Fotoğraflar: Tim Laman
"A lake is a landscape's most beautiful and expressive feature. It is Earth's eye; looking into which the beholder measures the depth of his own nature." (Thoreau)
lşık için nesneler bir bahanedir.
Nesnelerden yoksun bir dünyada, ışık bizim varlığını bile fark edemeyeceğimiz, uçsuz bucaksız, başı sonu olmayan bir şeye benzeyecektir.
Öznelerden yoksun dünyada, bilincimizde herhangi bir yansımaya yol açamayacak düşünce evreni içinde kaybolup gitmek durumundayız. Çünkü özne dur durak tanımayan düşünce dalanımını durdurabilen ve yansıtabilen varlıktır.
Fotoğraf çekmek demek ışıkla otomatik bir şekilde yazı yazmak demektir.
Sessiz bir imgeyi ancak kitleler ve çölde karşılaşılan sessizlikle karşılaştırabilirsiniz.
Fotoğraf çekme isteği belki de şu saptamadan kaynaklanır: Bir bütün, perspektifi içinde, anlam açısından bakılan dünya oldukça hayal kırıcıdır. Ayrıntıda ve aniden görüldüğünde ise her zaman kusursuz bir açıklık içindedir.
Çiçek kusursuzdur, onu doğanın herhangi bir diyalektiğine bağlamak zorunlu değildir! Bu her şey için aynıdır... Ayrıntıda dünya kusursuzdur. Fotoğraf için söylediğim de bu: Dünya, bütünüyle ele alındığında, anlam düzeyinde, adamakıllı düş kırıklığına uğratıcıdır, ama tekilliği ile kusursuzdur, onu kusursuz duruma getirmeye gerek yoktur, zaten kusursuzdur. Elbette arı bir derin düşünmeye dalmak söz konusu değildir. Bütünlere karşı, bütünlükçü düşselliğe karşı, stratejik olarak parçadan yana geçilmeli, onun tekilliğini teslim ederek; içinde devinilebilecek tek alan burasıdır...
Parçanın, ereksizlendirilmiş bir dünyanın tam yeri olan imge. İmge bir ahlak anlayışının, bir ideolojinin yeri olabilir yeniden, ama fotoğraf -sinemadaki devinimli imgeden daha çok- bana parça ile aynı ayrıcalığa sahip gibi geliyor; yalnızca sinemaya özgü kesimden değil, aynı zamanda sessizlikten, devinimsizlikten ötürü; ve de fotoğraf, parça gibi, bir bekleyişe bağlı, açıklanmayan ve açıklanmak amacını gütmeyen bir şey olmalı..
Yalnızca, saydam günlerin parlak ışığında ya da kurşuni gri bir gökyüzünün altında iyi fotoğraf çekilebilir. İster parlaklıktan olsun ister ışığın gizliliğinden, renkler birbirinin içinde patlar. Tıpkı bunun gibi, yalnızca tam bir aydınlanma içinde ya da derin melankolide iyi yazabilir insan.
Fotoğrafın sessizliği. Sessizliğin ancak dayatılabildiği ama bunda da başarılı olunmadığı sinemadan, televizyondan, reklamdan farklı olarak, fotoğrafın en kıymetli niteliklerinden birisidir bu. Her türlü yorumu bir yana bırakan (ya da bırakması gereken!) görüntünün sessizliği. Ama, aynı zamanda gerçek dünyanın gürültülü bağlamından kopardığı nesnenin sessizliği. Fotoğrafı çevreleyen şiddet, hız, gürültü ne olursa olsun, fotoğraf, nesneyi hareketsizliğe ve sessizliğe teslim eder. Karmaşanın ortasında ıssızlığın eşdeğerlisini, görüngüsel hareketsizliği yeniden yaratır. Kentleri ve dünyayı sessizlik içinde bir baştan bir başa katetmenin tek yolu fotoğraftır.
Üzerine konuşulamayan konusunda susmak gerekir» -ne var ki onları imgelerle susturabiliriz.
Gürültü, söz, söylenti karşısında fotoğrafın sessizliğiyle direnmek - hareket, her tür akış ve ivmelenme karşısında fotoğrafin hareketsizliğiyle direnmek - zincirlerinden boşalmış iletişim ve bilgi karşısında fotoğrafın esrarıyla direnmek - anlamın ahlâki buyruğu karşısında anlam kazanmanın sessizliğiyle direnmek. Her şeyin ötesinde, imgelerin otomatik olarak sel gibi akması karşısında, hiç durmadan art arda dizilişleri karşısında direnmek.
Fotoğraf ya da Işığın Yazısı:
İmgenin Gerçek Anlamlılığı
Fotoğrafın mucizesi; sözde «nesnel» olan bu imgenin mucizesi, dünyanın nesnel olmadığını radikal bir biçimde ortaya koymasına fırsat vermesidir. Dünyanın -ne çözümlemeyle ne de benzerlikle çözülemeyecek olan bu herhangi şeyin- nesnel olmadığını, paradoksal bir biçimde ortaya koyan şey fotoğraf objektifidir. O, bizleri benzerliğin ötesine, gerçeklikle ilgili gözaldatmacanın bağrına götüren tekniktir. Teknikle oynanan bu gerçekdışı oyunun yanı sıra aynı teknikle elde edilen dekupaj, hareketsizlik, sessizlik, hareketi görüngüsel bakımdan indirgeyen fotoğraf en saf ve en yapay imge olarak dayatır kendini.
Böylelikle tekniğin bakış açısı dönüşüme uğrar, ikili oyunun oynandığı bir alana, yanılsama ile biçimleri büyüten aynaya dönüşür. Teknik cihazlarla dünya arasında bir suç ortaklığı, «nesnel» teknik ile nesnenin kendi gücü arasında bir yakınsama kurulur. Ve o andan itibaren fotoğraf çekme eylemi, bu suç ortaklığına sızma sanatı olmaktan ibaret kalır; süreci egemenlik altına almak için değil ama, onunla oynamak ve oyunların henüz oynanmadığı düşüncesini aşikâr hale getirmek için. «Üstünde konuşulamayacak olan şeyi susturmak gerekir» -ne var ki onları imgelerle susturabiliriz.
Gürültü, söz, söylenti karşısında fotoğrafın sessizliğiyle direnmek - hareket, her tür akış ve ivmelenme karşısında fotoğrafın hareketsizliğiyle direnmek - zincirlerinden boşalmış iletişim ve bilgi karşısında fotoğrafın esrarıyla direnmek - anlamın ahlâki buyruğu karşısında anlam kazanmanın sessizliğiyle direnmek. Her şeyin ötesinde, imgelerin otomatik olarak sel gibi akması karşısında, hiç durmadan art arda dizilişleri karşısında direnmek; çünkü burada kaybedilen şey yalnızca nesnenin ana hatları, onun dokunaklı ayrıntıları (punctum) değil, burada fotoğrafın derhal tamamlanan, tersinmez ve bu anlamda her zaman nostaljik olan ânı da kayıplara karışıyor. Anlık olma özelliği, gerçek zamanın eşzamanlı olma özelliğinin tam karşıtı. Gerçek zamanda üretilen ve gerçek zamanda yavaşça yok olan imgelerin akışı bu üçüncü boyut, yani anın yarattığı boyut karşısında tamamen kayıtsız kalıyor. Görsel akış yalnızca değişimi kabul ediyor ve imgenin, imge haline dönüşmeye bile zamanı kalmıyor. İmge olabilmesi için, imgenin her şeyden önce imge halini alması gerekiyor ve bunun gerçekleşebileceği tek ortam, dünyanın hep kaynaşma halindeki işleyişinin yarattığı geciktirim ortamı ile arınma stratejisi ortamı. Anlamın muzaffer epifanisinin’ yerine, nesnenin ve onun görünümlerinin sessiz apofanisini koymak.
Anlam ve anlamın estetiği karşısında nesnenin sadakatini bulmak; sadakate kavuşmuş, yani kendi derinliklerindeki özelliklere kavuşmuş imgenin yıkıcı olması işlevi de bu noktada başlıyor:
Gerçekliğin yok oluşunda büyülü bir işlemciye dönüşüyor. İmge de, bir bakıma, bu gerçekliğin mevcut olmadığını maddi olarak ifade ediyor; «o kadar da aşikâr olmayan ve hiçbir şeyin gerçek olmadığını sezdiğimiz için bu kadar kolay kabul edebildiğimiz» bir gerçeklik bu (Borges).
Zamanımızın özel efekti, Polaroid: Burada obje ile onun görüntüsünü neredeyse aynı zamanda tutmak söz konusu; sanki içinde her objenin gözümüzle gördüğümüz kendi kopya ve negatiflerini ürettiği ışıkla ilgili eski fizik ya da metafizik yasası gerçekleşiyor. Bu bir düş. Bu büyülü bir sürecin optik açıdan gerçekleştirilmesi. Polaroid fotoğraf gerçek objeden düşen esrimiş bir film gibi.
Yokoluş Sanatı
Üretme sorunu (metin ya da imaj) o denli önemli değil artık. Daha doğrusu her şey yokoluş (disappearance) sanatının ekseni etrafında olup bitiyor. Bu yokoluş, dünya, görünür nesne ya da Öteki yerine ikame, bir tür iz bırakmadır. Bu da aslında, Öteki'nin kendi yokoluş tasarımı üzerinde (yokoluş oyununun kurallarına göre) var olabilmesinin tek yoludur. Kişi üretim adına ne getirirse getirsin, kesin olan şey, kendi imajının ötesine geçemeyeceğidir, Aynının yayılmasıdır bu. Yokoluşun başatlığından (birinin yokoluşundan) gelen, gerçekte Öteki'dir.
Fotoğrafın şaşırtıcı gücü, yazının gücünün çok ötesindedir. Bir metin ender olarak, fotografik nesnenin; gölge, ışık, ya da malzemenin aynı andalığı, aynı somutluğu ve aynı büyüleyiciliğini gösterebilir. Gerçek bir metin en azından (mantık dışı, parlak, öteki manifestosu gibi) kanıtlar üzerinde durmaktan çok benzerlik (benzerlik ideolojisi) üzerinde oynar. Oysa fotoğraflar, ender de olsa bir büyüyü somutlar. Örneğin bir kişi, Nabakov ve Gombrowicz'in yazılarında bunu hissedebilir, temel yönelimlerin düzensizliğini, niteliksizliğin gevşeyen-gerilen şiddetini ya da evrenin ciddiye alınmayan erotik enerjisini yeniden keşfedebilir.
Fotoğraflaşan her nesne basitçe her şeyin kayboluşundan arta kalan bir izdir. Bu, kavranamaz bir karmaşa içindeki -dünyadan arta kalandan çekilmiş, dünyadan arta kalanda namevcut- dönüşümlerden sonra fotoğraflanan, sadece şu ya da bu nesnenin yanılsamalı projeler dünyası için neredeyse nihai bir çözüm ve neredeyse mükemmel bir suçtur. Bu karmaşık nesnenin yükselişiyle -ki bu, hiçbir anlam taşımayan benzersiz bir radikal beklentidir- kişi engellenmemiş bir dünya görüşüne sahip olur.
Öyleyse fotoğraf, kişi ve dünya arasına kendisini sokan her şeyi yok etme sanatıdır, bu namevcut dünya ayrıntılarda sunulmuş ve ayrıntılarla güçlenmiştir (Aynı şey yüz için de geçerlidir; yüzün ayrıntıları öznenin mevcut olmayışını anlaşılır kılar, bu öznenin namevcutluğu olmadığı zaman fotoğraf iyi bir fotoğraf değildir). Edebiyatta güzel duyarlıklar peşine düşmek gibi, bir imgede, ifade ya da benzerlikle ilgilenmek o kadar da önemli değildir.
Bu bağlantısız ayrıntılar bir tür zihinsel jimnastikle, şeytani bir düşünce ile de ortaya çıkabilir. Bu durumda, herhangi bir dirençle karşılaşmayan teknik uygulamalar, belki bazı hileli türleridir. Söylem ve kavram alanında varolana kadar nesneler etraftaki her şeyle bağlantılıdır. Tümüyle basit bir nesne olduğu ölçüde de tanımlanamayan bir yanılsama.
Psikolojik olarak 'layıkıyla' yoğunlaşmamış kişiler üzerine odaklanmak oldukça güçtür. Nesne lensin (objektifin) titremesine neden olur. Bu yüzden ben çok ender olarak bir kişiye odaklanırım. Benim çekingenliğimden öte bu belki de, her insan varlığının karmaşık bir senaryo mekânı olması nedeniyle, -en basit senaryoda bile- lens şekli bozar ve onun karakterini büyük ölçüde yok eder, oysa tersine kamera, genelde imgeyi idealleştirir ve yüceltir. İnsan varlığı maskelidir ve işin en zor yanı onların gerçek görünümlerini ya da andıranını, maskelerinde yakalandıkları gibi değil, gizli kimlikleri ya da benlikleriyle ortaya çıkarmaktır.
Yolculuğa, yolculuğun anamorfozuna fotoğraftan daha yakın ne var? Yolculuğun, kökenine daha yakın olan ne var? Fotoğrafın yaban ve ilkel olan her şeyle, en temel egzotizmle, nesnenin, ötekinin egzotizmiyle yakınlığı buradan gelir.
En güzel fotoğraflar yabanılların doğal çevrelerinde çekilmiş olanlardır. Çünkü yabanıl her zaman ölümle karşı karşıyadır, objektifi de tam olarak ölüm gibi karşılar. O, ne bir gösterişçidir ne de umursamaz biridir. Hep poz verir, yüzleşir. Onun zaferi, teknik bir işlemi ölümle yüz yüzeliğe dönüştürmesidir. Yabanılları böylesine güçlü, böylesine yoğun fotoğraf nesneleri yapan budur.
Objektif, bu pozu, ölüm karşısındaki nesnenin bu kışkırtmacı müstehcenliğini artık yakalayamadığında, Özne objektifin suç ortağı olduğunda, bizzat fotoğrafçı da öznelleştiğinde, o zaman büyük fotoğrafçılık oyunu sona erer. Egzotizm ölmüştür. Bugün objektifin suç ortağı olmayan bir özne, hatta bir nesne bulmak bile çok güçtür.
Çoğunlukla buradaki yegâne sır, insanların nasıl yaşadıklarını bilmemeleridir. Bu sır onları, eğer iyiyse fotoğrafın kaçırmayacağı belli bir gizle, belli bir vahşilikle taçlandırır. Kim olduklarını bilmemelerine, nasıl yaşadıklarını bilmemelerine ihanet eden yüzlerdeki o saflık ve yazgı pırıltısını yakalar fotoğraf. Kurnaz, her şeyden haberdar, içe dönük, kendisiyle ilgili ve böylelikle de sırrı olmayan bu dünyanın ırkında tamamen eksik olan bu güçsüzlük ve şaşkınlık pırıltısı. Bu tür halklar için fotoğraf acımasızdır.
Fotoğrafik olan şey, yalnızca tecavüze uğramış, suçüstü yakalanmış, kendi iradesine rağmen açık edilmiş ve ortaya çıkarılmış olan şeydir; ne imgesi ne de kendi bilinci olduğundan hiçbir zaman temsil edilmemiş olan şeydir. Yaban ya da bizim yabanıl yanımız kendini yansıtmaz. Kendisine yabanıl biçimde yabancıdır o. En çekici kadınlar kendilerine en yabancı olanlardır (Marilyn). İyi fotoğraf hiçbir şey göstermez, o gösterilemezliği, kendine (kendi bilinci ve isteğine) yabana olanın başkasılığını, nesnenin kökten egzotizmini yakalar.
Yabanlar gibi nesneler de bizden daha fotojenik ve Ruhbiliminden ve içe dönüklükten anında kurtulmuşlardır. Böylelikle objektifin karşısında tüm çekiciliklerini korurlar.
Fotoğraf bizim yokluğumuzda dünyanın durumunun hesabını verir. Objektif bu yokluğu araştırır. Heyecanlı ve dokunaklı yüzlerde ya da bedenlerde bile araştırdığı şey yine bu yokluktur. Yani en iyi fotoğrafı çekilebilen varlıklar, kendileri için ötekinin var olmadığı ya da artık var olmadığı varlıklardır (yabanıllar, sefiller, nesneler). Yalnızca insanlıkdışı olan fotojeniktir. Karşılıklı bir şaşkınlığın, böylelikle de dünyayla bizim aramızdaki karşılık suç ortaklığının işlemesinin bedeli budur.
Fotoğraf, bizim cin çıkarmamızdır. Yabani toplumun maskeleri, burjuva toplumunun aynaları vardı, bizimse imgelerimiz var. Teknik yoluyla dünyayı zorladığımızı sanıyoruz. Oysa teknik yoluyla bize kendini dayatan dünyadır ve bu tersyüz oluşa bağlı sürpriz etkisi de dikkate değer.