"Malick'in filmi, görüntü yönetimi ve kameranın yüceltimi körükleyen titizce planlanmış kullanımıyla etkisini katlamış bir film ama beni huzursuz eden, çok da yanlış bulduğum bir film. Sistemin tam çekirdeğinden çıkmış rafine bir yapım. Özellikle de ideolojik anlamda. Üstelik ideolojinin Hristiyanlığın kaynaklarından başlayarak Amerikanofil yeni dinsel yorumlarına dek en gerici çizgisinden yürümekle de yetinmiyor, sınıflı toplumların ama en çok da kapitalizmin yarattığı, hatta fetişleştirdiği 'kutsal'lara da (pastoralizm, tarım, çiftçilik ve erdem, bireysel özgürlük, lanetlenme, yalnız ve erkek kahraman, çekirdek aile, anne ve eş olarak, kız çocukları olarak paketlenmiş ve evcilleştirilerek sindirilmiş kadın-lık, tüm kötülüklerin indirgenmiş kaynağı olarak gösterilen ve başka da hiçbir yerine dokunulmayan faşizm ve onun simgeleri, ki Almanca, Hitler, vb., kötülüğe boyun eğse de direnen vicdan ve kilise gibi...) gerçekten yeni bir biçim verip tümünün yeniden yut(tur)ulmasını sağlıyor. Tehlikeli bir film. Eğer eleştiri gücümüzü kenara bırakıp da gözü kapalı özdeşleşme üzerinden yol alırsak... Çünkü olağanüstü bir kılıfla gizleniyor gerici ideolojik öz. Yükselen Alp doruklarının ve dağların eteklerinde süren saf, erdemli yaşamların dolaylı olarak seyircide yarattığı Tanrıya yakınlık duygusu, mide bulandırıcı bir mistisizmden ve el çabukluğuyla yaratılan bir dizi eşitlemeden (kişi (isa)=özgürlük=doruk=tanrı= sürü düşmanlığı, vb) başka sonuç verebilir miydi? Aklımızı tutsak kılıp onların düşündüğü, daha doğrusu inandığı gibi inanmamızı istedikleri, hatta dayattıkları çok açık. "Karakterin sivil itaatsizliğini ruhun ölümsüzlüğü bağlamında düşünürsek eylemi gerçekten bir fedakarlık mı yoksa bir başka güce itaat mi?" tümcen benim için önemliydi. Doğru yerden yakalamışsın gibi geldi bana. " (27 Mart 2020)
Yukarıdaki kısa not, İsmail'e yazdığım iletinin Malick'in filmiyle (Hidden Life, 2019) ilgili bölümü. Elbette tek yapıt üzerinden böylesi keskin yargılar verdiğim az olmuştur ama filmde inanılmaz bir açıklık, doğrudanlık söz konusuydu ve iki kez düşünmeyi gereksiz kılıyordu Malick'in açık sözlülüğü. Arkadan önerdiğin iki önceki filmi Tree of Life'ı (2016) dün gece bitirdim. Doğrusu yargılarım pekişti. Daha kötü, film olarak da kötüydü. Araştırdım. Şu uyduruk Vikipedi'de aşağıdaki pasajı buldum. Senin görmemen olanaksız elbette. Ben gözümün önünde dursun diye aşağıya alıyorum. Bu arada belirteyim, tam Malick üzerine yazacak kıvamda kışkırtılmış görüyorum kendimi ama yazmayacağım. Bugüne dek daha çok karşı çıktığım şeylerle uğraştım. Artık o kadar zaman varsılı değilim. Kısa bir iki şey söyleyeceğim sana ve kapatacağım. Burada benim merak ettiğim şey elbette Malick ve sineması değil, senin Malick'le kurduğun bağın nesi, nasılı? Senin ne gördüğün... Bu önemli benim açımdan. Sen derken Malick'in karşısında birçok genç insanı da kastediyorum. Aşağıda yazanlar Malick poetikasını hemen hemen açıklıyor zaten. İpuçları taşıyor. Ana izleklerini, kendi geçmişi ve yaşamına borçlu. Baba yanı Ortadoğu Süryani. Harvard: Felsefe. Varoluşçuluk üzerine odaklanma ve Heidegger üzerine bir yazı. Felsefe dersleri de vermiş... Eh, Alplerin gizemi de böylece açıklanmış oluyor. Ama daha önemlisi...
Terrence Malick Ottawa - İllinois’te doğdu. Waco -Texas ve Oklahoma’da büyüdü. İrene ve bir Jeolog olan Emil A. Malick’in oğludur. Baba tarafından dedesi ve büyükanne’si Suriye ve Lübnan’ dan göç etmiş Asur'lu Hristiyanlardır. Ailesi Bartlesville, Oklahoma’da yaşamaktayken kendisi Austin, Texas’ta bulunan “St. Stephen's Episcopal School” okuluna gitti. Malick’in kendisinden küçük iki erkek kardeşi vardı: Chris and Larry. Bir gitarist olan Larry Malick 1960’ların sonlarında Andrés Segovia ile çalışmak üzere İspanyaya gitti. 1968’de Larry müzikal çalışmaları üzerindeki baskı sebebiyle kasıtlı olarak kendi ellerini kırdı.Babası Emil, Larry ‘ye yardımcı olabilmek için İspanyaya gitti ama Larry görünüşe göre intihar ederek kısa bir süre sonra ölmüştü. Malick Harvard Üniversitesinde Stanley Cavell’ın öğrencisi olarak Felsefe okudu. 1965 yılında “summa cum laude” ve “Phi Beta Kappa” ile ödüllendirilerek mezun oldu. Rhodes bursu ile Magdalen College, Oxford’a girdi. Tezinde yer verdiği Kierkegaard, Heidegger ve Wittgenstein’in dünya kavramı kendisi ile Okutman Gilbert Ryle arasında bir tartışmaya yol açmıştır, Malick Doktorasını almadan Oxford’u bırakmıştır.1969 yılında Northwestern Üniversitesi Malick tarafından İngilizce’ye çevrilen Heidegger’in “Vom Wesen des Grundes” (İngilizce: The Essence of Reasons) ’denemesini yayınladı. ABD’ye geri döndüğünde serbest olarak gazetecilik yaptığı sıralarda Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) felsefe dersleri verdi. Newsweek, The New Yorker ve Life’ta makaleler yazdı.
...daha önemlisi üç kardeşten en büyüğü Terence Malick ve küçük kardeşin (Larry, ki sanırım Yaşam Ağacı, filmindeki adı da buydu ve o da gitar çalıyordu) canına kıyması. Yukarıda kısaca yazıyor öykü. Bundan Yaşam Ağacı'nın bir aile filmi olduğu, aileye ve özellikle Larry'ye adandığı söylenebilir. Ama usta yönetmen, iyi bir senaryo yazarı ve kurgucu aynı zamanda, filminde açıklamalardan kaçınıyor haklı olarak. Hemen çağrışımla aklıma Nick Cave ve son albümü geldi. İkiz çocuklarından biri uçurumdan düşmüştü. Albümü bununla ilgiliydi (Ghosteen, 2019).
Bütün bunlar bana epeyce yazı gereci sunmasına karşın beni ilgilendiren başka bir şey var. Bu arada onun sinemalarda geçmişte izlediğim ve olumlu duygular taşıdığım filmi İnce Kırmızı Hat (1998). Vietnam filmiydi ve dehşetin önünde ABD askerini anlatıyordu. Nasıl anlattığını şimdi bir kez daha izleme isteği duyduğumu söylemeliyim. Ne kadar yanıldım acaba?
Beni ilgilendiren şey, şu Amerika'nın kuruluşundaki (17.yy) öncü. Çiftçi. Toprak. Tarım. Aile. Yalınlık. Gündelik inanç ritüelleri. Ve ölümüne savunma, birey özgürlüğünü. Terence Malick işte son filminde derin ideolojik ve çarpık gericiliğin Eski Kıta'daki kaynağıyla (Bavyera, Alpler, Tarım, Aile, Doğa, Tanrı, vb.) buluşmasını sağlıyor. Amerikan öncüsünün prototipi Almanya'daki köylü. Sorun şurada, kötülük (Komünizm, Nazizm, ki her ikisi de dar, dümdüz kafalı, kıt Amerikan anlayışıyla alabildiğine indirgenmiş) bu köylüyü nasıl geçirir sınavdan? (Eyüp mitine gönderme bu nedenle.) Bu indirgeyici, ilkel bakış tüm sıradan Amerikan ve Hollywood önyargılarını seferber etmeye yetmiştir (2019 yılında). Köylü (küçük oğul) toprağından, ailesinden, Tanrısından çalınmış, kurban edilmiştir. Ama Almanca dili ölecek, İngilizce evrensel egemenliğini gerçekleştirecek, kilise yitik oğulu Anglosakson bağrına basacaktır.
Bütün bunlarda gerçekten mide bulandırıcı Bir Hollywood göz boyamacılığı yok mu?
Alman köylüsünü anlatıyor ama filmin dili İngilizce. Ama Almanların olduğu olumsuz sahnelerde kullanılan dil Almanca nedense. Buna tarihsel hesaplaşma diyebilir miyiz yoksa tarihsel komedya mı demeli? Geriden gelen bir yeniden açıklama. (ABD Alman ortak yapımı olduğunu unutuyor değilim filmin.) Gerçekte eski biçimde örtbas işlemi. Özgür Dünya için Amin, Bireyin özgürlüğü için Amin!
Tabii bütün bunların arasında dijital efektlerle varoluşçu izlenimi veren çalıcı, ayartıcı görüntüler, uzun mistik büyüler. İdeolojik önermelerin açıktan yapıldığı sahnelerde sarkmalar, uzatmalar...
Amerikan sineması beni yanıltmıyor. Ne yaptığını bilen bir sinema ve teknik mucizeler yaratabilecek gücü de var. Asla esirgemiyor, son teknoloji harikaları yaratabilecek kaynağı buluyor bir biçimde.
Ben Altman sinemasından ve eski-yeni bağımsızlardan yana oldum ve yine öyle. Ama Malick'i izlemekten çok hoşnudum, bir yeniden tanıklık yapabildiğim için. Asıl bu (sağcı) yönetmenleri ve filmleri izlemeli diyeceğim ama eleştirel usumuzu koruyarak.
Brad Pitt'in tiplemesini ise eşsiz bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim Yaşam Ağacı'ndaki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder