Kafka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kafka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Anne

Annemi derin bir umutsuzlukla seviyordum. Onu hep derin bir umutsuzlukla sevdim...

...Annem gözlerini bana çevirdiğinde gözlerime yaşlar dolmadan ona bakamıyorum. 

A. Camus

Kafka:

Tutalım ki biri bana şöyle diyor: «Yaşamın ne değeri var? Ben ölmek istemiyorsam, yalnızca ailemi düşündüğüm içindir.» Ama aile yaşamı temsil eder; dolayısıyla, bu sözleri söyleyen, yaşam için hayatta kalmak istiyor demektir. Hani annem göz önünde tutulur­sa, benim için de geçerli görünüyor bu, ama ancak son zamanda. Ne var ki, beni böyle düşündüren şükran ve duygulanmışlık değil mi? Şükran ve duygulanmışlık; çünkü yaşına göre sınırsız denecek bir güç harcayarak benim yaşamdan kopmuşluğumu dengelemek için annemin nasıl çırpındığını görüyorum. Ama şükran da yaşam demektir.


31 Ocak 1922

Bundan, benim annem için yaşadığım gibi bir sonuç çıkacaktır. Böyle bir şey doğru sayılamaz; çünkü olduğumdan sonsuz derece fazla bir şey olaydım, yine yaşamın salt bir elçisi olur, başka hiçbir şeyle değilse bile söz konusu görev nedeniyle yaşama bağlı bulu­nurdum.

KAFKA /YAZMAK


     Düzenli, kararlı bir deyiş Kafka’nınki. Deyişbilimcinin gözünde belki de soğuk, yaban dilde yazdığı için de Çevresi kalın bir çizgiyle kapatılmış, sınırlandırılmış bir söylev. Deyiş birimi gibi konu birimi de hayli ince bir aritmetige dayanıyor bu yazının: Hayvan dünyasını, giderek hayvanlaşmayı hedef aldığında bile “ölçülü” tutuyor sesini; Bachelard’ın da değindiği gibi, Lautreamont’daki yırtıcılığın yerini yumuşak, dingin bir başkalaşma kipi alıyor Kafka’da. Bu durulma eğilimi özellikle yaşamının sonralarına doğru belirginleşmeye başlıyor. 1921’de Klopstock’a yazdığı mektuptaki “Hayvan dünyasını tam zamanında tanımaya başladım” tümcesinin altında sadeliği, bilgeliği arama kaygısı, Doğu söylencelerine özgü yumuşak bir ermişlik edâsı seziliyor. Ya daha önce; 1912’den başlayarak herbir ucundan yırtılmağa koyulan sesin, usul usul çürümeye yüz tutan gırtlağın örttüğü gerçek kimlikte gizlenen nedir öyleyse?

     Yazışmalarının başlangıç evresinde, Felice Bauer, Kafka'dan “ölçülü ve sınırlı” olmasını diliyor, neyi vurguladığı açıklık taşımayan bir mektubuyla. Kafka’nın karşılığı sert olacaktır: “Yüreğim (öteki organlarıma göre) bütünüyle sağlıklı; ama bir insanın kötü yazının karaduygululuğuna olduğu gibi iyi yazının mutluluğuna dayanması da pek o kadar kolay değil. Yazmak olgu suyla ilişkimi değerlendirebilseydiniz, bana 'ölçü ve sınır’ öğütlemekten vazgeçerdiniz”: Bu yumuşak kabuklu yaranın bir kanama yeri var demek ki. “Yazı" denildi mi, sanki ürperiyor Kafka; Baba'nın en eski yasağına Oğul’un en eski başkaldırı yoluyla karşı durduğu yer bu: Baba, Oğul yazısını sürekliliği içinde denetleyen, Aile adına, Kurum adına yazıya Çin Seddi ören merci çünkü. Kafka, tek güçlü kalacağı yer’e büyük bir tutkuyla sarılırken, yaşamının düğümlenme noktası olarak belirliyor yazıyı: “İnsanın zayıflığı her şeye sınır koymaya pek düşkündür” diye sürdürüyor aynı mektubu: “Üzerinde ayakta durabildiğim tek noktaya bütün varım yoğumla bağlanmam gerekmez mi? Yazdıklarım bir hiç oluşturabilir, ama bu, kesinkes, ben bir hiç olduğum içindir”.

    Aynı kaygı kargısı F.B. Kafka’nın “yazmaya eğilim duyduğu” bir başka mektubunda dile getirdiğinde saplanıyor o kırılgan, “çıplak 55 kilo ağırlığındaki” gövdeye. Sarsılarak yanıtlıyor Kafka: “Eğilim değil, eğilim sözkonusu değil, yazmaktan başka neye yararım ben. Bir eğilim yokedilebilir, hiç değilse azaltılabilir. Yazmak demek, ben demek. Elbette ben de yok edilebilirim, ama ne kalır senin elinde?”. Kafka: Zorla, zorlukla yazabilen; yazdığıyla hemen hep doyumsuzluğun eşiğine gelen; son geldiğinde de yazıyı silmeye, yakmaya yönelen Pâlempsesios-bir fare: “Büyük bir evin köşesinde yaşayan bir fareyim ben; yılda en çok bir kez halının üstünden geçmesine göz yumulan bir fare": Marthe Robert’in ustalıkla vurguladığı gibi, Kafka’nın çileye üzerine kocasının cinsel gizilgücünü anımsayan Milena’ya yazılmış birkaç sözcük...

    Mektupların çoğu kez örtmeye, tıkamaya çalıştığı gedik iyice göz önüne getirildiğinde daha da karmaşık bir vurgu beliriyor Kafka'nın yazıyla kurduğu yakıcı ilişkide: iki yanlı bir bağlanmanın içinde yapıyor seçimini: Bekâr kalmayı yeğliyor çünkü yalnızlığı seçiyor; yalnızlığı yeğliyor çünkü yazısının temel (olduğunu varsaydığı) koşulu bu; yazmak zorunda çünkü bunun yaşamasını sürdürmenin tek yolu olduğunu biliyor:

     Yazmak istiyorsa yaşamalı.
     Yazmak istiyorsa yalnız kalmalı.

Günlük


Aktif iç gözlemlere karşı bir hınç. Dün böyleydim, nedeni de bu; bugün böyleyim, nedeni de şu gibi psikolojik açıklamalar. Doğru değil bu, nedeni bu ya da şu değil, dolayısıyla böyle ya da şöyle değil. Vakitsiz bir aceleye kapılmadan kendine serinkanlı katlan­mak, nasıl yaşanması gerekiyorsa öyle yaşamak, köpekler gibi or­talarda dolanıp durmamak.

... 


Bugün Kierkegaard’ın Yargıcın Kitabı geçti elime. Zaten önceden sezdiğim gibi onun durumu da, aradaki bazı önemli ayrımlara kar­şın benimkine pek benziyor; en azından o da, benim bulunduğum tarafında eğleşiyor dünyanın. Beni bir dost gibi doğruluyor.

 ... 

Benim biricik tutkum ve biricik mesleğime ki bu da edebiyattan başkası değil- 
ters düştüğünden, işimin benim için katlanılır yanı yok. Edebiyattan ayrı bir şey olmadığıma, ayrı bir şey olamayacağıma ve olmayı da istemediğime göre işim asla beni kendine çekip alamaz, ama düpedüz yıkıma sürükleyebilir. Böyle olmasına da çok bir şey kalma­dı doğrusu. En berbat sinir krizleri ardı arkası kesilmeden beni sultası altında tutuyor; kendi geleceğimle kızınızın geleceğine ilişkin tasa ve kahırlarla geçen bu yıl içinde gerekli dirençten yoksunluğum büsbütün açığa vurdu kendini. Peki neden bu işi bırak­madığımı ve bir servetim olmadığına göre neden yazıp çizerek geçinmenin yoluna bakmadığımı sorabilirsiniz. Size yalnız şu acına­cak yanıtı verebilirim: Buna gücüm yetmez çünkü; durumumu genellikle görebildiğim kadarıyla daha çok şimdiki işimde yıkılıp gi­deceğim ve kuşkusuz hızla gerçekleşecek yıkılışım. Şimdi beni kızınızla, bu gürbüz, şen, doğal, güçlü kuvvetli kızınız­la karşılaştırın. Kendisine yolladığım yaklaşık beş yüz mektupta aynı şeyi yinelememe, kendisinin ise beni inandırıcılıktan uzak bir «hayır» ile yatıştırmak istemesine karşın doğruluğunu yitirmeye­cek bir şey var ki, gördüğüm kadarıyla kızınızın yanımda ister iste­mez mutsuzluğa sürükleneceğidir. Ben salt dış koşullardan değil, daha çok yaradılışım gereği içine kapalı, suskun, insanlardan ka­çan ve hiçbir şeyden hoşnut olmayan biriyim. Ama böyle oluşumu da kendi hesabıma bir felaket diye niteleyemem; çünkü varmak istediğim amacın yansısından başka bir şey değildir bu. Sanırım evdeki yaşayışımdan hiç değilse birtakım sonuçlar çıkarabilirim: Evet, kendi ailemin bireyleri arasında, alabildiğine iyi ve sevecen bu insanların içinde bir yabancıdan daha yabancı yaşayıp gidiyo­rum. Son yıllar annemle günde ortalama yirmi sözcükten fazla bir şey konuşmadım; babamla ise selam sabahtan öteye geçmedi ko­nuştuklarım. Evli kızkardeşlerim ve eniştelerimle, kendilerine bir kızmışlığım falan yokken hiç konuşmuyorum. Nedeni de, kendi­riyle konuşacak en ufak bir şeyimin açıkça bulunmayışıdır. Edebiyata uzak her şeyden sıkılıyor, nefret ediyorum; çünkü, gerçekte öyle değilse bile beni baltalayan ya da yolumdan alıkoyan bir şey gibi görüyorum tümünü. Oysa içimde bir aile yaşamını sürdürme­ye yönelik hiçbir eğilim yaşamıyor; yaşasa bile salt gözlemci ola­rak kalmak isteyen birinin eğiliminden başka şey değil bu.
Hısım akraba duygusu nedir bilmiyor, beni görmeye gelenlerin bu davranışına adeta beni hedef alan bir kötülük gözüyle bakıyorum. İşim beni nasıl değiştiremiyorsa, evlilik yaşamı da yine değiştiremeyecektir.


...


 Aklımı kaçırana dek her şeye kapayacağım kendimi. Herkesle bozuşacak, kimselerle konuşmayacağım.

...

30 Ağustos 1913

Nerede bulacağım kurtuluşu? Tümüyle unuttuğum ne çok düzme­celik birlikte su yüzüne çıkıyor. Gerçek bağlanım gerçek veda gibi bunlarla örülecek idiyse, o zaman kesinlikle yerinde davrandım diyebilirim. Kendi varlığımda insanlardan ilişkisiz, gözle görülür bir yalan yok. Sınırlı çemberin içi temiz durumda."

... 

 Evlenmenin leh ve aleyhindeki nedenlerin özeti:  

I. Hayata tek başına katlanmanın güçsüzlüğü; tek başına yaşama güçsüzlüğü değil, tam tersine; bir kimseyle birlikle yaşayabilmem olasılığı yok; ama kendi yaşamımın üzerime çullanmasına, kendi şahsımın gereksinimlerine, yaş ve zamanın saldırısına, içimdeki yazma hevesinin beni belli belirsiz sıkıştırmasına, uykusuzluğa, ya­kın bir cinnetin sezgisine, işte bütün bunlara tek başıma katlana­cak güçten yoksunum. Belki, diye eklemem gerekiyor kuşkusuz, F. ile hayatımı birleştirmem varlığıma daha çok direnç sağlayabilir.

2. Her şey hemen düşüncelere salıyor beni! Mizah dergisinde oku­duğum bir nükte, Flaubert ve Grillparzer’i anımsayış, gece için hazırlanan yataklar üzerinde anne ve babamın geceliklerinin gö­rünümü, Max’ın evliliği. Dün kızkardeşim dedi ki: «Evlenenle­rin (bizim akrabalar arasında) hepsi de nasıl mutlu oluyor, anla­mıyorum.» Kızkardeşimin bu sözü de düşündürdü beni, yine içim­deki o korku depreşti.

3. Pek çok yalnız olmam gerekiyor. Elde ettiğim tüm başarılar sa­dece yalnızlığımın ürünüdür.

4. Edebiyatla ilişkisiz her şeyden nefret ediyorum. Onun bununla konuşmak, edebiyata ilişkin olsa da sıkıyor belli: onu bunu ziyaret etmek sıkıyor ve acı ve   sevinçleri ruhumun derinliklerine kadar beni sıkıntıya boğuyor. Konuşma1ar düşündüğüm her şeyin önemini, ciddiliği ve gerçekliğini silip  götürüyor..
    
5. Bağlanmaktan, karşı tarafa akıştan korku. Çünkü o zaman asla yalnız kalamayacağım demektir.

6. Kızkardeşlerimin önünde -özellikle eskiden böyleydi- çokluk öbür insanlar karşısındakinden bambaşka biri oluyorum: Korkusuz, dış etkilere açık, güçlü, şaşırtıcı, içimde başka zaman ancak yazı yazarken duyduğum bir heyecan. Eşimin aracılığıyla herkesin önünde de böyle olabilsem! Ama o zaman bu, bir borç gibi yazma eyleminden düşülmeyecek mi? Eksik olsun! Eksik olsun!

7. Yalnız olsam belki bir gün bürodaki işimi gerçekten bırakabilirim. Evlenirsem bunu asla yapamam.



...


Kafamın içindeki muazzam dünya. Ama kırıp parçalamadan nasıl kendimi, nasıl bu dünyayı esenliğe çıkarabilirim. Onu kendimde alıkoymaktan ya da içime gömmektense kırıp parçalamam bin kat daha iyidir. Zaten bu yüzden buradayım ve çok iyi biliyorum böyle olduğunu.


1 Temmuz 1913

Çılgınca bir yalnızlık isteği. Salt kendi kendimle yüz yüze olmak. Belki Riva’da kavuşabilirim buna.


...


İç varlığımdaki korkunç kararsızlık.

 ...


Günlük tutmam yine pek zorunlu bir durum aldı. Benim şu dağı­nık kafam; F.; bürodaki perişanlık; yazma konusunda bedensel olanaksızlığım ve yazmaya duyduğum gereksinim.


... 




Yalnızlık her şeyden güçlüdür ve kişiyi yeniden insanlara yaklaştırır. Kuşkusuz o zaman daha başka, daha az üzücü görünen, gerçekte henüz bilinmeyen yollar aranıp bulunmaya çalışılır.

... 

Pek çok günden beri yazıyorum, böyle gitse keşke! Yirmi yıl önceki gibi tastamam korunmuş ve çalışmanın içine girip yuvalanmış değilim, ama ne de olsa yaşamım bir anlam kazandı; düzenli, boş, saçma bekârsı yaşamım haklı bir nedene kavuştu. Kendi kendimle yine ikili söyleşiler yapabiliyor, dipsiz bir boşluğa gözlerimi dikip bakmıyorum. Benim için ancak bu yoldan bu düzelmenin sözü edilebilir.

...

7 Kasım 1914

O yaman Strindberg! O hırs, yumruk savaşıyla kazanılmış o sayfa­lar!


...


Edebiyat açısından bakınca yazgım çok basit. Düşsü iç yaşamımı anlatma isteği öbür nesnelerin tümünü ikinci plana itti, yaşamım korkunç biçimde köreldi ve körelmenin bir türlü sonu gelmiyor. Beni memnun kılacak başka bir şey yok asla. Gel gelelim söz ko­nusu anlatım gücümün de hiç sağı solu belli değil; belki şu an bir daha hiç görünmemek üzere kayıplara karıştı, belki ilerde bir yol yine sesini duyurur içimde; ancak, yaşam koşullarım böyle bir şey için elverişli sayılamaz. Dolayısıyla bir aşağı, bir yukarı süzülüyo­rum boşlukta; uçup dağın tepesine çıkıyor, ama bir an bile orada tutunamıyorum. Benim gibi bir aşağı, bir yukarı devinen başkaları da var, ama aşağı bölgelerde hepsi, güçleri de benimkinden fazla; düşme tehlikesi gösterdiler mi hısım akrabaları kendilerini tutu­yor, bu amaçla da yanları sıra yürüyorlar. Bense yukarlardayım; ne yazık ki ölüm değil benimkisi, ölmenin sonu gelmeyen acıları.


...



Rahat yaşayabilmek değil, rahat ölebilmek için insanlardan kaçtığımı gözlemledim.


15 Mart 1914


Öğrenciler Dostoyevski’nin cenaze töreninde tabutun zincirlerini taşımak istiyorlardı. Dostoyevski işçi mahallesinde, bir kira evinin dördüncü katında ölmüştü.

...


Beklemek yalnızca, bitip tükenmeyen bir çaresizlik.


...

Odada anne ve babamla oturup iki saat boyunca dergilerin sayfalarını karıştırdım, arada bir önüme bakıp durdum, genellikle saat ona gelsin, gidip yatayım diye beklemekten başka bir şey yapmadım.


... 

 Fazlasıyla yorgunum, uyuyup dinlenmem gerekiyor, yoksa her ba­kımdan işim bitiktir. İnsanın kendisini ayakta tutabilmesi için bu ne çok çaba! Hiçbir anıt yoktur ki, dikilmesi bunca gücün harcan­masını gerektirsin.


25 Eylül 1912

Yazmaktan zorla kendimi alıkoyuşum. Yatakta yuvarlanıp durmam. Başa kan hücumu ve boşuna harcanan güçler. Bu ne olumsuzluktur! - Dün Baum’da; Baum ve karısının, kızkardeşlerimin, Marta’nın, iki oğluyla (bir yıllık gönüllü asker ikisi de) Bayan Dr. Bioch’un önünde okuduğum yazılar. Sona doğru kontrolden çıkan elim yüzümün önünde ileri geri gezindi. Gözlerim doluksadı. Öy­künün içtenliğinden kuşku edilemeyeceği doğrulandı böylece. - Bu akşam yazmaktan kendimi koparıp aldım. Landestheatcr’de film gösterisi. Loca. - Bir ara peşine bir din adamının takıldığı Froyayn Oplatka. Evine vardığında döktüğü ecel terinden sırılsıklam olmuştu. Danzig Kornerin yaşamı. Atlar. Beyaz at. Barut koku­su. Lützow un çılgınca avı.

23 Eylül 1912 

Yargı öyküsünü ayın 22’sini 23’üne bağlayan gece akşam saat on­dan sabah saat altıya kadar bir çırpıda yazıp çıkardım. Oturmak­tan uyuşmuş bacaklarımı masanın altından çekip alamadım adeta, öykü gözümün önünde gelişir, ben sanki öykünün içinde ilerler­ken gösterdiğim müthiş çaba, duyduğum müthiş haz. Bu gece pek çok kez ağırlığımı sırtımda taşıdım. Nasıl her şey söylenebiliyor, nasıl her şey için, en yabancı esinler için bir büyük ateş içte hazır­lanmış bekliyor ve esinler ateşle yok olup sonra yeniden diriliyor, nasıl pencerenin önü bir maviliğe bürünüyor. Bir araba geçiyor yoldan. İki adam köprüden geçiyor. Saat ikide son kez saate bakı­yorum. Hizmetçinin sabah ilk kez holden geçişinde öykünün son cümlesi yazılıyor. Lambanın söndürülüşü ve gün ışığı. Kalp bölge­sinde hafif bir sızı. Gece yarısı uçup giden yorgunluk. Kızkardeşlerimin odasına titreyerek girişim. Öyküyü kendilerine okuyuşum. Daha önce hizmetçi kızın karşısında gerinip uzanışım ve: «Bu za­mana kadar hep yazdım», deyişim. Sanki odaya yeni getirilip ku­rulmuş ve henüz el sürülmemiş yatağın görünümü. Roman yazma­ya çabalayışımın, beni yazmanın yüz kızartıcı aşağılıklarına çekip aldığı kanısının doğrulanışı. Yazı, ancak böyle yazılabilir, böyle bir kesintisizlik içinde, ruh ve bedenin böylesine eksiksiz bir açılımıyla ancak.


“Bir köpek gibi!”



Dava romanının (1914/15) “Son” başlığını taşıyan bölümünün (kronolojik olarak romanın birinci bölümünden sonra yazıldı) bitim cümlesi şöyledir: “Bir köpek gibi!” dedi, sanki utanç kendisinden sonra da yaşayacaktı.” Ayrıca krş.: 1917 Kasım’ında Brod’a yazılan bir mektup; Kafka mektup’ta şimdiye kadar ki yaşamından olumsuz bir özet çıkarır ve ardından Dava’daki cümleyi alıntılar.

KAFKA


"Kafamın içindeki muazzam dünya. Ama kırıp parçalamadan nasıl kendimi, nasıl bu dünyayı esenliğe çıkarabilirim? Onu kendime alıkoymaktan ya da içime gömmektense, kırıp parçalamam bin kez daha iyi. Zaten bu yüzden buradayım ve çok iyi biliyorum böyle olduğunu." (21 Haziran 1913)

"Zaten bu yüzden buradayım..."

Nerde? diye soruyorsunuz.

Roland Barthes'ın deyişiyle, "yazarın sıfırıncı noktasında". Çünkü ancak bu noktada kırıp parçalayabilir bir yazar. Yaşamla yazı arasındaki sınırı aşmanın, yazının (daha doğrusu yazılanın) yaşamla buluşması ve onun anlamı durumuna gelmesinin belki bir başka yolu yoktur. Varsa eğer, bu da, o yollardan biridir.

"O daha yaşamın içine girmeden, yaşam onun içine girdi." Kafka ile ilgili sayısız deneme, inceleme okudum. Groethuysen'den Sartre'a; Max Brod'dan Camus'ye; Lukacs'dan Wagenbach'a; Blanchot'dan Marthe Robert'e, Fischer'e vb. değin.

Ama hiçbirinde, Flaubert'in yukarda andığım cümlesindeki kadar Kafka'yı bulduğum olmadı. Kafka'nın hayranlık duyduğu, öykünmeye çalıştığı Flaubert, "sanatçının tarifi"ni yaparken, insan ve ya­zar olarak, Kafka gibilerin dünyasını, bu sözcüklerle açıklıyordu: 

"O, daha yaşamın içine girmeden, yaşam onun içine girdi."

Kafka'yı okuduktan sonra ekleyebiliriz: 

"Ve yaşam hiçbir zaman ya­kasını bırakmadı. Son soluğunda bile."

Ferit Edgü

Arture 587



Arture 587 : Franz Kafka

Bu eski dostu ne vakit okusam tekrar tekrar şaşırtıyor beni! Dahası, Kafka üzerine okumadığım birkaç kitap buldum; P.Klossowski'nin Günce'si (1945), W. Wagenbach'ın  F.K.'nın Gençlik Yılları, Marthe Robert vb. Doğal olarak Kafka için biraz ortadoğululara benzeyecek bir mezartaşı yapma fikri beni harekete geçirdi!

(...) Taştanım ben; kendi mezar taşım oldum, şüpheyle ya da inançla, aşkla ya da nefretle, cesaretle ya da buhranla, özelle ya da genelle aralanmadan, belli belirsiz bir umut yalnızca, ama mezar taşlarında (...)

Otel yönetimine adımı açık seçik yazıp vermiş olsam da, ardından onlar bana iki kez doğru yazıp vermiş olsalar da, yine de Josef K... yazıyorlar tahtaya. Onları aydınlatmalı mıyım, yoksa onlar tarafından aydınlatılmalı mı? (Franz Kafka)

Günlük

16 Aralık 1910

Günlüğü artık bırakmayacağım. Sımsıkı tutunmam gerekiyor ona, çünkü günlükten başka tutunacak bir şey yok.
Şu andaki gibi zaman zaman içimde beliren mutluluk duygusunun nedenini açıklayabilsem bir! Gerçekten kabarıp köpüren bir şey bu; hafif ve hoş bir ürpertiyle benliğimi baştan aşağı dolduruyor ve yokluğuna her an, hatta şimdi bile tam bir kesinlikle kendimi inandırabildiğim güçlerin içimde varlığına beni inandırmaya uğraşıyor.



23 Aralık 1911

Günlük tutmanın sağladığı avantaj, insanı aralıksız yenilgiye uğratan değişimlerin yatıştırıcı bir açıklıkla bilincine varmaktır. Genel olarak da inanılır bu değişimlere, sezilir ve varlıkları itiraf edilir, ama böyle bir itirafla umut ve huzura kavuşmak söz konusu oldu mu, bilmeden yadsınırlar hep. Günlük, bugün bize katlanılmaz gelen durumlarda bile yaşandığının, çevreye göz gezdirildiğinin ve gözlemlerin kayda geçirildiğinin, yani bu sağ elin bir vakit şimdiki gibi kullanıldığının belgelerini taşır kendisinde. Hani Günlük'e bakarak bir zamanki durumumuzu bütünüyle görebilir, şimdi eskisinden daha çok bilgiyle donandığımızı anlarız; ne var ki, bu konuda tam bir bilmezlik içinde yaşamamıza karşın, bir zamanki girişimlerimizin pervasızlığını şimdi daha çok takdir etmeden duramayız.



25 Şubat 1912

Bugünden başlayarak Günlük'e sımsıkı sarılacağım. Düzenli yazacağım artık. Kendimi koyvermeyeceğim. Bir yerden beni kurtaracak bir el uzanmasa bile, her an böyle bir kurtuluşa layık olmaya çalışacağım. Aile bireylerinin toplandığı masada bu akşamı tam bir ilgisizlik içinde geçirdim; sağ elim yanı başımda iskambil oynayan  kız kardeşimin sandalyesinin arkalığındaydı; sol elim hafifçe kucağımda dinleniyordu. Zaman zaman mutsuzluğumun bilincine varmak istedim, ama pek başardığım söylenemez.

KAFKAESK

Kafka Alman diline bir sıfat kazandırdı: kafkaesk. Grotesk sözcüğü olmasaydı, bu sıfat da doğmazdı. Kafkaesk sözcüğünün anlamı şudur: dayanılmaz biçimde grotesk. Toplumsal orantısızlığı yaşayan, bu durumu kafkaesk olarak nitelendirir. Bu orantısızlık ya da kötü orantı, bırakılmışlıktan kaynaklanmaz, aksine gereğinden fazla örgütlenmekten kaynaklanır. Kimler adına örgütlenilmişse, bu örgütlenme gene aynı kişilerin zararına işler: işte bu durum kafkaesk'tir. Ve dünyanın her yerinde bu durum vardır. Kafka'nın edebiyat üzerinde etkisi garip biçimde azdır. Yalnız biçimsel, yani yüzeysel bir etkisi vardır. Toplum ve birey arasındaki kötü orantıdan kaynaklanan duyarlılık, Kafka'da kişisel hastalığa dönüşür.

Martin Walser

Kafka'yla Konuşma - Max Brod

Kafka'yla yaptığım bir konuşmayı hatırlıyorum, çıkış noktamız bugünkü Avrupa ve insanlığın çöküşüydü. 'Bizler,' demişti Kafka 'Tanrının zihnine üşüşen nihilist düşünceler, intihar fikirleriyiz' Bu bana önce Gnostik dünya görüşünü hatırlattı: Kötü bir demurg olarak tanrı, dünyaysa onun düşüşü. 'Hayır' dedi Kafka 'bizim dünyamız tanrının kötü bir ruh haline, kötü bir gününe rastlamış' Öyleyse bu bildiğimiz dünya dışında umut olabilir mi? diye sordum. Gülümsedi: Elbette yeterince var hatta sonsuz umut var ama bizim için yok'

Kafka'yı Yakmak

Kafka'nın hayattayken, hatta vasiyetinde en büyük isteği kitaplarının yakılmasıydı.

Kanımca Kafka bu konuda hiçbir zaman kararsızlıktan kurtulamadı. Bu kitapları yazdı yazmasına; ama onları yazdığı günle yakmaya karar verdiği gün arasında belli bir süre geçmiş olsa gerek. Karar verdikten sonra ikircikli bir durumda kaldığını ve kitaplarının yakılmasını arkadaşlarından istediğini biliyoruz: Yani Kafka, kendine ait bir kararı yerine getirmekten kaçındı. Yine de ölmeden önce bu isteğini kararlı bir şekilde ifade etmekten geri kalmadı: Öldükten sonra, kendisine ait her şeyin yakılmasını istiyordu.

Hayali alevleri, kitaplarının anlaşılmasını kolaylaştırabilir: Çünkü onlar, yakılmak için yazılmış kitaplar: onlar, bu hakikatın gereklerini yerine getirmeyen nesneler; var olurlar, ama yalnızca yok olmak için; sanki, daha baştan ortadan kaldırılmışlar gibi.


Georges Bataille

4 Aralık 1913


Erişkin bir kimse olarak genç yaşta ölmek, hele kendini öldürmek dışardan bakınca korkunç bir şey. Gelişim sürecinin ilerki bir noktasında anlam taşıyabilecek tam bir ruh karmaşasıyla bu dünyadan çekip gitmek, umutsuzlukla ya da söz konusu davranışın büyük hesap içinde olmamış görüleceğine ilişkin biricik umutla bunu yapmak. Benim şimdiki durumuma da böyle bir gözle bakılabilirdi. Bir hiçi hiçe vermekten başka anlama gelmezdi ölmek, ama duygu için düşünülemeyecek bir şey sayılırdı; çünkü bir hiç de olsa nasıl insan bilinçli olarak kendini hiçe verebilir, hem de yalnız boş bir hiçe değil, hiçliğini salt kavranılmazlığından alan fırtınalı bir hiçe.