Everett Ruess etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Everett Ruess etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kulübe Güncesi: Yabana Doğru

Into The Wild filmiyle sinemaya da uyarlanan Christopher Mccandles'ı trajik bir sona taşıyan hayatını anlatan kitabı yedi sekiz sene kadar önce okumuştum, bugünlerde bir göz atmak amacıyla tekrar aldım elime. Chris'le genel olarak çok uzlaşamamış ama kitapta öyküsü geçen ve yine yabanda yaşamı trajik bir sonla biten Everett Ruess'e dikkat kesilmiştim. Chris'in esin kaynaklarından biri de Thoreau'ydu, Aşağıda kitaptan yaşamının son günlerine yaklaşırken okuduğu Walden'dan bir bölüm var:


McCandless, Thoreau'nun Walden kitabını okumaya başladı. Yemek yemenin ahlakı üzerine düşüncelerin yer aldığı "Yüksek Prensipler" başlıklı bölümde, "Balığımı yakaladığımda, temizlediğimde, pişirdiğimde ve yediğimde, aslında karnımı doyurmamış gibiydi. Anlamsız ve gereksizdi; dahası astarı yüzünden pahalıya gelmişti," cümlesinin altını çizdi. Sayfanın kenarına "MUS" yazan McCandless, aynı paragraf içinde şu satırların altını çizdi:

Hayvani gıdalardan tiksinme, tecrübe kaynaklı bir şey değil, içgüdüdür. Mütevazı yaşamak ve güçlükle besin temin etmek birçok açıdan çok güzeldir, hiçbir zaman bu şekilde yaşamadım, ama hayal gücümü tatmin edecek kadar ileri gittim. Yüksek yetilerini ve şiirsel kapasitesini en iyi konumda muhafaza etmek isteyenlerin, hayvani gıdalardan ve her çeşit yiyeceğin fazlasından uzak durmuş olduğu kanısındayım...

Kulübe Güncesi: Everett Ruess

 


 Beni her zaman büyüleyen bu masalsı fotoğraf yirmi yaşında Utah'taki Davis Kanyonu'nda kaybolan ve bir daha haber alınamayan genç Everett Ruess'in. Bıraktığı son iz taşlara kazıdığı son ismi: Nemo. (Lat. Hiç kimse)

"Bir daha ne zaman medeniyete döneceğime gelecek olursak, bunun yakınlarda olacağını hiç sanmıyorum. Doğadan sıkılmış değilim; aksine tabiatın güzelliğinden ve sürdüğüm başıboş hayattan her geçen gün daha da keyif alıyorum. Bir ata semer vurmayı tramvaya binmeye, yıldızlarla bezenmiş açık bir gökyüzünü tepemde bir çatı olmasına, bilinmeze giden belirsiz, zorlu bir patikayı asfalt kaplı yollara, yabanda hayatın verdiği derin huzuru kentlerin tedirginliğine tercih ederim. Ait olduğumu hissettiğim ve kendimi etrafımdaki dünyayla bütün olarak algıladığım bir yerde yaşam sürdüğüm için beni suçlayabilir misin? Bana refakat edecek zeki varlıklardan yoksun olduğum doğru. Ama benim için gerçekten anlamlı olan şeyleri paylaşabildiğim o kadar az insan tanıdım ki, kendi içime çekilmem gerektiğini öğrendim. Bu güzellikle sarmalanmış olmak bana yetiyor... Senin dar tanımlamanla bile, yaşamak zorunda olduğun hayatın monotonluğuna, yavanlığına hiçbir şekilde dayanamayacağımı biliyorum. Asla durulmayacağım. Şimdiden hayatın derinliklerine dair fazlasıyla şey gördüm ve bundan bir adım geri atmaktansa, her şeyi yapabilirim. " ( 11 Kasım 1934 tarihli son mektubundan)


Everet Ruess için bak: 

https://kaotikbenlik.blogspot.com/search/label/Everett%20Ruess

Everett Ruess




"I kept my dream"


Hayatım boyunca yabanda yalnız bir gezgin olacağımı her geçen gün daha da çok düşünüyorum. Tanrım, patikalar beni nasıl da çekiyor. Bunun üzerimdeki karşı konulamaz cazibesini idrak etmeniz mümkün değil. Her şey bir kenara, yalnız başına yolda olmak en iyisi... Hiçbir zaman durmayacağım. Ve dünyadan göçme vakti geldiğinde, bunun için en vahşi, en yalnız, en ıssız yeri bulacağım.




Bu diyarların güzelliği artık benim bir parçam haline geliyor. Kendimi hayattan iyice kopmuş ve bir şekilde daha yumuşak başlı hissediyorum... Burada birkaç iyi arkadaşım olsa da aralarında neden burada bulunduğumu ya da ne yaptığımı gerçekten anlayan yok. Ama dar sınırlara sahip bir anlayıştan daha fazlasını taşıyan birileriyle de karşılaşmış değilim. Yalnız başıma çok ilerlemiş durumdayım. Çoğu insanın yaşadığı şekliyle hayat beni hiçbir zaman tatmin etmedi. Her zaman için çok daha yoğun ve zengin bir hayat yaşamak istedim.



Bu seneki yolculuklarımda çok daha fazla riske girdim ve hiçbir zaman yaşamadığım denli vahşi maceralar yaşadım. Nasıl da büyülü bir ülkeydi gördüğüm; uzayıp giden heybetli, çorak topraklar, gözlerden ırak ve yüksek platolar, parlak kırmızı kum çöllerinin üzerinde yükselen mavi dağlar, dip noktası ancak bir buçuk metre genişliğinde olan yüzlerce metre derinliğe sahip kanyonlar, isimsiz kanyonlar üzerinde yakalandığım ani sağanaklar ve sarp kayalık sakinlerinin bin yıl önce terk edilmiş evleri.


everett ruess

everett ruess


Fakat çıplak güzelliğe uzun zaman bakan kişi doğanın
asla dönemeyebilir cihana
ve ne kadar denese de,
boş ve nafile bulacaktır elindeki uğraşı
ve insan ilişkisini maksatsız ve abes
Tek başına ve kayıp,
ölmek zorundadır o güzelliğin sunağında

Everett Ruess (Dave Alvin Song)






Tanrım, vahşilik nasıl da çağırıyor beni
Yalnız bir başıboşun yaşamından başka bir yaşam olamaz benim için
Dayanılmaz bir cazibesi var
Tenha yol en iyisi benim için

God, how the wild calls to me.
There can be no other life for me but that of the lone wanderer.
It has an irresistible fascination.
The lone trail is the best for me.


*


Tek başıma,
ben omuzlayacağım gökyüzünü,
ve meydan okumalarla küfredeceğim
ve fatihin şarkısını haykıracağım dört rüzgârlara,
Yer, deniz, güneş, ay ve yıldızlar.
BEN YAŞIYORUM.


Alone,
I shoulder the sky,
And hurl my defiance
And shout the song of the conqueror
To the four winds,
Earth, sea, sun, moon, and stars.
I LIVE!



*


Tek sığınağı mühim olmayan şeyler,
zihni düşünmekten uzak tutan emek ve arkadaşlık
egosuna eski erkekliğini bir parça da olsa geri veren

Fakat çıplak güzelliğe uzun zaman bakan kişi
asla dönemeyebilir cihana
ve ne kadar denese de,
boş ve nafile bulacaktır elindeki uğraşı
ve insan ilişkisini maksatsız ve abes
Tek başına ve kayıp,
ölmek zorundadır o güzelliğin sunağında


Beauty isolated is terrible and unbearable,
and the unclouded sight other kills the beholder.
His only refuge is in insignificant things,
in labor that keeps the mind from thought, and in companionship
that gives back to the ego some of its former virility.

But he who has looked long on naked beauty may never return to the world,
and though he should try, he will find its occupation empty and vain,
and human intercourse purposeless and futile.
Alone and lost, he must die on the altar of beauty.



*


Anlatın açlıktan geberdiğimi,
kaybolduğumu,
bitkin olduğumu
Anlatın çöl güneşinde yanıp kör kaldığımı
yaralı, susuz, hasta
Yalnız, ıslak ve üşümüş olduğumu
fakat
yine de

rüyama sahip çıktığımı!


Say that I starved,
that I was lost and weary;
That I was burned and blinded by the desert sun;
Footsore, thirsty, sick with strange diseases;
Lonely and wet and cold,

but that I kept my dream!





EVERETT RUESS 
1914 - 1934

NEMO 1934

Davis Deresi yılın büyük bölümünde yalnızca incecik bir akıntıdır; bazen öyle sayılamaz bile. Yüksek bir kayalığın üzerine kurulu Ellimil Noktası denilen burcun dibinden çıkan dere, mütevazı miktardaki suyunu Glen Kanyon Barajı’nın yukarısında 300 kilometrelik alana sahip dev bir rezervuar olan Powell Gölü’ne dökmeden önce, Güney Utah’ın pembe kumtaşı topraklarında yalnızca altı buçuk kilometre boyunca ilerler. Davis Kanyonu neresinden bakarsanız bakın küçük fakat aynı zamanda çok güzel bir boşaltım havzasıdır; havzanın etrafındaki sert koşulların hüküm sürdüğü çorak araziden geçen gezginler yüzyıllardır yarığı andıran dar geçidin dibindeki vahaya bel bağlamıştır. Geçidin dimdik duvarlarını dokuz yüz yıllık ürkütücü petroglifler ve piktograflar süsler. Kayalara kazınmış bu eşsiz sanat yapıtlarının yaratıcısı olan ve çok uzun zaman önce dünyadan el ayak çekmiş Kayenta Anasazi kabilesinin döküntü taştan evleri, vadinin korunaklı kuytularında yer alır. Anasazi’den kalma antik çömlek parçaları, geçtiğimiz yüzyılın sonunda kanyonda hayvan sürülerini otlatan çobanların bıraktığı paslı teneke kutularla birlikte kumun içine karışmıştır.

Davis Kanyonu’nun büyük kısmı kaygan kayalık içindeki derin bir yarık olarak görünür, bazı yerlerde bir duvardan diğerine tükürebileceğiniz kadar darlaşır, yukarı doğru yükselen kumtaşından duvarlar kanyona geçişi engeller. Fakat en alçak bitim noktasında vadinin içine doğru gizli bir geçit açılmaktadır. Davis Deresi’nin Powell Gölü’ne aktığı hattın üst kısmında, doğal yollardan oluşmuş bir rampa kanyonun batı sınırında zikzak çizer. Derenin dibinden çok da yüksek olmayan bir noktada rampa sona ererken, neredeyse yüzyıl önce hayvancılıkla uğraşan Mormonlar tarafından yumuşak kumtaşının içine oyulmuş ilkel bir merdiven ortaya çıkar.

Davis Kanyonu’nun etrafını saran topraklar, aşınmış kayalarla kızıl kumlukların oluşturduğu uçsuz bucaksız, kuru bir arazidir. Bitki örtüsü zayıf, güneş ışınlarından kaçılabilecek gölgelik bir yer bulmak neredeyse imkânsızdır. Ama kanyonun içine indiğinizde, bir başka dünyaya adım atmış gibi hissedersiniz. Çiçek açmış hintinciri ağaçlarının ötesinde kavak ağaçları salınır, boy atmış otlar rüzgarla birlikte dalgalanır. Otuz metrelik taş kemerin dibinde, sego zambaklarının açtığı, ömrü bir gün olan çiçekleri görebilir; kanyondaki çalıkuşlarının hurma ağaçlarının tepesinden gelen hüzünlü seslerini duyabilirsiniz. Derenin yukarılarında, sarp bir kayalıktan çıkıp yosun kaplı bataklıklarla kayalıklardan fırlamış baldırıkara otlarına su taşıyan bir pınar vardır.

Altmış yıl önce, bu büyüleyici kaçış noktasında, Mormon basamaklarının vadinin zeminiyle buluştuğu kesimin bir buçuk kilometre kadar aşağısında, yirmi yaşındaki Everett Ruess; takma ismini önce kanyon duvarında bir dizi Anasazi piktografının altına, sonra da Anasazilerin tahıl depolamak için inşa ettiği duvar bölmesinin girişine kazıdı. Ruess’in duvarlara “NEMO1934” kaydını düşerken; Chris McCandless’ı Sushana’daki otobüse “Alexander Süperberduş, Mayıs 1992” imzasını atmaya iten dürtüyle hareket ettiğine şüphe yok. Hatta zamanında Anasazilerin kanyon duvarlarını kendi deşifre edilemez sembolleriyle donatması da çok farklı sayılamayacak bir dürtünün eseri olabilir. Her halükarda Ruess, kumtaşına adını kazımasının kısa süre sonrasında, Davis Kanyonundan ayrılarak sırra kadem bastı. Bunu kendi planlamış gibi görünüyordu. Ruess’i bulmak için yapılan geniş ölçekli araştırma hiçbir sonuç vermedi. Sanki çöl tarafından yutulmuştu. Aradan geçen altmış yılın ardından, bugün de Ruess’e ne olduğuna dair neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz.

Everett 1914 yılında Oakland-Kaliforniya’da, Christopher ve Stella Ruess'in iki oğlundan biri olarak doğdu. Harvard İlahiyat Okulu'ndan mezun olan Christopher, şair, filozof ve Üniteryen papazıydı fakat hayatını Kaliforniya Ceza Dairesi’nden aldığı bürokratik maaşıyla kazanıyordu. Stella ise bohem zevkleri olan, sanata düşkün, bildiğini okuyan bir kadındı. Tutkuları hem kendine hem de ailesine yönelikti. Stella’nın hazırladığı edebiyat bülteni Ruess Quartette'in kapağı aile düsturlarının armasını taşıyordu: “Zamanı yücelt.” Birbirine bağlı bir aile olan Ruess’ler göçebe bir hayat sürerek, Oakland’dan Fresno’ya, Los Angeles’dan Boston’a, Brooklyn’den New Jersey ve İndiana’ya taşındılar. En sonunda, Everett 14 yaşındayken, Güney Kaliforniya’ya yerleştiler.

Everett Los Angeles’da, Otis Sanat Okulu ve Hollywood Lisesinde okudu. On altı yaşındayken tek başına ilk uzun yolculuğuna çıkıp 1930 yazını Yosemite ve Big Sur’da geçirdi. Bu yolculuğun sonunda kendini Carmel’de bulmuştu. Carmel’e varışından iki gün sonra, yüzsüzlüğü ele alıp Edward Weston’un kapısını çaldı. Bu aşırı heyecanlı genç adamdan çok etkilenen usta fotoğrafçı, sonraki iki ay boyunca Ruess’in resim ve tahta kalıp baskısına yönelik tam oturmamış ancak umut vaat eden çabalarını destekledi ve çocukları Neil ve Cole ile birlikte stüdyosunda zaman geçirmesine izin verdi.

Yaz sonunda, Everett yalnızca lise diplomasını alacak kadar bir süre için evine döndü ve Ocak I931’de mezun oldu. Aradan henüz bir ay geçmeden yeniden yollara düşerek Utah, Arizona ve New Mexico’nun kanyon bölgelerini dolaştı. 1930’lu yıllarda bu topraklar, bugün ancak Alaska’nın sahip olduğu kadar nüfus yoğunluğuna sahipti ve gizemlerini korumaktaydı. UCLA'da mutsuz, kısa bir mola (babasının hiç dinmeyecek öfkesine rağmen tek sömestirin ardından okulu bıraktı), ebeveynlerine yaptığı iki uzun ziyaret ve San Francisco’da geçirdiği bir kışın haricinde (bu dönemde Dorothea Lange, Ansel Adams ve ressam Maynard Dixon ile zaman geçirmişti), Ruess meteorvari yaşamının geri kalanını hareket halinde, sırtında bir çanta ve çok az parayla, toprağın üzerinde uyuyarak ve bazen de coşku içinde ve günlerce aç kalarak, yollarda geçirdi.
Wallace Stegner’in sözcükleriyle Ruess, “Toy bir romantikti, genç bir estet ve çorak topraklarda atalarımızın ruhunu yaşatan bir gezgindi”:

On sekiz yaşında, rüyasında kendini ormanların içinde güçlükle ilerlerken, sarp kayalıkların ucuna tutunurken, dünyanın romantik, çorak yerlerini gezerken görüyordu. Onunki gibi bir çocukluğa sahip olan hiç kimse bu rüyaları unutamazdı. Fakat Everett Ruess'i farklı kılan, yola çıkarak hayalini kurduğu bu şeyleri gerçekleştirmesi ve bunu, uygarlığın elini çoktan attığı, cilalanmış bir harikalar diyarında iki haftalık bir seyahat olarak değil, yabani dünyanın tam kalbinde, aylar ve yıllarca yapmış olmasıdır...

Ruess bilinçli bir şekilde vücuduna eziyet etti, dayanıklılığını sınadı, yorucu deneyimler için kapasitesini test etti. Kızılderililerle yaşlıların girmemesi için sert şekilde uyardığı patikalara gözü kapalı girdi. Onu çoğu kez yolun ortasında havada asılı bırakan sarp yamaçlara tırmandı... Su kıyılarında, kanyonlarda ya da Navajo Dağı’nın yüksek eteklerinde kurduğu kamplarda, ailesine ve arkadaşlarına, medeniyetin yarattığı basmakalıp kişilikleri lanetlediği ve yabani ergenliğini barbarca haykıran uzun, zengin, coşkulu mektuplar yazdı.

Everett Ruess'in Son Mektubu

Bir daha ne zaman medeniyete döneceğime gelecek olursak, bunun yakınlarda olacağını hiç sanmıyorum. Doğadan sıkılmış değilim; aksine tabiatın güzelliğinden ve sürdüğüm başıboş hayattan her geçen gün daha da keyif alıyorum. Bir ata semer vurmayı tramvaya binmeye, yıldızlarla bezenmiş açık bir gökyüzünü tepemde bir çatı olmasına, bilinmeze giden belirsiz, zorlu bir patikayı asfalt kaplı yollara, yabanda hayatın verdiği derin huzuru kentlerin tedirginliğine tercih ederim. Ait olduğumu hissettiğim ve kendimi etrafımdaki dünyayla bütün olarak algıladığım bir yerde yaşam sürdüğüm için beni suçlayabilir misin? Bana refakat edecek zeki varlıklardan yoksun olduğum doğru. Ama benim için gerçekten anlamlı olan şeyleri paylaşabildiğim o kadar az insan tanıdım ki, kendi içime çekilmem gerektiğini öğrendim. Bu güzellikle sarmalanmış olmak bana yetiyor...

 Senin dar tanımlamanla bile, yaşamak zorunda olduğun hayatın monotonluğuna, yavanlığına hiçbir şekilde dayanamayacağımı biliyorum. Asla durulmayacağım. Şimdiden hayatın derinliklerine dair fazlasıyla şey gördüm ve bundan bir adım geri atmaktansa, her şeyi yapabilirim.


EVERETT RUESS’İN KARDEŞİ WALDO’YA YAZDIĞI,
KENDİSİNDEN ALINAN SON MEKTUP


11 KASIM 1934 

Everett Ruess

EVERETT RUESS was an artistic, adventurous young man who set out alone several times to experience the beauty, as well as the fury, of nature in the American West. During the 1930s, he met and discussed art with painter Maynard Dixon, and with well-known photographers Ansel Adams, Edward Weston and Dorothea Lange. He was lured first by the splendors of Yosemite and the California coast, and later by portions of the lonely red rock lands
of Utah and Arizona.
    In November 1934, at age twenty, Everett disappeared from the canyon country near Escalante, Utah, and was never seen again. Although his burros were found hear his camp, his fate remains a mystery.


Everett Ruess at a Glance
Name
Everett Ruess
Birthday
March 28, 1914
Born
Oakland, California
Father
Christopher Ruess
Mother
Stella Knight Ruess
Brother
Waldo Ruess
Occupation
Visual Artist  
Media
Woodblock, watercolor, drawing, oils, woodcarving, clay modeling
Famous Mentors
Maynard Dixon, Dorothea Lange, Ansel Adams, Edward Weston
Transportation
Donkeys,
Horses; Jonathan and Nufalo
Pets
Dog; Curly, on his solo journeys.
At home, many: one of his first pets was a squirrel. Also cats, a horse and a very beloved dog, "Ginger Ruess".
Home Town
Los Angeles, California
High School
Los Angeles High
College Attended
UCLA
Number of
"Solo Journeys
"
4
Areas Explored
Sierra Nevada, San Francisco, Northern Arizona, Southern Utah, Southwestern Colorado
Hobbies
Art, Poetry, exploring, animals
Last Seen
Davis Gulch Escalante, Utah
Died
Unknown, assumed 1934
Declared Dead
1964
Cause of Death
Unknown
Location of Death
Unknown


_______________________________________
SAY THAT I KEPT MY DREAM

Wherever poets, adventurers and wanderers of the Southwest gather, the story of Everett Ruess will be told. His name, like woodsmoke, conjures far horizons. Everett left Escalante, Utah, November 12, 1934 to write, paint and explore among a group of ancient Indian cliff dwellings. His last letter to his parents in Los Angeles explained that we would be unable to communicate for ten weeks. Alone with his paints, books and two burros, he disappeared into what is probably the most uninhabited, unvisited section of the United States. He never came back.









A sheepherder reported seeing him on November 19 near where Escalante creek flows into the Colorado. At first alarm of his prolonged absence, volunteers organized searching parties, combed the hills and canyons for days. Signal fires were built, guns fired. Indians and scouts sought water holes and signs of his passing. In Davis canyon Everett's two burros were located, contentedly grazing as if he had just left left them shortly to return. The, one after another, the searching parties returned without Everett.

True to his camping creed "When I go, I leave no trace," he vanished into thin air.
The desert claimed Everett Ruess, writer, adventurer and artist, the desert's trails were his roads to romance. His paintings captured the black-shadowed desolation of cliff dwellings. His poetry told of wind and cliff ledge, He sang of the wasteland's moods. Everett belonged to the desert. And in the end, it claimed him.

He was one of the earth's oddlings—one of the wandering few who deny restraint and scorn inhibition. His life was a quest for the new and fresh. Beauty was a dream. He pursued his dreams into desert solitudes—there with the singing wind to chant his final song.

Everett's quest began early—and ended early. As a child he turned from toys to explore color and rhyme. Woodcarving, clay modeling and sketching occupied his formative years in New York and near Chicago. From this early background grew his versatility in the arts—media through which he later interpreted the multihued desert.

At 12 Everett found his element—writing. He wrote inquiring essays, haunting verse; he began a literary diary. The diary matured into travel-worn, adventure-laden tomes. Wind and rain added marks to the penciled pages, scrawled by the light of many campfires.