Tezer Özlü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tezer Özlü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tezer Özlü

Berlin, 19 Kasım 1982 günlü notunda şöyle diyor:
 “Unutma: Dostların hep yazarlardı. Öyle de kalacaklar."
 “Dostların” diyor; “Aşkların” da diyebilirdi.
Yaşamın Ucuna Yolculuk, üç aşk öyküsü gibidir.
Uç posthume aşk öyküsü:
Svevo, Kafka, Pavese.
Gönül verdiği, ya da gönlünü gerçekten kaptırdığı yazarlardı bunlar.
Onların çektiği acıya, yalnızlığa başkaldırıyordu.
Kendi çektiği acılara, katlandığı yalnızlıklara, baskılara karşı başkaldırdığı gibi.
Svevo’nun Trieste’de; Kafka’nın Prag’da;
Pavese’nin Stefano Belbo’da, Torino’da izlerini sürdü.
Bu yazarların romanları, öyküleri, günlükleri, mektupları yetmiyordu ona.
Yaşadıkları, soluk aldıkları ve öldükleri yerleri yaşamak, oralarda soluk alıp vermek istiyordu.
Yaşamın Ucuna Yolculuk, işte böylesi bir solumanın kitabıdır.

Burda da sınırları zorladı: gönül verdiği, büyük bir tutkuyla bağlandığı bu üç yazarı yalnızca birer yazar olarak görmek istemedi. (Bunun için kitapları yeterliydi. Ama o...) Yaşamlarını aradı - bulamayacağını bile bile. Yaşamın Ucuna Yolculuk'un benzersizliği de bundan kaynaklanıyor.

Bir acıma duygusuyla yaklaşmıyordu bu yazarlara. Kafka’nın iktidarsızlığı, Pavese’nin eşcinsel yalnızlığı değildi Tezer’i çeken. Onların yapıtlarında dile gelen, çaresizliğe, saçmalığa, hem kendi adına, hem onlar adına karşı çıkıyordu.

Coşkuyla, aşkla, başkaldırıyla dolu, dopdolu bu genç insan yazarlarda, gariptir, bir benzerini buluyordu. Sanki kendinde, onlara (ve onlar gibilere) sunabileceği bir yaşam iksiri bulunduğuna inanmıştı.

Tüm acılara karşı, tüm yalnızlıklara karşı bir panzehir.
Kendi yalnızlığını, kendi acılarını sağaltamayan bir panzehir.
Yoluna çıkan, erkek, kadın, tüm çaresizlere sunmak istediği buydu.
Tüm yazdıkları, Yaşamın Ucuna Yolculuk gibi, ardında bıraktığı bu notlar, aforizmalar, parçalar, bunun kanıtıdır.
Kuşkusuz, bir yazarın, hiçbir zaman, hiçbir kanıta gereksinimi yoktur.
Yazdıkları, ya yaşamla örtüşür, ya da düşlerle.
Ya da her ikisiyle.

Burda, yaşamla örtüşen sözcüklerle karşı karşıyayız.

*
Kalanlar'a önsöz,
Ferit Edgü

Yeryüzüne Dayanabilmek İçin


Hazırlayanın Notu

Dikkatli okuyucu, Tezer Özlü'nün yurtdışından zamanın dergilerine gönderdiği bu olağanüstü yazıları gördüğünde onun sanatın çeşitli dallarıyla ne derece ilgili olduğunu görecektir. Özellikle de dünya edebiyatı, sinema, yazarlarla karşılaşma, çeviri sorunlarıyla ilgili yazılarında. Bir açıdan haber niteliği taşımalarına rağmen bu yazılar bir başka açıdan da ülkemiz okuyucusuna başka dünyaları açmakta ve asla güncelliğini yitirmemektedir. Aynı zamanda da öğreticidirler. Gerçek bir entelektüelin elinden çıkmışlardır.

Güzelliklerimiz, sanatla ilgilendiğimizde, sanatın içine girdiğimizde ortaya çıkar. Edebiyattan,  resimden, heykelden, sinemadan -gerçekten sanatsallarsa- öğreneceklerimiz sonsuzdur. Bu kahredici düzende bize mutluluk verenler de onları yaratanlar ve yapıtlarıdır.

Bu gözle okunmalı bu yazılar.

Sezer Duru


***


Yaşamla ve Ölümle Hesaplaşmak İçin Yazıyorum

Pavese - Tezer Özlü

Yılın bu en güzel ilkbahar gününde bir an, bir saat ya da süresizlik gibi algıladığım bu belirsiz sürede "Acının Durgunluğu"nu okurken tüylerim ürperiyor. Pavese'nin doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben geceyarısından sonra. Ama Anadolu'da geceyarısı geçtiğinde, S. Stefano Belbo'da henüz belki de gece yarısı olmamıştı. Aynı gün. Aynı yıl değilse de. Ben, onun intiharından yedi yıl önce. Niçin burada hep Pavese okuyorum. Zamanı kaldıran olgu, hep benimle birlikte kılıyor onu. İstanbul'da da onu okumadım mı. Yüreğinin atışlarını, gözümün algıladığı tüm görüntüleri yalnız onun çizdiği resimlerle, onun biçimlediği cümlelerle, onun bulduğu sözcüklerle birleştiriyorum. Nedir: Benliğimi bu denli onunla özdeşleştirmemin nedeni nedir.


*

İntihar ettiği 305 numaralı odaya giriyorum. Burası herhangi bir oda. Ne sıkıcı, ne boğucu. Ne büyük, ne küçük. Ne aydınlık, ne karanlık. Ne canlı, ne ölü. Ne ölüm, ne de intihar kokuyor. Öylesi bir oda. Çok etkilenmiyorum. Oda yenilenmiş. Pavese'nin yaşamının son gününün hiçbir izini taşımıyor. Bir kapı daha açtığında, banyo ya da bir dolapla karşılaşacağımı sanıyorum. Karanlık bir yere giriyoruz. Odanın kepenkleri kapalı. Karanlıkta darlığı algılıyorum. Yalnız karanlık bir darlığı algılamakla kalmıyorum. İntiharı algılıyorum. Aramızdaki uzaklık yitiyor. O, varlığımı bürüyor. Varlığımın tüm zaman ve zamansızlığını. Sonsuz intiharı bürüyor beni. Yalnız olsam yıkılıp kalacağım. Bu yatağa uzanacağım. Haykıracağım. Ağlayacağım. İşte ölüm burada. Ölümün her çeşidi. Oda bu: tabut. Otel Roma'nın 305 numaralı odasının yanına gizlenmiş bir mezar.

Fotoğrafını gördüğümü sandığım aynı tahta karyola. Üzerinde giysileriyle Pavese'nin cesedinin bulunduğu yatak.

odadaki o günden kalan diğer eşyalar: dört çekmeceli bir tahta dolap. Küçük bir komodin ve bir iskemle. Bütün bu eşyaların korunmuş oluşu, beni onun son akşamıyla dolduruyor. Tavan, taban ve duvarlar yenilenmiş, o yıllarda daha boğucu olmaları gerek. Yatağın arkasındaki kapı, banyoya açılıyor.

305 numaralı odanın bu gizli mezarına daha önceleri gelmiş olmalı. Yalnız ölmek için değil, ölüme hazırlanmak için de. Buralar uzun uzun düşünülerek yaşanmış yerler: Felice Alanı, Otel Roma, asansör, koridor, gizli mezarı ile 305 numaralı oda, Torino'nun yalnız ve ılık yaz akşamlarında uzun uzun yaşanmış, hazırlanmış bir intihar bu.


...


28/29 Ağustos 1950 tarihli bir gazetede şu haberi okuyorum:       


Gazzette Serra
28/29 Ağustos 1950
20 Lire

Birinci sayfadaki soldaki haber onun intiharı ile ilgili. 20:30'da otele geliyor. Yirmi iki uyku ilacı alıyor.
(O tahta karyola üzerinde cesedi takım elbisesi ile bulunuyor. Yalnız ayakkabılarını çıkarmış.)

"Herkesi bağışlıyorum ve herkesten özür diliyorum. Sözcükler yok. Yalnız bir davranış. Bundan böyle yazmayacağım."

Ertesi sabah otel odasına bir kedi ile birlikte giden hizmetkar onu böylece buluyor.







"Ölüm birşey değil. Ölüm hiçbir şey değil" diyor Svevo son olarak.

Ya intihar.



 9 Eylül 1908 – 27 Ağustos 1950



Pavese - Tezer Özlü

" Tanrı bana büyük yetenekler vermiş. Bazılarına kanseri vermiş. Kimini budala olarak yaratmış. Kimini daha çocuk yaşta ölüme göndermiş. Tanrı'nın büyüklüğünün nerde olduğu belirsiz. İşte beş bin liret. Castellanzzo rahibi için. Kendi öykülerini anlatsın, kendi dinlesin. Hiç değilse anlattıklarına kendisinin inandığını umalım.
Kendinize bakın. Bana gelince, kendimi buz parçası içindeki balık gibi duyuyorum."



CIMITERO PRINCIPALI Mezarlığı.

İnsanın düşlerini ve imgelem gücünü aşan bir görüntü. Bu kapıların ardı, Katolik dininin tanımladığı cennete mi iniyor. Sessiz. Benden başka ziyaretçi yok. Kilometrelerce uzayan duvarlarda küçük, küçük, kutu mezarlar. Her mezarın üzerinde ölünün bir fotoğrafı. Her mezarın üzerinde bir vazo. Her vazonun üzerinde her renk plastik çiçek. Ve bu mezarlar, bu kutu mezarlar, ölü fotoğrafları, renkli plastik çiçekler avlunun iki yanını çevreleyen mezarlık duvarları boyunca, göz alabildiğince uzuyor, iniyor. Mezarlığın bitiminde Torino kentinin ağır ağır soluduğunu düşünemiyorum bile. Ölümün de ötesini gördüğüm bu duvarlar arasında yatmadığına mutluyum. Onun mezarı, iç avluda. Yeşil mermer. Mermerin ardında bir kırmızı gül. Mezarın iki başındaki mermer vazolarda da plastik plastik ortancalar hiç bozulmadan duruyor. Onun mezar taşında da resmi var. Acılı, zayıf, sevdiğim yüzünün. Ama bu mezarlığın bu plastik ortancaların, bu ağır mermerin, onun ne kişiliğiyle, ne de şiiri ile bağdaşmadığını neden düşünüyorum. Neden, onu, yalnız Piomente Tepelerinde, mısır tarlalarının hışırtısını duyan toprağa yakın, taşa dönüşmemiş bir mezarda görmeyi istiyorum...

Via Lamarmora 35'teki oturduğu son eve, yolun karşı kaldırımından bakıyorum. Burada soluduğum her an, onun intiharı yineleniyor. Bu evden çıkıp Otel Roma'ya gidiyor...

O katta, bugün de, onun ölmeye çıktığı asansör çalışıyor. Asansörden inince, koridorun hiç ışık sızmayan uzantısında, o odaya varılıyor. Kapıyı açıyorsun. Geniş odanın içindeki gizi, intihar odası, aynı karyola ile bekliyor. Onun intiharını yaşamak için mi bu koridordasın. Aynı asansörle inip çıkıyorsun.

" Yataktan kalkmak gerekmeyecek 
Yalnız şafak girecek bomboş odaya "


Gitmeliyim. Gitmeliyim. Gitmeliyim. Gitmeliyim. Gitmeliyim. Ben giderken, ben ya da tren görünümleri içinden, kentlerden, köylerden, mısır tarlalarından, dağ sıraları önünden geçerken, ardından, bir göl kıyısından, bir nehir yatağı boyunca ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönünde yitip giderken, her görüntüyle birlikte benden uzaklaşırken, yitip giderken, işte ancak o zaman uzaklaşıyorum yaşamın sonundan. Başlangıcından. Gitmeliyim. Koridorun sonunda 305 numaralı odanın bitişiğindeki gizli odada intiharı duruyor. Valentino bahçeleri, geceler, yalnızlık, galeriler, ağaçların ağır yeşili, mezarlığın uzun, solgun, sarı duvarları, Genç Ay burada sönüyor. Ağır ağır yükselen küçük asansör, tüm umutsuzluk, intihar tutkusu orada bitiyor. Orada yalnızlık en büyük yalnızlık içinde yitiyor. Hiçlikte.


"Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi?" 



YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK - Tezer Özlü


Ferit Edgü 20 Mart 1984'te Tezer Özlü'ye yazdığı mektupta şu satırlara yer verir:


"Bir İntiharın İzinde" yürüyorum on gecedir. Bu gece (az önce) V. bölümü bitirdim. (85. sayfa) Bu gün, ilk elli sayfayı basımevine verdim. Bir an önce çıksın istiyorum. Hiç değilse bir tane yanımda bulunsun Berlin'e gelirken.

"Bir İntiharın İzinde" müthiş bir kitap. Çok müthiş bir kitap. (Başka sözcük bulamıyorum) Yıllar var ki böyle bir metin okumadım. (Tabii türkçe metinlerden söz etmiyorum) Bana gençlik yıllarımda, Rimbaud'yu, Lautreamont'u, daha sonra Kafka'yı, Rilke'yi, Hölderlin'i keşfettiğim günleri hatırlattı. 

...İlk kez, yıllar var ki ilk kez, bugüne değin okumadığım bir kitap, yeni bir kitap, daha kitap bile olmamış bir metin, bende böyle bir duygu yarattı...

Birkaç yıl önce, çocukluğun soğuk geceleri için düşünüp de söyleyemediğim, dile getiremediğim buydu işte: o malzemenin öykülemeye değin, böylesi bir çılgınlığa dönüşmesi gerektiğini düşlemiştim. İçine sıçayım edebi türlerin. Romanın. Öykünün. Şiirin. İçine sıçayım. Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. Bu yolculuğun türü olur mu?

Kitabına ne güzel yakışırdı YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK.



Tezer Özlü'nün yanıtı gecikmez. 26 Mart 1984...


...Yaşamımın bu denli önemli döneminde beni hiçbir şey bu sözlerin kadar yüreklendiremezdi. Bu kitabı bitirdiğimde, daha önce yazdıklarımın bunun yanında bir kompozisyon, eski deyimiyle bir tahrir olduğunu algılamıştım...Gerçekten içimdeki tüm kuşkuları sildin...


YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK, dediğin gibi iyi bir ad. Celine'in Gecenin Sonuna Yolculuk adına çok benzetmiyorsan, kitaba bu adı verebilirsin. Bir İntiharın İzinde'den daha iyi olur, İntiharın İzi, biraz bir hafiye romanını da çağrıştırıyor gibi. Bu açıdan sana istediğini yapma seçeneğini bırakıyorum.


Ferit Edgü'den Tezer Özlü'ye: 6 Nisan 1984.


...Madem izin verdin, ben de adını 'Yaşamın Ucuna Yolculuk' koydum.
 Kanımca çok daha iyi oldu.
Yaşamın ucundaki de ölüm değil mi?
Celine'in gecesine nispeten (özellikle) bu adı seçtim. Böylece bir intiharın izindeki polislikten de kurtarmış oldum seni.


Tezer Özlü'den... 2 Mayıs 1984.

Sevgili Ferit,

Dün kitap geldi, beş adet. Munch çok sevdiğim bir ressamdır. Güzel bir kapak olmuş.
Yıllarca içimde taşıdığım bir tümörden kurtulmuş gibiyim. Bu sözcükleri kitap olarak görünce.




Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer Özlü

Bu kitap yaşanabilir ancak, çünkü yaşamın kendisi. (Ahmet Cemal)



"Geceyi omuzunda geçiriyorum...Yorgun ve ağrılardan çatlayan, taşıyamadığım başımı, yirmi bir yaşındaki omuzuna dayıyorum. Bana geceye dayanabileceğim gençliğimi veriyor, yeniden terleyebileceğim sıcağa doğru taşıyor beni. Akşama doğru Trieste Alanı'na ve Svevo'nun sokaklarına birlikte götüreceğim canlılığını yeniden veriyor bana. Bir kez gördüğüm bir insan. Beni hiç tanımayan bu genç, bir kadına karşı, yıllar yılı en yakınımda taşıdığım erkeklerden daha sevecen. Yarın Torino'ya gitmeyeceğim. Burada rüzgarlarımı buldum."