Mum Yakana Kılavuz: Tarkovski'nin mumu 🕯
Kulübe Güncesi: Maadadayo (1993)
Beyaz Kentte
Bitkinim.
Keşke sana bahsedebilmek için bir şeyler öğrenebilsem yeniden. Yerleştiğim oda beyazdı ve yalnızlık ile durgunluk da beyazdı.
Bitkinim.
Hep aklımdasın.
Seni çok seviyorum.
Kendimi iyi hissediyorum. Boşum. Hiçbir şey yapmıyorum, fakat tatilde de değilim.
Tatildeyken bir şeyler yaparsın, boş zamanlarını falan planlarsın mesela.
Ben yapmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum.
Adresim:
Postrestant*, Lizbon.
Beyaz Kentteki Axolotl
Beyaz Kentteki Axolotl
"Doğruyu Söylemeye Çalışan Bir Yalancı"
ORUÇ ARUOBA
Şuna benzer bir düşünceyle girişsek Beyaz Kentte’deki Axolotl'u anlamaya- Bir geminin makina dairesi gitmez - geminin devindiği, yol aldığı duygusunu vermez. Olsa olsa, bazı düzenli seslerden sonuç olarak çıkarabilir makine dairesindeki kişi, geminin devindiğini. -seslerin tekdüzeliği de, giderek, belki, bu sonuca bile ulaşamaz duruma sokar kişiyi.
Makina dairesinde giden, devinimsizlik, durgunluk duyar daha çok: belki, bir gölün kıpırtısız sularının dibinde, kumlarda yatan bir -Axolotl’a yakıştırılabilecek bir duygu...
Bu koşutluğa hemen bağlayabileceğimiz bir olgu, Beyaz Kentte de yer alan —Axolot'un çektiği— «film içinde film»lerin bir özelliği: devinimin filmleridir: —Yürürken, tramvaydan, feribottan, yarılan sular, uçuşan çamaşırlar— hep devinim...
Şöyle diyelim öyleyse: Fazlaca durgun kalmış, devinime susamış bir Axolotl’du Beyaz Kentte sahile vuran. Gelişigüzel yürüyüşünün ve -rastgele atladığı tramvayın onu götürdüğü rastlantısal yerde durur, yerleşir.
Burada, artık, kendi içindeki devinime yol açılacaktır.
Kız ile kurduğu ilişki —
Beyaz Kentte
Yüzeye...
...çıkacağım...
...tekrardan.
Stop.
Rosa...
...gitti.
...bir bilgim yok.
Gerçekten sevdiğim...
...tek ülke ise...
...denizler.
Stop.
Denizleri seviyorum.
Seni seviyorum. Stop.
Seni şefkatlice kucaklıyorum.
Stop.
Bir kadının vücudu çok geniştir.
Stop.
Demek ikimiz arasında
bir savaş olacak.Stop.
Hatırlamanın...
Kadınlar çok güzeldir.
Trenler dakik değil.
Stop.
Eskiden bildiğimden daha fazlasını
biliyor değilim.
Stop.
Axolotl / Julio Cortazar
"Sevgili Paul,
Bana bir keresinde, kaptanının neden sana şey dediğini sormuştun, su semenderi. Ve onun ne olduğunu. O, bir bitki türü değil, genellikle Meksika dolaylarındaki göllerde yaşayan kuyruklu kurbağa larvasına verilen bir admış. Hatta sözlükte Julio Cortázar'dan da bir alıntı var:
"İlk kez bir su semenderi gördüğümde, büyülendiğim şey onların hareketsizlikleri olmuştu ve gizli niyetlerini hemen sezdiğimi düşünmüştüm: Kayıtsız bir dinginlikle mekanı ve zamanı ortadan kaldırmak. Bir şeyleri gözlüyorlar gibi gelmişti bana; uzak yıkık diyarı, mutlak özgürlüklerine sahip oldukları zamanı, yani dünyanın su semenderlerine ait olduğu zamanı."
(Beyaz Kentte filminden)
AXOLOTL / JULIO CORTAZAR
Bir ara axolotl'lar üstüne uzun uzun düşündüğüm bir dönemden geçtim. Jardin des Plantes'deki akvaryumda onları görmeye giderdim. Saatlerce kalıp seyrederdim onları: Durağanlıklarını, o belli belirsiz kıpırdanmalarını gözlemlerdim. Şimdi ben bir axolotl'um.
Bir rastlantıyla buldum onları. Kış gibi soğuk geçen bir Hamursuz Yortusu'ndan sonra, Paris'in tavus kuyrukları gibi açılıp saçıldığı bir bahar sabahında. Port-Royal Bulvarı'ndan aşağı vurmuştum. Sonra Saint Marcel'le L'Hospital'e saptım; çepeçevre griliklerin arasındaki yeşilliği görünce aslanları ansıdım. Aslanlarla panterlerin dostuydum ya, akvaryumun bulunduğu o karanlık, rutubetli yapıya hiç girmemiştim. Bisikletimi parmaklığa dayadım, lalelere bakmaya gittim. Aslanlar hüzünlü ve çirkindiler, panterimse uyuyordu. Ben de, "Akvaryuma gideyim," dedim. Beylik balıklara yan yan bakıp dururken, birden, hiç beklenmedik biçimde axolotl'larla kaynaşıverdim. Bir saat durup onları seyrettim. Oradan ayrıldığım zaman onlardan başka bir şey düşünemez olmuştum.
Sainte-Genevieve kitaplığında bir sözlüğe başvurarak axolotl'arın Ambystoma ailesinden bir tür kertenkelenin (solungaçlarla bezenmiş) larva aşamasını oluşturduklarını öğrendim. Meksikalı olduklarını zaten onlara, o küçük, pembe, Aztek yüzlerine, bir de havuzlarının üstündeki katmana bakınca anlamıştım. Şimdi de onların Afrika'da, kuraklık döneminde karada yaşayıp yağmur mevsimi gelince yaşamlarını su altında sürdürebilen örneklerine rastlandığını okudum. İspanyolca adlarının Ajolote olduğunu, etlerinin yendiğini, yağlarının bir zamanlar balık yağı olarak kullanıldığını öğrendim. (Artık kullanılmıyormuş, kitabın dediğine bakılırsa.)
Leolo ( 1992, Jean-Claude Lauzon)
"Düşlediğim için, ben ben değilim. Çünkü düşlüyorum. Düşlüyorum... Çünkü onlar beni güne bırakmadan önce, ben kendimi düşlerime bıraktım. Çünkü sevmiyorum... Çünkü sevmekten korktum...Artık düşlemeyeceğim. Artık düşlemeyeceğim. Düşlediğim için, ben ben değilim. Çünkü düşlüyorum. Düşlüyorum. Çünkü onlar beni güne bırakmadan önce, ben kendimi düşlerime bıraktım. Çünkü sevmiyorum. Çünkü sevmekten korktum. Artık düşlemeyeceğim. Artık düşlemeyeceğim."
EROS
The Cinema of Marguerite Duras
Deniz / Marguerite Duras
L'homme atlantique (1981, Marguerite Duras)
Kendinizi düşüneceksiniz ama şu duvarı düşünür gibi, denizi, ilk kez birbirinden ayrılan bu rüzgârla bu martıyı, şu yitmiş köpeği...
Düşüneceksiniz ki mucize, bu sürekli akışın her noktasındaki benzerlikte değil, fakat onları ayıran başedilmez farklılıktadır. O fark ki insanları köpeklerden, köpekleri sinemadan, kumu denizden, tanrıyı bu köpekten veya rüzgâra karşı inatçı şu martıdan, gözlerinizin canlı billurunu kumların yaralayan billurundan, salonun bunaltıcı havasını bu otelin kumsalınkine benzeyen gözkamaştırıcı ışıltısından, her sözcüğü her cümleden, her satırı her kitaptan, her günü her yüzyıldan ve her geçmiş veya gelecek sonsuzdan ve sizden ve benden ayırır.
Yani rolünüz boyunca sizden koparılıp alınamaz krallığınıza inanmanız gerekecek.
İlerleyeceksiniz. Yalnızken ve birinin size baktığını sandığınız zamanlar yürüdüğünüz gibi yürüyeceksiniz. Sanki tanrı ya da ben ya da deniz boyunca yürüyen şu köpek ya da atlantik nesnesinin önünde yapayalnız, rüzgârla çarpışan şu trajik martı sizi izliyormuş gibi.
Demek istiyorum ki: Sinema sizin şu anda yaptığınızı yansıtabileceğini sanıyor. Ama siz, neresi olursa olsun bulunduğunuz yerden, ister kumla, ister rüzgârla, ister denizle ya da duvarla, ya da kuşla, ya da köpekle bir olan bir yerleriniz oldukça, farkedeceksiniz ki, bunu yapamaz sinema.
Bırakın şimdi bunu bir kenara. Boşverin. İlerleyin.
Seksenlerden İki Film
"Oyun yazarının hayatı zordur. Kimilerinin düşündüğünün aksine kolay değildir. Oyun yazmak için çok çalışırsınız, kimse sahnelemez. Geçinebilmek için başka işler yaparsınız. Ben oyuncu oldum ama insanlar işe almadılar. Böylece günlerini ufak tefek işlere koşturarak geçirmeye başlarsın. Bu sabah kimi önemli telefon görüşmeleri için saat 10.00’da kalkmam gerekti. Daha sonra zarf almak için kırtasiyeye gittim. Sonra da fotokopiciye. Yapılacak düzinelerce iş vardı. Saat 17.00’de, sonunda postaneye gidebildim ve oyunumun birkaç kopyasını postaladım, bu sırada da acaba menajerim bir rol için aramış mı diye devamlı çağrı cihazımı kontrol ediyordum. Sabah posta kutum faturalarla dolmuştu. Ne yapacaktım? Bunları nasıl ödeyebilirdim ki? Zaten elimden gelenin en iyisini yapıyordum. Bütün hayatım bu şehirde geçti. Yukarı doğu kısmında büyüdüm. 10 yaşımdayken zengindim, soyluydum, sefahat içerisinde, taksilerle dolanıyordum ve aklımdaki tek şey sanat ve müzikti. Şimdi 36 yaşındayım, aklımdaki tek şey para..."
Malick ve Hidden Life Üzerine (Zeki Z. Kırmızı)
Chaplin'i Hatırlamak
Limelights / 1952 |
Thereza - Savaşmaya değer ne var?
Chaplin - Gördün mü, itiraf ettin. Savaşmaya değer ne varmış. Her şey! Yaşamın kendisi. Bu yetmez mi? Yaşamak, ızdırap çekmek, zevk almak. İşte hayat. Yaşam güzel ve muhteşem. Deniz anası bile bunu bilir. Senin sorunun savaşmaktan vazgeçmiş olman. Devamlı hastalık ve ölümü düşünüyorsun. Anlasana. Ölüm gibi kaçınılmaz bir şey daha var. O da yaşam, yaşam. Evrenin gücünü düşün.
Dünyayı döndürüyor, ağaçları büyütüyor. Senin içinde de aynı güç var. Eğer kullanma cesaretin ve iraden olursa.
Thereza - Niye ölmemi engellediniz?
Chaplin - Aceleniz ne? İnsan bilincinin gelişmesi milyonlarca yıl aldı. Bir anda yok etmek mi istiyorsunuz? Varoluş mucizesi...evrende herşeyden daha önemli. Yıldızlar ne yapabilir? Sadece eksenlerinde dururlar. Ya güneş? 450 bin km mesafeye alev fışkırtır. Matah mı yani? Bütün natürel kaynaklarını harcamak. Güneş düşünebilir mi? Bilinci var mı? Hayır, ama sizin var. Bugün varsın, yarın yoksun.
Thereza - Beni niye kurtardınız? Ölseydim sorun bitecekti.
Chaplin - Saçmalamayın. Yaşıyorsunuz ve bundan faydalanmaya bakın. Söyleyin bana yaptığınızın sebebi nedir?
Thereza - Herşeyin anlamsızlığı. Çiçekler bile, müzik bile anlamsız. Hayatın gayesi, manası yok.
Chaplin - Hayata niye anlam arıyorsun? Hayat bir istektir, anlam değil. Arzu, tüm hayatın konusu bu. Bir gülün, gül olabilmek için yaşamayı istemesi gibi. Bir kayanın kendisini koruyup hep kaya kalmak istemesi gibi.
Bu sahnede elleri ve yüzünü kullanarak öyle güzel gül ve kaya taklidi yapar ki hayran kalırsınız.