Queer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Queer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Aşk'a Mum

.


"Aşk yalnızca başkasına aktarılan bir ateştir. 
Ateş ise ancak yakalanıverecek bir aşktır...

Bachelard



Yavaşça değişen her şey hayatla açıklanırsa, hızla değişen her şey de ateşle açıklanır. Ateş üstün-canlıdır. Ateş mahremdir ve evrenseldir.  Kalbimizde yaşar. Gökyüzünde yaşar. Tözün derinliklerinden çıkıp kendini bir aşk gibi sunar. Maddenin içine dalıp saklanır, kin ve intikam gibi gizli, görünmez. Bütün olaylar arasında, iki karşıt değerlendirmeyi, iyi ile kötüyü aynı açık seçiklikle kabul edebilen yalnız odur. Cennet’te parıldar ve Cehennem’de yanar."

Çifte Alev / Octavio Paz

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Aşk Ateşi


Alev, Diccionario de Autoridades'e göre, "ateşin en incelikli bölümüdür, yukarı doğru çıkar ve bir piramit biçiminde yükselir." İlk asal ateş, yani cinsellik, erotizmin kırmızı ateşini püskürtür ve bu ateş de yükselip başka bir ateşi, titrek ve mavi bir ateşi besler: Aşk ateşini. Erotizm ve aşk: Hayatın çifte alevi.

Aşk da, erotizm de -çifte alev- ilk ateş olan cinsellikle beslenir. Aşk ve erotizm, hep ana kaynağa, Pan'a ve onun ormanı titreten haykırışına döner. 

(Paz)


"İnce bir alev dolanır

derimin altında" (Sappho)


Whitman'ın Defterleri



"Whitman saw beautiful boys everywhere and preserved their likenesses in his notebooks, like pressed flowers. Shively speculates that some of the entries in Whitman’s notebooks and daybooks were actually coded sex diaries:


Dec 28 [1861] — Saturday night Mike Ellis — wandering at the cor of Lexington av. & 32d st. — took him home to 150 37th street, — 4th story back room — bitter cold night


Wm Culver, boy in bath, aged 18 (gone to California ’56).

Dan’l Spencer . . . somewhat feminine — 5TH av (44) (May 29th) — told me he had never been in a fight and did not drink at all . . . slept with me Sept 3d

Wm Miller 8th st (has powder slightly in his face.)

David Wilson — night of Oct. 11, ’62, walking up from Middagh — slept with me . . . is about 19

October 9, 1863, Jerry Taylor, (NJ.) of 2d dist reg’t slept with me last night weather soft, cool enough, warm enough, heavenly.

Hugh Harrop boy 17 fresh Irish wool sorter

Wm Clayton boy 13 or 14 on the cars nights — (gets out at Stevens & 2d) April ’81

Robt Wolf, boy of 10 or 12 rough at the ferry lives cor 4th & Market

Clement — — boy Stevens st cars — night


(Jeremy Lybarger'in Bostonreview'de

Genet / Philippe Sollers

Jean Genet Paris’te 1943 yılında Tourelles Hapishanesinde Gülün Mucizesi’ni yazdığında otuz üç yaşındadır. Olağanüstü bir başyapıt, yazdıklarının belki de en güzeli. Harcamone, Divers; Vîlleroy, Bulkaen unutulmaz karakterler. Ritüelleri, işaretleri, fiziki tutkuları, argosu, dövmeleri, mistik havasıyla hapishane hayaTI, beklenmedik bir kesinlik ve  kuvvette anlatılır. Dışarıda dünya çökmektedir ancak hapishane yeni bir katedraldir. En yüce kutsama, suçluyu azize dönüştüren giyotindir. Lanetliler melektir ve seçilenlerden oluşan tüm bir hiyerarşi, kanunlarıyla birlikte idam sehpasının sunağına çıkar.

Çok genç yaşta (ünlü Mettray) ıslah evine konulan Genet, Vîllon gibi çok duyarlı ve her detaya dikkat kesilen bir bedene sahiptir. Bir mastürbasyon, oğlancılık, hırsızlık, yalancılık, sessizlik ustası:

“Hücrede aşırı bir yavaşlıkla hareket edilebilir. Her hareketten sonra durulabilir. İnsan zamanın ve düşüncesinin efendisidir. Yavaşlığından dolayı güçlüdür. Her hareket belirgin bir eğriye göre kıvrılır, kararsız kalınır, seçim yapılır. Hücrede yaşamın sahip olduğu lüks, işte budur. Ancak bu yavaşlık hızla gelişen bir yavaşlıktır. Acele eden bir yavaşlıktır. Bir hareketin eğrisine sonsuzluk akın eder. Hücrenize sahip olursunuz, çünkü uyanık bir bilinçle her yerini kaplarsınız. Hiçbir önemi olmasa bile, her hareketi ağır ağır yapmak ne lükstür.”

Ve işte bizatihi güzellik:

"Hapishanenin çatı penceresinden gelen ışıkla aydınlanan yüzünü gördüm. İçimi bir tür huzur kapladı, yani içime sokulan güzelliğinden dolayı kendimi güçlü hissettim. Hiç kuşkusuz hayranlıktan kendimden geçmiş durumdaydım. ‘Sokulmak’ sözcüğünü kullandım ve bu sözcükte ısrar ediyorum: Güzelliği bana ayaklarımdan sokulmuş, bacaklarıma tırmanmış, bedenime geçmiş, [başıma yükselmiş, yüzüme yayılmış, orada ışıldıyordu, [anlamıştım ki içime doldurduğu bu dinginliği, aşırı güzel yapıt karşısında beni savunmasız bırakan teslimiyeti Bulkaen’e atfetmekle hata ediyordum, bu güzellik bendeydi çünkü, onda değil. Güzellik yüzünde, hatlarında, bedeninde olduğuna göre onda değildi. Bende yarattığı cazibeden kendisi zevk alamazdı.”

Ne Racine ne Homeros daha iyisini yapmıştı:

“Her özel ayrıntı: Ağızdaki gülüş, gözlerin parıltısı, tenin tatlılığı ve solgunluğu, dişlerin sağlamlığı, yüz çizgilerinin kesişmesiyle beliren yıldız, her atılışlarında tadına doyulmaz bir ölüm yaşatan oklar salıyorlardı yüreğime. Yayı geren okçuydu o. Yayı gerip atıyordu oku ama bana atıyordu, kendine değil.”

Fransa’da bir felaket zamanında hapishanede bunlar oluyordu. Genet’nin tek ciddi rakibi Celine de aynı dönemde Danimarka’da idam cezasına çarptırılanların tutulduğu karargâhta aylar geçirecekti. Genet ile Celine gibi birbirinden bu kadar farklı iki yazar bulmak zor, ancak Fransızca her şeyi içine alıyor ve her şeye direniyor.

Tabii ki Genet'de hiç kadın yok, her yeri kendisi kaplıyor. Çok taklitçisi var ama onun zarafetine ve cazibesine sahip olanı pek yok. En yeteneklisi uyuşturucuya başvuruyor, kimisi fuhuş dilinin eğilip bükülmesinden hoşlanıyor. Sefalet ya da sakatlık ilgilerini çekiyor: Oysa Genet güzellik tezahürlerini takip ediyor, onun suçluları tanrıçasız tanrılar. Athena’nın Çiçeklerin Meryem Anası için kaygılandığı hayal edilemez, ne de eşcinsel ya da başka türlü bakkhanalialar için. Athena çok katı bir tanrıça, ağırlık söz konusu olduğu anda ortadan kaybolur.

CİNSELLİK

Cinsellik.
H. İbrahim Türkdoğan






PORNO


PORNO gösterime açılan çıplak yaşamdır. Eros’un hasmıdır. Bizzat cinselliği tahrip eder. Bu bakımdan, ahlaktan bile daha etkilidir: “Cinsellik yüceltme, bastırma ve ahlakta değil, büyük ihtimalle, cinsellikten bile daha cinsel olan şeyde ortadan kaybolur: Porno'da.” Pornonun cazibesi “canlı cinsellikte ölü bir seks yapılması beklentisinden ileri gelir. Pornonun müstehcen unsurları seks fazlalığından değil, seks içermemesinden kaynaklanır. Bugün cinsellik, seksi haz düşmanı bir tutumla “kirli” bularak ondan kaçınan “saf aklın” değil, pornografinin tehdidi altındadır. Porno sanal bir mekânda yapılan seks değildir sadece. Bugün gerçek seks bile pornoya dönüşmektedir.

Bugün dünyanın pornografikleşmesi, onun kutsallığının bozulması (Profanisierung) olarak gerçekleşmektedir. Porno erotiğin kutsallığını bozmaktadır. (...)

















Kutsallığı bozma, ritüellerden ve kutsanmışlıktan arındırma şeklinde gerçekleşir. Bugün ritüel mekânları ve eylemleri giderek ortadan kayboluyor. Dünya giderek daha çıplak ve müstehcen bir hal alıyor. Bataille’ın “kutsal erotik”i, ritüelleşmiş iletişimi de temsil eder. "Bu erotikte ritüel kutlamalar ve oyunlar özel mekânlar olarak, imtiyaz mekânları olarak var olurlar. Bugün sıcaklık, samimiyet ve hoş uyarımlardan ibaret olmak zorunda bırakılan aşk, kutsal erotiğin tahribatı anlamına gelir. Pornoda bütünüyle bertaraf edilen erotik baştan çıkarma da, yanılsamalar ve şaşırtmacalı formların sahneye koyulmasıyla oynanır. Baudrillard da bu minvalde, baştan çıkarmayı bile aşkın karşısında konumlandırır: “Ritüel, baştan çıkarmanın düzenindendir. Aşk ritüel formlarının tahrip edilmesinden, onların azat edilmesinden ibarettir ...” Aşkın ritüellerinden arındırılması pornoyla sonuçlanır.

Yeni iletişim mecraları fantaziyi coşturmaz. Görsel enformasyon başta olmak üzere, yüksek enformasyon yoğunluğu onu daha da bastırır. Hiper-görünürlük hayal gücüne bir fayda sağlamaz. Görsel enformasyonu adeta azami düzeye çıkartan porno işte-böylelikle erotik fantaziyi harap eder.


*
Byung Chul Han
Eros'un Istırabı

*
bak:

"Küçük Münih'li" / Thomas Mann

Thomas Mann, yetmiş bir yaşında, Zürich’teki Grand Hotel Dolder’de çalışan genç bir garsona aşık olur. Eşi Katja ve kızı Erika buna katılır, hatta randevu bile ayarlarlar ama bu gizli ilişkinin en büyük tanığı birçok uzun, kısmen duygusal notlarla doldurduğu günlüğü olur: 

"Sevincim, sevgi arayışım, aşık olmam gün boyu coşkun ve heyecanlı (8.7.1950)

 Küçük "Münihlinin" günlük her servisi (29.6.1950) detayıyla deftere kaydedilir: 

Kısa bir uykudan sonra muazzam yetki ve uyandırma. Olsun, bütün bunlar senin şerefine, budala! Yaşıma rağmen canlı olmam ve bu maceranın bütünü bir parça gurur taşıyor
(10.7.1950).

 Oysa ilk tanışma şöyledir: 
Münih'li garson, güzel... gösterişli bir Nazi (25.6.1950) - 


*
Klaus Schroter / Mann

*
İlgili Okumalar, Roland Barthes:

la classe des garçons / francis lacombrade













Man at Bath (2010, Christophe Honore)

Sorry Angel (2018, Christophe Honore)


Plaire, aimer et courir vite, Beğen, Sev, ve Hemen Kaç, İngilizce başlığıyla Sorry Angel, bir Christophe Honore filmi, bir başka Fransız yapımı 120 Beats per Minute gibi 90'lı yılların Paris'inde, aids'in hala can aldığı ve act up eylemlerinin devam ettiği dönemde geçiyor. Daha önce Herve Guibert'in Hastane Günlüğünde, Derek Jarman'ın Blue'sunda ve Cyril Collard'ın Yırtıcı Geceler romanında ve aynı adlı film uyarlamasında karşıma çıkmıştı bu dönem - ki beni çok etkileyen aids kurbanı bu üç sanatçının da veda mahiyetindeki son yapıtlarıydı bunlar. Özellikle Cyrıl Collard'a blogda genişçe bir yer açmış, Derek Jarman'a ve Herve Guibert'e de elimden geldiğince dokunup geçmiştim. 

Christophe Honore ise 120'nin yönetmeni Robin Campillo gibi Sorry Angel'da geçmişe, anılarına, gençliğine dönüyor. Oldukça kişisel, yaşamöyküsel izler ve imgelerle yüklü geriye dönük bir bakış atıyor 90'lı yıllara.  Honore de filmin genç karakteri Arthur gibi Brittany'de öğrenci o dönem, çevresi aids'ten ölen insanlarla çevrili, bütün bir kuşak, birlikte korkunç bir süreci deneyimliyorlar.  Honore röportajında bunu şöyle dile getirmiş:  “It’s not normal to start out with this idea that death is intimately linked to your sexuality. And then to bury friends when you’re just 20 …  I wanted to explore my memories of being in my 20s in the ’90s. AIDS was part of our lives, so many people around me died, and at the time, AIDS and the fear of death was looming over love and sex relationships.


Sorry Angel'da, filmin merkezinde iki karakter var. Jacques, 35 yaşında hıv pozitif ve ölümün eşiğinde Paris'te yaşayan bir oyun yazarı. Arthur, cinselliğini yeni yeni keşfeden, taşrada yaşayan ve sinemacı olmak isteyen 22 yaşında genç bir Rimbaud. Bir Parisien ve bir Breton. Jacques'in bir oyunu için gittiği küçük bir Fransız şehri olan Rennes'de, Jane Campion'un Piano filminin gösterildiği sinema salonunda karşılaşıyorlar. Jacques'le Arthur arasında cinselliğin de ötesinde edebiyat ve sanat hakkında sohbet üzerine kurulu bir flörtleşme ve romantik bir aşk ilişkisi başlıyor böylece. 




Yönetmen Christopher Honore filmini "bir ilk aşk ve bir son aşk filmi, imkansız bir aşkın değil, imkansız bir hayatın filmi" diye tanımlamış.  Jacques'in son aşkı Arthur, biraz biraz Rimbaud o, yazar ve sinemacı olmak istiyor, Paris'e ilk kez gidiyor, müzeleri dolaşıyor, aids'ten ölen oyun yazarı Bernard-Marie Koltes'in, Truffaut'nun mezarını ziyaret ediyor. Truffaut'nun yanı başında aktris Dominique Laffin'in mezarına bir bakış atıyor. Muzip ve tatlı bir gülümsemesi var, iyimser, umut dolu, henüz yolun başında; güneşli ve güzel bir günde işte, walkmaniyle Paris sokaklarında, Jacques toprağın altına girecek ama o güneşte yürüyor. 




İmkansız olan, Jacques ve Arthur'da karşı karşıya geliyor,  “Ben çoğunlukla ölü yazarları okurum” diyor Arthur. “Uzun süre beklemene gerek kalmayacak” diye cevap veriyor Jacques. İlişkileri iki sevgili olmaktan çıkıp bir öğretmen ve öğrenci ilişkisine dönüşüyor zaman zaman. Filmin en keyifli sahnesi, Rimbaud'dan Walt Whitman'a, Allen Ginsberg'den Christopher Isherwood'a eşcinsel edebiyattan isimlere atıflar yapıldığı, wrong blonde diyalogunun yaşandığı uzun telefon konuşması.


Ve mavi, mavi filmin en sıcak rengi. Mavi'nin açık ve koyu tüm tonları. Jacques'in mavi takımı, mavi duvarlar, mavi yatak çarşafları, mavi kıyafetler, mavi iç çamaşırları, telefon külübesinin mavi ahizesi, banyonun fayans döşemeleri ya da hastane koridorunun kasvetli zemininde mavi. Ve kaç izleyicinin dikkatini çekmiştir bilmem Derek Jarman'ın cam bardaklardaki mavi hezarenleri.