MAYIS

kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2018/05/ Çalıkuşu Sokak

Merhaba!


Blog'da bu ay Resim'e, özellikle Francis Bacon'a geniş bir başlık açtım: böylelikle Bacon'ın resmi aracılığıyla Darwin'e, Freud'a, Nietzsche, Bataille ve Sade'a doğrudan bir bakış atıyoruz:

kaotikbenlik.blogspot.com.tr/search/ Francis Bacon (+21)



Bacon'ın resminin fotoğrafla ilişkisi üzerine (stüdyosunda 1500'ün üzerinde fotoğraf bulunmuş) Deleuze'ın bir yazısı ve kendi söyledikleri yer alıyor; Muybridge'ın insan hareketini tanımlayan fotoğrafları Bacon resminin en önemli ilham kaynağı:


Portre resimlerindeyse Bacon bir modelle çalışıyor, aynaya ya da fotoğraflara bakıyor: 


 Bacon gibi başka pek çok ressam da fotoğrafı model olarak kullanıyor: 




Francis Giacobetti, Bacon'la son söyleşileri gerçekleştiren ve fotoğraflarını çeken kişilerden biri: bu söyleşinin ve fotoğraf çalışmasının ingilizcesini daha önce paylaşmıştım: 


Söyleşi İzlekler dergisinin bir sayısında Türkçe'ye çevrilmiş:


Susan Sontag'ın Bacon üzerine kısaltılmış bir yazısı Adam Sanat'ın sayfaları arasındaydı:

 (sayı 131 / 1996)


Bacon'ın kişisel kitaplığında yer alan yedi yüz küsür kitabın dökümünde birkaç yazar hemen gözüme çarpıyor: Bataille, Baudelaire, Barthes, Berger, Conrad, Lorca, Nietzsche..  




İlk kez gördüğüm erken tarihli bir resmi, Figure in the Sea (1957), Bacon'a esin kaynağı olması düşük bir ihtimal olsa da görür görmez aklıma Blanchot'nun Karanlık Thomas kitabının ilk sayfalarını getirdi.  Daha önce Karanlık Thomas'nın bu ilk sayfalarını filmsel bir dile nasıl dökebilirim diye kafa yormuştum:


Picasso, Bacon'ı en çok etkileyen ve resme başlama nedeni olarak gördüğü ressam. Crufixion serilerinin ilham kaynağı, 1929'da bir sergide görüp etkilendiği birkaç Picasso resmi, ona ilk çığlıkları attırıyor. Picasso'nun bu resimlerine ve desen çalışmalarına Bacon'un Crufixion'ları aracılığıyla bakmak benim için de şaşırtıcı oldu: 




Bacon ve Giacometti, yaşama ve sanata bakışları, stüdyosu ve çalışma biçimleri, ün ve başarıya olan ilgisizlikleri ile birbirlerine çok benzeyen iki isim. İlk kez 1960'ların başında Paris'te karşılaşırlar: 


Giacometti, bu ay yeniden üzerine eğildiğim bir başka isim. Bağlantılarda John Berger, Genet ve James Lord'un yazılarıyla atölyesinde çalışırken çekilmiş birkaç videosu yer alıyor. Genet'nin deyimiyle Giacometti, ya da körlere çalışan heykeltraş:




Giacometti, bir sanat kitabının üstüne, Van Gogh'un bir otoportresinin yer aldığı sayfanın tam karşısına bir kopyasını çizmiş: 



 Yaşamının son günlerinde çalışma bütün büyük sanatçılar gibi Van Gogh için de bir tür tapınmaya dönüşmüş, ondan kalan 840 tablonun yarısına yakınını yaşamının son iki yılında yapıyor. Kargalar çığlık çığlığa:



İnsanın kendi kitapları, İnsanın kendi manzaraları, diyordu Nietzsche: 

manzaraya karşı Walt Whitman'ın romanı Jack Engle'ı okuyorum, seninle ilgili neler geçiyor aklımdan Walt Whitman,


şiirlerini kırlarda çırılçıplak dolaşarak ve bağıra bağıra söylemek istiyorum:

geçmek (ah yaşamak, hep yaşamak!)
 geride bırakmak cesetleri...



Ağır ağır yürüyor, rüzgarın, denizin ve kuşların sesine kulak veriyorum:


 Doğa iyi geliyor, deniz hemen yamacımda. Midilli adasına bakan ıssız bir kıyıya ulaşıyor, Son Mülteci'ye rastlıyorum: 





Whitman'a ait olduğu düşünülen 36 saniyelik bir ses kaydında Whitman America şiirini okuyor, Octavio Paz'ın Whitman yazısı ve Whitman'ın yitik Amerika düşü:



 Sen aradığım erkeksin diyor Whitman, ya da aradığım kadın (sanki bir düş görüyorum): Billy Duckett, Whitman'ın bir oğlanı: Ressam ve fotoğrafçı Thomas Eakins onu model olarak kullanıyor ve çıplak fotoğraflarını çekiyor:


 ya bu çıplak Eakins serisindeki yaşlı adam? o da Whitman:







Değişen Sartre dosyasını bu ay biraz daha genişlettim: 
 Sartre'ın kalem tutan eli artık havada yumruk olmuş sıkılı: 

Açlıktan ölen bir çocuk karşısında Bulantı hafif kalır! diyor: 


Nietzsche'ci, antihümanist, bireyci, dandi, Roquentin Sartre, çoğulcu, hümanist, sosyalist olur, Marx'ı över ve işçi sınıfı için mücadele eder... Sartre'ı seviyorum, bu değişim beni keyiflendiriyor: Belki Levy'nin kitabındaki sinik dilden, büyük bir zevkle okuyorum. arşivden çıkan videolarına bakıyorum onun, Renault fabrikasının önünde elinde mikrofon gazetecilerce kuşatılmış, Paris sokaklarında gazete dağıtırken gözaltına alınıyor, gençlerle sahneye çıkıp prostestoya katılıyor...


bir başkasında piyano başında Chopin'den bir parça çalıyor:


 Terasta bir kadına Paris'teki evinin balkonundan manzarayı tarif ediyor:




Cruischank'ın Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı kitabından sonra Camus'nun okumadığım birkaç kitabını, Yaz'ı, Düğünler'i, öldüğünde içliğinden çıkan İlk Adam'ı listeme ekledim. Camus olabilecek en aptalca (absürdçe) şekilde ölüyor, Coen'lerin serbest Yabancı uyarlamaları The Man Who Wasnt There'de olduğu gibi güzel, güneşli bir günde bir araba uçarak ormanı aşıyor, bir tekerleğin cantı fırlayıp uzaklaşıyor. Camus oracıkta, aracı kullanan arkadaşı ve yayıncısı Michel Gallimard dört gün sonra can veriyor. Söylenti olabilecek ve kaynağa muhtaç bir bilgi de Camus'nun daha önce en absürd ölüm şekli ne olabilir sorusuna verdiği cevap: arabada kazasında ölmek.  



Ben, genç ölmek derdim. Bununla beraber İntihar etmek saçma'yı onaylamaksa eğer, en saçma ölüm şekli de intihar değil midir zaten? 




Geriye Sanat kalıyor:




Yakın dostu Rene Char, Camus'ya bir mektup yazmış: 

23 Ağustos 1952

Şu mektup olayında diyor, birkaç yıldır enikonu ilerledik...Tabanlarımız bir sürü gereksiz sözcüğü ezdi geçti. Bakın şöyle bir. Duygularla havai fişekler attığımız da yok. 



Fotoğraf makinemi bir kuşa, bir dala, gökyüzüne, durgun sulara ve aya doğrultup Melankoli nesnelerine birkaç fotoğraf ekledim:  


 Berger'in Leopardi'yi anlattığı yazı, beni Melankoli okumalarımda ve Nietzsche okumalarımda da üzerinde durduğum belli başlı konulara bağladı: Can Sıkıntısı, Zaman, Şimdi, Mutluluk, Çalışma.. 




İsmini sık sık işittiğim Leopardi'ye (Nietzsche onu seviyor) derin bir çentik atıyor, kitaplarını not düşüyorum. (2014 yapımı bir Leopardi filmini izlemek de var aklımda, fragmanı çok başarılı görünüyor: 




 Yüksel Arslan'ın okuma tutkusu gibi "onların yazdığı ve onlar hakkında yazılmış her şeyi okuma isteğim" bitmiyor, obur bir okur olarak dört tarafımdan kitaplarla kuşatılmış buluyorum kendimi, ve içimdeki sessizlik büyüyüp derin bir dehşet halini almadan önce (bak:  2013/02/ Orhan Pamuk / Yeni Hayat) kaleme sarılmam gerektiğini biliyorum. Yüksel Arslan da susmuş ama Arturelerin diliyle konuşmuştu: 




Edvard Munch'un ünlü Çığlık tablosundan daha çok sevdiğim bir tablosu, Çığlık çeşitlemelerinden biri, Sick Mood at Sunset, Despair (1892), Munch'ün tüm doğadan bir çığlığın yükseldiğini hissetmeden öncesini resmetmiş: Munch arkadaşlarının yanlarından ayrılıp parmaklıkların kenarından denize doğru bakıyor:



Resme kara çalan Arnulf Rainer,




  Sonsuzluğu dolduran Escher


ve 

Goya'nın tanıklığına daha detaylı sokuldum, 



Biten çalışmamın uyanışıyla, kendime soruyorum; diyor Gauguin, Nereden geliriz? Neyiz? Nereye gidiyoruz? Tuvalle artık daha fazla yapacak bir şeyi olmayan, onu çevreleyen duvarda oldukça ayrı, kelimelerle ifade edilen düşünce.  Başlık değil. Bir İmza:



Thomas Bernhard'ın şiir yazdığı zamanlardan kalma bir Rimbaud yazısını paylaştım, 


   aynı tarihlerde Genç Yazarlara sesleniyor:

kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2018/05/genc-yazarlara




             
Rimbaud'yu düşünüyorum, onun gibi cesur ve gözüpek olmayı diliyorum, beş parasız da olsa dünyayı dolaşmak -dünyayı şiirime katmak istiyorum.




Valery,  


Hep aynı özlemlerden bahsediyor:  Yolculuklar, 


         Uzak İklimlerin Kokusu,  


    Yelken açmış tekneler var aklımda:  

                      
hiç bir zaman gerçekleşmeyecek olsa da bu yolculuk, Pessoa gibi hiç olmazsa bavulu hazır tutmalıyım: 


   


*

Deniz kenarlarından topladığım çiçekler bunlar, 
bir buket yapıp yolluyorum... 


*

yazı ve fotoğraflar:
Yalnız İnsan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder