Orhan Veli

"Bir aydan beri iş arıyorum, meteliksiz.
Ne üstte var ne başta."
 1938  O.V. 

İstanbul'a birkaç şairden başlayarak, özellikle Orhan Veli ile sokulmakla iyi ettim. Sevdim Orhan Veli'yi, yaşama sevincini, avareliğini, kılıksızlığını, meteliksizliğini... Basit, günlük duygular, insanlar hep şiirlerinde, kokular, sesler, deniz ve yosun kokusu mesela, sonra bahar, güneş, kuşlar, ağaçlar, böcekler sonra, hele kadınlar...  " Düşünme, /  Arzu et sade! / Bak, böcekler de öyle yapıyor."

Bir de İstanbul. Meyhaneleri ve sokaklarıyla, Çamlıca tepesi, Boğaziçi, Rumeli, Galata, Eyüp... 

Hor gördüğüm, bilmediğim tatlar hep şiirlerinde: "otların içinde sırtüstü yatmanın tadı" mesela; "avucumda, sıcaklığını duyduğum ekmek"  

Kendimi çocuk yerine koyup şiirler yazmasını da bilmem ben: "Mahallemizde / Senden başka ağaç olsaydı / Seni bu kadar sevmezdim. / Fakat eğer sen / Bizimle beraber / Kaydırak oynamasını bilseydin / Seni daha çok severdim."

Dalgacı bir şair bu Orhan Veli, kendi hüznüyle dalga geçiyor ilk başta. Moro Romantico biri. Sevdaya tutulmuş, şiir yazası yok, ama açıp pencereyi odasında İstanbul'a karşı bas bas bağırası var. Ece Ayhan açık havanın ozanı demiş onun için. Orhan Veli'nin havaları. Güzel havalar. Bedava havalar. İçkiye benzeyen, insanı sarhoş eden havalar.  Efkarlanırım şiirine almamış şu mısrayı: "Hava güzel, efkarlanırım." Efkarlı havalar. Bir de, davetkar havalar: "Bekliyorum / öyle bir havada gel ki / vazgeçmek mümkün olmasın" 

Garip bu Orhan Veli, geçim derdi bırakmıyor ki yakasını şiirinin de. " ...Madem ki bu esvaplar ayakkaplar benim, / madem ki sokaklar kimsenin değil"  Sade yürüyor parasızlıktan; mektup yazmış, postaneye veremiyor;  kış günü, giyecek ceketi yok, yağmur altında utanıyor: gömlekçek dolaştığından değil, üşüdüğü belli olacak diye. 

" Ben ki yalnızım bu dünyada" 




Vapurda tanışıp arkadaş olduğu Nahit Hanım'ın anlattığına göre " Hüzünlüydü, mahzundu. Yapısından geliyordu bu hüzün. Her şeyi ama her şeyi içine atmasından. Öfkesini bile içine atardı, Sıkıntılarını da. Hüzünlüydü. Sessizliğe gömülürdü. Konuşmazdı. Sıkıldığında, üzüldüğünde, konuşmazdı. Şimdi gelirim der, kalkar gider, ya yarım saat ya da üç gün sonra gelirdi. Örneğin Mahzun Durmak şiiri onun tavrına çok yakın bir şiirdir."  

Açtım baktım hemen şiire, iki mısra buldum karşımda hayranlıkla: 

"Sevdiğim insanlara kızabilirdim, eğer
sevmek bana mahzun durmayı öğretmeseydi."

Bu şairler hep mi böyle mahzun, mahçuptur.  Oysa Süleyman efendi için "Mesele falan değildi öyle /  to be or not to be.." 

Sonuçta, yazık oldu Süleyman Efendi'ye de, Orhan Veli'ye de.  Bir Kasım günü, Ankara'da, kafası da iyi mi iyi, sokaklarda kim bilir aklında hangi mısra dolaşırken belediyenin açtığı çukura düşmüş. 

Birkaç gün sonra ölmüş. 
Ceset morga, eşyalar depoya.
Pantolon ceplerinde bir diş fırçası, at yarışları programı ve 28 kuruş.  


*

 İşsizlik öyküsünde söylediği gibi işsizlik kötü şey vesselam. 
Bereket versin sigaram var. O da olmasa felaket:  https://kaotikbenlik.blogspot.com/2018/04/issizlik-orhan-veli.html