Charlie Chaplin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Charlie Chaplin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Chaplin'i Hatırlamak

Limelights / 1952

Charlie Chaplin... Filmlerini Schopenhauer’a, Nietzsche'ye, Spinoza'ya bağlayan, Shakespeare'le aynı kefeye koyan, izlediğim her filminde biraz daha yaşlandığına tanık olduğum bu adamı çok seviyorum. (Bazin'in deyimiyle amatör bir keman ve piyano müzisyeni, acemi bir filozof ve yazar olan Chaplin'i); onun trajik ve coşkulu kişiliğinde çok şey buluyorum.  Limelights bu bakımdan unutulmaz bir filmdir. Artık sesli sinema dönemindeyiz ve Chaplin de konuşmaya çok hevesli:

Thereza  - Savaşmaya değer ne var?

Chaplin - Gördün mü, itiraf ettin. Savaşmaya değer ne varmış. Her şey! Yaşamın kendisi. Bu yetmez mi? Yaşamak, ızdırap çekmek, zevk almak. İşte hayat. Yaşam güzel ve muhteşem. Deniz anası bile bunu bilir. Senin sorunun savaşmaktan vazgeçmiş olman. Devamlı hastalık ve ölümü düşünüyorsun. Anlasana. Ölüm gibi kaçınılmaz bir şey daha var. O da yaşam, yaşam. Evrenin gücünü düşün.
Dünyayı döndürüyor, ağaçları büyütüyor. Senin içinde de aynı güç var. Eğer kullanma cesaretin ve iraden olursa.

Thereza  - Niye ölmemi engellediniz?

Chaplin -  Aceleniz ne? İnsan bilincinin gelişmesi milyonlarca yıl aldı. Bir anda yok etmek mi istiyorsunuz? Varoluş mucizesi...evrende herşeyden daha önemli. Yıldızlar ne yapabilir? Sadece eksenlerinde dururlar. Ya güneş? 450 bin km mesafeye alev fışkırtır. Matah mı yani? Bütün natürel kaynaklarını harcamak. Güneş düşünebilir mi? Bilinci var mı? Hayır, ama sizin var. Bugün varsın, yarın yoksun.

Thereza  - Beni niye kurtardınız? Ölseydim sorun bitecekti.

Chaplin - Saçmalamayın. Yaşıyorsunuz ve bundan faydalanmaya bakın. Söyleyin bana yaptığınızın sebebi nedir?

Thereza  -  Herşeyin anlamsızlığı. Çiçekler bile, müzik bile anlamsız. Hayatın gayesi, manası yok.

Chaplin - Hayata niye anlam arıyorsun? Hayat bir istektir, anlam değil. Arzu, tüm hayatın konusu bu. Bir gülün, gül olabilmek için yaşamayı istemesi gibi. Bir kayanın kendisini koruyup hep kaya kalmak istemesi gibi.

Bu sahnede elleri ve yüzünü kullanarak öyle güzel gül ve kaya taklidi yapar ki hayran kalırsınız.





Ama asıl güzel olan birazdan Chaplin'den gelecek olan hem komik hem hüzünlü itiraftır:


Biliyor musun der kendi kendisiyle yüzleştiği bir anda, sana öğüt ve moral vermek beni de etkiledi; söylediklerime ben de inanmaya başladım.

Modern Times için bestelediği Smile şarkısında da,


 The Circus'un girişinde yer alan Swing Little Girl şarkısında da yaşam muştucusu hep aynı acemi filozofu bulursunuz.


Filmlerini izleyeli belki, uzun zamanlar oldu, ama Chaplin'i hatırlamak her daim iyi.


Charlie Chaplin Leaving America

1957

Charlie Chaplin ile çalışabilmek için çok uzun süre uğraşmıştım. Bir gün beni aradı. Çok heyecanlandım. Resimlerini çektikten sonra bana “Senin için başka bir şey yapabilir miyim?” diye sordu. Tabii ki kabul ettim. Chaplin işaret parmaklarını şeytan boynuzu gibi başının iki yanına dayadı ve makineye baktı. Önce vahşi bir yüz ifadesiyle, daha sonra sırıtışla.

O zamanlar bilmediğim Chaplin’in benim atölyemde saklandığıydı. Senatör McCarthy’nin komünist avcıları onu rahatsız ediyorlardı. Ertesi gün Amerika’yı ebediyen terk etti. Portre, Chaplin’in ABD’deki son mesajıydı:

 “Benim nasıl bir şeytan olduğumu görün”

 Bu fotoğrafın sorumluluğu bana ait değil. Benim için, insanın hayatı boyunca sadece bir kez alabileceği bir hediyeydi.

*
Richard Avedon

Discovering Chaplin

Charlie Chaplin'in Yaşamı

Ortaçağın büyük yapıtlarının, gotik katedrallerin çoğunun mimarları belli değildir. O görkemli yapıtlar, aralarında şimdi adlarını kimsenin bilmediği mimarların da bulunduğu halk kitlelerinin çabalarıyla yükselmiştir. Ben, Charlie Chaplin'i o mimarlardan biri gibi düşünüyorum. Yirminci yüzyılın sanatı olan sinemanın o görkemli yapısını milyonlarca seyirciyle birlikte buluşturan, tüm renkli yaşamına rağmen kendi bireyselliği, yarattığı tipin gölgesinde kaybolup giden bir usta.

Şimdi Şarlo ile ilk kez nasıl karşılaştım diye hatırlamaya çalışıyorum ama olanaksız. Şarlo tıpkı bisiklet ve uçak gibi, dünya savaşları ve ihtilaller, radyo- Tv ve Ay'a yolculuk gibi yaşamımıza günlük anlamda karışmış olgulardan biriydi. Şarlo hemen hemen hiç kimse için İsviçre'nin Vavey kentinde oturan, bir düzine çocuğu olan cimri ve aksi ihtiyar adam değildi. Şarlo, çağdaş -sevinç düşünce ikilisinin bir imgesi, sinema deyince aklımıza gelen görüntü idi. En azından bizim için, yani doğum yılları, ilk yarısına düşenler için bu böyleydi.

Şarlo'nun görüntüsü ile birlikte düşünemediğimiz bir olay neredeyse yok bizler için: Yoksulluk ve göçler, savaşlar, otomasyon, ekonomik bunalımlar, çılgın zenginlikler, işsizlikler, çağdaş şiddet, yani devlet, yani polis The Kid'de, The Immıgrant'da, The Great Dictator'da, Modern Times'da, City Lights'da, Easy Street'de, A Dog's Life'ta, Monsieur Verdoux'da kendi gerçek görüntülerini bulurlar.

Charles Chaplin'in sinemaya getirdiği iki büyük katkı var: Bunlardan birincisi Mack Sennet, Buster Keaton gibi öbür büyük güldürü ustaları ile birlikte, burlesk'in toplumsal eleştiri gücünü ortaya koyuşu, ikincisi ise Eısensteın ve Grıffith ile birlikte, sesli filmin henüz ortaya çıkmadığı dönemde, sinemanın görsel dilini müthiş bir etkinlikle geliştirip kullanışıdır.

Charles Chaplin, başta kapitalist Amerika olmak üzere, tüketim toplumlarının iki yüzlü ahlakını temsil edenlerin başlıca düşmanlarından biriydi. Bu toplumların sömürgen yapılarını, insanlık*dışı şiddetini, ikiyüzlü ahlakını hemen her filmiyle eleştirmiş, gag'larında birer tokat gibi yapıştırmıştı suratlarına.

Kendi yarattığı tipin vazgeçilmez özelliklerinden "badem bıyığı" benimsemesinden ötürü, Hitler için "Şarlo'nun berbat bir taklididir" diyen faşizmin en yaman düşmanlarından biri olan Chaplin, yüzyıla yaklaşan mücadelesini bitirdi. Güldürünün eleştiri gücünü ortaya koymakta ona yaklaşan biri de çıkmadı henüz sinemalarda.

Chaplin yılar önce Eli Faure ve Louis Delluc'ün yazdıkları gibi, sinemanın Shakespeare'i miydi pek bilemiyorum. Ama, örneğin 21. yüzyılın yeni bir sanatını simgeleyen biri için,  yeni yüzyılımızın Şarlo'su diyenler çıkacaktır.  


Yazı: Onat Kutlar




Şarlo'dan Kalan


"Onurlu Bir Sanat Yaşamı,
 Bir Sevgi ve Gülümseme Çizgisi"


Charles Spencer Chaplin (1889 - 1977)


Paris'te  bir süre kaldıktan sonra, karısı Oona ile birlikte Avrupa'nın çeşitli yerlerinde gezintiler yaptılar. Şöyle diyordu Şarlo:

"Ben artık bir sinema tanrısı değilim. Birtakım insanların hırslarının ve saldırganlıklarının hedefi de değilim... Karısı ve çocukları ile tatile çıkmış evli bir adamım.... Şimdi tam mutluluğun ne demek olduğunu yeni yeni anlıyorum. Hüzne çok yakın bir şey... Yani mutluluk."


Bu yolculuklardan sonra, yılbaşında, artık yerleşmeye karar verdi.

Ve Kennigton Road'ın yoksul çocuğu, 150.000 sterling ödeyerek, İsviçre'de Leman Gölü kıyısında, Corsier'deki eski Amerikan elçisine ait, 19. yüzyılda kalma bir malikaneyi satın aldı. 16. Louis stili mobilyalarla döşenmiş olan bu büyük köşkte, birçok antik eşya, müzelik tablolar, Azay porselenlerinden bir koleksiyon ve muhteşem bir kitaplık vardı.

Chaplin with family

Charlie Chaplin'in, sevgili karısı Oona ile, iki yılda bir sayısı artan çocukları ile, arada sırada kendisini ziyaret eden ve aralarında Churchill, Jean Cocteau, Ağa Han, Chou En Lai gibi ünlüler gibi konukları uzun ve sessiz yıllar geçirdiği bu "malikane"de günlük yaşamının ayrıntılarını bize sekreterlerinden biri, Isobel Peluz anlattı. New York'ta bir Kral filminin senaryo hazırlıklarına katılmak üzere angaje edilen, bir yıl sonra da çalışmanın ağırlığı ve paranın azlığı nedeniyle istifa edip Chaplin'i mahkemeye veren Peluz, şöyle diyor:    

"Bütün bir sabah çalışırdı Chaplin. Mutlak bir sessizlikte. Sessizliğe öyle dikkat ederdi ki, çocuklar penceresinin önünde oynayamazlar, üst kattaki salonda dolaşamazlardı. Sadece çocuklardan değil, köpek ve kedilerin ayağına dolaşmasından da hoşlanmazdı. Kedileri biraz daha fazla severdi. Bir de kokulardan, özellikle çiçek kokularından nefret ederdi. Odasında ve malikanesinde çiçek istemezdi. Onların kendisini boğduğuna inanırdı. Evinde "Büyük bir diktatör"dü. Her şeyle ilgilenir, en küçük detaylarla uğraşırdı. Çalışması yoğun, aralıksız, nefes aldırmayacak kadar hızlı, dramatik ve kusursuzdu. Hazırladığı ve düşündüğü her sahneyi oynardı. Derinlemesine anlamda bir komedyendi. Onun bir gün, şöminenin üstündeki saatin bronz sarkacına bir kadına sarılır gibi sarıldığını ve kırk kez "I love you... I love you.." dediğini hatırlıyorum. Ben de arkasından koşturarak bu kırk cümleyi stefano etmek zorundaydım. Sonra bahçeye fırlıyordu. Ben de ardından. Heyecanlı cümleler söylüyordu, tekrar şömineye ve sarkaca dönüyor, yeniden birçok kez "Seni seviyorum" diyor, ben de bütün bunları not ediyordum.

Büyük sanatçının huzursuzluğu, tedirginliği, Oona'yı görünce sona ererdi. Corsier'de, Anoir le Ban Şatosu'nda geçirdikleri yıllar boyunca birbirlerine olan sevgileri hiçbir zaman eksilmedi. Chaplin 75 yaşındayken bile, birçok kez onları büyük salonda tutkuyla öpüşürken gördüm. Benim salona girdiğimi fark ettiklerinde bile hiç aldırmadılar."


Charlie working at home, c. 1952

Sanırım bu mutluluk ve tamamlanmamışlık yılları, Şarlo'nun sanat yaşamını olumsuz biçimde etkiledi.  Sanatında aradığı mükemmelliği yaşamında bulmuştu. Bu dönemde yarattığı yapıtlar, olgun bir büyük sanatçının derin yaşam deneyimi ve felsefesini değil, onun küçük tutkularını, eski kızgınlıklarını yansıtıyordu. Bu nedenle eleştirmenler de, sinema tarihçileri de New York'ta Bir Kral ve Hong Kong'lu Kontes' üzerinde fazlaca durmadılar. 

Büyük sanatçı geçtiğimiz hafta Vavey'deki şatosunda öldüğünde yüzünde bir dinlenmişliğin anlatımı vardı. Son zamanlarda artık görmeyen gözlerini, evrenin karanlık sinema salonundaki öbür beyazperdeye açmış, ölümsüzlüğün renklerine bakıyordu. Artık, ne yoksulluk, ne zenginlik, ne düşmanlık vardı. Kendi isteklerine uygun olarak, hiçbir gazetecinin ve konuşmacının alınmadığı mezarlık yolunda, eski bir cenaze arabasının ardında Oona ile çocukları yürüyordu. Yağmur yağıyordu ve Oona'nın kafasında Chaplin'in Otobiyografi'sindeki şu cümleler geçiyordu:

"Vavey'in dar kaldırımlarında, benim önümden geçerek yürürken, onun ince siluetini, arkaya dümdüz taranmış ve yer yer gümüş tellerle süslü saçlarını, onurlu yüzünü görünce birden bir aşk ve hayranlık seliyle boğuluyorum... Onun kim olduğunu, benim için ne olduğunu düşününce yüreğim sıkışıyor."


Genç Gazeteci "Ardında onurlu bir sanat yaşamı, bir sevgi ve gülümseme çizgisi bırakarak öldü" diye düşündü. "Şimdi cenaze törenini nasıl olsa fark etmez..."   


Onat Kutlar'ın
 yazısından

Limelights (1952, Charlie Chaplin)



Eski ve yaşlı pandomim ustası Calvero, genç sevgilisi Terry'ye bir gülün açılışını ve soluşunu gösterdi.
  (bkz:Limelights - Charlie Chaplin) Sonra bir kayanın kapanışını... Bir Japon ağacını... Terry hayran oldu ona. Bir çocuk gibi seviniyordu. Calvero, yüreği iyilik kafası düşüncelerle dolu, odasına gitti, yattı. Güzel bir düş gördü o gece. Calvero, bir sahnede, ilkbaharda çiçekler topluyordu. O kadar seviyordu ki çiçekleri, komik bir tavırla yiyordu onları. Bir şarkı söylüyordu. Aşk üstüne. Ve.. ve yalnız değildi. Terry de vardı sahnede. O da onunla dans ediyordu. Aşk... Aşk... Aşk... diyordu Calvero durmadan.

Calvero'nun öyküsü, yani Sahne Işıkları ve onun Şarlo tarafından bizzat bestelenmiş müziği özellikle, Avrupalı seyircileri büyüledi. Limelight, Chaplin için "Kuğunun ölüm şarkısı" idi sanki. Tüm duyarlığını, tüm sevgisini, insancıllığını koymuştu. Biraz duyguluydu belki. Ama küçüklüğü, soytarılar, yoksul pantomimciler, şarkıcılar, müzikhol artistleri arasında geçmiş, laterna müziğiyle büyümüş biri için bu duygusallığı hoş görmeli. 
(Onat Kutlar)  

Modern Times (1936, Charlie Chaplin)


Chaplin, Great Dictator'de Hinkel'in konuşma sahnesinde yaptığı gibi 
Modern Times'ın sonunda yer alan bu sahnede de anlamı olmayan seslerden
 türettiği bir şarkıyı okumakta, tabi olağanüstü bir pantomim gösterisi ile birlikte:  




tomorrow the birds will sing

City Lights filminde Şarlo intihar etmek üzere olduğunu anladığı adamı görünce ellerini kavuşturup gökyüzüne doğru bakarak yapma der; ara yazılar görünür: yarın kuşlar ötecek, tomorrow the birds will sing, cesur ol, be brave, yaşamla yüzleş, face life...

Benzer bir şekilde son filmlerinden Lime Lights'ta da yaşamın bir anlamı kalmadığı için ölmek istediğini söyleyen kadınla aralarında geçen unutulmaz diyaloglar vardır. Artık sesli sinema dönemindeyizdir tabi ve Chaplin konuşmak için fazla heveslidir.

Kendisi gibi dinsiz - din dışı birisi olan Şarlo'yu ve bir sanatçı olarak Chaplin'i, (Bazin'in deyimiyle amatör bir keman ve piano müzisyeni, acemi bir filozof ve yazar olan Chaplin'i) ona karşı giderek artan, kişiselleşen ilgi ve sempatimle birlikte sevmemin nedeni sanırım buydu, Circus'un başına koyduğu duygu yüklü sesinden dinlediğimiz yaşam muştulayan Swing Little Girl bestesinde; Modern Times'da, City Lights'da, otobiyografisi Lime lights'da acemi filozofluğa soyunduğu bu hali, trajik ve coşkulu kişiliği...








Smile!


Şarkının sözleri Charlie Chaplin'e ait, bağlantıda parçanın Modern Times filminin
 soundtrack'inde yer alan theme hali de var, videoda Modern Times filminin sonundan bir parça
 ve Nat King Cole'un yorumuyla Smile:


Smile though your heart is aching
Smile even though it's breaking
When there are clouds in the sky, you'll get by
If you smile through your fear and sorrow
Smile and maybe tomorrow
You'll see the sun come shining through for you

Light up your face with gladness
Hide every trace of sadness
Although a tear may be ever so near
That's the time you must keep on trying
Smile, what's the use of crying?
You'll find that life is still worthwhile
If you just smile

That's the time you must keep on trying
Smile, what's the use of crying?
You'll find that life is still worthwhile
If you just smile



Charlot, alone


Charlot, sinemanın en yalnız insanı...
 Charlot var olduğundan bu yana diyor Andre Bazin, ve ekliyor: (ama onun varoluşu belli bir zaman dilimiyle nasıl sınırlanabilir?) 
- aynı şekilde Chaplin'e olan hayranlığımız da belli bir zaman dilimiyle sınırlanamaz, ölene dek Chaplin hayranıyız! 





In Memory Of Charlie Chaplin (1889 - 1977)

Hayatının son yıllarında tamamen içine kapandı.Annem çok üzülüyordu. Bir zamanlar çok canlı ve çok önemli biri olan babamın öylece eriyip gitmesi onu çok üzüyordu. Ama babam huzurlu görünüyordu.Yavaş yavaş kendini geri çekiyordu ve ölümü de bu çekilişin son aşaması oldu. Onunkisi yüzyılın yüzüydü. Onunkisi yüzyılın hayatıydı. Arzusu ve enerjisiyle, ve tabii dehasıyla kendi zamanının sevinçlerini ve acılarını anlatmıştı Ve aşklarını ve dehşetini ve tabii bulabildiği komik yanları.Mükemmel değildi. Huzursuz ve acı çeken bir adamdı.
Kısaca, o da bir insandı ama bize kendi insanlığımızı anlatma yetisiyle donanmış bir insan.

Michael Chaplin




"Tek kurtuluş, yalnızlık. O zaman da hayal dünyası en büyük gerçeklik; gerçek dünya ise bir yanılsama oluyor. Kütüphaneme gidiyor ve büyük soyut düşünürlerle yaşıyorum -Spinoza, Schopenhauer, Nietzsche ve Walter Pater.


Varoluşun amacı nedir? Bilmiyorum. her şeyi olduğu gibi kabul ediyorum. İnsanın kendini bu tip sorgulamalara adamasının ne değeri var ki? Burada olmamız, daha önce olan her şeyin sonucunda bizim ortaya çıkmış olmamız yeterli. Yarın ne olacağının ne önemi var? Biz söz konusu olduğumuz sürece, bizler çağların tacıyız. Her birimiz kendimizi, evrim sürecinin kusursuz birer meyvesi sayabiliriz. Yaşamak için bu dünyadayız -bu yeterli."  

Ben 'hayaletlere' inanmıyorum. Ne kafamda, ne de orada dışarıda hayalet var. Ruhsallığa inanmıyorum ve açıkçası ölümden sonraki hayata da inanmıyorum. Hayat buradaki haliyle yeterince ilgi çekici -elimizden geldiğince faydalanabilelim bu hayattan."

Charles Spencer Chaplin
(1889 - 1977)



Andre Bazin'den Charlie Chaplin

Şarlo bir yerlere gitmelidir, daima. 




Günümüzde, antik kahramanları, tamamlanmış, yani serüvenleri ve trajik olayları nihai olarak belirlenmiş edebi eserlerden tanımaktayız. Şarlo ise her an yeni bir filme konu olma özgürlüğüne sahiptir. Yaşayan Chaplin, Şarlo tiplemesinin yaratıcısı ve kefili olmaya devam ediyor.

Chaplin'in en iyi filmlerinin, tekrar tekrar seyredilebilmesi anlamlıdır. Bu hiç kuşkusuz, belli gaglardan kaynaklanan seyir zevkinin tükenmeyecek kadar yoğun olmasına, ama özellikle de onun güldürü türünün ve estetik değerinin sürprizlere dayalı olmamasına bağlıdır. Sürpriz, ilk seyirden sonra yerini daha çok incelmiş bir zevke bırakır. İşte bu, mükemmelliğin yeniden keşfidir!

  Her başyapıt, çeşitli anlatım yollarıyla doğrulanabilecek, bitmek tükenmek bilmez bir objedir. Chaplin'in fikirleri, Homer'in veya Shakespeare'in fikirlerinden daha önemli değildir. Önem taşıyan bizzat yapıtların kendisidir!

Andre Bazin
(Es Yayınları, Bir Charlie Chaplin Kitabı isimli
kitaptan)

Chaplin & Charlot


"Anlatacak çok şey yok, yirmi beş yıl önce bir Londra banliyösünde doğdum. Başka yapacak bir iş bulamayacakmışım hissine kapıldığımdan sahneye çıktım. Hem babam hem de annem sahnedeler, aile ağacının izini sürebildiğim kadarıyla bütün atalarım da sahnedeymiş. Sahnede doğdum denebilir."




"Kesinleşmiş, iyice belirginleşmiş silüetim, ilk bakışta tanınacak bir görünüşüm yoktu henüz. Bazen bir keçi sakalı takarak, upuzun bir şapka, cilalı kunduralar ve gri bir redingot ile oynuyordum... Ancak birkaç hafta sonradır ki, sahneyi bıraktığım zaman çıkarıp bir yana koyduğum müzikhol giysilerimi ilk filmimde tekrar giydim. Ondan beri, bu giysileri çıkarmaz oldum. Bu Tramp =avare, kopuk, giysileriyle çalışmaya başlar başlamaz daha bir rahatlık duyar olmuştum. Köşe başlarını dönerken tek ayakla koşma numarasını da o zaman buluverdim."


Şarlo'da giysi ile kişilik birbirlerine çok yakından bağlıdır ve biri ötekini belirler. 

Bu giysi sokaktaki adam anlayışımın anlatımında bana yardımcı oluyor. Bununla herhangi bir insanı ya da doğrudan doğruya kendimi anlatabiliyorum. O çok ufak melon şapka soylu görünme çabasıdır. Büyük bir övünme aracıdır. Çok düğmeli dar ceket, baston ve tüm jestler, canlılık, gösteriş ve kibarlık izlenimini vermeye yönelir. Bu, dünyaya kahramanca karşı çıkmaktır, karşı çıkmaya çalışmaktır, bir anlamda blöf yapmaktır. Ve sokaktaki adam bunu bilir. Hatta bunu o denli bilir ki kendi kendisiyle alay edebilir ve kaderi yüzünden kendi kendine biraz da acır, acıyabilir.


Birçok kimse, canlandırdığım tipi nereden esinlendiğimi sormuştur. Tüm söyleyebileceğim şey şu: Londra'da oturduğum sırada orada gördüğüm birçok ingilizin karışımı, bireşimidir bu tip, bu fikrin kaynağı.

Şarlo'nun (Charlot) tariflere sığmaz pantolonu zihnimde geleneksele karşı bir başkaldırıyı, bıyığı insanın kendini beğenmişliğini, şapkası ve bastonu asilleşme çabasını, ayakkabılarıysa sürekli önüne çıkan engelleri temsil ediyordu. Ama gitgide daha insanileşmekte ve şeylerin özüne biraz daha yakınlaşmakta ısrar etti.




Konuşmadı, Ona nasıl bir ses vereceğimi hiç bilemedim. O cümleleri nasıl kurardı ki? Bu yüzden Şarlo bunu kabullenmek durumundaydı. Üzgünüm.

Her filmimde hayatımdan bir sahne vardır: Altına Hücum'da benden bir şeyler bulabilirsiniz. Bu filmin bir sahnesinde ben bir milyonerim. Yine de yerde duran bir izmariti almak için eğilmekten kendimi alamıyorum. Sanırım gençliğinde çok zorluklar yaşamış pek çok kişi böyle ani dürtülere kapılıyordur. Her gece bütün ışıklar sönmüş mü diye evin her tarafını gezen zenginleri düşünün. Oysa, ertesi gün bir seyahate çıkarken, sırf yatağında fazladan bir pamuklu yorgan bulunsun diye ve bunun gibi konforlar için, özel bir demiryolu aracı kiralayacaktır belki!


Filmlerimin hiçbiri için insanların -bir mendil çıkardı, katladı, başını eğip gözlerini sildi- işte bu. Muhteşem bir an dediğini sanmıyorum. Çünkü bardağı taşırmam. Sezdirmek, muhteşem ana, merhamet ve acıma duygularını uyandıracak o nihai ana yaklaşmak daha hoştur, ardından yolunuza devam edersiniz. Bardağı taşırmaktan nefret ederim, korkarım da.


Charlie Chaplin

"Swing Little Girl" By Charlie Chaplin


Swing little girl
Swing high to the sky
And don't ever look at the ground

If you're looking for rainbows
Look up to the sky
You'll never find rainbows
If you're looking down

Life may be dreary
But never the same
Some day it's sunshine
some day it's rain

Swing little girl
Swing high to the sky
And don't ever look to the ground

If you're looking for rainbows
Look up to the sky
But never
No, never
Look down


Charlie Chaplin playing the cello 1915

Charlie Chaplin & Buster Keaton

"Sahne ışıklarının büyüsünde ömür
geçer, yerini gençlik alır."

Buster Keaton ve Charlie Chaplin ilk ve son kez
Sahne Işıkları filminde biraraya gelmişler...



İyi niyetli bir inceleme, Chaplin'in Keaton'dan sonsuz büyük olduğu sonucuna götürür, çaresiz. Doğrusu istenirse, her türlü karşılaştırma boşunadır. Çünkü Latin duygusallığı Anglosakson kafasının tam zıddı olduğundan, yaradılışları huyları o kadar ayrıdır ki... Keaton'un sanatının günümüz duyarlığına daha iyi cevap verdiği doğrudur. Filmlerinin önceleme -filmi yönü ile, komik sahnelerinin anlamsız ve aşırı güldürücülüğü ile modern anlamsızlık saçmalık zevkine Keaton daha iyi uymaktadır. Ama daha önce de söylediğim gibi, nesnel dünyanın gizlerini ya da başkaldırışını  göstermek ve insanın mekanikleşmesinden yararlanmakla yetinen Keaton, hiçbir toplumsal görüşe, insancıl açıya varmaz. Kendisi de bir kukladır, deha sahibi bir kukla, filmlerinin değeri özellikle şahane bir gülüt tekniğinden ileri gelen bir kukla. Buna karşılık Şarlo'nun tükenmez zenginliği, çeşitliliği vardır ve iyi filmleri özlerinden hiçbir şey yitirmeden defalarca seyredilebilir.

Marcel Martin
(ŞARLO isimli kitaptan,
 Bilgi Yayınevi, 1972) 






Limelights (1952, Charlie Chaplin)


- Niye ölmemi engellediniz?


- Aceleniz ne?


- İnsan bilincinin gelişmesi
milyonlarca yıl aldı. Bir anda yok etmek mi istiyorsunuz?

Varoluş mucizesi...evrende herşeyden daha önemli. Yıldızlar ne yapabilir? Sadece eksenlerinde dururlar. Ya güneş? 450 bin km mesafeye alev fışkırtır. Matah mı yani? Bütün natürel kaynaklarını harcamak. Güneş düşünebilir mi? Bilinci var mı? Hayır, ama sizin var.

Bugün varsın, yarın yoksun.



- Beni niye kurtardınız?
Ölseydim sorun bitecekti.


- Saçmalamayın. Yaşıyorsunuz
ve bundan faydalanmaya bakın.


- Söyleyin bana.
Yaptığınızın sebebi...


- Evet...


- Nedir?


- Herşeyin anlamsızlığı. Çiçekler bile, müzik bile anlamsız. Hayatın gayesi, manası yok.


- Hayata niye anlam arıyorsun? Hayat bir istektir, anlam değil. Arzu, tüm hayatın konusu bu. Bir gülün, gül olabilmek için
yaşamayı istemesi gibi. Bir kayanın kendisini koruyup
hep kaya kalmak istemesi gibi.