GOYA


Savaşın Felaketleri adlı aside yedirme baskıların 1820'lerde yapıldığı sanılmaktadır. Metal üzerine yaptığı bu gravürlerine kaynaklık eden ve kendisinin de hazır bulunduğu tüyler ürpertici olayların hemen ardından yapılmış oldukları anlaşılan çok sayıda desen elimizde bulunuyor.

Goya çok hızlı düşünmektedir ve eli biçimin ayrıntıları üzerinde zaman kaybetmek istemeyecek kadar ateşli ve hareketlidir. Biçimi, ezbere hacimler ve tasarlanmış çizgilerle kısaltılmış çizimler anlamında kabul eder ve böylece korkunç bir anlatı yeğinliği kazanır.

Eğer-“kurgu” sözcüğü hiç bulunmamış olsaydı Goya’nın yapıtlarını tanımlamak için bunu yaratmamız gerekirdi. Ve eğer “gerçekçilik” yalnızca bir “sözcük” olsaydı onu kendi sözlüğümüze almamızı zorunlu kılan da Goya olurdu. Hiç şüphesiz Goya “gerçeğin” gelmiş geçmiş en büyük kurgucusudur.





Bu düşünceyi her şeyden önce aside yedirilmiş baskılarından edinmekteyiz. Hiçbir şeyi ihmal etmeden ve saklamadan dramın bütün vahşi enerjisini vurgulayan, siyah ve beyaz arasındaki karşıtlıklardan söz etmiştim. Karanlığa en iyi biçimde emilmiş olanla en etkili bir yeğinlikle aydınlatılmış olanı birleştiren bir saç kümesinin karalığı, bel ya da omuzdan kopmuş bir et parçası, mızrakla deşilmiş bir yaranın kana bulanmışlığı, kavrulmuş bir dudaktaki kan, açılmış çıplak bir memenin trajik lekelenmişliği, bir askerin öldürmek çabasıyla gerilmiş yüzü, ölü bir atın başı ya da sıra sıra şaşkın grilerde saklı korku: ortaya vurulmaktan çok Tanrıya yönelen... Bir çocuğun Ölü vücudu, bir askerin pantolonu, düşen yaralı bir adamın kusması ya da bir katilin kurbanı olan bir adamın solgun karnı, bir kılıcın parlayan keskin çeliği ve seks organının yeri kanla lekelenmiş bir kötürüm, asılmış bir adamın gömleği ve keçeleşmiş saçları, bütün bunlar Goyâ'nın aside yedirilmiş baskılarında tekrar tekrar bizi hiç sıkmadan kullandığı, İspanyol sanatçılarının çok sevdiği, sürekli var olan karşıtlıkları vurgulamak ve aklın nerede başladığını, maddenin nerede bittiğini bilmez izlenimi vermek için kullandıkları — gerçekten bilmiyorlar, güçleri de buradan geliyor — en çok da Goya’nın: Belki bu bakışı karartan zekâ ışıltısı ya da parıltı hissini veren göz kapağının gölgesi, belki bir katliamın ortasında bile olsa bizde ihtiras uyandıran ipek bir çorabın sardığı bacağın gizli görüntüsü ya da belki çorap bağı ile sıyrılmış eteğin arasındaki yumuşacık etin istek uyandıran mahremiyeti gibi şeyleri bilmiyor olmanın parlak etkisini bilmemeleri... Ruhu ve biçimi birleştiren bilinmez hareketin gizemi. Eğer, küçük bir çocuğun kafatasını yere çaldıktan sonra gözden kaybolan bu gölgeyi, önce bizi kendine çeken, sonra da isyanla reddeden teni, almak istediğimiz ama onurumuzun kabul etmediği bize sunulan ekmek parçasını, ortadan kaybolmadan önce katillerin kaldırımın üzerinde bıraktığı cesetleri, bu periler ülkesinin gölgelerini, duygularımızın açığa vurduğu berraklıkları kavrayamıyor ya da kavramayı umut etmiyor olsaydık, öfke, ihtiras, adalet ya da aklın kendisi ne anlam taşırdı?; Eğer düşüncede, dünya bir gerçeklik değilse “Tanrı” nedir? Bu Goya’dır ve Goya İspanya’dır. Don Kişot bakır kabı, hayali bir şövalyenin kaskı sanmıştı. Oysa o yalnızca bir tıraş kabıydı, doğru, ama bu hayal hâlâ yaşıyor ve onu bir kahraman yapıyor.





Goya, aside yedirilmiş baskılarında, elleri resimlerindekinden daha hızlı çalıştıkları için, pişmanlık ve kedere daha az zaman harcamıştır ve daha özgür, daha fazla hayat ve ruh saçan, daha öfkeli ve zalim, daha adil ve adaletsizdir. Ve şu da söylenmeli ki bu özelliklerini yalnızca kendi istediği zaman göstermiştir, birçok defa resme gizlice dağıtılmışlardır. “Felaketler” en korkutucu dokümanları oluşturur, çünkü İspanyol kurtuluş savaşlarından ya da geçmiş, şimdiki ve gelecek her savaş için bize ulaşmış en gerçekçi resimlerdir bunlar. Hemen hemen silahsız sayılabilecek halkın düzenli ordulara saldırması, baltanın ve bıçağın saltanatı, ırzına geçilmiş, kötürüm edilmiş kadınlar ya da erkeklerden bile daha fazla vahşetle savaşan kadınlar — bunlardan sol kolunun altında bir bebek taşırken sağ elinde tuttuğu mızrakla bir askerin bağırsaklarını deşen çok güzel bir kadını hatırlıyorum— kızına tecavüz etmeye çalışan bir askerin sırtına hançer saplayan yaşlı bir kadın, değersiz süprüntüler ya da taş parçaları gibi üst üste, yığınlar halinde, parçalanmış ya da kümelenmiş cesetler, gözü dönmüşler dizlerinin üzerinde, kan içinde kendilerini sürüklerken karanlıkta parlayıveren tüfek namluları, bacakları birbirinden ayrılmış korkunç haldeki vücutlar, çarpık dişlerle dolu aralanmış ağızlar, gözleri dönen, parmakları kıvrılan, cesetlerin soğumasıyla yaşamın korkunç karikatürleri haline dönen ölüler — işte savaş budur.





Savaş büyük bir adamın gözüyle görülmektedir, doğru, ama daha da ötesi, bir "insan"ın gözüyle... Ceset ve kan kokuları arasında, sanki aşk için yalvarıyormuş gibi duran karınları, dizleri aralanmış etli baldırları, iri uçlu göğüsleri ve geriye attıkları çeneleriyle kadınların tenlerinin görünümünde, Goya’nın adeta sergilemekten zevk aldığı bir sadizmin hüküm sürdüğünü hiç kimse inkâr edemez.

Goya hiçbir şeyi tanımlamaz ama çok şeyi akla getirir, onun bu gizli sembolizmi belki biraz bilinçsizce yapılmış da olsa son derece uyumludur. Bu, nesneleri görmenin, konuşmanın ve var olmanın bir tavrıdır. Örneğin aside yedirilmiş baskılardaki Fransız askerlerinin üniformalarını düşünün. Üniformalar yalnız orantısız çizilmekle kalmamış, paçavra gibi yarım yamalak gösterilmiştir; Fransızların üniformalarına ancak uzaktan bir benzerlikleri olabilir ve herhangi bir ülkenin ordusuna ait olabilirler; böylelikle, Goya, sadistlerin ve cellatların düzenli ordusunu yaratmış, dramın dehşet ve korku dolu etkisini artırma yolunda hayal gücünü başarıyla kullanmıştır. Gene, örneğin, yarım yamalak çizimlerle, bazen neredeyse soyut — ama böylece de zaman ve yerden bağımsız, dehşet veren bir atmosferi, sonsuz bir trajediyle evrenselliğe taşımıştır.

*
yazı:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder