Walt Whitman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Walt Whitman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kulübe Güncesi: Whitman & Thoreau

 Whitman on Thoreau from

Horace Traubel’s With Walt Whitman in Camden
(New York: Mitchell Kennerley, 1914)

Thoreau had his own odd ways. Once he got to the house while I was out — went straight to the kitchen where my dear mother was baking some cakes — took the cakes hot from the oven. He was always doing things of the plain sort — without fuss. I liked all that about him. But Thoreau’s great fault was disdain — disdain for men (for Tom, Dick and Harry): inability to appreciate the average life even the exceptional life: it seemed to me a want of imagination. He couldn’t put his life into any other life — realize why one man was so and another man was not so: was impatient with other people on the street and so forth. We had a hot discussion about it — it was a bitter difference: it was rather a surprise to me to meet in Thoreau such a very aggravated case of superciliousness. It was egotistic — not taking that word in its worst sense…. We could not agree at all in our estimate of men — of the men we meet here, there, everywhere — the concrete man. Thoreau had an abstraction about man — a right abstraction: there we agreed. We had our quarrel only on this ground. Yet he was a man you would have to like — an interesting man, simple, conclusive…. When I lived in Brooklyn — in the suburbs — probably two miles distant from the ferries—though there were cheap cabs, I always walked to the ferry to get over to New York. Several times when Thoreau was there with me we walked together. Thoreau, in Brooklyn, that first time he came to see me, referred to my critics as ‘reprobates.’ I asked him: ‘Would you apply so severe a word to them?’ He was surprised: ‘Do you regard that as a severe word? reprobates? what they really deserve is something infinitely stronger, more caustic: I thought I was letting them off easy.’

*****

İfade Edilemeyen / Walt Whitman

 

 Her dilden, her ülkeden sayısız şiirin ardından,

Hep henüz söylenmemiş ya da basılmamış

Bir şey kalır geriye eksikliğini duyduğumuz- 

Kim bilir hala eksikliğini duyduğumuz

ve ifade edilmemiş en iyi şey belki de.

W.W.


Walt Whitman'ın Oğlanları

An elderly Walt Whitman with his nurse Warren Fritzinger. 

"Aranıza karışıyorum, 

Şairiniz olacağım sizin."


Whitman’ın hayatı tren kondüktörleri, denizciler, günlük işçiler, askerler gibi genç erkeklerle doluydu ve şiirlerinde, hayalini kurduğu ütopyaların duygu yüklü kısımlarını bu genç erkekler oluşturur.

Whitman'ın oğlanlara ve genç erkeklere methiyeleri onun demokrasi yüceltilsinden ayrı tutulamaz. Whitman için demokrasi Cruising*tir. Queerlik ütopyadır. Seks iyi bir vatandaşlıktır.

Kendimin Şarkısı'ndaki "Kilitleri kapılardan çıkarın! / Kapıları pervazlarından kendiliğinden sökün!", Queer Nation’ın "dolaplardan dışarı ve sokaklara doğru!" çığlığının öncüsüdür.

İster sıradan ister samimi sevgililer olsun, cinsel partnerlerinin tümü ondan daha genç ve işçi sınıfına mensuptu. Bunlardan en önemlileri, “Calamus” şiirlerini bitirirken Whitman ile birlikte yaşayan Vaughan, [...] Whitman’ın hayatının muhtemelen büyük aşkı olan genç İrlandalı tramvay şefi Peter Doyle; Whitman ile fırtınalı bir aşk yaşayan getir-götürcü çocuk Harry Stafford ve birkaç yıl Whitman ile beraber yaşamış Camden, New Jersey civarında şoförlük yapan genç Bill Duckett ...

Shively'nin belirttiği gibi, bu tür bir adam bugün pedofil olarak adlandırılabilir. Bu iğrenç bir terimdir ve Whitman'ın hayatının bizim anladığımız şekliyle çocukluğun icadından önce geldiği göz önüne alındığında anakroniktir. Whitman'ın hayatının çoğunda rıza yaşı on yaşındaydı, bu sırada çocuklar tipik olarak zaten çalışıyordu ve Whitman'ın erken orta yaşlarında,  ülkedeki genç erkeklerin çoğu, İç Savaş’a ve savaşın getirdiği diğer felaketlere karışmıştı. Ancak Whitman’ın, kendisi için derin duygusal ve estetik öneme sahip olan genç erkeklerle, adı her ne olursa olsun, erotik ilişkilerde bulunduğu neredeyse kesin bir gerçekliktir.  Whitman'ın dünyası “bir erkek bile değil, bir erkek çocuğunun dünyasıydı. . . hayatının ve en büyük şiirinin "tekillikleri" idi. . .  


Whitman'ın Defterleri



"Whitman saw beautiful boys everywhere and preserved their likenesses in his notebooks, like pressed flowers. Shively speculates that some of the entries in Whitman’s notebooks and daybooks were actually coded sex diaries:


Dec 28 [1861] — Saturday night Mike Ellis — wandering at the cor of Lexington av. & 32d st. — took him home to 150 37th street, — 4th story back room — bitter cold night


Wm Culver, boy in bath, aged 18 (gone to California ’56).

Dan’l Spencer . . . somewhat feminine — 5TH av (44) (May 29th) — told me he had never been in a fight and did not drink at all . . . slept with me Sept 3d

Wm Miller 8th st (has powder slightly in his face.)

David Wilson — night of Oct. 11, ’62, walking up from Middagh — slept with me . . . is about 19

October 9, 1863, Jerry Taylor, (NJ.) of 2d dist reg’t slept with me last night weather soft, cool enough, warm enough, heavenly.

Hugh Harrop boy 17 fresh Irish wool sorter

Wm Clayton boy 13 or 14 on the cars nights — (gets out at Stevens & 2d) April ’81

Robt Wolf, boy of 10 or 12 rough at the ferry lives cor 4th & Market

Clement — — boy Stevens st cars — night


(Jeremy Lybarger'in Bostonreview'de

SANA

 


Ey muamma, üç kere atılmış düğüm, derin kara gölcük,
her şey çözüldü, aydınlandı her şey!
Ah erişmek o ferahlığın, yeterli havanın olduğu yere
sonunda!
Ah kurtulmak o eski bağlardan ve kurallardan, 
ben benimkilerden, siz sizinkilerden! 
Doğanın en iyi yönlerinde akla gelmemiş bir kayıtsızlık bulmak!
Çıkarmak ağzındaki o tıkacı!
Hissedebilmek yeterli olduğumu şu halimle bugün ya da bir
başka gün.

Ey o kanıtlanmamış şey! Esrime halindeki!
Kurtulmak tamamen diğerlerinin payanda ve 
prangalarından. 
Özgür yaşamak hayatı! Özgür sevmek! 
Atılmak ileriye gözü kara ve korkusuz! 
Alayla çağırmak, flört etmek ölümle!



...

İyi kulak ver sözlerime, iyi dinle fısıldadıklarımı
Seni seviyorum, Ey sen, gelip ele geçir beni
Ah senle ben kaçalım başkalarından uzaklara, özgür,
kanunsuz,
Havadaki iki şahin, denizde yüzen iki balık daha kanunsuz 
değildir bizden

...

Ah, razıyım, her şeyi göze alırım senin için
Ah kaybolayım gerekirse!
Senle ben! Ne önemi var geri kalanın ne düşündüğünün?
Bize ne başka her şeyden? birbirimizi sevmek ve gerekirse tüketmek dışında



...

Ah bir gemide denize yelken açmak! 
Geride bırakmak bu tekdüze çekilmez diyarı, 
Geride bırakmak can sıkıcı bir örnek sokakları, kaldırımları, evleri,
 Geride bırakmak seni ey Katı, hareketsiz diyar, atlamak bir gemiye, 
Yelken açıp gitmek, gitmek, gitmek! 
Ah bundan böyle yeni neşelerin şiirinden bir hayatı yaşamak! 
Dans etmek, el çırpmak, bağırmak, süzülmek suyun yüzünde! 
Bütün limanlara kayıtlı bir dünya denizcisi olmak,
 Bir gemi olmak, (baksana güneşe, havaya karşı gerdiğim şu yelkenlere,) 
Hızlı, rüzgarla şişen bir gemi, ağzına kadar zengin sözcüklerle, neşeyle dolu.


Walt Whitman

Aranıza giriyorum, şairiniz olacağım sizin...

 


Duydum itham edildiğimi, kurumları yok etmeye 
çalışıyormuşum,
Aslında ne taraftarıyım kurumların, ne de karşıyım onlara,
(Sahi ne işim olur ki onlarla? ya da onları yok etmeyle??
İnşa etmek istiyorum sadece Mannahatta'da ve bu
Eyaletler'in içlerinde ya da deniz kıyısındaki her şehrinde,
Ve tarlalarda, ormanlarda, suyu yaran küçük ya da büyük
her gemi omurgasının üstünde,
Binasız, kuralsız, yöneticisiz, iddiasız,
Yoldaşların sevgili aşk kurumunu.

**

Ben, Adem şarkılarının okuyucusu,
Yıkanarak, yıkayarak şarkılarımı cinsellikte... 

Övüyorum seni kutsal edim ve ona hazırlanan siz çocukları, ve siz güçlü belleri. 
Bugün Doğa'nın gözdeleriyle düşüp kalkacağım,
 bu gece de arsız zevklere inananların tarafındayım, 
genç erkeklerin gece alemlerine katılıyorum,
yankılanıyor açık saçık bağırışlarımız,
Artık rol yapmayacağım, neden mahrum edeyim ki kendimi yoldaşlarımdan?

Aranıza giriyorum, şairiniz olacağım sizin...

W.W.

Elektrikli Beden

 Yazı, Jonah Lehrer'in Proust Bir Sinirbilimciydi
 kitabından : 


WALTWHITMAN

Hissetmenin Tözü

 



Şair kendi bedeninin tarihini yazar.

-Henry David Thoreau


WALT WHITMAN Amerikan İç Savaşı'nın konusunun beden olduğunu düşünüyordu. Ona göre Konfederasyon yanlıları­nın suçu siyahlara et yığını olarak davranmaları, onları bir et parçası gibi alıp satmalarıydı. Whitman'ın ilk kez New Orleans'taki bir köle pazarında idrak ettiği gerçek, bedenle zihnin ayrılmaz olduğuydu. Bir insanın bedenini kamçıla­mak ruhunu kamçılamak demekti.

Whitman'ın şiirlerindeki ana fikir budur. İnsanın bir be­dene sahip olduğunu söylemek yanlıştır, zira insan bizzat bir bedendir. Hislerimizin maddi olmadığını hissetsek de, aslında başlangıç noktaları bedendir. Whitman tek şiir kitabı Çimen Yaprakları'na derisini ruhuyla doldurarak başlar, "koltukaltı kokum duadan daha güzel":

Birisi ruhu mu görmek istiyordu? 

Buyur gör, kendi şeklini ve çehreni...

Bak! Beden içerir ve anlamın kendisidir, esas 

Meseledir ve içerir ve ruhtur. 

Whitman'ın bedenle ruhu meczetmesi devrimci bir fikirdi, anlayış bakımından da kullandığı serbest nazım biçimi kadar radikaldi. O dönemde bilimciler hislerimizin beyinden geldiğine, bedenin de hareketsiz bir madde yığınından ibaret olduğuna inanıyorlardı. Whitman ise zihnimizin tenimize ba­ğımlı olduğu kanaatindeydi. "Eksiksiz biçim"imiz hakkında şiirler yazmaya kararlıydı.

ÇİMEN YAPRAKLARI


"Miras bırakıyorum kendimi toprağa, canım çimen olarak çıkayım diye,
Beni görmek isterseniz yeniden bakın ayakkabılarınızın tabanına..."


çeviriler: Fahri Öz

Neler geçiyor aklımdan seni düşününce, Walt whitman...

SANA...


Eğilip gönlümce aylaklık ediyorum bir yaz çimenini inceleyerek...



Aylaklık ediyorum ve davet ediyorum ruhumu, 
Eğilip gönlümce aylaklık ediyorum bir yaz çimenini inceleyerek.

Sen deniz! Kendimi sana bırakıyorum...



Sen deniz! Kendimi sana bırakıyorum—tahmin ediyorum ne demek istediğini,

Sahilden izliyorum davetkâr kıvrık parmaklarını, Biliyorum bana dokunmadan geri dönmeyi reddediyorsun, Sarmaş dolaş olmalıyız birlikte, soyunuyorum, acele ediyorum karadan uzaklaşmak için,

Altıma yastık koy yumuşacık, salla beni dalgalı uykunda, Şehvetli sularınla ıslat, karşılığını verebilirim sana.

Arzu, arzu, arzu,
Hep doğurgan arzusu dünyanın

Şu muğlaklığın ötesinde zıtlık ilerleme demektir; her zaman madde, çoğalma, her zaman cinsellik,
Her zaman kimliğin dokunması demektir, her zaman üstünlük, her zaman üremesi hayatın.


Çimen Nedir?



"Bence bir çimen yaprağı küçük değildir yıldızların yolculuğundan"

Borges'in Whitman'ı

Walt Whitman'ı Cenevre'de Johannes Schlaf'ın Almanca çevirisi aracılığıyla (“Als ich in Alabama memen Morgengang machte " - "As I have Walk'd in Alabama my morning walk") tanıştım. Hiç kuşkusuz, Amerikalı bir şairi Almanca okumak o zaman çok saçma gelmişti ve hemen Londra'dan bir Çimen Yaprakları istetmiştim. Gönderilen kitabı hâlâ anımsıyorum, yeşil ciltliydi. Whitman'ı bir süre yalnızca büyük bir şair olarak değil, tek şair olarak gördüm. Daha doğrusu, 1855'e kadar dünyanın bütün şairlerinin eninde sonunda Whitman’a vardığını, ona öykünmemenin cahillikten başka bir şey olmadığını düşünüyordum. Böyle bir sanıya, daha önceleri de, şimdi artık hiç katlanamadığım Carlyle'ın düzyazısı ve Swinburne'ün şiiri karşısında kapılmıştım. İçinden geçtiğim evrelerdi bunlar. Daha sonraları da, belli bir yazardan müthiş etkilendiğim benzer deneyimler yaşayacaktım.

1919-20 kışını Sevilla'da geçirdik. İlk şiirim de Sevilla'da yayınlandı. “Denize Övgü” adlı şiirim, Grecia dergisinin 31 Aralık 1919 tarihli sayısında çıktı. Şiirde, Walt Whitman olabilmek için elimden geleni ardıma koymuyordum:

Ey Deniz! Ey mitos! Ey güneş! Ey sonsuz dinginlik! Biliyorum neden sevdiğimi seni, ikimiz de çok yaşlıyız yüzyıllardır tanıyoruz birbirimizi...

Ey Proteus, senden doğmuşum ben-İkimiz de zincire vurulmuş, yollara düşmüşüz,
yıldızların özlemindeyiz ikimiz de, ikimiz de umut ve Düş kırıklığı yüklüyüz...!


Bugün artık deniz neredeyse aklıma bile gelmiyor, yıldızların özlemini çektiğimi düşünemiyorum bile. Yıllar sonra, Arnold Bennett'ın “üçüncü sınıf muhteşem” deyimini gördüğümde, ne demek istediğini hemen anlayacaktım tabii. Yayınladığım tek şiir bu olduğundan, birkaç ay sonra Madrid’e gittiğimde orada herkes bir deniz şairi gözüyle baktı bana.

Ot Sapları / Upton Sinclair

Upton Sinclair'in
 bir yazısından:


 Whitman'ın eserine koyduğu «Ot Sapları» adı insan ruhuna sembol olarak 
en bayağı ve en göze çarpmaz doğa ürününü seçtiğini ifade eder. 
Şair kendisi bu ot saplarından biriydi.



Walt Whitman’ın ana babası Long Island’ın uzak bir köşesinde çiftlik sahibiydi. Sonra baba marangoz olunca, daha o zaman ufak bir şehir olan Brooklyn’e göç ettiler. Oniki yaşındayken Walt bir büroda müstahdem oldu. Çok okuyordu, mürettiplik öğrendi, sonra öğretmen ve hatip oldu. Abolitionist, içki düşmanıydı ve kafasında daha bir çok «heves ve merak» vardı. Ağır, biraz inatçı bir delikanlı olarak ordan oraya dolaşıp çeşitli insanlar tanıyor, hayatı ilgi ile seyrediyor ama büyük başarı umudu beslemiyordu. Redaktör olarak elde tuttuğu iyi bir mevkiyi esaret hakkındaki fikirleri yüzünden terketti. Walt bugün işçi hareketi içinde sık sık rastlanan, yeni bir tip yarattı: Yaşamak için en zaruri şeyleri kendi elinin emeği ile kazanıp geri kalan zamanında okuyan ve hayatı inceleyen adam! Walt'ın ailesi onu pek seviyor, fakat anlamıyordu; işsiz dolaşıp fikirlerinin arkasından koşarken onu tembel sayıyordu.

Fakat o dahiyane tabiatının itişiyle kendi yolunda yürüyordu. Mevcut bütün insan cinslerini tanımak, onlarla konuşmak ve kendini onlardan biri olarak duymak istiyordu. Tarla ırgatlarıyla birlikte çalışıyor, sandal ve vapur yolcularıyla gevezelik ediyor ve minibüs sürücüleriyle dost oluyordu. Gerçekten bütün Amerika’yı görmek istiyor, yavaş yavaş taa aşağıya, New Orleans’a kadar gidiyor ve geri dönüyordu. Edebiyatı da tanımak istediğinden -okuyordu; fakat daima kendi zevkine uyan ve hiç kimsenin etkisi altında kalmadan... Benliğini anlatmaya kalkışınca onun, edebiyatta hiçbir eşi olmayan bir benlik ve Amerikada duyulmuş olan seslerin en sarsıcısı olduğunu gösterdi.

Yeni ve hayati akımları, basımlarının yazılarından öğrendiğimiz çok olur. Ben kendi hesabıma Walt Whitman’ı, Güney devletlerinin sayılı bir centilmen şairi olan Sidney Lanier’in bir eserinden öğrendim. O burada Whitman’ın, demokrasinin sesi olduğu iddiasındaki saçmalığı ispat etmek istiyordu; kütleler bu eksantrik poezi için hiç bir ilgi duymuyorlar ve şairin ne istediğini anlamıyorlarmış.



Walt Whitman, Amerikan halkını gerçekten tanıyordu, kütlelerin kültürlü azlıktan farkını, kendinden önce hiçbir şairin bilmediği kadar biliyordu. Kütlelerin içinde muazzam içgüdüsel güçlerin saklı olduğuna inanıyor ve kendisinin, şair ve peygamber olarak, bu bilinçsiz kütle varlığını kavrayıp yönetebileceğini kabul ediyordu. Demokrasi yolu hazırlandığına, onun arzu ve duygularını ve kurum ve sanatlarda gerçekleştireceği sevgi, kardeşlik ve dayanışmayı ifade ettiğine inanıyordu. Seziş ve mistik gaipten biliciliğinin doğru olup olmadığını gelecek gösterecektir. Whitman’ın çağdaşları arasında iki tip herhalde bu konuda yargı veremezdi: Bilgisiz vo güvensiz ücret kölesiyle Georgia'lı - çiçekler, dereler vo kuşlar üzerine nefis ve fakat geleneğe uygun şiirler yazan - kibar efendi!

Bob Dylan / I Containe Multitudes


Do I contradict myself? Very well, then I contradict myself, I am large, I contain multitudes"
"Çelişiyor muyum kendimle? Pekala, çelişiyorum kendimle,  (Büyüğüm ben, yığınları taşıyorum içimde) 
Walt Whitman / Song Of Myself (51)



Bob Dylan'ın Whitman'a selam durduğu,  Poe, Anne Frank, William Blake, İndiana Jones, Rolling Stones'a referanslarla bezeli son şarkısı  I Containe Multitudes:


Today, tomorrow, and yesterday, too
The flowers are dyin' like all things do
Follow me close, I'm going to Balian Bali
I'll lose my mind if you don't come with me
I fuss with my hair, and I fight blood feuds
I contain multitudes

Got a tell-tale heart, like Mr. Poe
Got skeletons in the walls of people you know
I'll drink to the truth and the things we said
I'll drink to the man that shares your bed
I paint landscapes, and I paint nudes
I contain multitudes

Red Cadillac and a black mustache
Rings on my fingers that sparkle and flash
Tell me, what's next? What shall we do?
Half my soul, baby, belongs to you
Oh, while I cannot frolic with all the young dudes
I contain multitudes

I'm just like Anne Frank, like Indiana Jones
And them British bad boys, The Rolling Stones
I go right to the edge, I go right to the end
I go right where all things lost are made good again
I sing the songs of experience like William Blake
I have no apologies to make
Everything's flowing all at the same time
I live on the boulevard of crime
I drive fast cars, and I eat fast foods
I contain multitudes

Pink petal-pushers, red blue jeans
All the pretty maids, and all the old queens
All the old queens from all my past lives
I carry four pistols and two large knives
I'm a man of contradictions, I'm a man of many moods
I contain multitudes

You greedy old wolf, I'll show you my heart
But not all of it, only the hateful part
I'll sell you down the river, I'll put a price on your head
What more can I tell you?
I sleep with life and death in the same bed
Get lost, madame, get up off my knee
Keep your mouth away from me
I'll keep the path open, the path in my mind
I'll see to it that there's no love left behind
I'll play Beethoven's sonatas, and Chopin's preludes
I contain multitudes

KENDİ ŞARKIM









Bu kısa ve amatör işi video Whitman'ın, bu yeryüzü ermişinin çıplaklık üzerine yazılmış en değerli metinlerden biri olduğunu düşündüğüm bir yazısından yola çıktı:

kaotikbenlik.blogspot.com/2018/04/Doğa'da Çıplak

Ve Whitman'a ait olduğu düşünülen, Thomas Eakins tarafından çekilmiş çıplak fotoğraflarından cesaret aldı.

https://kaotikbenlik.blogspot.com/2018/05/ww.html

Ve iki koca yürekli kişiye adandı.

 Üzerine çok da düşünmeden çektiğim doğaçlama bir çalışmaydı ve ancak böylelikle var olabildi.


Bir öğle üzeri ormanın kıyısındaki ıssız bir sahile gittim; bütün giysileri attım üzerimden ve yalnız kendimle baş başa orada, çırılçıplak dolaştım, denize girdim ve Walt Whitman şiirleri okudum.


Bu filmi Whitman'dan ve onun felsefesinden ayıramam, böylelikle ancak Whitman etkisiyle var olabildiğini de iddia edebilirim.




İçerdiği çıplaklık bir tür  put kurmaydı, en başta da kendi putlarımı, bu haliyle performansa yakındı, kayda almaksa başından beri aklımdaydı.

Çimen Yaprakları'nı filmsel bir dille (kaygıyla) ele almak (üstelik çok küçük bir seçkiden, Memet Fuat çevirilerinden yola çıkarak), bu metinleri daha iyi görmemi sağladı. Doğa, din, cinsellik, ölüm.. vb üzerine ayıkladığım bu metinler, hepsi bir arada çıplaklığımı imliyordu, ya da bütün bunlar, hepsi, bir arada, ölümün imleyenleriydi. Evet, her neyse...

Bir önemi var mı, yok, sadece ilginç (ve cesur) bir film olmakla yetinecek, ama belki Whitman üzerine yapılmış queer çalışmalara (varsa) eklemlenebilir.

WALT WHİTMAN

Whitman, nesnelerle ve kişilerle şişip kabaran ağır bir doğum ve ölüm çemberi olan Amerikalı doğa-anayı icât eder. O, “yaşamın okyanusu” , “ateşli yaşlı ana” , şehvetli karanlık, arkaik gecedir: “Çıplak göğüslü gece iyice bastır - iyice bastır besleyen çekici gece!” Whitman, Wordsworth’ün
sevecen anneliğini Coleridge’in korkunç vampirliğine başvurmadan düzeltir. Öğrenmeyle değil, şairane bir dürtüyle eski çağların ana tapınçlarının evrenbilimini yeniden canlandırır. Onun tasavvur ettiği, kargaşa içindeki dünya - gebeliğidir: “Körükle, körükle, körükle, / dünyanın hiç durmadan körüklenmesi doğurganlığa... daima madde ve çoğalma, daima cinsellik.” “Yıldızları birbirine bağlayan ipliklerin, dölyatağının ve babalığın dokunduğu kumaşın... sesleri”ni duyar. Bu propagandacı evreni kuşatan, her şeyi kapsayan annenin cinsel bir ikiliği vardır. Whitman,
kişileştirme aracılığıyla birleştiği hermafrodit tanrıçanın oğul-âşığı ve rahibidir. Tüm varlıkları havadar bir kese olarak tasavvur ettiği benlikte eritmek ister. Çimen Yaprakları'nın epik katalogları, şairin durmamacasına kendini döllemesi ya da kadınsı şişkinlik, sanatçının Ulu Ana, Evrensel
Erkek-Kadın olarak portresidir.

Whitman, ruhunda cinselleştirilmiş ihlalleri kışkırtır. Onun tekniği olan özdeşleşme, Dionysoscu empatidir: “Her tür renkte ve kalıptayım, her zümre ve dinde, / Çiftçi, tamirci, sanatçı, denizci, derviş / Mahkûm, pezevenk, kabadayı, avukat, beyefendi, fizikçi, rahip.” Pezevenkten rahibe
kadar bu sayısız personalar varlığın yüce zincirini oluşturur. “Babaç olduğu kadar da anaç” Whitman, transseksüel yansıtmalar yapar: “Ben doktorum, aktrisim” ya da “uykusuz dulum” ya da âşığı için süslenip püslenen genç bir kız. Şiir dünyanın tüm varlıklarını kapsar. Bir dizi listede üç düzine hayvan, böcek, balık, bitkiler, panterden yengece kadar yaratıklar sıralanır. “Âşıklarım beni boğuyor,” der Whitman; “çiçek tarhlarından, asmalardan,
ağaç dibinde birbirine dolanmış çalılardan” onun adını çağırırlar.

Keats gibi o da dünyanın olgunlaşmış “Çoğul”larını kapsayan Dionysoscu yayılmayı taklit eder. Tüm engelleri dağıtır: “Kapıların kilitlerini açın! / Kapıları kenar pervazlarından açın!” Apollonca gasp yaşanmamalı: Mahremiyet ya da saflık, bütünlükten kopan kısır parçalardır. Çimen Yaprakları' nın gelişigüzel bir tümden kapsayıcılığı vardır. Demokrat Dionysos anlamı süprüntü, kırıntı ve döküntüye doğru genişletir: “eciş bücüş, önemsiz, düz, aptalca, hor görülen” , “kepek, saman, tahtanın kıymıkları, tohumlar ve deniz-glüteni, / Kir, parıldayan kayaların tortusu, tuzlu marulun yaprakları, gel-gitin taşıdığı.” Musevi-Hıristiyan bu dünyaya hükmederken, Dionysoscu bu dünyanın hükmettiğidir. Whitman karşıtları bir araya getirir: “Kendime ters mi düşeceğim?.. Kocamanım, çoklukları sığdırırım içime.” Dionysos’un çoğul - biçimli sapkınlığı Apollonca sınıflandırmayı
ve hiyerarşiyi dağıtır.

Emerson’ın şairin özgürleştirici olacağına ilişkin kehâneti, serbest vezni Mısır’daki Antonius gibi “ölçüleri aşan” Whitman tarafından yerine getirilir. O, doğanın akışı içinde her şeyi harekete geçirir. Serbestçe ilerleyen yapısı ve aralıksız başkalaşımlarıyla Çimen Yaprakları edebiyatın en mükemmel Dionysoscu şiiridir. O, toprak anayı uyandırmak ve doğurganlığa kışkırtmak üzere onun özelliklerini, meyveleri, ürünleri ve hayvanların adlarını bir bir sayan eski çağların dinsel şarkılarından doğmuştur.
Apollonik biçimi ve görgü kurallarını çiğneyen Dionysosculuğu, aynı zamanda onun zayıflığıdır. En iyi durumda Pindaros’un ihtişamına sahiptir, en kötü durumda ise karnaval çığırtkanları gibi cırtlak sesli ve komiktir. Yine de, entelektüel incelmişliği yüzünden Dionysos Lusios (Özgürleştirici)
olamayan öncülünü, mutsuz Emerson’ı hatırlayalım.

Whitman da, Baudelaire gibi Hıristiyanlan ve burjuvaziyi sarsmanın yollarını arar. O, “yasak sesleri, / Cinsiyetlerin ve şehvetin seslerini... benim tarafımdan düzeltilen ve dönüştürülen yakışıksız sesler”i iletendir. Protestan geçmişten bir başka kopuşu gerçekleştirir, içsel hayatın asık yüzlü tapıncı olan Püritenlik nesnelere değil, edimlere değer vermişti. Yeniden canlanmış nesneler yumağını kendisine süpüren pagan Çimen Yaprakları, şimdi artık deneyimlerden ibaret hale gelen edimlerin ahlâkî boyutunu ortadan kaldırır. Kadınca bir rehavetle Türk hamamlarında uykuya yatırılan Püriten irade, çatışmacı karakterini bırakır. Whitman bir dizesinde, “Hafif hafif gıdıklayan cinsel organlarıyla rüzgâr bana sürtünür,” der. Ya da “ak karınları güneşe doğru gerilmiş, sırt üstü yüzen delikanlılar” gördüğünden bahseder. Burası ereksiyonun olmadığı bir dünyadır. Penisler, esintinin getirdiği polenlerle beneklenmiş meyveler, ya da suya gizlenmiş parlak bitki soğanlarıdır. Hiçbir gerilim ya da disiplin yoktur, çünkü Çimen Yaprakları rehavet içindeki kadınsı gerçekleri yüceltir.
Emerson’ın etkisiyle, “Osiris, İsis, Belus, Brahma, Buda”ya başvurmalarının gösterdiği gibi, Whitman’in Dionysoscu çoklukları, bir pagan sinkretizmidir. D. H. Lawrence, Whitman’in “kendimin şarkısının” ben’i, “bir pelte”ye bir “bulamaç”a “Tek Kimliğin berbat pudingine” dönüştürdüğünden yakınır. Forster’ın A Passage to India (Whitman’in son şiirinin adı) adlı eserindeki Hinduizm gibi, her şeyi onurlandırma ve soğurma şevkine, ayrımların ortadan kalkması eşlik eder. Kendisini, müşfik pelerini altında yüzlerce biçim saklayan bir Madonna della Misericorida olarak betimleyen Whitman, kendisini Dionysoscu tarzda genişlemiş tek bir kimliğe doğru yönlendirmeyi tam anlamıyla hiçbir zaman başaramaz.

Whitman da, ağır göz yuvarlağıyla Emerson gibi birleşme istencini, başa belâ ben’in, yani bedenin maskesi ardında bastırılmış olarak bulur. Çimen Yaprakları birliği savunsa da, gerçekleştirdiği ayrılmadır. Güleryüzlü şarkısı “Embraceable You” gerçekliği iç kemiren bir boşluğa yerleştirir. Bu
tartışmasızca cömert şiir, en ürküncü Dekadan röntgencilik olan ahlâkî müphemliklerce lekelenir. Moby Dick gibi Çimen Yaprakları da Geç Romantik dürtülerle karman çorman olmuş bir Yüksek Romantik eserdir.

Whitman, uyuyanların ve hastaların yataklarının başucunda dikildiğini - ilerde İç savaş dönemi hastanelerinde uygulamaya koyacağı bir zevk - hayal etmekten hoşlanır. Blake’in “Bebek Sevinç” ile karşılaştırdığım The Sleepers bu tema üzerine bir rapsodidir: “Hayalimde dolaşıp durdum
bütün gece, / Parmak ucumda yürüyerek, sessiz ve hızlı yürüyüp durarak, / Uyuyanların yumuk gözlerinin üzerine açık gözlerle eğilerek.” Karanlıkta öylece durmuş, “teskin edercesine ellerini bir aşağı bir yukarı onların üzerinde gezdirir.” “Başucundan başucuna” gezerek, çocukları, ölüleri,
sarhoşları, mastürbasyoncuları, ahmakları, eşleri, kız kardeşleri, uyuyanları ya da ölüleri ziyaret eder.



His / Whitman



1882'de Boston’da yaşandı.

Kötü Alışkanlıkları Yok Etmek için New Enland Topluluğu Çimen Yaprakları'nın yeni baskısının dağıtımını durdurmayı başardı.

Birkaç yıl önce, ilk baskı yayınlandığında kitabın yazan Walt Whitman işini kaybetmişti.

Gece zevklerini göklere çıkarması kamu ahlakı açısından kabul edilemez bulunuyordu.

Ve bütün bunlar Whitman’ın en yasak olanı gayet güzel bir biçimde gizlemesine rağmen yaşanıyordu. Çimen Yaprakları'nın bir yerinde onu ima etme noktasına geldi, ama geri kalan şiirlerinde, hatta özel günlüklerinde his diye geçen kısımları her olarak düzeltti, bir erkeği düşündüğünde onu kadın olarak kaleme aldı.

Işıltılı çıplaklığa şarkılar söyleyen büyük şairin hayatta kalabilmek için kendisini gizlemekten başka çaresi yoktu. Hiç olmadığı halde altı çocuğu varmış gibi yaptı, kadınlarla aslında hiçbir zaman yaşamadığı maceralar uydurdu ve kendisini, kusursuz genç kızlarla bakire çayırlardan bahsederek Amerika'nın erkekliğini cisimleştiren, sakallı sert adam olarak gösterdi.


*
E.Galeano


bak:
*

As I Lay with My Head in Your Lap Camerado / W.W.


Benim gözümde Amerika, Walt Whitman’dı, yeni ritmin ülkesi, yarınki kardeşliğin yurduydu. Oraya yola çıkmadan önce o eşsiz “ Camerado” nun* vahşi çağlayanlarmışcasına akan uzun söz dizilerini bir kez daha okudum.. Avrupalının olağan kendini beğenmişliğiyle değil, açık ve kardeşçe duygularla ayak bastım, Manhattan’a.

Otelde kapıcıya ilk sorum, Walt Witman’ın mezarıydı; bugün gibi hatırlarım. Bu sorumla, zavallı
italyanı pek şaşırttığımı da biliyorum; böyle bir adı hiç duymamıştı, adamcağız?

*
Stefan Zweig
Bir Avrupalının Anıları


*Başımı Senin Kucağına Yasladığımda Dostum...
AS I LAY WITH MY HEAD IN YOUR LAP CAMERADO.