Aktif iç gözlemlere karşı bir hınç. Dün böyleydim, nedeni de
bu; bugün böyleyim, nedeni de şu gibi psikolojik açıklamalar. Doğru değil bu,
nedeni bu ya da şu değil, dolayısıyla böyle ya da şöyle değil. Vakitsiz bir
aceleye kapılmadan kendine serinkanlı katlanmak, nasıl yaşanması gerekiyorsa
öyle yaşamak, köpekler gibi ortalarda dolanıp durmamak.
...
Bugün Kierkegaard’ın Yargıcın Kitabı geçti elime. Zaten
önceden sezdiğim gibi onun durumu da, aradaki bazı önemli ayrımlara karşın
benimkine pek benziyor; en azından o da, benim bulunduğum tarafında eğleşiyor
dünyanın. Beni bir dost gibi doğruluyor.
...
Benim biricik tutkum ve biricik mesleğime ki bu da
edebiyattan başkası değil-
ters düştüğünden, işimin benim için katlanılır yanı
yok. Edebiyattan ayrı bir şey olmadığıma, ayrı bir şey olamayacağıma ve olmayı
da istemediğime göre işim asla beni kendine çekip alamaz, ama düpedüz yıkıma
sürükleyebilir. Böyle olmasına da çok bir şey kalmadı doğrusu. En berbat sinir
krizleri ardı arkası kesilmeden beni sultası altında tutuyor; kendi geleceğimle
kızınızın geleceğine ilişkin tasa ve kahırlarla geçen bu yıl içinde gerekli
dirençten yoksunluğum büsbütün açığa vurdu kendini. Peki neden bu işi bırakmadığımı
ve bir servetim olmadığına göre neden yazıp çizerek geçinmenin yoluna
bakmadığımı sorabilirsiniz. Size yalnız şu acınacak yanıtı verebilirim: Buna
gücüm yetmez çünkü; durumumu genellikle görebildiğim kadarıyla daha çok şimdiki
işimde yıkılıp gideceğim ve kuşkusuz hızla gerçekleşecek yıkılışım. Şimdi beni kızınızla,
bu gürbüz, şen, doğal, güçlü kuvvetli kızınızla karşılaştırın. Kendisine
yolladığım yaklaşık beş yüz mektupta aynı şeyi yinelememe, kendisinin ise beni
inandırıcılıktan uzak bir «hayır» ile yatıştırmak istemesine karşın doğruluğunu
yitirmeyecek bir şey var ki, gördüğüm kadarıyla kızınızın yanımda ister istemez
mutsuzluğa sürükleneceğidir. Ben salt dış koşullardan değil, daha çok
yaradılışım gereği içine kapalı, suskun, insanlardan kaçan ve hiçbir şeyden
hoşnut olmayan biriyim. Ama böyle oluşumu da kendi hesabıma bir felaket diye
niteleyemem; çünkü varmak istediğim amacın yansısından başka bir şey değildir
bu. Sanırım evdeki yaşayışımdan hiç değilse birtakım sonuçlar çıkarabilirim:
Evet, kendi ailemin bireyleri arasında, alabildiğine iyi ve sevecen bu
insanların içinde bir yabancıdan daha yabancı yaşayıp gidiyorum. Son yıllar
annemle günde ortalama yirmi sözcükten fazla bir şey konuşmadım; babamla ise
selam sabahtan öteye geçmedi konuştuklarım. Evli kızkardeşlerim ve
eniştelerimle, kendilerine bir kızmışlığım falan yokken hiç konuşmuyorum.
Nedeni de, kendiriyle konuşacak en ufak bir şeyimin açıkça bulunmayışıdır.
Edebiyata uzak her şeyden sıkılıyor, nefret ediyorum; çünkü, gerçekte öyle değilse bile beni
baltalayan ya da yolumdan alıkoyan bir şey gibi görüyorum tümünü. Oysa içimde
bir aile yaşamını sürdürmeye yönelik hiçbir eğilim yaşamıyor; yaşasa bile salt
gözlemci olarak kalmak isteyen birinin eğiliminden başka şey değil bu.
Hısım akraba duygusu nedir bilmiyor, beni
görmeye gelenlerin bu davranışına adeta beni hedef alan bir kötülük gözüyle
bakıyorum. İşim beni nasıl değiştiremiyorsa, evlilik yaşamı da yine
değiştiremeyecektir.
...
Aklımı kaçırana dek her şeye kapayacağım kendimi. Herkesle bozuşacak, kimselerle konuşmayacağım.
...
30 Ağustos 1913
Nerede bulacağım kurtuluşu? Tümüyle unuttuğum ne çok düzmecelik
birlikte su yüzüne çıkıyor. Gerçek bağlanım gerçek veda gibi bunlarla örülecek
idiyse, o zaman kesinlikle yerinde davrandım diyebilirim. Kendi varlığımda
insanlardan ilişkisiz, gözle görülür bir yalan yok. Sınırlı çemberin içi temiz
durumda."
...
Evlenmenin leh ve aleyhindeki nedenlerin
özeti:
I. Hayata tek başına katlanmanın
güçsüzlüğü; tek başına yaşama güçsüzlüğü değil, tam tersine; bir kimseyle
birlikle yaşayabilmem olasılığı yok; ama kendi yaşamımın üzerime çullanmasına,
kendi şahsımın gereksinimlerine, yaş ve zamanın saldırısına, içimdeki yazma
hevesinin beni belli belirsiz sıkıştırmasına, uykusuzluğa, yakın bir cinnetin
sezgisine, işte bütün bunlara tek başıma katlanacak güçten yoksunum. Belki, diye
eklemem gerekiyor kuşkusuz, F. ile hayatımı birleştirmem varlığıma daha çok
direnç sağlayabilir.
2. Her şey hemen düşüncelere
salıyor beni! Mizah dergisinde okuduğum bir nükte, Flaubert ve Grillparzer’i
anımsayış, gece için hazırlanan yataklar üzerinde anne ve babamın
geceliklerinin görünümü, Max’ın evliliği. Dün kızkardeşim dedi ki: «Evlenenlerin
(bizim akrabalar arasında) hepsi de nasıl mutlu oluyor, anlamıyorum.»
Kızkardeşimin bu sözü de düşündürdü beni, yine içimdeki o korku depreşti.
3. Pek çok yalnız olmam gerekiyor. Elde ettiğim
tüm başarılar sadece yalnızlığımın ürünüdür.
4. Edebiyatla ilişkisiz
her şeyden nefret ediyorum. Onun bununla konuşmak, edebiyata ilişkin
olsa da sıkıyor belli: onu bunu ziyaret etmek sıkıyor ve acı ve sevinçleri ruhumun derinliklerine kadar beni sıkıntıya
boğuyor. Konuşma1ar düşündüğüm her şeyin önemini, ciddiliği ve gerçekliğini
silip götürüyor..
5. Bağlanmaktan, karşı tarafa akıştan korku. Çünkü o zaman
asla yalnız kalamayacağım demektir.
6. Kızkardeşlerimin önünde -özellikle eskiden böyleydi-
çokluk öbür insanlar karşısındakinden bambaşka biri oluyorum: Korkusuz, dış
etkilere açık, güçlü, şaşırtıcı, içimde başka zaman ancak yazı yazarken
duyduğum bir heyecan. Eşimin aracılığıyla herkesin önünde de böyle olabilsem!
Ama o zaman bu, bir borç gibi yazma eyleminden düşülmeyecek mi? Eksik olsun!
Eksik olsun!
7. Yalnız
olsam belki bir gün bürodaki işimi gerçekten bırakabilirim. Evlenirsem bunu
asla yapamam.
...
Kafamın içindeki muazzam dünya. Ama kırıp parçalamadan nasıl
kendimi, nasıl bu dünyayı esenliğe çıkarabilirim. Onu kendimde alıkoymaktan ya
da içime gömmektense kırıp parçalamam bin kat daha iyidir. Zaten bu yüzden
buradayım ve çok iyi biliyorum böyle olduğunu.
1 Temmuz 1913
Çılgınca bir yalnızlık isteği. Salt kendi kendimle yüz yüze
olmak. Belki Riva’da kavuşabilirim buna.
...
İç varlığımdaki korkunç kararsızlık.
...
Günlük tutmam yine pek zorunlu bir durum aldı. Benim şu dağınık
kafam; F.; bürodaki perişanlık; yazma konusunda bedensel olanaksızlığım ve
yazmaya duyduğum gereksinim.
...
Yalnızlık her şeyden güçlüdür ve kişiyi yeniden insanlara
yaklaştırır. Kuşkusuz o zaman daha başka, daha az üzücü görünen, gerçekte henüz
bilinmeyen yollar aranıp bulunmaya çalışılır.
...
Pek çok günden beri yazıyorum,
böyle gitse keşke! Yirmi yıl önceki gibi tastamam korunmuş ve çalışmanın içine
girip yuvalanmış değilim, ama ne de olsa yaşamım bir anlam kazandı; düzenli,
boş, saçma bekârsı yaşamım haklı bir nedene kavuştu. Kendi kendimle yine ikili
söyleşiler yapabiliyor, dipsiz bir boşluğa gözlerimi dikip bakmıyorum. Benim
için ancak bu yoldan bu düzelmenin sözü edilebilir.
...
7 Kasım 1914
O yaman Strindberg! O hırs, yumruk savaşıyla kazanılmış o
sayfalar!
...
Edebiyat
açısından bakınca yazgım çok basit. Düşsü iç yaşamımı anlatma isteği öbür
nesnelerin tümünü ikinci plana itti, yaşamım korkunç biçimde köreldi ve
körelmenin bir türlü sonu gelmiyor. Beni memnun kılacak başka bir şey yok asla.
Gel gelelim söz konusu anlatım gücümün de hiç sağı solu belli değil; belki şu
an bir daha hiç görünmemek üzere kayıplara karıştı, belki ilerde bir yol yine
sesini duyurur içimde; ancak, yaşam koşullarım böyle bir şey için elverişli
sayılamaz. Dolayısıyla bir aşağı, bir yukarı süzülüyorum boşlukta; uçup dağın
tepesine çıkıyor, ama bir an bile orada tutunamıyorum. Benim gibi bir aşağı,
bir yukarı devinen başkaları da var, ama aşağı bölgelerde hepsi, güçleri de
benimkinden fazla; düşme tehlikesi gösterdiler mi hısım akrabaları kendilerini
tutuyor, bu amaçla da yanları sıra yürüyorlar. Bense yukarlardayım; ne yazık
ki ölüm değil benimkisi, ölmenin sonu gelmeyen acıları.
...
Rahat
yaşayabilmek değil, rahat ölebilmek için insanlardan kaçtığımı gözlemledim.
15 Mart 1914
Öğrenciler Dostoyevski’nin cenaze töreninde tabutun
zincirlerini taşımak istiyorlardı. Dostoyevski işçi mahallesinde, bir kira
evinin dördüncü katında ölmüştü.
...
Beklemek yalnızca, bitip tükenmeyen bir çaresizlik.
...
Odada anne ve babamla oturup iki saat boyunca dergilerin
sayfalarını karıştırdım, arada bir önüme bakıp durdum, genellikle saat ona
gelsin, gidip yatayım diye beklemekten başka bir şey yapmadım.
...
Fazlasıyla
yorgunum, uyuyup dinlenmem gerekiyor, yoksa her bakımdan işim bitiktir.
İnsanın kendisini ayakta tutabilmesi için bu ne çok çaba! Hiçbir anıt yoktur
ki, dikilmesi bunca gücün harcanmasını gerektirsin.
25 Eylül 1912
Yazmaktan zorla kendimi alıkoyuşum. Yatakta yuvarlanıp
durmam. Başa kan hücumu ve boşuna harcanan güçler. Bu ne olumsuzluktur! - Dün
Baum’da; Baum ve karısının, kızkardeşlerimin, Marta’nın, iki oğluyla (bir
yıllık gönüllü asker ikisi de) Bayan Dr. Bioch’un önünde okuduğum yazılar. Sona
doğru kontrolden çıkan elim yüzümün önünde ileri geri gezindi. Gözlerim
doluksadı. Öykünün içtenliğinden kuşku edilemeyeceği doğrulandı böylece. - Bu
akşam yazmaktan kendimi koparıp aldım. Landestheatcr’de film gösterisi. Loca. -
Bir ara peşine bir din adamının takıldığı Froyayn Oplatka. Evine vardığında
döktüğü ecel terinden sırılsıklam olmuştu. Danzig Kornerin yaşamı. Atlar. Beyaz
at. Barut kokusu. Lützow un çılgınca avı.
23 Eylül 1912
Yargı öyküsünü ayın 22’sini 23’üne bağlayan gece akşam saat
ondan sabah saat altıya kadar bir çırpıda yazıp çıkardım. Oturmaktan uyuşmuş
bacaklarımı masanın altından çekip alamadım adeta, öykü gözümün önünde gelişir,
ben sanki öykünün içinde ilerlerken gösterdiğim müthiş çaba, duyduğum müthiş
haz. Bu gece pek çok kez ağırlığımı sırtımda taşıdım. Nasıl her şey
söylenebiliyor, nasıl her şey için, en yabancı esinler için bir büyük ateş içte
hazırlanmış bekliyor ve esinler ateşle yok olup sonra yeniden diriliyor, nasıl
pencerenin önü bir maviliğe bürünüyor. Bir araba geçiyor yoldan. İki adam
köprüden geçiyor. Saat ikide son kez saate bakıyorum. Hizmetçinin sabah ilk
kez holden geçişinde öykünün son cümlesi yazılıyor. Lambanın söndürülüşü ve gün
ışığı. Kalp bölgesinde hafif bir sızı. Gece yarısı uçup giden yorgunluk.
Kızkardeşlerimin odasına titreyerek girişim. Öyküyü kendilerine okuyuşum. Daha
önce hizmetçi kızın karşısında gerinip uzanışım ve: «Bu zamana kadar hep
yazdım», deyişim. Sanki odaya yeni getirilip kurulmuş ve henüz el sürülmemiş
yatağın görünümü. Roman yazmaya çabalayışımın, beni yazmanın yüz kızartıcı
aşağılıklarına çekip aldığı kanısının doğrulanışı. Yazı, ancak böyle yazılabilir,
böyle bir kesintisizlik içinde, ruh ve bedenin böylesine eksiksiz bir
açılımıyla ancak.