Rimbaud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rimbaud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşkın da payı var
Güneşin
parıltısında
ve erdeminde

Sappho



  -Ey Venüs, ey Tanrıça!


Nerde eski çağların gençliği, kutsal ece,

O peri kızlarının öptüğü nilüferler,

Ağaçları kemirip duran yarı tanrılar!

Kösnülü satyre’ler yok, kır tanrıçaları yok,

Irmağın dalgaları o besi suları yok.

Pan’ın damarlarına koca bir evren  sunan,

Teke ayaklarında toprağı canlandıran

O yeşil ağaçların kırmızı kanı nerde?


*

Güneş ve Ten

Rimbaud

Rimbaud'nun Sessizliği



 "20 Kasım 1972'de, Fribourg'da, yaşlı Heidegger, Rimbaud konusunda gerçekten susmak ne demektir diye kendi kendine sorar. "Bu sessizlik. diye yazar, basit suskunluktan başka bir şeydir. Artık-konuşmamak, söylemiş-olmak demektir."
.
.
Ve ekler: "Rimbaud'nun neyi sustuğunu yeterince açık bir biçimde anlıyor muyuz? Ulaştığı ufku şimdiden görebiliyor muyuz?"
.
.
Belki.
Sadece şu kadar:

"Uykularımın ve en küçük hareketlerimin kaynaklandığı bu bölge."
.
.
Ya da daha basiti:
.
.
"Göğün ve gölgeliklerin kutsanmış mekânı."

*
Sollers

Arthur Rimbaud'nun Gerçek Sarhoş Gemileri



Uzun ve yorucu bir okuma sürecinden sonra Rimbaud üzerine yazdım. On yedi yaşının meyvesi olan Roman şiirini yeniden okurken, Leo Ferre'nin ezgisi eşliğinde (kaotikbenlik.blog /2014/02/Roman) Rimbaud'nun Charleville'deki sevdalı çayırlarından çıkıp ıhlamur ağaçlarının altına geldim yine böyle. İlk şiirlerini yazdığı odasında, kilerde, ahırda, tuvalette, Charleville'in çiftlik evine giden çamurlu yollarında ve Avrupa'da yalınayak dolaşıp Habeş ellerine sürüklendim. 

Şair Rimbaud'yu olduğu kadar, tüccar Rimbaud'yu da ilham verici buluyorum. Şair Rimbaud'nun sessizliğinden, bugün bile, geç kalmış da olsak, çıkarmamız gereken bir ders olduğunu düşünüyorum. Barthes'a göre Rimbaud yazılarından değil, yazma eyleminden kopmasıyla moderndi. Kopma radikal, kesin, ama bundan da değil, modern olan; dil öznesinin yarılmış, ikiye ayrılmış olmasını sağladığı için moderndi. Ben bir başkasıdır diyen şair Rimbaud, 1875'ten sonra başka biri artık. Söz'ün yerini eyleme bıraktığı yerde bir gezgin ve bir tüccar bekliyor bizi:


"Yeryüzünde aylak aylak dolaşacağım" 
(tekvin. 4:14, Kabil)


Rimbaud'nun şiiri bıraktıktan sonra yaptığı işlere bir göz atalım: Seyyar satıcı, barmen, tarım işçisi, liman işçisi, özel öğretmen, fabrika işçisi, paralı asker, simsar, kasiyer, tercüman, dil öğretmeni... Gündelik işlerle birlikte sonuçsuz kalan pek çok girişim daha. Bütün bunların dışında bir serseri, ayyaş, keş, jigolo ve dilenci. Sonuç olarak on beş ayı evde, yirmi bir ayı denizde ya da yolda on üç ülke, ve bir kısmı yayan katedilmiş elli bir bin kilometre. Rimbaud o ülkeden o ülkeye kovula kovula Avrupa'yı dolaşıyor, tutuklanıyor, sınır dışı ediliyor. Dileniyor, hapse giriyor, her seferinde aç ve sefil bir halde kilometrelerce yürüyerek eve dönüyor. Charleville'deki uzun kış uykularında iş olanaklarını genişletmek için kendini günlerce eve kapatıp dil öğreniyor: Almanca, Arapça, Rusça, Hintçe.. Piyano alıyor ama ilerleyemeyip bırakıyor. Ticaret, endüstri ve mühendislik konularına kafa yoruyor.

Ateşli bir hastalığa yakalanıp Kıbrıs'taki işinden kısa süreliğine yurda dönen Rimbaud ile görüşen okul arkadaşı Ernest Delahaye bunun son bir fırsat olduğunu düşünerek Ya Edebiyat diye sorar laf arasında. Rimbaud ciddi. Kesin. Büyük suskunluğun ve büyük diş bilemenin efendisi bu ağzı sıkı dostu kısaca "Artık o şeyle bir ilişkim kalmadı.” diye yanıtlıyor Delahaye'yi.

Bir zamanlar şair olduğunu düşünürdü. "bir şeyler var şuramda, şu yüreğimde, yükselmek kabarmak isteyen..." diyordu Banville'e. Kaderini Cehennem'de Bir Mevsim'e bağlamıştı. Yaşamı değiştirmek istemişti. Ateş Hırsızı ve kahin demişti kendisi için. Ne budalalık. Evet, şimdi herkesi ve her şeyi ateşe vermek isterdi. Kahin şair, sonuçta, kendi geleceğini göremiyordu.

Ya kitaplar? Charleville'de bir cafede karşılaştığı arkadaşlarıyla otururken edindiği kitaplardan söz eden birisine sessizliğini koruyamayıp Kitaplar, özellikle de böyle kitaplar almak tam bir aptallık der alaycı bir şekilde,  Her kitabın yerine geçmesi gereken bir kütle var omuzlarının üzerinde. Kitapların işe yaradığı tek durum, rafta durmaları ve eskimiş duvardaki dökülmüş sıvaları gizlemeleri. "

Cebinde hiç para olmadığı için kitapçı vitrinlerinin önünde ağzı sulanarak baktığı kitaplar hakkında da böyle düşünür yeni Rimbaud. Ona iş imkanları sağlayacak ve para kazandıracak yararlı bilginin peşinde. Ne kitaplarda, ne şairlikte ne de kahinlikte gözü var. Yazdıklarından tek kazandığı bir dergiye parasız abonelik oldu. İlluminations'da yer alan son şiirlerinden biri olan Ucuzluk'ta şair çoktan bir tüccara dönüşmüştü: artık her şey satılıktı.

Rimbaud, para etmeyen ve karşılık bulmayan edebi yeteneği dışındaki bütün yeteneklerini satışa çıkarır. Terk ettiği liseye, küçümsediği lise diplomasına bile göz diker. Bir harika çocuktu oysa. Derslerinde başarılı, sınıf atlayan, latince kompozisyonlarından dolayı birinci gelen örnek bir öğrenciydi. Ona büyük, mutlu özgürlüklerin parıldadığı çöllerin, ormanların, güneşlerin, ırmakların, savanaların düşünü kurduran tüm o kitapları okumamış olsaydı, gelgeç yüreği resimli macera dergilerine, Jules Verne'lere kanmasaydı da anasını dinleseydi, yolunu başka türlü çizebilir, şimdi elde etmek için çabaladığı azıcık konuma ve rahatlığa erişebilir miydi?

Ama bilinci erkenden uyanmış bu dikbaşlı ve öfkeli çocuk Rimbaud, doğayı çoktan gerçek anası bellemişti. Henüz sekiz yaşında okul defterinin bir sayfasına şunları karalar:  " Serin rüzgar ayaklarımın dibinde akan ırmağın  gümüş sularının sesine benzer bir uğultuyla kıpırdatıyordu yaprakların ağaçlarını. Yeşil alınlarını eğmişti rüzgarın önünde eğrelti otları (...) Bense lanet yunanca, latince, tarih ve coğrafya dersleriyle uğraşıyorum."

Ve 1864'de, on yaşındayken daha, karşı çıkar bu kadere:

 "Neden — diyordum kendi kendime — Grekçe. Latince öğrenmeliyim? Bilmiyorum. Bunlara bir gereksinimimiz yok aslında. Başarılı olmak umurumda bile değil, neye yarar başarılı olmak, hiçbir şeye, öyle değil mi? Ama. hayır; dediklerine göre ancak »başarılı olursa mevki sahibi olabilirmiş insan. Mevki falan istemiyorum ben: ben mirasyedi (rantiye) olacağım. (...) Ah! anasının anasını satayım! canına yandığımın! ben mirasyedi olacağım; okul sıralarında pantalon kıçı eskitmek hiç de hoş değil, Allahıma!"

Üstün zekası ve başarılarından dolayı sınıf atlaya atlaya liseye gelen Rimbaud'nun hayatına  
Charleville kolejine atanan 22 yaşında devrimci genç bir öğretmen girer. Daha sonra Rimbaud'nun sataşmalarından ve öfkesinden payını alacak olan Georges Izambard, Rimbaud'nun şiir yeteneğini ilk gören kişi oldu. Onu yeni yayınlar, yeni kitaplar, yazarlarla tanıştırdı, kütüphanesini paylaştı. Rimbaud da ona yazdığı şiirleri, Baudelaire'i tanrı, kendini kahin ilan ettiği, zamanının şair ve yazar takımına amansızca saldırdığı Kahin'in mektupları diye bilinen meşhur mektupları gönderiyordu:

" (...) Şu sıralar olabildiğince içip aylaklık ediyorum. Neden mi?  Ozan olmak istiyorum çünkü, ve kendimi görünmezi gören bir kahin kılmaya çalışıyorum. (...) Tüm duygu ve anlamların bozulup değiştirilmesiyle bilinmeze erişmek söz konusu burada. Acılar çok büyük, ama güçlü olmak, ozan doğmuş olmak gerekiyor; ve ben ozan olduğumu kabul ettim. Hiç de benim suçum değil bu. Düşünüyorum demek yanlıştır. Düşünülüyorum denmeliydi. Sözcük oyununu bağışlayın. Ben, bir başkasıdır.  Kendini keman olarak duyumsayan oduna yazık!" (13 Mayıs 1871)


Rimbaud'nun Charleville'i terk ettiği aynı gün içinde Collage de Charleville'in yanıp kül oluşundan onu sorumlu tutacağımız herhangi bir kanıt yok, ama ben onun Charleville koleji alev alev yanarken kentten ayrılışını hayal etmeyi seviyorum.



ARTHUR RİMBAUD'NUN GERÇEK SARHOŞ GEMİLERİ

Roland Barthes’a göre Rimbaud’da iki koşullanma vardı: Biri şiire, diğeri yolculuğa.  “Rimbaud bir arzudan (yazma arzusundan kopar) ama onun yerine, onun kadar şiddetli, radikal ve hatta çılgınca bir başka arzu koyar: Yolculuk Yapmak” 


Henry Miller Rimbaud üzerine yazdığı Rimbaud ya da Büyük İsyan isimli harika kitapta Rimbaud evinde oturanlara bir nimet gibi görünür diyor ve devam ediyor: Rimbaud'nun yaşamı bahçesini sulayan bir Fransıza açıkça bir çılgınlık gibi görünüyordur. Aç karnına bu dünya gezisi müthiş bir şey olmalı. ‘Yaşamın ortasında dikildi’ diye düşünüyor bürosundaki memur: Evet, şairler tamamen bir yana, birçok hali vakti yerinde vatandaş, salt Rimbaud’nun serüvenli yaşamını taklit edebilmek için bir kolunu veya bacağını verebilirdi. 40.000 altın frangını sürekli kuşağında taşıdığı için basur olduğunu öğrendiklerinde, ülkesinin insanlarına daha da çılgın, daha da ürkütücü görünmüş olmalı. Yaptığı her şey garip, fantastik ve görülmedik bir şeydi. Rimbaud'nun yolculuk rotası, kesintiye uğramamış biricik fantazmagoryadır.

EN UZUN MACERA: JAVA

Hollanda, Java'daki Atchim Sultanlığında düzeni sağlamak için paralı asker topluyor. Brüksel'deki bir acenta ordu adına yaşı yirmi bir ile otuzyedi arasında, mesleği, ailesi ve parası olmayan, iyi bir ikna yolu olarak da gezmeyi seven ve dünyayı görmeye meraklı erkekler arar. Yolculuk güzel, parası iyi, üstelik kaçma olanağı da var. Eski komüncü Hollanda sömürge ordusuna altı yıllık paralı asker olarak yazılır. Daha önce de İspanya iç savaşında orduya katılmak üzere paralı asker olarak yazılmış ve parayı alıp ilk fırsatta Paris'e giden bir tren'e binmişti. Bu sefer dünyanın öteki ucundaki Java'ya doğru bu yolculuk Rimbaud'yu cezbetmiş olmalı. Paradan çok yolculuğa göz dikmiş, kaçmak yerine orduya katılmış. 

Orada, üstünde mavi bir üniforma, gri bir kaput, başında portakal rengi bir kep, bando eşliğinde limana doğru giden bir askeri alayın içinde. Prinz Van Orange, 10 Haziran 1876'da, içinde 14 subay ve 157 piyade eriyle Helder yakınlarındaki Nieuwe Diep limanından kalkar. 11'i: Southampton. 17'si: Portekiz kıyıları. 22'si: Napoli. 24'ü: Kızıldeniz. Gemide zaman şezlonglarda uzanıp güneşlenerek, müzik dinleyerek, kart oynayarak geçer. Cumartesi Brendi, Pazar et ve kek. Öğle yemeklerinden sonra bir saat idman, çay, tütün ve bolca can sıkıntısı. İşte en uzun deniz yolculuğunu yaptığı, Arthur Rimbaud'nun gerçek sarhoş gemisi.

"Sular aldı gitti beni can attığım yere"
 (Sarhoş Gemi'den)

Rimbaud açık denizle ilk kez Verlaine ile birlikte çıktıkları Londra yolculuğu sırasında Ostende'de karşılaşır. Sarhoş Gemi'yi yazdığında henüz denizi görmemişti. İmgeleminde yarattığı bir sarhoş gemiyle Charleville'deki çiftlik evinden uzak kıyılara yelken açmış, on yedi yaşının umutları ve hevesleriyle esen rüzgarların yelkenleri göğsü gibi kabarttığı bu gemi onu azgın dalgalar, kudurmuş denizler ortasında yirmi beş kıtalık mistik bir yolculuğa çıkarmıştı. 

 Yolculuk rotası boyunca aynı rutin işleyişle ilerleyen Prinz von Orange 19 temmuz'da Sumatra'dan geçip, kaçan, boğulan, hasta düşen birkaç askerden sonra Cakarta kıyılarına yanaşır. 

RAMBO: 

Eski bir edebiyat dergisinin sayfaları arasında unutulmuş nüktedan bir haberle karşılaşıyorum: "(...) Paris sanat çevrelerinde kendisine değgin üretilen son fıkra, Sylvester Stallone'nin kendi eliyle senaryolarını yazdığı filmlerindeki Rambo adını aslında ünlü Fransız ozanı Rimbaud'ya (Rembo okuyunuz) atfen aldığı yolunda."

İş bu ya, Sylvester Stallone Rimbaud'nun bir biyografisini okuduktan sonra Java'da yaşadıklarından çok etkilenir ve Rimbaud'dan Rambo'yu türetir. Serinin ilk filmi olan First Blood ismini de Rimbaud'nun Kötü Kan şiirinden yola çıkarak koymuştur..  İsabelle Rimbaud'nun kocası Berrrichon'ın Rimbaud hakkındaki abartılı biyografisine bakılırsa (Stallone bu biyografiyi okur) Rimbaud, tropikal bir cehennem olan Java'da silahıyla birlikte ordudan firar ettikten sonra Java'nın korkunç bakir ormanlarında haftalarca saklanarak yırtıcı kaplanlar, boa yılanları ve türlü tehlikeler arasında hayatta kalmaya çalışıyor. İşte Rambo filmlerine taş çıkartacak türden bir hikaye. Aklıma çocukken izlediğim Rambo filmlerinden sahneler sökün ediyor peş peşe. İmge yer değiştiriyor, Rembo, Rambo oluyor. 



" Bizimki nihayet döndü."

Rimbaud'nun bir başka gerçek sarhoş gemisi Samarang kıyısındaki Kaptan Brown'a ait 477 tonluk bir yelkenli olan Wandering Chief. Rimbaud bu gemi ile Java'dan ayrılır. Asker kaçağı olduğu için Edwin Holmes takma adıyla gemi mürettabatına dahil olur. Wandering Chief, Samarang'dan kalkışından itibaren 99 günde Queenstown İrlanda'ya varır. 

Yolculuk "her zaman olduğu gibi" Charleville'le noktalanır. 28 Ocak 1877'de Delahaye yazıyor: 

" Bizimki nihayet döndü. Küçük bir yolculuk yapmış(!). Brüksel. Rotterdam. Lehelder. Southamptom. Cibraltar. Napoli. Süveyş. Aden. Sumatra. Java. Ümit Burnu. Saint Helene. Ascension, Azor Adaları. Quennstown. Cork, Liverpoll, Le Havre. Paris ve her zaman olduğu gibi Charlestown."

Rimbaud'nun izini mektuplar, konsolosluk yazışmaları, iş girişimlerinden kalan evraklar, polis kayıtlarından sürebiliyoruz. Yazılı kaynaklardan takip edilemeyen bilmediğimiz kayıp pek çok ayı var. Afrika'daki arkadaşlarının bir iddiasına göre Rimbaud Java'dan ayrıldıktan sonra 1876 ağustos'unda Avustralya'yı da görmüştür.


"Çabuk! Var mı başka yaşamlar?"
(Kötü Kan'dan)


 Uzun Java macerasının ardından eve döndükten sonra Avrupa'da yeniden beliriyor. Hollanda asker kayıt acentasında Java macerasını, bedava yemek ve tütün'ü ve bir de kaçma yolunu pazarlayarak gençleri ikna etmeye çalışırken. Kaydettiği on iki askerden kazandığı parayı da kumarda kaybediyor. Bremen'de Amerikan deniz kuvvetlerine girmek için Amerikan konsolosluğuna bir mektup yazıyor. Bu girişim sonuçsuz kalıyor ama gerçekleşseydi Rimbaud'nun hayatında başka bir kıta, Afrika yerine Amerika olacaktı belki de ve bambaşka bir hayat hikayesiyle karşı karşıya bulacaktık kendimizi.

(David Wojnorowicz'in Rimbaud Newyork'ta (1978) başlıklı fotoğraf çalışması bir alternatif sunabilir: kaotikbenlik.blogspot 2013/09/Rimbaud in Newyork)

Hamburg'da bir sirkte çalışıyor. Sirkle birlikte Stockholm ve Kopenhag'ı dolaşıyor. 1877 Sonbaharında Marsilya'da, parasız, aç ve sefil bir halde, hırsızlık yaparak yaşıyor ve muhtemelen ilişki yaşadığı bir rahiple birlikte bir manastır'da kalıyor. "Tabanları rüzgar adam" Alpler'i ve İsviçre'yi yayan geçiyor. Bir ara, eski bir arkadaşı Rimbaud'yu Paris'te, Quartier Latin'de gördüğüne yemin ediyor. Gözden tamamen siliniyor ve yeniden ortaya çıkıyor.

"Tamam oldu günüm; ayrılıyorum Avrupa'dan. Yakacak ciğerlerimi deniz havası; yağızlaştıracak derimi yitik mevsimler. Yüzmek, avlanmak, ot dövmek, özellikle tütün tüttürmek: kaynar madenler gibi sert içkiler içmek, - ateşlerin çevresinde yaptıkları gibi sevgili atalarımın. 

Geri döneceğim, demirden kollar ve bacaklarla, kararmış derimle, öfkeli gözlerle: Güçlü soydan olduğumu düşünecekler, maskeme bakarak. Altınım olacak: Aylak ve kaba olacağım. Sıcak ülkelerden dönene kıyıcı sakatlara bakar kadınlar. Siyasal olaylara karışacağım. Kurtulacağım. Şimdi lanetliyim ben, tiksiniyorum vatandan. En iyisi, şöyle esaslı bir uyku çekmek, kumsalda."
(Kötü Kan / Cehennemde Bir Mevsim)

Rimbaud 18 Kasım 1878 günü Cenova'dan kalkan bir sarhoş gemi ile uygun ve kazançlı bir iş arayışıyla İskenderiye'ye gidiyor. Oradan da bir Fransız şirketine ait  taş ocağında çalışmak üzere Kıbrıs'a geçiyor. 1880'de onu Arap diyarına ulaştıracak bir başka sarhoş gemi, bir mısır yelkenlisi. Rimbaud, bütün yaşamını ve düşüncelerini para kazanmak üzerine kurmuştur artık. Ben bir başkasıdır, bir başkası tüccardır, ve tek bir hedefi vardır: Zengin olmak.



KÖTÜ KAN:  

 "Çalışmayacağım asla." diyordu bir tembellik ve aylaklık övgüsü olan Kötü Kan'da. "(...) yaşamak için bile kullanmadan bedenimi, ve karakurbağasından daha aylak, her yerde yaşadım. (...) İğreniyorum bütün mesleklerden. Usta ve işçi. Hepsi iğrenç, hepsi andavallı. (...) Ellerimle çalışmayacağım hiçbir zaman, dürüstlüğü üzüntü veriyor bana dilenciliğin. (...) Hep zindana kapatılan o yola gelmez kürek mahkumuna hayrandım daha çocukluğumda"

"Çalışmayacağım, bok yiyeceğim, Benim ne kadar ucuza yaşadığımı göreceksin"
diyordu Verlaine'a.

 Rimbaud, bir gün özgürlüğü satın alabileceği umuduyla, arınır sözcüklerden, son verir duyumların karmaşasına, kalbinin ve aklının düzensiz atışlarına. Temizler damarlarındaki alkolle ve afyonla zehirlenmiş kötü pagan kanı. Beş parasız gittiği Aden'de iş imkanları yaratmaya çalışır, ticarete kafa yorar. Zengin bir tüccar olmak, işleri büyütmek ve ilk fırsatta da buralardan ayrılmak niyetinde. Avrupa'da serserilikle geçen yıllardan pişman, arı gibi çalışkan. Zamana karşı bir yarış veriyor şimdi: tek kaygısı, tek saplantısı var: ona bir ömür yetecek serveti elde etmek. Lise terk Rimbaud, tıpkı Charleville'de hocası İzambard'ın evindeki kütüphanesinde kitaplara gömüldüğü gibi her şeyi en başından öğrenmek için yine kitaplara gömülür. Ama Baudelaire'in, Villon'un, Banville'in, Michelet'in, latin ve yunan klasiklerinin, Robespierre'lerin yerini Sivil Mühendislik Sözlüğü, Metal İnşaatı, cam vazo yapımı, samandan dam yapımı, mum yapımı, tuğla yapımı gibi kitaplar almış.

Delahaye'e bir mektubunda istediklerinin bir kısmını sıra halinde yazmış (Aden'den, 18 ocak 1882): pusula, cep basınölçeri, yerölçer, cetvel, pergel, gönye, topoğrafya, trigonometri, madenbilim, hidrografya ve meteoroloji kitapları.

Listenin sonunda Gezgin'in El Kitabı ve Gezginler İçin Yönergeler isimli iki kitap daha var. 

Madagaskar'ı düşünüyor, birinden orada para biriktirmenin kolay olduğunu duymuş. Ticaret ve keşif seferlerine çıkıyor. Gallas (Doğu Afrika'da) bir fil avcıları grubu oluşturmaya çalışıyor. Bir mektubunda fil avı için uygun bir silah istiyor. Choa'dan kaldıracağı bir deve kervanıyla Kral Menelek'e silah götüreceği iki aylık bir yolculuğa çıkıyor. "Haydi, ileri! Yürüyüş, yük, çöl, can sıkıntısı ve öfke." (Kötü Kan) Danakil Kabilesi'nin yaşadığı, haydutların kervanlara saldırdığı, cehennem sıcağında, çöl ortasında bu yolculuk oldukça tehlikeli ama Rimbaud bu işten oldukça iyi bir kazanç elde etmeyi ummakta.  "Çığlıklar, davullar, dans dans dans..." (Kötü Kan) Sonuçta işler iyi gitmiyor, yolda ortağı ölüyor ve Rimbaud korkunç zorluklarla geçen bu silah ticaretine yatırdığı parayı bile zor alıyor.  "Açlık susuzluk çığlık dans dans dans." (Kötü Kan) 

Bütün bunlarda macera arzusu eksik değildi, gezgin tüccar, onun için kullanabileceğimiz en uygun sıfat bu, 1885'te Habeş'ten ailesine şöyle yazmış: "Olduğum yerde kalmak ve yaşamak için çalışmak zorunda kalmadan gezme imkanım olsaydı hiçbir yerde iki aydan fazla görünmezdim. Dünya çok büyük ve gezmesi bin yaşamdan fazlasını gerektiren muhteşem ülkelerle dolu."

Başka bir mektupta ailesinden fotoğraf makinesi göndermelerini istiyor: 

"Choa'da fotoğraf makinesinin ne olduğunu kimse bilmiyor, bu makine kısa zamanda bir servet kazandıracak bana."

Ancak paraya ihtiyaç duyduğu için çok geçmeden fotoğraf makinesini elden çıkarmak zorunda kalıyor:

"Fotoğraf makinesini çok üzülerek sattım."

Ruh ölümsüz müdür? Söyle!



Verlaine'dan Rimbaud'ya...

Geldim bu akşam, yatağına eğildim 

Seyrettim o tapılası bedenini
Baktım dua eden bir derviş gibi 
Oy, güneş altında her şey boşmuş dedim



Bugün var, yarın yok, bir hazine yaşam 

Can ki andırıyor yorgun bir çiçeği 
Çıldırtan bir düşüncedir aldı beni 
Sen uyu çocuk, uyumak bana haram.



Ne zor seni sevmek, aşkım, ince gülüm!

Kapatacak mı gözlerimizi ölüm.
Tükenecek mi soluk, uyurken böyle?



Ve düşlerde ağzıma gülen ağız, sen,

Öteki acı, yaban gülüş çökmeden 
Çabuk uyan. Ruh ölümsüz müdür? Söyle.


*
Verlaine ve Rimbaud için bak:

KÖTÜ KAN



Galyalı atalarımdan kalıttır uçuk mavi gözlerim, kıt aklım ve kavgada sakarlığım. Onlarınki kadar barbarca buluyorum giyimimi. Ama yağlamıyorum saçlarımı.

Çağlarının en yeteneksiz hayvan yüzücüleriydi Galyalılar. ot yakıcılarıydılar.

Onlardan kalıt bana: Putataparlık ve günah sevdası; —ah! bütün kötülükler, öfke, kösnücülük,—görkemli kösnücülük—özellikle de yalan ve tembellik.

İğreniyorum bütün mesleklerden. Usta ve işçi, hepsi andavallı. hepsi iğrenç. Eşdeğerde kalem tutan el ile saban tutan el.—Ey eller çağı!—Ellerimle çalışmayacağım hiçbir zaman, sonra sonu çok kötüye varır uşaklığın. Dürüstlüğü üzüntü veriyor bana dilenciliğin. Katiller tiksinti verir iğdişler gibi: Temizim ben. ve bu vızgeliyor bana.

Ama! Yapan kim dilimi bu denli dalavereci, yol göstersin ve korusun diye şimdiye kadar tembelliğimi? Yaşamak için bile kullanmadan bedenimi, ve karakurbağasından daha aylak, her yerde yaşadım. Bir tek Avrupalı aile yok tanımadığım.—Benim ailem gibi her şeyi İnsan Hakları Bildirgesi’ne borçlu aileleri demek istiyorum.—Tanıdım bütün iyi aile çocuklarını!


Fransa tarihinin herhangi bir yerinde geçmişim olsaydı! Ama hayır, hiçbir şeyim yok.

Her zaman aşağı bir soydan geldiğim gün gibi ortada. Nedir başkaldırı, bilemedim. Yağmalamak için ayaklandı benim soyum, yalnızca: Tıpkı öldürmedikleri hayvana kurtların yaptığı gibi.

Anımsıyorum Kilise'nin büyük kızı Fransa’nın tarihini. Ben, köylü, sefer yapabilirdim kutsal topraklara; kafamda Suab ovalarının yolları. Bizans görünümleri, Yerüşalim’in surları: uyanıyor içimde Meryem tapıncı, çarmıha gerilmiş Isa'ya acıma duygusu, binlerce kâfir peri oyunu arasında.— Ben cüzamlı, oturmuşum kırık çömlekler, ısırganlar arasında. güneşin kemirdiği duvar dibinde.—Daha sonra, ben Fransa hizmetinde çalışan Alman süvari, açık havada konaklamış olmalıyım Almanya gecelerinde.

Ah! gene: Coşkuyla raksediyorum kırmızı bir orman düzlüğünde, yaşlılar ve çocuklarla birlikte.

Anımsamıyorum bu dünyadan ve Hıristiyanlıktan daha ötesini. Kendimi hep bu geçmişte düşünüşüm, son bulmayacak. Ama her zaman yalnız; kimsesiz; dahası hangi dili konuşuyordum ben? İsa’nın din kuralları içinde düşünmedim hiçbir zaman kendimi: ne de soyluların meclislerinde,— İsa’nın temsilcilerinin.
Neydim ben geçen yüzyılda? Ancak bugün buluyorum kendimi. Yok artık göçebeler, yok artık anlaşılmaz savaşlar. Her şeye egemen oldu aşağı soy—halka, hani derler ya. akıla; ulusa ve bilime.

Ah! bilim! Her şeye yeniden başladık, Beden için tıp var kocakarı ilaçları yerine; felsefe var ruh için, son Kudas ayini ve düzenlenmiş halk türküleri yerine. Ve hükümdarların eğlenceleri, o yasakladıkları oyunlar! Coğrafya, kozmoğrafya. mekanik, kimya!..

Bilim, yeni soyluluk! ilerleme. Yürüyor dünya! Neden dönmesindi peki?

Sayıların tansığı bu. Akıl'adır bizim yolumuz. Çok kesindir, bilîciliktir söylediğim şey. Anlıyorum, ve pagan sözcükler olmaksızın düşüncelerimi açıklayamadığıma göre, susmak isterdim.



Geri geliyor pagan kan! Yakındır Kutsal Ruh, soyluluk ve özgürlük bağışlayarak ruhuma, İsa neden yardım etmiyor bana? Yazık! Doldu vadesi İncilin! İncil! İncil.

Tanrıyı bekliyorum oburca. En aşağı soydanım oldum olası.

İşte Armorik kıyısındayım. Işıldasın kentler geceleyin. Tamam oldu günüm; ayrılıyorum Avrupa’dan. Yakacak ciğerlerimi deniz havası; yağızlaştıracak derimi yitik mevsimler. Yüzmek, avlanmak, ot dövmek, özellikle tütün tüttürmek; kaynar madenler gibi sert içkiler içmek,—ateşlerin çevresinde yaptıkları gibi sevgili atalarımın.

Geri döneceğim, demirden kollar ve bacaklarla, kararmış derimle, öfkeli gözlerle; Güçlü soydan olduğumu düşünecekler, maskeme bakarak. Altınım olacak: Aylak ve kaba olacağım. Sıcak ülkelerden dönen kıyıcı sakatlara bakar kadınlar. Siyasal olaylara karışacağım. Kurtulacağım.

Şimdi lanetliyim ben, tiksiniyorum vatandan. En iyisi, şöyle esaslı bir sarhoş uyku çekmek, kumsalda.

İzambard'a Mektup

GEORGES IZAMBARD’a

2 kasım
Saygıdeğer,

-Bu yalnız size-

Sizden ayrıldıktan bir gün sonra Charleville’e döndüm. Annem beni eve kabul etti, ben de evdeyim... hepten işsiz güçsüz. Annem beni ancak 71 yılı ocağında yatılıya verecek.

Eh işte bak sözümü tuttum.

Basitlik, rezillik, tekdüzelik içinde ölüyor, parça parça oluyorum. N'aparsınız, kayıtsız özgürlüğe ve bir sürü içleracısı şeye hayran olmakta ayak diriyorum ben, değil mi? Aslında hemen bugün çekip gitmeliydim; bunu yapabilirdim; yeni giysiler giymiştim, kol saatimi satabilir ve yaşasın  özgürlük diyebilirdim! Ne ki, kaldım işte! kaldım! —oysa bin kez çekip gitmek isterdim. Başında şapkan, sırtında kaputun, ellerin cepte, ver elini sokaklar. Ama hayır kalacağım. Verdiğim sözde bu yoktu! Ama sizin sevginizi hak etmek için bunu yapacağım: bunu siz söylemiştiniz bana. Bu sevgiye layık olacağım.

Size duyduğum minneti ne daha önce dile getirebildim ne de bugün getirebilirim. Size bunu kanıtlayacağım yoké Sizin için birşey yapmak söz konusu olsa, onu yapmak için canımı veririm, —namus sözü bu.


Söyleyecek daha bir yığın şeyim var...

Arthur

Arthur Rimbaud, Harar, 1883

artefact

Delahaye'e Mektup


ERNEST DELAHAYE’E
Roche, mayıs 873

Sevgili dostum, bugünlerdeki yaşantımı aşağıdaki suluboya resmimde görüyorsun.

Ey doğa, ey annem, benim!

Ne boktan adamlar ve ne koca saftalozlar şu köylüler. Akşam iki mil ve hattâ daha fâzla yol yürümem gerek bir yudum içki içmek için. Anam denen karı berbat bir deliğe tıktı beni.

Buradan nasıl paçamı kurtaracağımı bilemiyorum. Ama kurtulacağım. Charlestown'ı, Univers’i, Kitaplık'ı vb. özlüyorum... Bununla birlikte hayli
düzenli çalışıyorum, küçük düzyazı şiirler yazıyorum, genel başlık şu: Pagan Kitap yada Zenci Kitap. Aptalca ama masum birşey. Ey masumluk! masumluk! masumluk! mas...belâ!


Sana artık anlatacak bir şeyim yok; doğayı seyredip kendi iç dünyama dalıyorum. Ben seninim ey Doğa, ey benim annem

Elverdiğince çabuklaştıracağım bir buluşma umuduyla ellerinden sıkarım.

Mektubumu yeniden açtım.

Güneş bunaltıcı ama sabahları don yapıyor. Önceki gün, buradan yedi kilometre uzaklıkta, onbin nüfuslu bir kasaba olan Vouziers’ye gidip Prusyalıları gördüm. Çok zevklendim.

Korkunç sıkıntılı bir durum içindeyim. Tek kitap yok, yakınımda tek içkievi yok, sokaklarda tek olay yok. Ne iğrenç şey şu Fransız taşrası. Daha yarım düzine kadar düzyazı şiir yaratmam gereken bu kitaba bağlı yazgım. Elimde üç tane olduğu halde sana düzyazı şiir göndermiyorum, bu denli pahalıya mal oluyor bunlar! Ne ise, durum böyle işte. İyi buluşmalar, seninle buluşacağız.

RMB.


Halk Yayınlarından çıkan Goethe’nin Faust’unu alıp göndermen için yakında sana pul göndereceğim. Posta parası bir kuruş falan tutar ancak.

Bu Yayınların çıkardığı yeni kitaplar arasında Shakespeare’in yeni çevrilerinin olup olmadığını söyle bana.

Yayınevinin en yeni katalogunu gönderebilirsen, gönder.

R.

Sarhoş Gemi (Jean Amado)



Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.



Heykeltraş Jean Amado'nun (1927-95) 1989 yılında yaptığı Sarhoş Gemi isimli anıt çalışması.  Karaya vuran bir gemiyi çağrıştıran etkileyici bir sembolik yapıt. Rimbaud'nun ölüm yeri olan Marsilya'da yer almasıyla da özellikle anlamlı. 





*
Sarhoş Gemi için bak:

Habeşistan'da Bir Mevsim




Anılar birer birer solup kayboldu. Bu seraplar diyarında tüm bir yaşam tükeniyordu. Kendim, ben, yaşamım: Eskiden olmuş olduğum o geri zekalı budala. Paris’teki Komün’e katılmak için evinden kaçan on beş yaşındaki o büyümüş de küçülmüş, kibirli öğrenci. Şiirler çiziktiren. Yüce Verlaine’le fitil gibi sarhoş olan. Londra’ya giden. Limehouse'daki boğucu sis ve küçük afyon tekkeleri; British Museum’daki, sandalyelerin gıcırdadığı dinginlik; Verlaine’le bir düşkünler evindeki yatakta uzanmak. Ağız dalaşı yapmak, barışmak, sevişmek: Daha fazla şiir. Ağlayan, afallamış, sarhoş Verlaine’in Brüksel’deki o otel odasında dumanı tüten tabancasıyla penisinin asla becerememiş olduğu şeyi yapması. Dan, dan; ve öldüğümü sandım. Verlaine hapse atıldı. Şiiri bırakmak. Avrupa’yı yayan gezmek. Sonra Alpler’deki o karlı geçitte, Afrika’ya giden gemiyi yakalamak için o son yürüyüşü yapmak... Masumluğun sarhoş sabahı. Faydalanmalar, şiirler, düşler. Hayır, tüm bu boktan şeylerden vazgeçmek çok kolaydı. 


...


Hiçbir bilginin tatmin edemediği bu büyümüş de küçülmüş öğrenci Paris'teki Komün’e katılmak için okulundan kaçmıştı. Umutlarının gerçekliği karşısında tıksintiye kapılan bu harika çocuk, bu şair yaşamını Bilinmeyen’in büyülü safsatalarıyla boğuşmaya adamıştı. Algısı uyuşturucular tarafından parçalanmış, görüşü halüsinasyonlarla bulanmış olan bu yoz sapkın, şiiri sonsuza dek bırakıp Avrupa’yı yalın ayak gezmek üzere yola çıkmıştı. Bu talihsiz serseri en sonunda evini son kez terk ederek gelecekteki yaşamını tek bir şeye adamıştı. Servetini kazanmaya. Ve bu beni nereye götürmüştü? Harar’a...



Ama şimdi nereye gidecektim? Bir başka Paris’e mi? Komün tarafından ele geçirilen bir başka şehre mi? Bir başka var olmayan, hayali dünyaya mı? Bir başka Avrupa’ya mı? Bir başka Harar’a mı?...


Charleville Taşrası / Rimbaud


Çimenleri bile soluk, yavan, tatsız alanda 
Her şey nizami; ağacından çiçeğine kadar,
Perşembe akşamları tıknefes kasabalılar 
Gezdirir kıskanç aptallıklarını sıcakta.

Askeri bandomızıka orta yerde durur,
Çatlak, cırlak ezgiler ve sallabaş kelleleri...
En öndeki sıralara kodamanlar kurulur,
Noterin kafasında vergi dalavereleri;

Ve sonra tefeciler gözlüklerine gizlenmiş,
Göbekli koca işyarlarla şişko karıları,
Dalkavuklar efendilerinin yanında sinmiş 
Hepsinin üstünden akıyor bayağılıkları.

Bastonlarıyla kumları sürekli oyan 
Emekli bakkallar yeşil sıralarda oturur,
Yine bütün konuştukları ortaklıklar falan,
Dönüp dolaşıp aynı söz: "Bize kaça mal olur?”

Yaymış bir kanepeye kocaman kalçalarını,
Yağ tulumu burjuva, düğmeleri pek parlak, 
—Yasakmış, kokusundan belliymiş— umurunda mı 
Kaçak tütün içiyor dumanını savurarak.

Yola Çıkış / Rimbaud

E. Pignon




Yeterince görüldü. Bütün kılıklara girdi gizli görüntü. 

Yeterince duyuldu. Kentin uğultuları, akşamleyin ve güneşte, ve her zaman.

Yeterince yaşandı. Yaşamın durakları. —Ey Uğultular ve Gizli Görüntüler!

Yola çıkış, yeni sevgi ve yeni görüntüler içinde.

Rimbaud (Yaşamöyküsü)


Peter Weir'in Incredibles
Floridas isimli kısasından:

Aden, Hotel de l'Univers, 1880


 

Afrika'dan Mektuplar

Vadide Uyuyan İçin Çalışma


Yemyeşil bir çukurda bir ırmak akar çılgın,
Gümüş paçavraları takıp suda otlara.
Burada güneş parlar üstünde mağrur dağın;
Küçük bir vadi ki bu, köpürür ışıklarla.

Genç bir asker uyuyor, kasketsiz, ağzı açık,
yıkanır mavi derelerde ensesi.
O yeşil yatağına sel gibi yağar ışık,
Bulutların altında, devrilmiş, uçmuş benzi.

Hasta çocuklar gibi uykuda gülümsüyor.
Ayakları zambaklar içinde, askercik üşüyor,
Tabiat, beşiğinde salla onu, sıcacık sar!

Burun kanatları artık,  ürpermiyor korkuyla;
Eli göğsünde, sakin, güneşte dalmış uykuya
Yalnız sağ yanında iki kırmızı delik var.

(çeviri: Hüseyin Demirhan)

les poemes de sept ans / Leo Ferre



*
İlgili Bağlantılar:

Garipler / Arthur Rimbaud

"Germany's children are starving!"1924 / Kathe Kollwitz


Gece soğuk, kar serpiyor 
Fırıncı ekmek yapıyor, 
Beş küçük çocuk

Bakıyorlar somunlara, 
Yazık değil mi bunlara 
Donları delik!

Ve fırıncının kolları 
Çeviriyor somunları 
Harlı fırında.

Somunların çıtırtısı, 
Fırıncının zevzek sesi
Kulaklarında.

Büzülmüşler o daracık 
Ana göğsü gibi sıcak 
Delik önünde.

Ekmek, iftar sofrasının 
Çörekleri gibi, bakın 
Çıkıyor işte.

A Season in Hell (Robert Mapplethorpe)





Patti Smith'in Rimbaud'su




This 
is the site of the Rimbaud family
farm. Arthur wrote A Season in Hell
here in the summer of 1873, after 
being shot in the wrist by a distraught 
and drunken Paul Verlaine. Their 
tumultuous relationship aside they 
were both true poets and recognized
one another. The property echoes the 
cries of the poet Rimbaud, who did not 
help with the summer harvest, 
instead locking himself in his room 
to write a masterpiece




 

This is
a likeness of the young Arthur 
Rimbaud, smoking his pipe by
the Chapel de Mery, where his
ancestors are buried. I am in 
Roche, with my friends Alain and 
Antoine, visiting my land, which is
the site of the Rimbaud family
farm, where Arthur wrote his 
masterpiece A Season in Hell. 
Found amongst dead leaves and 
precious rubble was a horseshoe, 
deemed very good luck. Now 
we are headed to Charleville to 
visit his resting place. It is Arthur’s
birthday and I’m back on the road, 
that of the language of a young seer





This is
the resting place of Arthur 
Rimbaud, his young sister
Vitalie, his uncle and his 
mother. When I first visited 
here in October, 1973, the 
cemetery was overrun with
massive cabbages. It was
an emotional experience for
a young girl alone, shivering 
in the rain. And so ended my
birthday visit. This morning 
back on a train to Paris, to
think about many things, and
write in my cafe, perhaps of 
the strange streak of light on
the floor of my house in Roche