Cinsellikten arınmış bir düşünceye güvenmiyorum. (...)
saf
bilinç, daha kavranır hale gelir gelmez, yeniden gövdenin, cinsiyetin,
Eros’un
içine sokulmak zorundadır.
Witold Gombrowicz
Art in transit
Keith Haring’in henüz on dokuz
yaşındayken başlayıp, ölümünden kısa bir süre öncesine kadar tuttuğu günlüğü,
tıpkı sanatı gibi, her sarsıntıyı anbean kaydeden bir sismografı anımsatır
bize. Gerçi kimi zaman alelacele aktardığı izlenim ve düşüncelerinin bile
ileride kendisiyle ilgili önemli bir belge olacağını hep dikkate alır; ancak bu
beklentiden hareketle olmadığı ya da olmayı arzuladığı gibi görünmek bütünüyle
ona yabancıdır.
Hayatı doludizgin yaşamak, tüm
sıradanlığı ile gündelik yaşamı içselleştirmektir burada. Sanatsal üretimin
özünde yatan yapmak fiili, belli bir ihtiyaca cevap vermesi bakımından, ütü
yahut yemek yapmaktan farklı değildir onun için. Öte yandan ırk, kültür düzeyi,
cinsiyet vb. ayrım yapmaksızın herkesi ciddiye almasına yol açan gerekçe,
resim yapmanın nedensiz olmasıdır. Dolayısıyla, şaşırtıcı ve o ölçüde
paradoksal bir yaklaşımla, sonuçta ortaya çıkan şeyi, niçin resim yaptığından
ayırır; yapmak, her an aradan çekilmeye hazır şekilde, sonuçla örtüşen bir
süreçtir çünkü; bu da sanatsal üretimin şaibeli ve kırılgan doğası karşısında
sürekli uyanık durmaya davet eder onu — sahiden sanat yapmanın önkoşulu, yaşam
ile sanat arasındaki sınır çizgisini iptal etmektir.
Bütün bunlar sanatın gitgide
metaya dönüşüp her şeyin kurumsallaştığı ortamda ölümcül bir ikilemle karşı
karşıya getirir Haring’i; bir yanda ünlü olma arzusu —en büyük düşü yapıtlarını
müzede görmektir—, öbür yanda bunun için ödemek zorunda kalacağı bedelden
duyduğu korku (tiksinti?). Farklı olduğunun bilinciyle geleceğe umutla bakar, ama
bunun her şeyden önce sıkı bir eğitimden geçtiğini çok iyi bilmektedir; öyle
ki, karaciğer iltihabı yüzünden bir süre derslere ara vermek zorunda kalınca
bayağı canı sıkılır: “Şu sıralarda yapılmakta olan iki ana dersin işime
yarayacak önemli bilgiler içerdiğini düşünüyorum; biri göstergebilim, diğeri
ise tüm canlı varlık biçimleri arasındaki temel bağıntı ve evrensel koordinatların
işlendiği görsel bilim.”
Haring belki bir kitap kurdu
değildir; ancak o yaştaki bir gençten beklenmeyecek ölçüde okuduğu her şeyi
derinlemesine didikleyip kendisine mal eder — müzik, dans, şiir, felsefe,
roman, tiyatro, sanat tarihinin temel kuramları vb. geniş bir ilgi alanına
yayıldıkça, değdiği her şeyi anında emmeye hazır bir süngerdir sanki. İster
Mısır sanatı, ister Keats’in şiiri olsun o sırada hesaplaşma imkânı bulduğu ne
varsa, onun hakkında adamakıllı kafa yorup, sonunda yapmak fiilinin hizmetine
sunmak üzere her şeyi sistematik bir bütün içinde toparlamaya çalışır.
Günlüğün daha ilk sayfalarında,
dolaylı yoldan da olsa, durmadan sürecin ne anlama geldiğini sorgulayan bir
sanatçı ile karşı karşıya geliriz. Her gün, her saat, her dakika, her saniye
farklı resim yaptığını söyleyen Haring, tanıdığımız şekliyle fiziki dünyanın
bir devinim olduğuna işaret eder; bu da değişimle eşanlamlıdır: “Tekrar olsa
bile aynı şeyin tekrarı değildir bu; çünkü (en azından) zaman geçip, bir öğe
değişmiştir böylece.” O halde hayatın kendisi kesinlemeye izin vermemektedir;
bitimsiz değişim, doğru/yanlış ayrımına yönelik hazır yanıtların bütünüyle
tartışmaya açık olduğunu gösterir bize: “Yanıtları bilmek, yanıtların olmadığı
olabilirliğini düşünmemek denli tehlikelidir.”
On gün sonra, 22 Ocak 1979 tarihinde,
yine aynı konuya ama bu kez bir başka açıdan yaklaştığını görüyoruz: “Bireysel
biçimlerin anlamı. Bunlar sembolün ötesine geçip en yüksek yaratıcı
yeteneğimin ifadesi olabilir mi. Bazısı evet, ama çoğu hayır. Öyleyse en fazla
ilgimi çeken biçimleri araştırıp sebebini belirledikten sonra o doğrultuda
çalışmalıyım — özümü daha açık ve kesin yansıtacak resimler üretmek.”
Bugün geriye dönüp baktığımızda
Haring’i böylesine tutkuyla aramaya sevk eden şeyin ne olduğunu daha iyi
anlıyoruz: Sözcükleri gündelik hayatın akışıyla özdeş biçimlerden müteşekkil
bir dille konuşup, herkesle iletişim kurmak yalnızca sanatın birincil amacı
değil, sanatçının yegâne varlık nedenidir; transit-ilkesi, sanatın sürekli
akıp giden hayatla çıktığı yarıştır burada.
Erotograph
Haring’in şaşırtıcı bir üretim
hızıyla her koşulda çalışmaya öncelik vermesi, dizginlemekte zorlandığı cinsel
gücü için gizli bir garanti supabıdır esasen; otuz bir yaşında ölümün eşiğine
geldiğinde tek avuntusu, normal bir insanın ancak hayatı boyunca yaşayabildiği
cinselliği on yıla sıkıştırmış olmaktır.
Gerçi güncenin bütününü dikkate
aldığımızda cinsel fantezi yahut deneyimlerine ilişkin sayfaların hayli
sınırlı olduğunu görürüz; ancak cinsel tercihini kendi cinsinden yana yapan bir
kişinin cesurane itirafları, gitgide ayrıntı olmaktan çıkarak eşsiz ve bu arada
tüm günlüğe damgasını vuran— bir belgeye dönüşür sonuçta. 1 Ekim 1979 tarihinde
büyük harfle yazdıkları tıpkı bir tokat gibi okurun yüzünde patlar; öyle ki,
bu noktadan sonra itiraf edenin değil, itirafa tanık olanın yüzü kızarmaktadır
artık:
BÜYÜK YARAKLAR. PORNOGRAFİ
MAGAZİNLERİNE BAKIYORUM
42. CADDE’DE BİRİNİ
CHRISTOPHER STREET’TEN
TANIYORUM.
SEVİMLİ YARAK. GÜLÜMSÜYOR.
İLİŞKİYE PARA GEREK
PARLAK FOTO KAĞIDINDA
DİK OTURUP
GÜLÜMSEMEYEN
YAKIŞIKLI OĞLAN.
YARAĞINI EMMEK
İSTİYORUM. SEN FİLM YILDIZI
ELİNİ TUTMAK İSTİYORUM, DELİKANLI!!
EAST VILLAGE’LI GÜZEL
OĞLAN BİR OZAN
GİBİ GÖRÜNÜYORSUN PARMAĞINI EMİP
AĞZIMA ALMAK İSTİYORUM.
KÜÇÜK HIPPIEBOY BIRAK DA
SİKEYİM SENİ. BIRAK DA .
BURAYA OTURUP KÜÇÜK KALIN
YARAĞIN ÜZERİNE BİR ŞEYLER
YAZAYIM. DEFTERİ ELİMDEN KAPIP
HAKKINDA YAZDIKLARIMI OKUYABİLİR MİSİN
(KÜÇÜK HIPPIE DOSTLARINLA) SURATIMA
TOKAT ATAR MIYDIN.
SİZ KÜÇÜK HIPPIE’LER
HAYALİMDE ÖPÜYORUM YARAKLARINIZI.
HAYALİMDE ÖPÜYORUM YARAKLARINIZI.