WALT WHİTMAN

Whitman, nesnelerle ve kişilerle şişip kabaran ağır bir doğum ve ölüm çemberi olan Amerikalı doğa-anayı icât eder. O, “yaşamın okyanusu” , “ateşli yaşlı ana” , şehvetli karanlık, arkaik gecedir: “Çıplak göğüslü gece iyice bastır - iyice bastır besleyen çekici gece!” Whitman, Wordsworth’ün
sevecen anneliğini Coleridge’in korkunç vampirliğine başvurmadan düzeltir. Öğrenmeyle değil, şairane bir dürtüyle eski çağların ana tapınçlarının evrenbilimini yeniden canlandırır. Onun tasavvur ettiği, kargaşa içindeki dünya - gebeliğidir: “Körükle, körükle, körükle, / dünyanın hiç durmadan körüklenmesi doğurganlığa... daima madde ve çoğalma, daima cinsellik.” “Yıldızları birbirine bağlayan ipliklerin, dölyatağının ve babalığın dokunduğu kumaşın... sesleri”ni duyar. Bu propagandacı evreni kuşatan, her şeyi kapsayan annenin cinsel bir ikiliği vardır. Whitman,
kişileştirme aracılığıyla birleştiği hermafrodit tanrıçanın oğul-âşığı ve rahibidir. Tüm varlıkları havadar bir kese olarak tasavvur ettiği benlikte eritmek ister. Çimen Yaprakları'nın epik katalogları, şairin durmamacasına kendini döllemesi ya da kadınsı şişkinlik, sanatçının Ulu Ana, Evrensel
Erkek-Kadın olarak portresidir.

Whitman, ruhunda cinselleştirilmiş ihlalleri kışkırtır. Onun tekniği olan özdeşleşme, Dionysoscu empatidir: “Her tür renkte ve kalıptayım, her zümre ve dinde, / Çiftçi, tamirci, sanatçı, denizci, derviş / Mahkûm, pezevenk, kabadayı, avukat, beyefendi, fizikçi, rahip.” Pezevenkten rahibe
kadar bu sayısız personalar varlığın yüce zincirini oluşturur. “Babaç olduğu kadar da anaç” Whitman, transseksüel yansıtmalar yapar: “Ben doktorum, aktrisim” ya da “uykusuz dulum” ya da âşığı için süslenip püslenen genç bir kız. Şiir dünyanın tüm varlıklarını kapsar. Bir dizi listede üç düzine hayvan, böcek, balık, bitkiler, panterden yengece kadar yaratıklar sıralanır. “Âşıklarım beni boğuyor,” der Whitman; “çiçek tarhlarından, asmalardan,
ağaç dibinde birbirine dolanmış çalılardan” onun adını çağırırlar.

Keats gibi o da dünyanın olgunlaşmış “Çoğul”larını kapsayan Dionysoscu yayılmayı taklit eder. Tüm engelleri dağıtır: “Kapıların kilitlerini açın! / Kapıları kenar pervazlarından açın!” Apollonca gasp yaşanmamalı: Mahremiyet ya da saflık, bütünlükten kopan kısır parçalardır. Çimen Yaprakları' nın gelişigüzel bir tümden kapsayıcılığı vardır. Demokrat Dionysos anlamı süprüntü, kırıntı ve döküntüye doğru genişletir: “eciş bücüş, önemsiz, düz, aptalca, hor görülen” , “kepek, saman, tahtanın kıymıkları, tohumlar ve deniz-glüteni, / Kir, parıldayan kayaların tortusu, tuzlu marulun yaprakları, gel-gitin taşıdığı.” Musevi-Hıristiyan bu dünyaya hükmederken, Dionysoscu bu dünyanın hükmettiğidir. Whitman karşıtları bir araya getirir: “Kendime ters mi düşeceğim?.. Kocamanım, çoklukları sığdırırım içime.” Dionysos’un çoğul - biçimli sapkınlığı Apollonca sınıflandırmayı
ve hiyerarşiyi dağıtır.

Emerson’ın şairin özgürleştirici olacağına ilişkin kehâneti, serbest vezni Mısır’daki Antonius gibi “ölçüleri aşan” Whitman tarafından yerine getirilir. O, doğanın akışı içinde her şeyi harekete geçirir. Serbestçe ilerleyen yapısı ve aralıksız başkalaşımlarıyla Çimen Yaprakları edebiyatın en mükemmel Dionysoscu şiiridir. O, toprak anayı uyandırmak ve doğurganlığa kışkırtmak üzere onun özelliklerini, meyveleri, ürünleri ve hayvanların adlarını bir bir sayan eski çağların dinsel şarkılarından doğmuştur.
Apollonik biçimi ve görgü kurallarını çiğneyen Dionysosculuğu, aynı zamanda onun zayıflığıdır. En iyi durumda Pindaros’un ihtişamına sahiptir, en kötü durumda ise karnaval çığırtkanları gibi cırtlak sesli ve komiktir. Yine de, entelektüel incelmişliği yüzünden Dionysos Lusios (Özgürleştirici)
olamayan öncülünü, mutsuz Emerson’ı hatırlayalım.

Whitman da, Baudelaire gibi Hıristiyanlan ve burjuvaziyi sarsmanın yollarını arar. O, “yasak sesleri, / Cinsiyetlerin ve şehvetin seslerini... benim tarafımdan düzeltilen ve dönüştürülen yakışıksız sesler”i iletendir. Protestan geçmişten bir başka kopuşu gerçekleştirir, içsel hayatın asık yüzlü tapıncı olan Püritenlik nesnelere değil, edimlere değer vermişti. Yeniden canlanmış nesneler yumağını kendisine süpüren pagan Çimen Yaprakları, şimdi artık deneyimlerden ibaret hale gelen edimlerin ahlâkî boyutunu ortadan kaldırır. Kadınca bir rehavetle Türk hamamlarında uykuya yatırılan Püriten irade, çatışmacı karakterini bırakır. Whitman bir dizesinde, “Hafif hafif gıdıklayan cinsel organlarıyla rüzgâr bana sürtünür,” der. Ya da “ak karınları güneşe doğru gerilmiş, sırt üstü yüzen delikanlılar” gördüğünden bahseder. Burası ereksiyonun olmadığı bir dünyadır. Penisler, esintinin getirdiği polenlerle beneklenmiş meyveler, ya da suya gizlenmiş parlak bitki soğanlarıdır. Hiçbir gerilim ya da disiplin yoktur, çünkü Çimen Yaprakları rehavet içindeki kadınsı gerçekleri yüceltir.
Emerson’ın etkisiyle, “Osiris, İsis, Belus, Brahma, Buda”ya başvurmalarının gösterdiği gibi, Whitman’in Dionysoscu çoklukları, bir pagan sinkretizmidir. D. H. Lawrence, Whitman’in “kendimin şarkısının” ben’i, “bir pelte”ye bir “bulamaç”a “Tek Kimliğin berbat pudingine” dönüştürdüğünden yakınır. Forster’ın A Passage to India (Whitman’in son şiirinin adı) adlı eserindeki Hinduizm gibi, her şeyi onurlandırma ve soğurma şevkine, ayrımların ortadan kalkması eşlik eder. Kendisini, müşfik pelerini altında yüzlerce biçim saklayan bir Madonna della Misericorida olarak betimleyen Whitman, kendisini Dionysoscu tarzda genişlemiş tek bir kimliğe doğru yönlendirmeyi tam anlamıyla hiçbir zaman başaramaz.

Whitman da, ağır göz yuvarlağıyla Emerson gibi birleşme istencini, başa belâ ben’in, yani bedenin maskesi ardında bastırılmış olarak bulur. Çimen Yaprakları birliği savunsa da, gerçekleştirdiği ayrılmadır. Güleryüzlü şarkısı “Embraceable You” gerçekliği iç kemiren bir boşluğa yerleştirir. Bu
tartışmasızca cömert şiir, en ürküncü Dekadan röntgencilik olan ahlâkî müphemliklerce lekelenir. Moby Dick gibi Çimen Yaprakları da Geç Romantik dürtülerle karman çorman olmuş bir Yüksek Romantik eserdir.

Whitman, uyuyanların ve hastaların yataklarının başucunda dikildiğini - ilerde İç savaş dönemi hastanelerinde uygulamaya koyacağı bir zevk - hayal etmekten hoşlanır. Blake’in “Bebek Sevinç” ile karşılaştırdığım The Sleepers bu tema üzerine bir rapsodidir: “Hayalimde dolaşıp durdum
bütün gece, / Parmak ucumda yürüyerek, sessiz ve hızlı yürüyüp durarak, / Uyuyanların yumuk gözlerinin üzerine açık gözlerle eğilerek.” Karanlıkta öylece durmuş, “teskin edercesine ellerini bir aşağı bir yukarı onların üzerinde gezdirir.” “Başucundan başucuna” gezerek, çocukları, ölüleri,
sarhoşları, mastürbasyoncuları, ahmakları, eşleri, kız kardeşleri, uyuyanları ya da ölüleri ziyaret eder.




Milton Kessler, derslerinde The Sleeepers'ın “hortlaksılığından” ve “şehvetperestliği”nden söz ederdi. “Fetüs” gibi kıvrılmış uyuyanların üzerine eğilen şairin “büyüsel, tanrıya benzer bir duruşu” vardır: “Onları o yaratır. Hepsi de onun karşısında âcizdirler.” Whitman’ın sempatisi ve özdeşleşmesi
saldırganlık ve istilâya dayanır. Şiirin röntgencilik benzeri bir zorbalığı vardır: Kadir-i mutlak göz nesnelere edilgenliği dayatırken, onların kişisel bilinçlerini yadsır. Normal olarak hiyerarşinin Dionysoscu düşmanı olan Whitman, bir uçtan bir uca insanlığı teslimiyetin sefilliği içinde önüne serer. Uyuyanlar, onun zihnini etkilemek üzere bekleyen maddedir. Onun kriminal haneye tecavüzü, yatak odaları kadar rüyalarının da ihlâli, sessiz, erotik bir heyecan yaratır. Şiir, psiko-cinsel bir ihlâl
ve tecavüz, Whitman da geceleri dolaşan vampir.

Whitman da, Blake gibi cinsel gizlilik ve utancı kaldırarak bâtıl yasaları yok etme iddiasındadır. Fakat onun şen teşhirciliği bir maskedir. The Sleepers onun kendisini gizlemesinin boyutlarını ortaya koyar. “Kubla Khan” da olduğu gibi kalabalığın gözleri şaire kapalıdır, ama artık bu gözleri
kapatan şairin kendisidir. The Sleepers ölüler şehrini dolaşan gece devriyesidir. Whitman’ın insanlarla ilişkileri gergindir. Gerçekte onların ötekiliğini, çoğul kimliklerini takdir etmediği için yalnızlığa mahkûmdur. Onları parçalanmanın demokrasisinde boğarken, arkaik geceyle sarmalar.
Onun kasılma halindeki kendini sınırlamaları Dekadan kapanımdır. Whitman’da Amerikan edebiyatının Geç Romantik kızkardeş-ruhu vardır.

Onun Dekadan röntgenciliği, Emily Dickinson’ın kaypak ölüm-dikizleyiciliğini dört gözle bekler. Şaşırtıcı olan, avare cinsel putperest ile bekâr münzevinin aynı sapkın duyarlılığı paylaşmasıdır.

Whitman’in cinsel mahareti de gözüktüğü gibi değildir. Kendi şiirinin hermafroditik mesajına güvenemeyen Whitman, sonraları sahte olduğu kanıtlanan bir erkeklik gücünün reklamını yapmaya hayli zaman ayırdı. Kendisini hayranlık verici bir tarzda “şiddetle arzulayan, hantal, mistik, çırılçıplak,” “Vahşi, şişman, şehvetli, yiyen, içen, üreyen” olarak tanımlar. “Tam gelişmiş erkeklerle kadınlar” lehine “cinsiyetsizleri ve iğdiş edimli hayvanları” hor görür. Bu biyografi değil, psikografidir. Demek oluyor ki, böylesi kurgusal iddialar biseksüel Çimen Yaprakları'nın erkeksi
personalarını yaratmıştır. Aslında her şeyi kapsayan hermafroditik anne öylesine kudretli bir kavramdır ki eril kişi lüzumsuzlaşır. Balzac’ın Oryantal yatak odasının kadınsı dünyasına girmek üzere silahlı eşlikçiler toparlayan intikam peşindeki kahramanını andıran Whitman, şiirinin kabaran
kadınsı doğasında kendi öz cinsiyetini koruyabilmek için erkekliğini aşırı vurgulamak zorundadır.

Ulu Ana ile özdeşleşmesi yüzünden, erkeklik, Whitman’ın personalarının en zayıfıdır. O sözde erkeği bir doğum günü balonu gibi patlayacaktır. Duyumsal okyanus anasını Whitman’dan esinlenen Swinburne’ün aynı durumdayken hiçbir cinsel kaygısı yoktur. Muhtemelen Sade ile Baudelaire’in otoritesine yaslanmasından ötürü, erkeğin kadına boyun eğmesini hoş karşılar. Üst-sınıftan Swinburne şiire salonun görgü kuralları dünyasından gelir, oysa Whitman, emeğin ve fiziksel gücün insanı insan yaptığı proleter geçmişinden kaçamaz. Bu yüzden Çimen Yaprakları bizi hayalî
bir süvari kılıcının kulak tırmalayan şakırtılarını dinlemeye zorlar. Kadına karşı şehveti sadece taklit ediyor olmakla birlikte Whitman hiç de kadın düşmanı değildir: “Erkek olmak kadar yücedir kadın olmak diyorum, / Ve erkeklerin anasından daha yüce hiçbir şey yoktur diyorum.” Melville’in aksine, şevkle incelediği doğurganlık mekanizmasını göklere çıkarır: “Dölyatağı, memeler, meme uçları, süt veren meme, gözyaşı, kahkaha.” Keats gibi şiirini damıttığı “hayvan memesi yüreği”nden bahseder.

Heteroseksüel arzu başka bir meseledir. Çimen Yaprakları'ndakı gerçek erotizm İlyada'daki acı-zevk sahnelerinde gördüğümüz atletik erkeklere yönelir: “Denizin anaforlarında çıplak yüzen güzel, devasa bir yüzücü gördüm... Bembeyaz bedenini, korkusuz gözlerini gördüm.” “Sersemlemiş, hızla çarpmış ve yara bere içinde” kayalara vurmuştur. Dalgalar onun kanıyla beneklenmiştir: “Onu yuvarlar, sallar, döndürürler, / Güzel bedeni daireler çizen anaforlarda doğar... Gözden uzakta tez doğar yiğit cansız beden.” Röntgenci Whitman, havada asılı kalmış martı, beyaz erkek güzelliğinde açılmış kırmızı gediklerde oyalanır. Bu sahne, Akhilleus’un Irmak Skamender ile savaşını Odysseus’un deniz kenarındaki uçurum ile olan dövüşünü bir araya getirir. Ama Homeros’un kahramanları hayatta kalır. Whitman, duyusal olarak sadomazoşist ve doğanın eliyle şehitlikle
yok edilen bir geç Romantik yazgıyı yeğler.

Whitman için eşcinsel eylem ve haz diğerleri kadar anlaşılmazdır. Onun erotizmi, Dekadan röntgenci erteleyişte kalır. Hayaletsi yalnızlığı içinde geride durmak yerine cinsel sahnelere katıldığında, yerinden edilmiş cinsel edimler karşısında edilgendir. “Nasıl da kalçalarıma yerleştirdin de başını ve uysalca döndün üzerimde, / Ve göğüs kemiğimin üzerinden sıyırıp gömleğimi, daldırdın dilini çıplak yüreğime, / Ve uzandın sakalımı hissedinceye dek, ayaklarımı tutuncaya dek uzandın.” Dilini eşcinsel bir iğfalde kaybeden Christabel’den farklı olarak Whitman, içinde bir yılan gibi süzülen ve onu dilin esrikliklerine kışkırtan bir başka dil kazanır. Buna uyan bir başka bölüm, Swinburne ile karşılaştırdığım kadınsı erkek kahraman hayalidir: “Göğüs kemiği kırılmış, ezilmiş bir itfaiyeciyim, / Üstüme çöken duvarların enkazına gömüldüm.” Bu erkeğin diliyle kırılmış göğüs kemiği, eşcinsel bir bekâret yitimidir. İtfaiyeciyi ezen, Poe’nun esneyen “hiddetli duvarları”nı andıran içeri doğru göçen rahimdir. “Can yoldaşlarım... beni şefkatle kaldırdı”: Queequeg’in Tashtego’yu balinanın ağzından kurtardığı gibi, Whitman’in itfaiyecisi de annenin bedenindeki şairi içinde bulunduğu çıkmazdan çekip çıkarır. Whitman’in her şeyi kapsayan annesinin ritüel içinde katledilen oğul rolünü üstlendiği bir Geç Romantik pietâ sahnesidir.

Çimen Yaprakları'nda arzu eşcinseldir, arzunun eşcinselliği, penisin dikleşmesini önleyen aynı nedenden kaynaklanır: Baudelaire’nin dev kadını kadar dağ büyüklüğünde olan Ulu Ana ile çiftleşmenin fiziksel imkânsızlığı. Erkek bedeni doğanın devasalığı tarafından yutulmuştur. Whitman’ın kaslı adamının işe yaramazlığı da böylece görünür olur: Öylesine özendiği erkeksi persona, hermafrodit evrenin bolluk ve uçsuz bucaksızlığı karşısında cüceleşip önemsizleşir. Svvinburne’de olduğu gibi birleşme genital değil, oraldır. Whitman, nesne-dünyasını tüketir, tıpkı o dünyanın kendisini tükettiği gibi. Onun şiirsel üslubu cinsel bir duadır; benliği, dünyanın maddesi dünya-ananın istilasına hazırlayan uzun yakarışlardır. Biçim ve içerik anlamında Çimen Yaprakları kadınsı Dionysos’un akışkanlığına sahiptir. “Sen deniz!” , diye haykırır şair, “Sevgili ıslaklığınla savur beni.” Ya da Bakkhalara yakışan bir görüntüde: “Denizlerin aydınlık suyu cennete yayılır.” Diğer yandan Whitman, Maenad’ların topluluğuna uyum sağlayamaz. Her ne kadar bu ıstırap veren uzaklıktan benzer şekilde acı çekse de, onun şiiri Wordsworth’ünkinden daha kalabalıktır. Swinburne’ün melankolik Hermafroditi gibi cinsel inzivada kısılıp kalmıştır. Bir imtiyaz ve lânet olarak erdişiliği, onu kadın ya da erkek âşıklarıyla birleşmekten alıkoyar. Whitman’da gerçek anlamda bir yakınlaşmadan söz edilemez. Onun şiiri, yakınlaşmanın yerine konan bir şey ve yakınlaşmadan sapmanın bir kaydıdır.

Evren yaratıcısı münzevi Whitman, bir cinsel persona olarak, Mısır'ın ilk harekete geçirici tanrısal gücü otuzbirci Khepera adını verdiğim erdişidir, ki bu aynı erdişi Aubrey Beardsley ile Jean Genet’in keşişlere özgü, cinsel bakımdan müphem dünyalarını da simgeler. Sartre, “Genet, sırasıyla
gül, köpek, kedi, sarmaşık olan tüm karakterlerindeydi. O, tüm insanlar ve doğadaki her şeydir,” derken Whitman’i tarif ediyor olabilir. Her üç sanatçı da doğurganlık ve yadsımanın sapkın paradoksudur. Her birinde kendini uyaran imgelem modern ben’in esaretinde gelişir.


*
Camille Paglia'nın Cinsel Kimlikler
kitabından


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder