Jean Genet Paris’te 1943 yılında Tourelles Hapishanesinde Gülün Mucizesi’ni yazdığında otuz üç yaşındadır. Olağanüstü bir başyapıt, yazdıklarının belki de en güzeli. Harcamone, Divers; Vîlleroy, Bulkaen unutulmaz karakterler. Ritüelleri, işaretleri, fiziki tutkuları, argosu, dövmeleri, mistik havasıyla hapishane hayaTI, beklenmedik bir kesinlik ve kuvvette anlatılır. Dışarıda dünya çökmektedir ancak hapishane yeni bir katedraldir. En yüce kutsama, suçluyu azize dönüştüren giyotindir. Lanetliler melektir ve seçilenlerden oluşan tüm bir hiyerarşi, kanunlarıyla birlikte idam sehpasının sunağına çıkar.
Çok genç yaşta (ünlü Mettray) ıslah evine konulan Genet, Vîllon gibi çok duyarlı ve her detaya dikkat kesilen bir bedene sahiptir. Bir mastürbasyon, oğlancılık, hırsızlık, yalancılık, sessizlik ustası:
“Hücrede aşırı bir yavaşlıkla hareket edilebilir. Her hareketten sonra durulabilir. İnsan zamanın ve düşüncesinin efendisidir. Yavaşlığından dolayı güçlüdür. Her hareket belirgin bir eğriye göre kıvrılır, kararsız kalınır, seçim yapılır. Hücrede yaşamın sahip olduğu lüks, işte budur. Ancak bu yavaşlık hızla gelişen bir yavaşlıktır. Acele eden bir yavaşlıktır. Bir hareketin eğrisine sonsuzluk akın eder. Hücrenize sahip olursunuz, çünkü uyanık bir bilinçle her yerini kaplarsınız. Hiçbir önemi olmasa bile, her hareketi ağır ağır yapmak ne lükstür.”
Ve işte bizatihi güzellik:
"Hapishanenin çatı penceresinden gelen ışıkla aydınlanan yüzünü gördüm. İçimi bir tür huzur kapladı, yani içime sokulan güzelliğinden dolayı kendimi güçlü hissettim. Hiç kuşkusuz hayranlıktan kendimden geçmiş durumdaydım. ‘Sokulmak’ sözcüğünü kullandım ve bu sözcükte ısrar ediyorum: Güzelliği bana ayaklarımdan sokulmuş, bacaklarıma tırmanmış, bedenime geçmiş, [başıma yükselmiş, yüzüme yayılmış, orada ışıldıyordu, [anlamıştım ki içime doldurduğu bu dinginliği, aşırı güzel yapıt karşısında beni savunmasız bırakan teslimiyeti Bulkaen’e atfetmekle hata ediyordum, bu güzellik bendeydi çünkü, onda değil. Güzellik yüzünde, hatlarında, bedeninde olduğuna göre onda değildi. Bende yarattığı cazibeden kendisi zevk alamazdı.”
Ne Racine ne Homeros daha iyisini yapmıştı:
“Her özel ayrıntı: Ağızdaki gülüş, gözlerin parıltısı, tenin tatlılığı ve solgunluğu, dişlerin sağlamlığı, yüz çizgilerinin kesişmesiyle beliren yıldız, her atılışlarında tadına doyulmaz bir ölüm yaşatan oklar salıyorlardı yüreğime. Yayı geren okçuydu o. Yayı gerip atıyordu oku ama bana atıyordu, kendine değil.”
Fransa’da bir felaket zamanında hapishanede bunlar oluyordu. Genet’nin tek ciddi rakibi Celine de aynı dönemde Danimarka’da idam cezasına çarptırılanların tutulduğu karargâhta aylar geçirecekti. Genet ile Celine gibi birbirinden bu kadar farklı iki yazar bulmak zor, ancak Fransızca her şeyi içine alıyor ve her şeye direniyor.
Tabii ki Genet'de hiç kadın yok, her yeri kendisi kaplıyor. Çok taklitçisi var ama onun zarafetine ve cazibesine sahip olanı pek yok. En yeteneklisi uyuşturucuya başvuruyor, kimisi fuhuş dilinin eğilip bükülmesinden hoşlanıyor. Sefalet ya da sakatlık ilgilerini çekiyor: Oysa Genet güzellik tezahürlerini takip ediyor, onun suçluları tanrıçasız tanrılar. Athena’nın Çiçeklerin Meryem Anası için kaygılandığı hayal edilemez, ne de eşcinsel ya da başka türlü bakkhanalialar için. Athena çok katı bir tanrıça, ağırlık söz konusu olduğu anda ortadan kaybolur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder