Kulübe Güncesi: İkarus'un Ölümü
Kulübe Güncesi: The Studio Boat
Kulübe Güncesi: İkarus
Kulübe Güncesi: Lakeside Cabin
( Kitsch mi demeliydim?)
Bob Ross'un resimlerinin yaklaşık yüzde 18'inde bir kulübe yer alır. Ross'un kulubesinin bir gölde olma ihtimali yüzde 35 ve yerde kar olma ihtimali yüzde 40. Kulübelerin yüzde 72'si iğne yapraklı ağaçlarla aynı tablodayken, yüzde 63'ü yaprak döken ağaçların yakınındadır. (Kaynak: Walt Hickey)
Kulübe Güncesi: Saint Victoire Dağı / Heidegger
Heidegger Aix toprağının aydınlığında ve kayalara tırmanan tarlalarının sarısında kendini Yunan ülkesinin kıyısında gibi hissediyordu. 1958'de Aix-en-Provence Üniversitesi'nde verdiği "Hegelve Yunanlılar" konulu konferansın girişinde, Aixois Dağı'nda duyduğu hayranlığı şöyle dile getiriyor:
...Neden burada, Aix-en-Provence'ta konuşuyorum?
Bu bölgenin ve köylerinin tatlı havasını seviyorum
Tepelerindeki sarplığı seviyorum.
Bu ikisinin uyumunu seviyorum
Aix'i, Bibemus'yi, Sainte-Victoire Dağını seviyorum
Burada kendi düşünme yolumun
baştan sona bir ölçüde örtüştüğü,
Paul Cézanne'in yolunu buldum.
Bu bölgeyi denizinin kıyısıyla seviyorum,
Çünkü Yunan ülkesiyle yakınlığı ortada.
Bütün bunları seviyorum çünkü kuşkum yok,
Tinin esaslı bir tek yapıtı yok ki kökleri
üstünde dik durmak gereken öz sel bir toprağa dalmasın.
Heidegger, Cézanne üzerine yazdığı şu şiirini Rene Char'a ithaf etti:
Passages / H.R.Giger
HR Giger: A long time ago I used to have nightmares, they were, I was stuck in a kind of oven with my hands drawn up and I couldn't get any air, and that was probably a dream, which , from my mother... mine was a difficult birth, you see, that's what my mother told me, I didn't want to come out and of course I couldn't get any air and that happened again and again, and then from far away, I would see a light and then it would become dark again, couldn't get any air and so on, and these unpleasant dreams stopped when I began to paint those passages which actually represent that condition. At the time, I didn't notice that at all, but well it's turned out to be true because I haven't had any of those dreams since then.
Cihat Burak & Lautreamont
...Mustafa Irgatla başbaşa demlendiğimiz Cumhuriyet Meyhanesinde ikimizi masasına davet etti. Biz epey "yüklü"ydük ya, Cihat beyin de ayık olduğu söylenemezdi. Erotik eksenli konuşmalar taşıyordu masamızdan, bir ara konu otuzbir çekmeye geldi, hemen dipsiz bir kuyuya düşmekte gecikmedik. Mustafa'yla ben işin mavrasındaydık, buna karşılık Cihat bey oldukça ciddiydi. 31'den 301'e geçiş tekniği üzerinde bir monolog, Onanizmin tartışılmaz en büyük avantajına sıçramasını sağladı: Kişi, o durumda sonsuz bir özgürlüğe sahipti, hayâl perdesine kimi isterse yerleştirebiliyor, onu dilediği gibi becerebiliyordu: Kleopatra'dan Grace Kelly'ye açık yelpazeydi. Çıkışta hep beraber^tagiliz Konsolosluğunun duvarına siğmiştik.
Günlüğünde, Tomris Uyar, Cihat beyin kendisine çıplak poz vermesini istediğini aktarır. TanıdığımTomris bundan çekince duymazdı gibi geliyor bana ama, sözü geveliyor biraz defterinde; anladığım yanaşmamış. Cihat bey bir fotoğrafından hareketle portresini yaptığını söylemiş, hiçbir zaman görememiş sözkonusu portreyi, biz de görmedik; Ben, ölümünden sonraydı, Cihat Burak'ın yayıncısı oldum; yayımlanmamış metinleri yayıma hazırlarken, düşlü fanta-zinalarından birinde Nezihe Meriç'le ilgili oldukça hard bölümlere bakıp ne yapacağımızı şaşırdık — o sırada Nezim hayattaydı, durumu hoş karşılamayabilirdi.
Cihat beyle son görüşmem, Gergedan döneminde gerçekleşti. Dergide Lautreamont'un bir gençlik fotoğrafının bulunduğu haberine (fotoğraf eşliğinde) yer vermiştim. Telefonla aradı, haberin güvenilirliğini sordu, Dali'nin kurmaca Lautreamont portresinden sözettik, sonunda dayanamadı: "Yarın atölyeme gelebilir misiniz?"
Hayatımın en dağınık döneminden geçiyordum, öyle ki belli bir ikâmet adresim bile yoktu —- ertesi günkü ziyaretimi birkaç tutuk cümleyle geçiştirmişim günlüğümde: Hayatın nedenli ne denli sebepsizliği vardır. Oysa, altı saati bulmuş bir karşılaşmaydı.
Bir atölye ne kadar sahibinin sesi olabilirse o kadar: Benzersiz bir derbederliğin ortasında oturup konuştuk. Koltuklardan birine dayadığı tablosunun adı Comte de Lautreamont'du. İlk versiyonunu 1942'de yapmış, taşınma sırasında kaybettiği için, "aklımda kaldığı hali"yle tam yirmi yıl yanılmıyorsam Paris'te, tabloyu yeniden yapmıştı. Tabii, içinde birlikte uzun uzadıya dolaştık, Maldoror'un Şarkıları'na girdik çıktık, karşılıklı Paris anılarımızı tokuşturduk. Tablo'nun fotoğrafını çektirtme isteğimi gönüllü biçimde kabul etti "bir şey" (ama ne?) yazabileceğimi sezdirdim, küçük bu açıklama notu düştü pırtık bir kâğıt parçasına:
"Duralit üzerine yağlıboya, 121 cm, 1942-1962", böyle tarih düştü.
HİÇ / Andy Warhol
Uyanıyorum ve B'yi arıyorum. B vakit öldürmeme yardım eden herhangi biri. B herhangi biri ve ben hiç kimseyim. B ve ben Aynaya bakınca HİÇ göreceğime eminim. İnsanlar beni hep bir ayna diye isimlendiriyor, peki bir ayna aynada kendine bakarsa ne görür? (. .. ) Eleştirmenin biri beni cisimleşmiş HİÇ diye isimlendirmişti, ama bu bana varoluşun anlamı konusunda pek yardımcı olmadı. Sonra varoluşun kendisinin hiç olduğunu anladım ve kendimi daha iyi hissettim.
İş, hiçbir şey düşünmemekte ... hiçbir şey çekici değil, hiçbir şey seksi değil, hiçbir şey olay yaratmıyor.
HERŞEY HİÇTİR.
Piss Paintings / Andy Warhol
'The last time I saw Dali in New York he was so nice... I told him that I was doing piss paintings. And he said Pier Paolo Pasolini had an artist pissing on a painting years ago in his movie Teorama. I lied and said I did mine before that." Andy
"I'm pretty sure that the Piss Paintings idea came from friends telling him about what went on at the Toilet, reinforced perhaps by the punks peeing at his Paris opening. He was also aware of the scene in the 1968 Pasolini movie, Teorema, where an aspiring artist pisses on is paintings. 'It's a parody of Jackson Pollock,' he told me, referring to rumours that Pollock would urinate on a canvas before delivering it to a dealer or client he didn't like. Andy liked his work to have art-historical references, though if you brought it up, he would pretend he didn't know what you were talking about... Nonetheless, the true muse of Andy's sexual works in 1977-78 was Victor Hugo.
"By 1977, Manhattan boasted at least a dozen thriving gay bathhouses, although they were considered a bit passé compared to the backroom bars of the far West Village... The Anvil was famous for its fist-fucking stage show. The Toilet featured tubs and troughs where naked men lay for other naked men to urinate on them... Andy only went to the Anvil once, as far as I know, and he never went to the Toilet, though he also once went to the Eagle's Nest... where he was fascinated, he told me, by a man who urinated in an empty beer bottle and left it on the bar for someone else to to drink. 'They were all fighting over it,' he said. 'It was so abstract.'"
Bob Colacello
Bugünkü Ayvalık Ne işe Yarar?
EROS
Zeytin Ağaçları / Yıldızlı Gece
Ben hürriyetimi çok severim... / Fikret Mualla
“Ben hürriyetimi çok severim. Bunu naçiz sükutumda bulurum. Resim yaparken, ibadet eder gibi sükûneti beynimin tepesinde, saçlarımın dibinde hissedemezsem, o zaman bilirim ki bir yanlış işle meşgulüm veya işgal edilmişimdir. Bu yanlış meşguliyetten kurtulmak için gider, evvelâ üç beş kadeh rakı içerim. Eğer bu yanlış meşguliyet daha sürerse, fitil gibi olur, çatacak, kavga edecek adam ararım."
“Alemi nizama sokmak, fikrimden geçen şey değilse de, lâfın kısası, sükûtumu resmen severim ve dediğim gibi, ibadet eder gibi resim yapmayı ister, ruhî istirahatimi ancak bu tarzda temin ederim. Bu da benim hakkımdır.
Bu sırada bana neler söylemezler: İşte zavallı yine resim yapıyor, para kazanacağı yerde boyalarla, fırçalarla uğraşıyor, sonra ekmek parası bulamıyor! Doğru. Bu bezirganların hakları var. Resim yapmak, resim yaptırmak zengin cemiyetlerin lüksüdür ve ben leblebiciler arasında bir ucubeyim. Ben bu kitle içinde onlarca bir deliyim. Nitekim, bence de, beni resim yapmaktan uzak tutan herhangi bir kimse de benim düşmanımdır ve ben de ruhen fakir bir cemiyetin ve tufeyli zenginliğinin müthiş düşmanıyım."
"Pentürle hayatımı kazanıyorum. Daha ziyade kendimi öldürüyorum. Elimdeki avucumdaki ne ölecek, ne de yaşayacak kadardır. Üstüm başım bitik, ne elbisem kaldı, ne de çamaşır, kış fena halde geldi. Müsait ve biraz sehavetli bir satış yapmak çarelerini arıyorum. Ömrüm pentür yapmak, desen çizmekle geçiyor. Paris'in ücra bir köşesinde dünyadan uzaklaşmakla uğraşıyorum. Maddi mücadele yoruyor. Sanat bu vaveylalı âlemde tıpkı bir kedi miyavlaması gibi geliyor bu âlem insanlarına. Süksem olmuyor sanma, fakat mânevi. Şöyle bir gökyüzü açılıp yüzbin franklık bir portföy inmiyor yanıma. Borç içerisindeyim, benzim sararıyor."
mektepte bizlere bunu vaktiyle öğreteceklerdi.
Bermutad meteliksiz vaziyetlere berdevam olup... (Hıfzı Topuz'a / Fikret Mualla)
"Pek muhterem ve sevgili Hıfzı Topuz, Dün Unesco'ya size telefon ettim, ya meşgul idiniz, ya da büroda değildiniz, görüşemedik. Şimdi tahrisen arz'u hal ederken yakın bir günde sizi görmeyi ve üç beş çene çalmayı son derece arzu ederim.
Gazete arzu eder, beklerim.
Bir paket Bafra veya Birinci isterim
Mek şişe Club rakısı dilerim.
(Şiir böyle olur)
Fikret Mualla, Paris, 30 Ağustos 1960
"1960'ı ne ise atlattık. Hak teâlâ cümlemiz için inşallah bu sene biraz daha iyi olur, amin. Vaktin olursa bir telefoncuk çek. Üç beş laf edelim bir akşam üstü..." (11.1.1961)
"Bermutad meteliksiz vaziyetlere berdevam olup gözlerinizden öper ve hatmi kelâm ederim. Amin. Beni unutma." (3 Şubat 1961)
*Demin Dr. Safder'e bir mektup attım. Beraber mevsimin son istiridyelerini, kafayı çekip mezelendiğimizden bahs eyledim.
Afrikaya azimetten evvel tekrar üç beş laf atmak için beni görmeden gitme. Biliyorsun burada son derece yalnızım. (18 Mart 1961)
Şimdi ya Afrika'ya gittin veya gitmek üzeresin. Ben burada mahsur, metelik yok cepte... Vatan mahzun, ben mahzun. Beni unutma, bana gittiğin yerlerden güzel pullu kartlar gönder." (8 Mayıs 1961)
"On gündür gazete gelmez oldu, ya postanede kayboldu, ya da hergelenin biri arakladı... Parasızlıktan imanım gevriyor. Neyse, Allahaısmarladık." (10 Haziran 1961)
"Kaç zamandan beri zatınızı görmek bir türlü, görmemek bir başka türlü. Abdi aciz ise 3-4 aydan beri fü-lus'u ahmer'e muhtaç. Türkçesi, zil vaziyetteyim. Sen de beni unutma!!.." (31 Aralık 1961)