heidegger etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
heidegger etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tefekkür I


Tefekkür I: Sükunet

Adeta işimiz gereği düşünen biz hepimiz, sıkça düşünceden-kıtız, pek de kolayca, düşünce-si- ziz. Düşüncesizlik, günümüz dünyasında her yere girip çıkan garip bir misafirdir. Çünkü günümüzde her şey en hızlı ve ucuz yolla bilgiye ulaşılır ve aynı anda hızlıca unutulmuştur.

Artan düşüncesizlik, bundan dolayı günümüz insanının iliklerine işleyen bir sürece dayanır. Günümüz insanı, düşünmeden kaçıştadır. Düşünceden bu kaçış, düşünce-sizliğin nedensel temelidir. Ama bu kaçışı insanın ne görmek ne de itiraf etmek istediği gerçeği, düşünceden kaçışın bir parçasıdır. Günümüz insanı, düşünceden bu kaçışı doğrudan reddedecektir çünkü İnsan, bugünkü gibi hiçbir çağda bu kadar çok plan, bu kadar fazla araştırma, bu kadar tutkulu bir şekilde inceleme yapılmamıştır.

Hesaplayan düşünme, hesap yapar. İlerlemiş, daima umut, gelecek vaat eden, aynı zamanda uygun olanaklarla hesap yapar. Hesaplayan düşünme, bir fırsattan diğerine acele ettirir. Hesaplayan düşünme, hiç durmaz, sükûnetle düşünmeye varmaz. Hesaplayan düşünme, bir sükûnetle derin düşünme değildir, var olan her şeyde işleyen anlam üzerine tefekkür etmez.

Kendi tarzlarında yetkili ve gerekli olan iki düşünme türü vardır: Hesaplayan düşünme ve sükûnetle derin düşünme.

Fakat, günümüz insanının düşünmeden kaçışta olduğunu söylediğimizde bu tefekkürü kastederiz. Yalnız, o tarzda karşılaşılır ki sırf tefekkür, fiili gerçeklik üzerinde ansızın süzülüp muallakta kalır. Zemini kaybeder. Mevcut meselelerin üstesinden gelmeye elverişli değildir. Pratiğin icrası için bir şey ortaya koymaz.

Ve nihayet denir ki sırf tefekkür, devamlı sükûnetle düşünme, sağduyu için çok “yüksek”miş. Bu mazerette, sadece bir şey doğrudur ki, sükûnetle derin düşünmenin kendisinden, tıpkı hesaplayan düşünme gibi pek az şey ortaya çıkar. Sükûnetle derin düşünme, bazen daha yüksek bir gayreti talep eder. Daha uzun öğretilerek çalışılmayı ister. Başka her hakiki zanaattan daha ince, hassas bir itina ve dikkate ihtiyaç duyar. Tıpkı köylü gibi ekinin yeşerip yeşermediği, olgunlaşıp olgunlaşmadığını, bekleyebilmelidir.

Neden? Çünkü insan, düşünen, yani derin düşünceye dalan varlıktır.


*

Görsel: Heidegger'in Kulübesi (Renaud Camus)

*

Olmaya Bırakılmışlık'tan

Tefekkür II


Johann Peter Hebel, bir defasında yazar ki: “-Kendi kendimize ister itiraf edelim, ister etmeyelim- biz, eterde çiçek açıp meyve verebilmek için kökleriyle topraktan yükselmek zorunda olan bitkileriz”

Şair şunu söylemek ister: Hakikaten şen ve şifalı insan eserinin yetişmesi gereken yerde insan, vatan toprağının derinliğinden etere doğru yukarıya çıkıp yükselmek zorundadır. Burada eter, yüksek göğün serbest havası, ruhun açık alanı anlamına gelir.

Tefekkür ederek şunu soracağız: Johann Peter Hebel’in söylediği şeyin günümüzdeki durumu nedir? Yer ile gök arasında insanın şu sakin iskanı hâlâ var mıdır? Ülkenin üstünde düşünceye dalan bir ruh hükmeder mi hâlâ? Toprağında insanın her daim bulunduğu, yani toprağa meskûn olduğu sağlam köklü vatan var mıdır?

Her saat ve her gün, radyo ve televizyon istasyonlarınca büyülenmişler. Her hafta film, hiçbir dünya olmayan bir dünyayı uyduran, alışılmamış, çoğu kez sıradan tasavvur mahallelerine alıp götürür onları. Her yerde, “resimli gazete” bulunur. Modern teknik haberleşme araçlarının insanı her saat onlarla cezbettiği, saldırdığı ve sürüklediği her şey, işte tüm bunlar bugün insana, çiftlik çevresindeki hususi tarladan, vatanın üstündeki gökten, gece ile gündüzün akışından, köydeki örf ve adetten, vatan dünyasının geleneğinden çok daha yakındır.


Tefekkür III



Tefekkür III: Şeylere Bırakılmışlık

Birileri için büyük kapsamda, bir diğerleri için küçük kapsamda, hepimiz için teknik dünyanın kuruluşları, aygıtları, makineleri bugün vazgeçilmezdirler. Teknik dünyaya körü körüne karşı koşmak, budalaca olacak. Teknik dünyayı şeytan işi olarak lanetlemeyi isteme, basiretsiz olacak. Biz, teknik nesnelere muhtacız; teknik nesneler bizi hatta, gittikçe daha da artan ıslaha çağırıp meydan okur. Ansızın ama biz, teknik nesnelere o kadar sıkı tertip edilmişiz ki esaretlerine maruz kalırız. Ne var ki başka bir şeyi da yapabiliriz.

Teknik nesnelerden gerekli faydalanmaya “evet” diyebiliriz ve aynı zamanda, bizi sadece meşgul edip zorlayarak özümüzü eğriltmelerini, karıştırmalarını ve son olarak ıssızlaştırmalarını onlara yasaklarsak, “hayır” diyebiliriz. Fakat teknik nesnelere bu şekilde eşzamanlı olarak “evet” ve “hayır” dersek, o zaman teknik dünyayla ilişkimiz belirsiz ve çelişkili olmaz mı? Tam aksine. Teknik dünyayla ilişkilenmemiz, olağanüstü bir biçimde basit ve sakin olur. Gündelik dünyamızın içine teknik nesneleri bırakırız ve aynı zamanda bu nesneleri dışarda bırakırız, yani mutlak bir şey olmayan, aksine bizzat daha yüksek bir şeye muhtaç Şeyler olarak sükûn edip kendi kendilerine dayanmalarına bırakırız. Teknik dünyaya eş zamanlı evet ve hayır tutumunu eski bir söz ile nitelemek isterim ki bu, Şeylere Bırakılmışlıktır.


*

Olmaya Bırakılmışlık'tan

*

Görsel: Heidegger'in kulübesindeki en modern şey, 1962'de Küba-Krizi ile ilgili haberleri dinlemek için satın aldığı küçük bir radyo. ( called Cuba-Radio) Sularını kuyudan çeker. İlk yıllarda kulübede elektrik yoktur. 1931'de bir elektrik bağlantısı elde ederler.

 

Kulübe Güncesi: Heidegger'in Kulübesi



Heidegger kulübenin temel konforunun; kendisini alışılmadık bir titizlikte, dağın havası ile ormandaki hayvanların ve bitkilerin doğasıyla -ki bunların algılanan hareketleri ile varoluşun sınırlarını belirlemek isterdi- temas ettirdiğini hissetmişti. Heidegger felsefi otoriteyi, bu şeylerde ve doğada olanlarda bulduğu düzene dayandırmıştı. Onun için Todtnauberg, inzivaya çekildiği anlarda dünyayı ölçüyordu. En derine geri çekilişte neredeyse manastır yaşamına özgü bir mevcudiyet rutini aracılığıyla kulübeye ve onun dağlarına cevap verdi; yaşamın kutsal bir anlamı olduğuna ve bu rutin içinde yaşamın şekillendiğine ilişkin inancını doğrulayarak.



Bu ufak yapı filozofun esas başlangıç noktasıydı, [yapının] kendine has özellikleri filozofun yaşamının ve çalışmalarının kendine has özelliklerine şekil veriyordu.



Kulübenin ve çevresinin Heidegger'e; onu derin bir şekilde düşünmeye ve temaşa etmeye sevk eden şeyleri ve olayları sunduğu açıktır. Todtnauberg, onun deneyimlerini yoğunlaştırmış ve duygusal eğilimlerini uygun bir duruma getirmiştir. Oradaki koşullar, filozofun kendi düşünmelerinde hissettiği derin yoğunlaşma anlarını bildirir. Kulübe Heidegger'in fiziksel ve metinsel mevcudiyetini temsil eder. Kulübenin ve kır manzarasının içinde düşünülmüş olarak Heidegger'in bazı sözleri, kendi varoluşuna dair anlayışı ve kendi düşünmesinin yapısını oluşturan kavramsal öğeleri içerir.

Adam Sharr

Kulübe Güncesi: Derin İlişkiler


"Dilin bir enformasyon aracı olarak tasarlanışı günümüzde kendisini en uç noktaya kadar dayatır. İnsanın dil ile olan ilişkisi bizim henüz menzilini ölçemediğimiz bir değişim içerisinde kavranmaktadır. Bunun yanı sıra, bu değişim süreci doğrudan engellenemez. Dahası o, tam bir sessizlik içerisinde meydana gelir. Gerçi günlük hayattaki dilin bir anlaşma aracı olarak göründüğünü ve böylesi bir araç olarak yaşamın olağan ilişkileri için kullanıldığını kabul etmeliyiz. Ancak olağan ve alışılmış ilişkilerin dışında da birtakım başka ilişkiler mevcuttur. Goethe bu başka ilişkilere, "derin olanlar" adını verir ve dil ile ilgili olarak şunları söyler: Sıradan yaşam içerisinde biz, sadece yüzeysel bir takım ilişkilere işaret ettiğimiz için yetersiz bir dil ile idare ederiz; "Derin ilişkiler" mevzubahis edilir edilmez, derhal başka bir dil işe koyulur: Şiirsel dil."

Heidegger

Kulübe Güncesi: Manzara

 

Heidegger neden taşrada kalmıştı? O taşrada kalmıştı; Çünkü o kırsal alandan sadece "hoşlanan" ve onu "seyreden" kentlileri hor görmektedir. Heidegger eski bir masalı hatırlatıyor; Karla kaplı tepenin kenarında tarlasını süren bir çiftçi, bu dağın güzelliğini "görmez." Çünkü o bu dağla özdeşleşmiştir, çünkü o doğayı hiç de "kırsal alan" olarak "küçük görmez."; çünkü o kendisiyle ve çevresiyle birlik içindedir; çünkü o bu birlik içinde olma halini refleksiyondan tamamen arınmış bir şekilde yaşamaktadır. O, kendisini "özne" doğayı "nesne" diye ayıran refleksiyona tamamen yabancıdır. Ve bu birlik, tam da Heidegger’in iştiyakla istediği şeydir.


Paul Huhnerfeld



"... Ben bile aslında hiçbir zaman manzarayı böyle inceden inceye yoklamam. Mevsimlerin büyük iniş ve çıkışlarındaki saatlik, günlük-gecelik değişimlerini seyre dalarım. Dağların ağırlığı ve kütlelerinin sertliği, çam ağaçlarının temkinli büyümesi, parlayan, çiçeklenen çayırların sade ihtişamı, uzun güz akşamlarındaki dağ deresinin şırıldaması, derin karla kaplı düzlüğün sert sadeliği, bütün bunlar -gündelik varoluş boyunca- orada yukarıda sürer gider ve ardarda gelir ve salınır durur. Ve bu manzara, yine de, yapmacık anlardaki keyifli bir dalış ve yapay bir empatide değil, aksine kendi varoluşunu, sadece, “çalışma”nın içerisine yerleştirdiğinde bulur. Bu dağ gerçekliği için mekânı “sadece” çalışma “açar”. Çalışmanın gidişi manzarada olup bitenlere gömülmüştür. Soğuk kış akşamında sert bir kar fırtınası vuruşlarıyla kulübenin etrafında kıyameti kopardığında ve herşey karla kaplandığında ve örtüldüğünde, “o zaman” felsefenin yüksek zamanıdır.

Kulübe Güncesi: Ev ve Kulübe


Heidegger'in Freiburg'daki evi.


Hiedegger için ev; daha konforlu, daha halka açık, insan ilişkilerine daha yakın olarak, asla kulübe kadar güçlü olamazdı. Ev, varlığa dair soruların üstünü örtmek yerine vurgulamak konusunda yeteri kadar özsel değildi.

Ev; taşraya yönelik istekler ile banliyö arasındaki gerilime; şehre, ulaşım araçlarına yakın olmanın modern konforunu içeren bir aile evi inşa etme isteğine işaret etmektedir. Öyle gözükür ki modern konfor, Freiburg'daki evin inşa edilmesinde göz önünde bulundurulan temel öğelerden biridir. Ancak bu durumun Todtnauberg'deki kulübenin inşasında da geçerli olduğuna ilişkin bir işaret yoktur. Dahası ev hem sosyal hem de estetik açıdan görünüşüne özen gösterilmiş şekilde tasarlanmıştır. Heidegger'in Freiburg'daki evde varoluşu -onun uzun yıllar asıl kaldığı yer Todtnauberg değil, burasıydı- dağda sürdürdüğünden daha farklıymış gibi gözükür. Bu varoluş, Heidegger'in kulübe yaşamında pek gözükmeyen sosyal ve düşünsel öncelikleri yansıtmıştır. Heidegger'in ev hakkında yazmamış olması; dağlardaki münzevi varoluşa ilişkin ifade ettiği heves ve dağdaki felsefi tınlamaya ilişkin görüşü ile karşıtlık içinde düşünüldüğünde, şehirdeki eve ve aile yaşamına ilişkin yaşadığı duygusal ikileme işaret eder.


Filozof, kulübede sürekli kalan biri değildi, ayrıca Marburg'da ya da Freiburg'da da kalırdı; Gerçekten de kulübenin bakımı Heidegger'in üniversiteden aldığı maaşa bağlıydı. Bu diğer yaşamın öncelikleri Todtnauberg'de araya giriyordu: Heidegger metinlerini farklı uç bağlamlarının ve nasıl yorumlanabileceğinin farkında olarak yazmıştı ve daha şaşırtıcı olanı, daha sonraları kulübeye elektrik ve telefon hattı bağlanmasına izin vermiş olmasıdır. Heidegger her fırsatta dağdaki düzenini aramıştı ama bu arayış asla geçici bir şeyden fazlası değildi. Akademiye öncelik vermekten gitgide uzaklaşıp dağdaki yuvasına yakınlaşırken -kısmen kendi tercihi ve kısmen de zorunlu olarak- şehir ve taşra yaşamını paralel olarak sürdürdü.

Adam Sharr


Kulübe Güncesi: 1933 / Ernst Junger

Yaptığı hata için özür dilemesi gereken Heidegger değil, onu yanıltmış olduğu için asıl Hitler'in ondan af dilemesi gerekir.

 Heidegger 1933'te yanıldı ve yanıltıldı... Bir yazar, bir sanatçı, bir filozof, onu yolundan saptırmakla kalacak her türlü siyasal katılımdan uzak durmalı. Düşünür siyaset batağına batmamalı ve onun kendisine bulaşmasına izin vermemeli. Heidegger'le bunu sık sık konuştum; yanılgısı için hiçbir mazeret göstermiyordu, üstelik bu yanılgı onun gözünde düşünceye karşı yapılmış bir hata, ağır bir düşünsel yanlıştı. Bunu yapmakla, "kötü güçler" diye adlandırdığı kişilerin kefili durumuna düşmüştü. Heidegger'in doğası onu suskunluk içinde çalışmaya itiyordu. Oysa bir biçimde kendini gösterebilir, hiç değilse 1938'de, Kristal Gece'den sonra da olsa bir işaret verebilirdi. Ancak sanırım onun derslerinde geçen, ve bir öğrencisinin bana anlattığı gibi rejimin insanlık dışı tutumu, aşağılık propagandaları ve cinayetleri hakkında pek çok bilgi veren bölümlerin bilinmesini sağlamak doğru olur. Bugün, o dönemin belirsizliklerini kestirmek zor. Weimar Cumhuriyeti bizi düş kırıklığına uğratmıştı. O günlerde birçok Alman, yaşamın sürdürülebilmesi için bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyordu. Yenilik istiyoruz, diyorlardı. Buna yolsuzluk ve skandallarla, enflasyonla, milliyetçi çevrelerin etkinliğiyle ve sokaktaki huzursuzluğun beslediği Bolşevizm'den duyulan korkuyla zehirlenen havayı ekleyin. Buna bir de siyasal deneyim yokluğunu ve düşünce yoksunluğunu ekleyin.

Dostoyevski'nin Ecinniler ve Karamazov Kardeşler'deki uyarıcı işaretler taşıyan sayfalarını yeniden okuyordum. Hitler bana iğrenç ve tehlikeli görünüyordu; Berlin'deki mitinglerde izlediğim taraftarlarının bayağılığı, hoyratlığı, kabalığı ve Yahudilere karşı besledikleri saplantılı kin beni tiksindiriyordu. Bunu taşrasına çekilmiş olan Heidegger görmüyordu, ama ben olayların içindeydim. 1933'te, siyasal deneyimi olmayan Heidegger, Hitler'i benim daha o gün görebildiğim gibi göremezdi. Basında ve radyolarda yayımlanan vaatlerine kandı, ta ki 1934'te rektörlükten istifa edene kadar.



İnsanlar bu söylevleri dinlerken şöyle diyorlardı: işte nihayet, Versailles Antlaşması'nı bozmaya gücü yetecek kudretli bir adam. Ben kendim de genç bir Fransız subayının 1871 bozgunundan sonra karşılaşmış olabileceği duruma benzer bir durumdaydım; öylesine bir bozgundan sonra öncelikle istenen şey, bataktan başı dik çıkabilmektir. O sırada, aklını yıllardır her türlü siyasetin dışında kalan üniversite reformu tasarısına takmış olan Heidegger'in dileği de buydu. Sonuçta bütün bunlardan hiç iyi bir şeyin çıkmayacağını, benim de düşündüğüm gibi Hitler'in Almanya'nın bütün umutlarını suya düşüreceğini anladı. 1934'teki Roehm cinayeti ve sonraki caniliklerin bir ön belirtisi gibi SA'ların tasfiye edilişi birçok Alman'ın gözünde diktatörlüğün alçak yüzünü açığa vuran dönüm noktalarıydı. Ama artık geri dönmek için çok geçti. Seçimlerin en berbatını yapmış olduklarını fark edenler için vakit geçmişti. Artık fazladan tek bir söz özgürlüğünüze ve hayatınıza mal olabilirdi. Polis gücünün seferberliği ve zırhlıların konuşlanışı karşısında tek başlarına birkaç bireyin elinden ne gelir? Bana gelince, Nietzsche'yi okumakla uzun zamandan beri boş hayallere karşı bağışıklık kazanmıştım.

Zavallı Heidegger, bu yanılgıyı çok pahalı ödedi. Aslında ondan ve yapıtından yükseklik ve derinlik terimleriyle söz etmek gerekir. O üç bin yıl sonra da okunuyor olacak."

Kulübe Güncesi: Requiem for Martin Heidegger


Is he in heaven, or is he in hell?
Heidegger Hi



Requiem for Martin Heidegger (HAI DIKKE HAI!)

Und wie steht es mit das Nichts?
Was können wir sagen von das Nichts
Ist das Nichts gar ganz nichts
oder gibt es auch noch eine nichtende Nichtigheit
Das Nichts! Das Nichts!
Heidegger Hi,

Where he's gone, no one can tell
Is he in heaven, or is he in hell?
Heidegger Hi, 

the truth of being is that being is the truth
And if you ask me further, na! dann sag' ich schluß 
Heidegger Hi, 

In the middle of the winter of '76
Heidegger passed into the nix
The question is raised: what happened to his soul
Can we dig it up, or did it join the whole? 
Heidegger Hi.

Kulübe Güncesi: Kıryolu / Heidegger

KIRYOLU



Martin Heidegger 

Çev. Erdal Yıldız - Engin Yurt


DER FELDWEG

Burada çevirisi sunulan metin, Heidegger’in belki de felsefi ve edebi yazma tarzının en iç içe girdiği metinlerden biri olması açısından önemlidir. Heidegger’in çoğu felsefi eserini Freiburg’a yakın bir dağ kulübesinde yazdığı göz önünde bulundurulduğunda, onun felsefi düşünme ile doğaya yakın olma arasında doğrudan bir bağ kurduğu açık bir şekilde kendini belli eder. Bu yazı da, Heidegger’in kurduğu bu bağın en saf hâllerinden biri olarak okunmalıdır. Heidegger’in burada ortaya koyduğu düşünme tarzı, onun kehre döneminde kendini belli etmeye başlayan ve geç döneminde tamamen yer etmiş düşünmenin ilk esintilerini vermektedir.


Kıryolu, bahçe kapısından dışarı Ehnried’e doğru uzanır. İster Paskalya zamanında, serpilen ekinlerle uyanan çimenler arasında ışıl ışıl parlıyor olsun ya da ister Noel vakti kar yığınlarının altında en yakın tepenin ardında gözden kayboluyor, şato bahçesindeki yaşlı ıhlamur ağaçları duvarın üzerinden bu kıryolunu seyre dalarlar. Patika, Dörtyol ağzından sonra ormana doğru kıvrılır. Ormanın kıyısından geçerken, altında kabaca çatılmış bir bankın durduğu ulu bir meşe ağacını selamlar.

Bazen bankın üzerinde, gençliğin verdiği acemiliğin okuyup anlamaya çalıştığı, büyük düşünürlerden bazılarının şu ya da bu yazısı bulunur. Muammalar üst üste yığılıp hep birbirine dolandığında ve bir çıkış yolu yokmuş gibi gözüktüğünde, kıryolu yardıma koşar. Zira o, uçsuz bucaksız kıraç araziyi kateden kavisli bu yolda, yürüyen kişiye sessizce eşlik eder.

Zaman zaman, Düşünme bu yazılarda ya da kendi düşünme çabalarında sıkıştığında, kıryolunun kırda açtığı patikada yürür. Kıryolu, sabah erkenden ekinleri biçmeye giden çiftçinin adımlarına ne kadar hazırsa, düşünürün adımlarına da o kadar hazırdır.

Seneler içinde daha sık bir şekilde, yolun kenarındaki meşe ağacı erken oyunu ve ilk karara dair anılarımı akla getirir. Bazen ormanın derinliklerinde bir meşe ağacı balta darbesiyle devrildiğinde, baba hemen dikkatini ağaçlara vererek ormana girer ve şimdi kesilen ağaçların yokluğundan oluşan ormandaki güneşli aydınlık bölgeyi arardı, payına düşen odunları toplayıp atölyesinde kullanmak için. Zaman ve zamanda-gelip-geçicilik ile kendi ilişkilerini sürdüren çan ve saat kulesindeki işine mola verdiğinde, ormanın bu kısmında özenle bir şeylerle uğraşırdı.

Kulübe Güncesi: Şair Olarak Düşünür

 DÜŞÜNME DENEYİMİNDEN


Martin Heidegger

Çev: Erdal Yıldız - Engin Yurt


Burada çevirdiğimiz şiirler, ilk olarak 1954 senesinde yayınlanmış olsa da, Heidegger’in bir notuyla öğrendiğimiz üzere 1947’de yazılmışlardır. Heidegger’in özellikle geç dönem düşünmesinde büyük önem atfettiği düşünme ve şiir arasındaki ilişki göz önünde bulundurulacak olunursa, burada çevrilen şiirlerin sadece bir filozofun, yaşamının herhangi bir döneminde yazdığı şiirler olarak görülmemesi uygun olur. Zira burada çevrilen şiirler, belki de, bir düşünür-şairin düşünme ve şiir arasındaki çizgilerin gözden tamamen kaybolduğu yerlerde dolanarak hakiki bir düşünme deneyimi arayışında olmasının en açık izleridir.


fotoğraf: Jon Hagar / Black Forest


AUS DER ERFAHRUNG DES DENKENS


[75] Unter den hohen Tannen hindurch...

Baştan sona yüksek çamlar altında...


Weg und Waage,

Steg und Sage 

finden sich in einen Gang.

Yol ve terazi 

Keçi yolu ve söyleme 

Buluşurlar bir yürümede.


Geh und trage 

Fehl und Frage 

deinen einen Pfad entlang.

Git ve taşı 

Eksikliği ve soruyu 

Kendi patikan boyunca.



[76] Wenn das frühe Morgenlicht still über den Bergen wachst...

Sabahın ilk ışığı dağların üzerinden sessizce yükseldiğinde...


Die Verdüsterung der Welt erreicht nie 

das Licht des Seyns.

Dünyanın karanlığı asla ele geçiremez 

Varlığın aydınlığını.

Kulübe Güncesi: Düşünme Tecrübesi / Heidegger

 

    


Im Denken wird jeglich Ding einsam und langsam.

[In thinking all things become solitary and slow.

Düşünmede her şey yalnız ve yavaş hâle gelir.]


Martin Heidegger

Aus der Erfahrung des Denkens

[The Thinker as Poet / Düşünme Tecrübesinden]


Kulübe Güncesi : Patika

“Muammalar üst üste yığılıp hep birbirine dolandığında ve bir çıkış yolu yokmuş gizi gözüktüğünde,  patika yardıma koşar. Zira o, uçsuz bucaksız kıraç araziyi kateden kavisli bu yolda, yürüyen kişiye sessizce eşlik eder”


  Unter den hohen Tannen hindurch ...


Baştan sona yüksek çamlar altında ...


Weg und Waage,

Steg und Sage

.finden sich in einen Gang.


Yol ve terazi

Keçi yolu ve söyleme

Buluşurlar bir yürümede.


kaotikbenlik@


Geh und trage

F ehi und Frage

de inen einen Pfad entlang.


Git ve taşı

Eksikliği ve soruyu

Kendi patikan boyunca.



Wenn das frühe Morgenlicht stili über den

Bergen wiichst ...


Sabahın ilk ışığı dağların üzerinden sessizce yükseldiğinde ...


Die Verdüsterung der Welt erreicht nie

das Licht des Seyns.


Dünyanın karanlığı asla ele geçiremez

Varlığın aydınlığını.

Kulübe Güncesi: Tek Başınalık / Heidegger

 


"Kulübeye gidiyorum ve dağların sert havasını alacağım için seviniyorum -burada aşağıdaki yumuşak, hafif hava insanı zamanla mahvediyor. Sekiz gün odun işleri sonra tekrar yazı yazmak ...Gece oldu bile - yükseklerde fırtınalar esiyor, kulübede tahtalar çatırdıyor, burada yaşam, bütün saflığı, yalınlığı ve büyüklüğüyle ruhun önüne seriliyor...Bazen insanın aşağıda o acayip rolleri oynayabilmesini anlayamıyorum.

Heidegger'in kulübesinden detay (Reiner Fuest)

"Şehirliler çoğu zaman, dağların arasındaki köylülerin uzun, tekdüze Yalnız olma durumuna hayret ederler. Oysa bu Yalnız olma değil, tek başınalıktır. Gerçi insan büyük şehirlerde de neredeyse başka hiçbir yerde olamayacak kadar kolaylıkla yalnızlığa düşebilir. Ancak insan orada asla tek başına olamaz. Çünkü tek başınalık bizi tecrit eden değil, aksine bütün varoluşumuzun, bütün şeylerin özünün geniş yakınlığının içine doğru açılmasını sağlayan kendine özgü güçtür"


Heidegger

Kulübe Güncesi: Holzwege





Holzwege, Heidegger''de bu benzetme, halk arasında İngilizcedeki "yanlış yolda olmak" ["to be on the wrong track"] ya da "çıkmaza girmek" ["to be up a blind alley"] deyimlerine yakın anlamda kullanılan Almanca auf dem Holzweg sein ("bir orman yolunda olmak") deyişine gönderme yapar. Bir orman yolunda kaybolmak, bir şeyi anlamaya çalışırken yitmek Heidegger için dert değildir. George Steiner'in dediği gibi:

Görevimiz tartışmayı yoluna koymak, onu “ bir yola” sokmaktır diye başlar Heidegger. Bu belirsiz tanımlama bu yolun birçok yoldan sadece biri olduğunu ve bizi hedefimize ulaştıracak a priori bir teminatın olmadığı koyutunun altını çizmek amacıyla yapılmıştır. Yola çıkmanın, yolda gitmenin, kendimize hangi hedefi koyarsak koyalım, sadece ona ulaşmayı (incelemediğini ayrıca bir anlam da önem derecesi ve anlam bakımından ona eşit olduğunu göstermek Heidegger’in değişmez stratejisidir. Gelgelelim seçtiğimiz yol birçok yoldan sadece biri olsa da ormanın içinden geçmek zorundadır. Bu da ormanın dışına çıkan ve dolayısıyla yanlış yöne sevk eden başka yolların bulunduğunu ima eder.

Bir orman yolunda yürürken kaybolduğumuz hissine kolayca kapılabiliriz. Ağaç saçaklarının gölgesi üzerimize çöker ve etrafımızı saran yoğun ağaç dokusu alabildiğine uzanarak uzakları görmemizi engeller. Yönlerini şaşıran kâşifler yürürken sezgilerini izler; bazen başkalarının açtığı yollardan gider, bazen de ayak izlerinin seyreldiği yolları takip ederler. Heldegger'in yol metaforunda ağaçlar arasındaki açıklık, tanımlanması zor bir hedeftir. Bir açıklığa vardığınızda ormana kıyasla bol miktarda güneş ışığı vurur yere ve uzağı görmenizi sağlayarak size yön gösterir.



Kulübe Güncesi: Saint Victoire Dağı / Heidegger


 Heidegger Aix toprağının aydınlığında ve kayalara tırmanan tarlalarının sarısında kendini Yunan ülkesinin kıyısında gibi hissediyordu. 1958'de Aix-en-Provence Üniversitesi'nde verdiği "Hegelve Yunanlılar" konulu konferansın girişinde, Aixois Dağı'nda duyduğu hayranlığı şöyle dile getiriyor:


...Neden burada, Aix-en-Provence'ta konuşuyorum?

Bu bölgenin ve köylerinin tatlı havasını seviyorum

Tepelerindeki sarplığı seviyorum.

Bu ikisinin uyumunu seviyorum

Aix'i, Bibemus'yi, Sainte-Victoire Dağını seviyorum

Burada kendi düşünme yolumun

baştan sona bir ölçüde örtüştüğü,

Paul Cézanne'in yolunu buldum.

Bu bölgeyi denizinin kıyısıyla seviyorum,

Çünkü Yunan ülkesiyle yakınlığı ortada.

Bütün bunları seviyorum çünkü kuşkum yok,

Tinin esaslı bir tek yapıtı yok ki kökleri

üstünde dik durmak gereken öz sel bir toprağa dalmasın.



Cezanne, Saint Victorie Dağı, 1887

Heidegger, Cézanne üzerine yazdığı şu şiirini Rene Char'a ithaf etti:

Kulübe Güncesi: Taşra

EV VE KULÜBE

BÎR SPIEGEL-SÖYLEŞİSİNDEN İZLENİMLER

Georg Wolff

Çev: Erdal Yıldız


ÖZET

Burada çevrilen yazı, George Wolff’un 1966 senesinde Heidegger ile yaptığı ve Heidegger’in o zamanki ricasıyla ölümünden sonra 1976 senesinde yayınlanan röportaj için Heidegger ile buluşmasına dair izlenimlerini içermektedir. Wolff’un burada bahsi geçen izlenimleri, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Heidegger’in filozof kimliği ile bir köyün yukarı kısımlarında yaşayan  bir taşralı kimliği arasında nasıl özsel bir ilişki bulunduğunu açıkça ortaya sermektedir.



Cuma, 23 Eylül 1966, Saat 9.52. Biz, Rudolf Augstein ve ben, Freiburg’da Rötebuck No. 47’deki evin kapısını çalıyoruz. Kapıyı filozofun eşi açıyor: Elfride Heidegger.

Dar koridor, dik merdivenler, solda bir kapı -Heidegger bizi çalışma odasında karşılıyor. Biz oturuyoruz, Heidegger de kendi yazı masasında, arkasına yaslanmış biçimde oturuyor. Gergin bir duruşu var. Çok kısa bir süre sonra gözleri kızarıyor. Alnındaki damarlar belirginleşiyor.

O, kendisini bilgelik pelerini içinde göstermeyi öğrenmiş bir adam değildir. Kral gibi bir duruşu, aslan başlı bir hâli yoktur onun. Ne tavrı ne de siması, Tin imparatorluğunun hükümdarlığını talep ediyor.

Kendini her şeye açık tutmak, budur düşünür ve insan Heidegger, bugün ve aslında hep olduğu gibi. Burada hiçbir güçlü müdahale, hiçbir devasa biçimlendirme, ruhu dönüştürücü hiçbir “vaaz” yoktur. “Bunu yapamam.”, diye bizzat kendisi söylemişti bize. “Ve bugün de bunu hiç kimse yapamaz ve yapmamalıdır.” şeklinde anlaşılmalıdır devamı herhâlde.

Boylu poslu biri olmamasına rağmen -boyu belki 1,60 cm kadar- kesinlikle çıtkırıldım görünmüyor. Göğüs kafesi geniş, 76 yaşına göre yürüyüşü sağlam, yüzü düzgün ve pürüzsüz. Küçük, koyu renkli gözlerinin canlı bir görünüşü var, ara sıra endişeli bir şekilde bir şeyler ararmışçasına bakıyor. Zaman zaman sağ gözünü onay verir gibi kırpıyor. Heidegger mizahtan anlıyor. Komik hikâyeleri seviyor ve bayağı kaba saba olanlarını da anlatıyor. Hınzırca bir yüz ifadesi takındığı da oluyor. Jaspers ile ilişkisi hakkında konuşmaya başladığımızda, böylesi bir tebessümle arkasındaki bir çekmeceye işaret ediyor. Yüz ifadesi ve tavırları açıkça şöyle söylüyordu: “Çekmecede Jaspers’in mektupları var, dünya günün birinde orada yazılanları görecek ve onun hakkında düşündüklerinin çoğunu düzeltmek zorunda kalacak.”

Kulübe Güncesi: Bernhard'ın Heidegger'i

 


Kulübe Güncesi: Niçin Taşrada Kalıyoruz?

 YARATICI MANZARA: NİÇİN TAŞRADA KALIYORUZ?


Martin Heidegger

çev: Erdal Yıldız - Güvenç Şar


ÖZET

Burada çevrilen kısa yazı, Heidegger tarafından 1933 yılında yazılmıştır. Bu yazı, şehir ve taşra hayatı arasındaki farkın Heidegger’in kendisi için felsefe ile nasıl özsel bir şekilde ilişkili olduğuna dair bir kanıt olarak okunabilir. Heidegger için taşra hayatı, onun felsefi çalışma dünyası ile ayrılamaz şekilde iç içe hâldedir. Heidegger’in bu yazıda yapmak istediği, yazının bazı yerlerinde bu konuda şüpheye düşülebilse de, asla şehir hayatına karşı olarak mutlak şekilde taşra hayatının üstün tutulması değildir. Onun burada asıl olarak işaret etmek istediği şey, Berlin Üniversitesi’nden gelen talebi ikinci kez reddetmesinin de bir açıklaması olarak belki de, (ki bu reddetme eğer istenirse felsefenin akademik bir uğraşa dönüşmesine negatif bir eleştiri olarak da okunabilir) bir düşünürün düşünmesinin en mükemmel derecede, düşünürün oranın yerlisi olduğu yerde, yani kendini evinde hissettiği yerde gerçekleştiğidir.





Karaormanların güneyinde geniş bir yayladaki sarp yamaçta, 1150 metre yüksekliğindeki tepede küçük bir kayak kulübesi vardır. Kulübenin zemini 6’ya 7 metredir. Alçak dam 3 odanın üstünü örter: bir tarafı mutfak olan oturma odası, yatak odası ve bir çalışma odası. Dar vadinin eteklerine yayılmış ve aynı diklikteki karşı yamaçta geniş bir şekilde yanyana dizilmiş büyük çatılı çiftlik evleri bulunur. Yamaçtan yukarıya doğru, yaşlı, göğe doğru yükselen, karanlık çam ağaçlarıyla dolu olan ormana kadar, çayırlar ve otlaklar yayılır. Bütün bunların üzerinde de parıldayan mekânda iki atmacanın geniş dairelerle süzüldükleri açık bir yaz göğü yer alır.

Bu benim çalışma dünyamdır -misafirin ve yaz tatilcisinin “inceden inceye yoklayan” gözleriyle gördüğü. Ben bile aslında hiçbir zaman manzarayı böyle inceden inceye yoklamam. Mevsimlerin büyük iniş ve çıkışlarındaki saatlik, günlük-gecelik değişimlerini seyre dalarım. Dağların ağırlığı ve kütlelerinin sertliği, çam ağaçlarının temkinli büyümesi, parlayan, çiçeklenen çayırların sade ihtişamı, uzun güz akşamlarındaki dağ deresinin şırıldaması, derin karla kaplı düzlüğün sert sadeliği, bütün bunlar -gündelik varoluş boyunca- orada yukarıda sürer gider ve ardarda gelir ve salınır durur.


Kulübe Güncesi: Heidegger'in Kulübesi


Yazı: Adam Sharr

 1922 yazında, Martin Heidegger (1889-1976) Güney Almanya'nın (fig. 1) Kara Orman dağları­ nın yükseklerinde onun için inşa edilmiş olan ufak bir barakaya [cabin] yerleşir. Heidegger, yaklaşık olarak altı metreye yedi metre olan bu yapıya, "die Hütte" (kulübe) der. O, birçok ünlü yazısına, öğrencileri büyüleyen, Being and Time kitabını şekillendirmeye başlayan erken dönem derslerinden tutun da son ve en esrarengiz metinlerine kadar, burada çalışmıştır. Heidegger; yapı, çevresi ve mevsimleri ile duygusal ve düşünsel bir yakınlık iddiası ile bu kulübede çoğunlukla tek başına elli seneden fazla süre düşünmüş ve yazmıştır.

Heidegger için, Todtnauberg fiziksel bir lokasyondan daha fazlasıydı. 1934'te felsefi çalışmasını dağların bir parçası olarak görmekten, kendisini manzara ile aynı gören çalışmasından bahseder. Heidegger felsefenin, kendisi [Heidegger'in] aracılığıyla dolaysız bir şekilde, kır manzarasını sözler içinde barındırdığını ileri sürerek kendisini çevresindekilerden kolaylıkla etkilenebilen bir yazar olarak konumlandırır. Filozof, yörenin değişen iklimi içinde keskin bir ayakta-tutma'ya, bir yapı anlamında içeride-olma-durumuna, Alpler'in uzaktaki manzarasına ve bunlarla birlikte bahara sahip çıkar. Dağların felsefesine "gizli bir yasa" atfeder. Bazıları Heidegger'in taşralılığını düşünme içinde değerli bir şey görürken; diğerleri, 1930'lar Almanyasında Nazi rejimi ile göze çarpan ilişkisi düşünüldüğünde, onun akademideki görevinden geri çekilmesini ve romantizme meyletmesini rahatsız edici bulur. 


Heidegger'in kulübesi, Todtnauberg'in yukarısındaki vadide, ormanın başladığı yerin sınırında bulunur. Köy merkezinin bir kilometre Kuzeydoğusunda, yaklaşık olarak yüz metre yukarısında yer alır ve filozofun 1968'de fotoğraflarının çekildiği yapı olduğu kolaylıkla teşhis edilebilir. Çoğu metin, kulübenin merkeze olan uzaklığını abartır. İnşa edildiğinde, kereste ile kaplanmış bu ufak yapı diğer yapılardan epey uzak olsa da, köy şimdi vadi boyunca uzanmaktadır. Kulübe, bayıra yarı-gömülmüş olarak, yamaç ile neredeyse birleşmiş gözükür.

Kulübenin 1922 yazında inşası sırasında, kulübenin inşa edildiği yere ilişkin ayrıntılar pek belli değildir  Ama Heidegger'in kulübeyi inşa etme sebepleri, inşa edilecek yerin seçilmesi ve inşa sürecindeki rolü ile ilgili birkaç bilgi bilinmektedir.