"Bunu düşünmemek
ne büyük bir aptallık!"
T.H. Huxley, Türlerin Kökeni'ni okumasının ardından yaptığı
yorum.
"Kişi
kesinliklerle başlarsa gideceği yer kuşkulardır; ama kuşkularla başlayacak
kadar doygun ise, kesinliklere ulaşır."
Bacon, öğrenmenin İlerleyişi
TÜRLERİN KÖKENİ
DÜŞÜNCESİNE İLİŞKİN
İLERLEYİŞİN TARİHSEL ÖZETİ
İngiliz şiirinin belki de en kötü iki dizesi 1799 yılında
John Hookham Frere tarafından yazılmıştı:
“Kanatları olan
tüylenmiş tür havada süzülür
Artık bir uskumru
değildir o, ama ayı olmaktan uzaktır hâlâ!”
Hookham Frere’nin iğneli bir dille yazdığı, “İnsanın
İlerleyişi; Anti-Jacobin Manzumeler” şiirinden alınma bu zavallı dizeler,
kendince bir ahlak anlayışına sahiptir. Kuşlar, ayılar ve balık sözcükleri
politik bir mesaj taşımaktadır. Nesneler olduğu gibidir ve onlara farklı
işlevler yüklemek budalacadır. Fransız Devrimi, “Tanrı’nın düzeni” anlayışını
sarsmıştı; insan haklarına dayanan bir düzen ilan etmek, uskumruların -ya da
ayıların- uçabileceğini söylemek kadar saçmadır.
Altmış yıl sonra yayınlanan Türlerin Kökeni kitabından bir
çift alıntı yapalım:
“Hafifçe dönüşlere ve yükselişlere olanak sağlayan çırpınan
yüzgeçleriyle havada süzülerek uzun mesafeler gidebilen uçan balıkların,
mükemmel kanatlara sahip hayvanlara dönüştüğünü düşünmek anlaşılmaz değildir.
Değişimlerinin erken aşamalarında bu canlıların okyanuslarda yaşadıklarını,
oluşum halindeki uçma organlarını, bugün bildiğimiz kadarıyla diğer balıklara
yem olmamak için kullandıklarını neden düşünmeyelim?” “Hearne, Kuzey Amerika’da
siyah ayıların bir balina gibi ağızları açık biçimde saatlerce yüzerek böcek
yakaladığını görmüştü... Teorime göre, böyle bireyler bazen, tipik olan
yapılardan yavaş ya da keskin biçimde farklılaşarak, olağandışı davranışlar
sergileyen yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olabilir.” Böylelikle Charles
Darwin, evrimin nasıl bir gelişim izlediğini ele alıyor. Evrim henüz, suda
yaşayan böceklerin tadına bakan bir kara hayvanından bir balina-ayı yaratmamış
olsa da, yaratabilirdi. Evrim zaten, havada süzülen balık örneğindeki gibi sıra
dışı canlılar yaratmıştı. Tanrısal hamurdan yoğrulmuş, donmuş bir canlı yaşamı
düşüncesi ölmüştü artık. Bunun yerini, her şeyin değişebilirliği düşüncesi
alıyordu.
Darwin’den önce doğa bilimcilerin büyük bir bölümü, türlerin
değişmez varlıklar olduğuna ve ayrı ayrı yaratıldığına inanırdı. Bugünse, onun
teorisinin temel öğesi olan, türlerin değişim geçirdiği ve bugünkü türlerin
erken dönem türlerinin torunları olduğu düşüncesi herkes tarafından (ya da
kabul etmeme inadında olan herkes tarafından) kabul edilmektedir. Sorulduğunda,
çoğu insan neden böyle düşündüğünü açıklamakta zorlanacaktır. İnsanların ve
şempanzelerin akraba olduğunu; bitkilerin, hayvanların ve diğer canlı formların
ortak bir atadan geldiğini biliriz. Hayatta kalmak için mücadele, en iyi uyum
sağlayanın hayatta kalması ve türlerin kökeni yaygın olarak kabul gören bir
anlayış durumuna geldi. Evrim gerçektir: Ve, Papa bile bunu kabul etti (“Yeni
bilgiler bize evrim teorisinin bir hipotez olmanın ötesine geçtiğini
göstermektedir,” diyerek kaçak güreşse de).
Evrim teorisine ilişkin bu durum, Galileo’nun dünyanın güneş
çevresindeki hareketine ilişkin modelinin kabulüne fazlasıyla benzemektedir.
Galileo’nun haklı olduğunu biliyoruz, fakat onun kanıtları nelerdi? Vatikan’la
yaptığı tartışmada, neden "eppur si muove" (ama o hâlâ dönüyor) diye
mırıldanmıştı? İleri teknolojinin yokluğunda, Galileo’nun kanıtları yeterince
sağlam değildi. Teorisi, derin uzaydaki sabit gök cisimlerinin oluşturduğu
fonda ‘dolaşan yıldızlar’ı -gezegenler- hareketini açıklıyordu. Model, ancak ve
ancak dünyanın bir gezegen olması ve gökyüzünün onun çevresinde dönmemesi
durumunda anlamlı oluyordu. Galileo’nun kanıtları, doğru olabileceği noktasında
ikna edici olsa da, onun düşüncelerine inananların çoğu için bilinmezliklerle
doludur.
Evrim teorisinin durumu da buna benzer. Düşünce temelinde
güneş sistemi modeli kadar basit olsa da, yaşamın nasıl işlediğine ilişkin
anlatımı apaçık değildir. Yaygın algılayışa göre -dünya-güneş örneğindeki gibi-
hayat bizim çevremizde döner.
Ancak bu düşüncenin bir kusuru vardır: Yanlıştır.
Uydular aracılığıyla sağlanan bilgiler, evrenin yapısına
ilişkin inkâr edilmesi olanaksız bilgiler sağlamıştır. Evrim kuramı için aynı
işlevi genler görmüştür; genler evrim kuramının muzaffer kanıtlarıdır.
Galileo'nun gezegenlerinin gördüğü işlevi, biyoloji alanında Darwin’in
teorisindeki ortak köken (common descent) kavramı görmüştür. Bu kavram, insanın
kendisi ile ilgili algılamayı değiştiren tek bestseller olan ve sıradan okuyucu
için yazılan bir kitapta tanımlanmıştır. 1859 yılında yazılan bu kitapta ileri
sürülen düşünceler, bugün halâ birçok önemli buluşu birbirine bağlayan çimento
işlevini görmektedir.
Evrimin işleyişi başka hiçbir yerde daha iyi
açıklanmamıştır. Darwin çalışmasını, “uzun bir tartışma” olarak adlandırmıştı.
Modern biyologlar bu tartışmayı sürdürebilir, ama eninde sonunda Darwin’in
teorisini kabul etmek zorunda kalacaklardır. Onun dört yüz sayfalık kitabını
okuduğunuzda, söylediklerinin her yeni bilimsel atılımla nasıl uyumlu olduğunu
görmek insanı şaşırtıyor. Türlerin Kökeni'nin bugün de, yazıldığı günkü kadar
güçlü bir mantığı bulunduğuna kuşkumuz yoktur.
Ancak, onun yüz elli yıl önce ortaya atılmış tezleri,
kanıtları gösterilmeden önce çok sayıda boşluk barındırmaktaydı. Bu boşlukların
hepsi -ya da hemen hepsi- şimdi doldurulmuş durumdadır. Benim kitabım Darwin’i
güncelleştirmektedir. Kitabım, olabildiğince, ‘Türlerin Kökeni'ni yeniden yazma
girişimidir. Onun planını, tarlalardan fosillere, arı kovanlarından adalara
kadar uzanan bir iskelet üzerinde geliştirdiği planı kullandım; ama benim Büyük
Gerçeklerim (Grand Facts -Darwin’in çok sevdiği ifadelerden biridir), 20.
yüzyılın sonlarının bilgi düzeyi üzerine kuruludur. Neredeyse Bir Balina
(Almost Like A Whale), Darwin’in düşüncelerini, bilimsel gelişmelerin ışığında
yeniden okumaya çalışmak ve evrim kuramının biyolojiyi bütünleştirdiğini
göstermek için yazıldı.
Evrim kuramı,
içerdiği düşünceler bilinçli ya da bilinçsizce, ekonomi, politika, tarih, sanat
ve daha pek çok alanda kullanıldıkça, bilimsel bir teori olmaktan daha fazla
bir şey haline geldi. Konuya yabancı insanların bu teoriyi küçümsemeye gücü
bile yetmez; ve ortalama okuyucu için evrim kuramının pek çok yönünü açıklayan
mükemmel kitapların yazılmış olduğu düşünülürse, böylesi bir küçümsemenin
hiçbir özrü olamaz. Ancak, teoriyi bütünüyle ele alan bir kitap yoktur;
evrimsel biyolojinin, alanının derinliğini ve zenginliğini yansıtan teknik olmayan
ve modern bir ele alınış tarzından söz edilemez. Türlerin Kökeni'ni yeniden
yazmak, çoğu biyologun cesaret edemeyeceği bir şeydir. Görevin zorluk derecesi
cesaret kırıcı olsa da (bazı yönlerden umutsuz), bu kitapla ben bunu denedim.
Bu hedefi başarmaktaki en büyük güçlük, neleri kapsam dışında
bırakacağımı belirlemekti. Türlerin Kökeni, yalnızca modern biyolojinin değil,
yerbilim (jeoloji) ve psikolojinin birçok alanının da kuruluşunu işaret eder.
Çalışmamda bütün bu alansal genişliği yansıtmaya çalıştım, ama kuşkusuz
yetersiz kaldım. Kitabım, Darwin’in mantığını kullanarak bugünün buluşlarını
temellendirmeye çalışmaktadır. Kitap, evrim düşüncesinin ya da yaşamın bir
tarihi değildir; ne Darwin’in biyografisidir ne de hayvanların ve bitkilerin.
Fakat çalışmam, okuyucularımı evrim teorisinin doğruluğuna ikna edeceğine inandığım
bir tartışmadır. Kitabı belirli sınırlar içinde tutabilmek (orijinaliyle aynı
uzunluktadır ve konu başlıklarına ayırma büyük ölçüde aynıdır) ve kimi konulara
yer açabilmek için bazı konuları ayıklamak zorunda kaldım.
Çalışmamın kapsamı konusunda referansım Darwin’in büyük
çalışmasıdır. Yalnızca önemsiz bir istisna yaptım. Onun kitabında insanlık
üzerine önemli bir tümce vardır (‘insanın kökeni ve tarihi mutlaka
aydınlanacaktır’), fakat bugün geçmişimiz hakkında bilgi birikimi çok büyüktür
ve çalışmamın son bölümünde bu konu üzerine yoğunlaştım. Darwin, kitabında
çeşitli konuları kapsam dışında bırakmıştı. Onun kitabında temel düşünsel
yetilerin kökenine değinilmemiştir, canlı hayatın erken dönemlerinin fazla ele
alındığı da söylenemez. Yaşamın ve bilincin başlangıcı konuları benim
sayfalarımda da bulunmamaktadır; ve teorinin ahlaki yönleri ile ilgili
değinmelerden uzak durulmuştur.
Bu metni, hem içerik hem biçim bakımından orijinalinin bir
gölgesi olmaktan öte bir çalışma olarak değerlendirmek küstahlık olurdu.
Türlerin Kökeni, hayata ilişkin literatürün en yüksek noktasıdır. Darwin çok
iyi yazıyordu, çünkü çok fazla okumuştu. Günlüğüne yazdıklarından, tek bir yaz
mevsimi boyunca, Hamlet, Othello, Mansfield Park, Sense and Sensibility, Bosusell’s
Tour of the Hebrides, the Arabian Nights ve Robinson Crusoe'yu okuduğunu
anlıyoruz. Onun yazını, bir Victoria dönemi kır evi gibidir. Hangi doğrultudan
bakarsanız bakın kendine güven yayan bir yazın; edebi bakımdan da, otobiyografi
olarak da, göz alıcı bilimsel eserler olmaları yönünden de.
Darwin’in Galapagos takımadalarını ilk görüşü ile ilgili anlatımıyla,
Herman Melville’in 1854’te basılan The Encantadas (takımadaların bir başka adı)
adlı kitabındaki ilk izlenimleri karşılaştıralım.
Darwin’in anlatımı canlı ve
dolaysızdır: “17’sinin sabahında,
yer yer tümseklerle bozulmuş tekdüze yuvarlak hatları olan ve krater
kalıntılarının bulunduğu Chatham adasına ayak bastık. Hiçbir şey bu ilk
görüntüden daha itici olamazdı. Siyah bazalt lavların oluşturduğu düzensiz iniş
çıkışlarla dolu olan ve çok az yaşam belirtisi taşıyan bu alan derin yarıklarla
kesiliyordu ve her yer güneşte yanmış bodur çalı çırpıyla kaplıydı. Öğle
güneşinin pişirdiği kuru ve susamış yüzey, bir sobadan yayılan aşırı sıcağın
neden olduğu rahatsız edici duygulara benzer duygular uyandırıyordu: Çalılar
bile kötü kokuyor gibi geliyordu bize.”
Buna karşılık, Melville’in anlatımı kuru ve cansızdır: “Lanetli bir sözü andıran Encantadas, Idumea
ve kutuptakine eş bir yalnızlık ve perişanlığı yaşar ve orada hiç değişiklik
yaşanmaz; ne mevsimler ne de sıkıntılar değişir. Ekvatorun üzerinde bulunan bu
adalar ilkbaharı da sonbaharı da tanımaz. Ateşin altında zaten oldukça
küçülmüşlerdir, fakat, felaketler işini henüz tamamlamışa benzemez. Yağmurla
birlikte çöller bile hayat bulur, ama bu adalara hiç yağmur düşmez. Güneş altında
kurumaya bırakılmış bir su kabağında oluşan çatlaklar gibi, hiç bitmeyen
kuraklık bu adalarda toprağı çatlatmıştır.”
Hiç kimse Darwin’in dilini taklit edemez. Bunu denemedim
bile (yine de, kitabımın diline ahenk kazandırsın diye onun birkaç tümcesini
aşırmadan edemedim). Türlerin Kökeni'nin orijinalini okumanın okuyucuya
kazandıracaklarına ipucu olsun diyerek, Darwin’in özetlerini, bölüm
içeriklerinin listesini ve kitabının final bölümü ‘Özet ye Sonuç’u kitabıma
aldım.
Don Kişot'u sözcüğü sözcüğüne yeniden yazan Borges’in
yaptığı gibi, Türlerin Kökeni'ni, 19. yüzyılda anlaşılmaz olan bazı düşünceleri
anlaşılır kılacak modern bir dille cümle cümle yazmak olanaklıydı. Ben böyle
yapmadım. Onun tartışmalarının planını değiştirmeden kullansam ve kitap
düzenini aynen alsam da, Darwin’in büyük eserini hareket alanımı sınırlayan bir
mengene gibi değil, bana yol gösteren bir kılavuz olarak değerlendirdim. Bu
çalışma, evrim teorisinin güçlü ve zayıf yönlerini birlikte ele alan bir
denemedir. Mimarisi uzun yıllar öncesine dayansa da, bugünün malzemeleriyle
inşa edilmiştir. Türlerin Kökeni'nin, Victoria dönemine özgü kesin bir
ciddiyetle yazıldığı ve pek de neşeli bir havaya sahip olmadığı söylenmelidir.
Her şeyin hafife alındığı yaşadığımız dönemde, zaaflarıma yenilerek, bilimsel
anlatımları evrim teorisinin ve evrim üzerine çalışanların ilginç öyküleriyle
renklendirmekten geri duramadım.
Evrim öğrencileri, bir tehlikeyle daha karşı karşıyadır.
Kimi anlayışların değişmez gerçekler olarak kabulü tehlikesi... Kimi biyologlar
(tıpkı kimi Marksistler gibi) bu itici davranışı paylaşmaktadır. İstedikleri
şey, din adamlarının davranış ve düşünce tarzından farklı mıdır? Kutsal
metinleri yorumlamak başlı başına baştan çıkarıcı bir eylemdir. Ama ben bu
yöntemden kaçınmaya çalıştım.
Darwin, bütün bilim insanları içinde belki de biyografisi en
iyi yapılmış olanıdır. Bu donuk ve bazen küstah olan insanlar grubu içinden,
Darwin çekiciliği ve alçakgönüllülüğü ile dikkat çekmektedir. Darwin’in
ailesini incelemenin bile çekici bir yönü vardır. Büyük büyükbabası Erasmus,
kahramanlık mısraları ile evrim teorisini dile getirdiği bir kitap yayınlamış
ve kitapta Frankenstein’a dönüşmekten söz etmişti: “Bu kurgusal olay Dr. Darwin
ve Almanya’daki kimi fizyoloji yazarları tarafından önerilmiş ve gerçekleşmesi
olanaklı bir durum olarak değerlendirilmişti.” O, Joseph Priestley ve Josiah
Wedgwood’un da üyeleri arasında olduğu Lurıatick grubuna üyeydi. Oksijenin keşfiyle
ya da İngiltere’de endüstrinin geliştirilmesiyle uğraşmadıkları zamanlarda,
çeşitli duaları halk dilinde söyleme yeteneğinde olan makineler icat etmekle
meşgul olurlardı. Charles’in babası Robert Darwin, aristokrasiyle içli dışlı
olan bir hekimdi ve torunu Bemard, İngiltere’yi temsil etmiş bir golfçüydü.
Bu kitap, biyolojinin kalbini oluşturan Darwin'in bilimine
ilişkindir. Kökleri geçmiştedir, ama bugün için bir anahtardır. Konuları arasında
AIDS’e neden olan virüs (HTV) ve insan türü, köpek gösterileri ve Pasifik’te
akıntıyla sürüklenen çöpler de vardır. Bazıları der ki, Milton her şeyi bilen
en son adamdı (ya da, bir otorite olarak birçok konuda tartışabilecek yeterli
bilgi birikimine sahipti). Darwin, bunu iddia edebilecek en son biyologtu.
Kendi anlatımıyla aklı, gerçekliğin çok sayıda alanında genel yasalar üretip
duran bir makine gibi çalışırdı. Türlerin Kökeni’nin taslağının
oluşturulmasında The Cottage Gardener and Country Gentlemaris Companion, The
India Sporting Re view ve The Philosophical Transactions of the Royal Society
of London'ın da içinde bulunduğu çok sayıda kitap ve gazeteye başvurulmuştur.
Charles Darwin çalışmasında, bilgi edinmek için, uzman ya da amatör çok sayıda
insandan yararlanmış, onların bilgilerini kendi çalışmasının potasında
eritmiştir.
Bugün yaşamın yasalarının nasıl işlediğini bildiğimiz için,
evrimin, istisnaların (exceptions) bilimi haline geldiğini söyleyebiliyoruz.
Konunun özünü karartan ve neredeyse kan davasına dönüşmüş ayrıntıların
tartışmasına girmek boğucu olurdu (yine de her biyolog bu kitapta hoşuna
gitmeyecek bir şeyle karşılaşabilir). Fakat tartışmalar ne denli keskin olursa
olsun, hiçbir bilim insanı Türlerin Kökeni'nin temel gerçeğinin ortak kökenden
değişim olduğunu yadsıyamaz.