylesine insanlardan bir parça, mücadelelerinden bir kesit.

Sanırım, Picasso ile faşizm arasında yükselen en anlamlı, hiç yıkılmayacak türden ölümsüz duvar “Guernica”dır. Can çekişen Cumhuriyet yönetimi ona 37 m2 genişliğinde bir yüzey ayırmıştı. Uluslararası Paris Sergisi’nde. 

1937’de. Cumhuriyeti yüceltmesi ve payandalaması için. Ölümden önceki son bir istek gibi. O sırada, Ispanyol Cumhuriyeti’nin yalnız savaşçıları ve artistleri vardı. Ünlü tablo, işte bu sınırlı yüzey üstünde doğdu. 

Picasso’nun İç Savaş’a tanıklığının, fırçası ve paletinin unutulmayacak katkısı olarak.

Goya / 3 Mayıs tablosundan detay

Bir bakıma, savaş, Pablo Neruda örneğinde görüldüğü gibi, Pablo Casals ve
Pablo Picasso’da, geri dönüşsüz bir siyasal bilincin doğmasına yol açmıştır. Daha sonra, trajik ölümlerine dek, bu üç soylu Pablo’nun tüm geri kalan yaşantılarını aynı bilinç damgaladı, taçlandırdı.

Guernica, ulusunun katlandığı ağır baskılar ve uğradığı karşılanmaz kayıplar önünde, ressamın duyduğu acıyı siyah - beyaz tonlarda çığlıklarla dile getirmiştir. Onda Ispanya’nın kısık, yoğun ve bahtsız sesi saklı. Gerçekte, Picasso ile Goya birbirini tamamlar. Bir yüzyıl arayla bile olsa. 3 Mayıs Kurşuna Dizme Olayı ve Guernica tek bir dramın iki ayrı yüzü olarak sürüp gelen bir sürecin ürünüdür. Çünkü, 3 Mayıs, koyu gecenin derinliğinde, ellerini havaya kaldırmış bir İspanya’ nın donup kalan, yitik haykırışı ise, Guernica, İspanya 37’nin toplu ve çağdaş iniltisidir. Çaresiz ve yalnız bırakılmış sesi.

Goya çağında da isyan eden bir İspanya vardı. Daha o sırada bile, İspanyol-lar yalnız ölüyorlar, yahut zaferlerinin karşısında cellatlar korkulan ile tek başlarına kalıyorlardı.

Kuşkusuz, artistler de çağlarından sorumludur: Picasso, Kore Toplu Kıyımı tablosunda Goya’dan etkilenmişti. Çıplak çocuklar ve kadınlar üstüne yakın ara ile ateş açan “robotlar”ı çizerken. Ola ki, Goya da, 3 Mayıs tablosunda, Tutuklu’sunda, ya da çağına tanıklık eden öteki eserlerinde, Ortaçağın Magnasco’sundan esinlensin. Magnasco’nun özellikle Sorgu Sahnesi’nden, İşkence’sinden. Yahut, Rembrandt’ın Uç Çarmıhın İlk Durumu tablosundan. O dönemde Madrid, Roma, Amsterdam, birbirinden habersiz ve uzak değildi.

Cumhuriyet’in ona ayırdığı 37 m2’ye karşılık, Picasso, Guernica’yı İspanyol halkına armağan etti. Bugün, bu tablo, yalnız İspanyolların değil artık. Vietnamlıların, Filistin yurtsuzlarının, Yunanlıların, Portekizlilerin, Şilililerin, açık ve kapalı faşist baskı altında ezilen tüm ulusların ortak malı. Çünkü, o, Picasso ile birlikte, tepesine balyoz yemiş halkların, gecenin içindekilerin oluşturduğu, olgunlaştırdığı, renk, ses, anlam ve ün kazandırdığı bir ürün. Olağanüstünün ötesinde bir yapıt. Tıpkı 3 Mayıs gibi.

Elbette, bir gün, güneş yine doğacak. Ispanya gecesi sona erdiği zaman, Guernica tablosu hak ettiği yeri bulacaktır, belki Guernica kasabasında, belki Bilbao, yahut Saint - Sebastien müzelerindeki ölümsüz yerini. O günden sonra, İspanyollar, o suçsuz ve yalınkat kasabada, birdenbire Nazi bombaları altında can vermiş binlerce ana-baba-kardeşin dehşetini görmek için New York’a gitmeye artık gerek duymayacaklar.

Guernica’nın renk ve biçim kazandığı o tedirgin günlerde doğmuş genç bir İspanyol resim eleştirmeni, Picasso’nun sanatını övmekten iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra söylediklerinde ne kadar haklı: 

“O, özgürlüğün ressamıdır. Fakat, kendisine verilen değil, eliyle koparıp aldığı özgürlüğün. Picasso, öz yaşantısıyla, özgürlüğün bedelinin ödenmesi gerektiğini öğretti. Bedel ne ölçüde yüksek olursa olsun!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder