Thoreau etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Thoreau etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kulübe Güncesi: Sabah


"Yalnızca zamanın geçişiyle şafağa ulaşılamaz. Gözlerimizi kör eden ışık bizlere karanlıktır. Sadece uyanık olduğumuz o gün, şafak atar. Doğacak daha çok gün var. Güneş sabah yıldızından başka bir şey değildir."


SON

Sabaha ve bahara bir övgü olan Walden bu sözlerle son buluyor.


SABAH:

"Sabah benim uyanık olduğum zamandır ve benim içimde de bir şafak barınır. Manevi reform uykudan kurtulma çabasıdır. Eğer insanlar uyuklamıyorsa, günlerine dair verdikleri hesap neden bu kadar kötü? Böylesine kötü hesapçılar değiller. Mahmurluk tarafından alt edilmiş olmasalardı bir şeyler yapmış olurlardı. Fiziksel çalışma için yeterince uyanık olan milyonlar var, fakat etkili ve düşünsel bir gayret için yeterince uyanık olanlar milyarda bir çıkar; şiirsel ve ilahi bir hayat içinse yüzlerce milyon arasından yalnızca bir kişi çıkar. Uyanık olmak demek canlı olmak demektir. Tamamıyla uyanık biriyle hala karşılaşmış değilim. Yüzüne nasıl bakabilirdim ki?

Yeniden uyanmayı ve kendimizi uyanık tutmayı öğrenmeliyiz; mekanik aletlerle değil, en derin uykumuzda bile bizi yüzüstü bırakmayan sonsuz bir şafağın ümidiyle."

"Oh-o-o-o that I never had been bor-r-r-r-n!”

 

çizim: Thoreau / Baykuş (1855)


Diğer kuşlar sustuğunda baykuşlar kontrolü ele alır, yas tutan kadınlar gibi kadim "u-lu-lu"larına başlarlar. Gece yarısının bilge kocakarıları! Bu baykuş sesleri şairlerin dürüst ve açık sözleri değil; şaka yapmıyorum, çok kutsal bir mezarlık şarkısı, cehennem bahçelerinde göksel aşkın sızılarını ve tatlarını hatırlayan intihar etmiş aşıkların birbirlerini teselli edişidir. Yine de orman boyunca yankılanan ağıtlarını, kederli yanıtlarını dinlemeyi severim; sanki müziğin karanlık ve acıklı bir yanıymış gibi, söylenmeye can atan pişmanlıklar ve iç çekişlermiş gibi bana kuşların müzik ve şakıyışlarını hatırlatır. Bunlar, bir zamanlar geceleri insan şeklinde dünyada dolaşıp karanlık şeyler yapmış, şimdiyse günah işlemiş oldukları yerde ağıt dolu şarkıları ve mersiyeleriyle günahlarının cezasını çeken melankolik, aşağılık ve günahkar ruhlardır. Bana ortak meskenimiz olan doğanın çeşitliliği ve kapasitesine dair yeni bir fikir veriyorlar. Gölün bu tarafındaki bir tanesi ''Aaaah keşke hiç dooooğmamış olsaydım!" diye iç çekip umutsuzluğun verdiği huzursuzlukla daireler çizerek gri meşelerin üzerine tüneye gidiyor. Sonra daha uzaktaki bir tanesi ürkek bir samimiyetle "Keşke hiç dooooğmasaydım!" diye cevap veriyor, uzaktan Lincoln ormanından hafif bir "doooğmamış" duyuluyor. Bir çizgili baykuşun serenatlarını da dinledim. Yakınınızdayken Doğadaki en melankolik ses olduğunu düşünebilirsiniz, sanki Doğa ölmekte olan bir insanın inlemelerini, çağlayan ahenkliliğin etkisiyle daha korkunç görünen karanlık vadiye girerken umudu arkasında bırakmış ve insan hıçkırıklarıyla bir hayvan gibi uluyan, ölümlülüğün zavallı zayıf bir kalıntısını kalıplaştırıp korosunda kalıcı bir yer vermek istemiş gibi.

*

Walden / Thoreau

*

XXX🕯🕯

*


Dear Henry

 

Yüksel Arslan'dan Thoreau



"Sanki onu rüzgarlar getirmişti,
Sanki onu serçeler eğitmişti,
Sanki herkesten gizli bir işaretle
Orkidenin büyüdüğü uzak kırı bilirdi."


Emerson, Thoreau'nun ölümünden birkaç ay sonra günlüğüne yazdığı yazıda 
gölde kürek çektiği sırada Thoreau'nun aklından hiç çıkmadığını yazıyor:

"Arkadaşlarının doğal beklentilerini hiçe sayma pahasına kendi bireysel özgürlüğünün yolunu tutması yürekli bir tercihi gerektiriyordu. Bundan da zoru, onun kendi bağımsızlığını sağlama alıp aynı vazifeyi herkesten beklerken kusursuz bir doğruluğa sahip olmasıydı. Ama Thoreau asla bocalamadı. Doğuştan protestandı o. Bilmeye ve eylemeye olan büyük tutkusundan herhangi dar bir zanaat veya meslek uğruna vazgeçmeyi reddetti, çok daha kapsamlı bir vazifeyi, iyi yaşama sanatını gözetti.

Korkunç Henry I



Kathryn Schulz'un 2015'te New Yorker'da yayınladığı Pond Scum başlıklı Thoreau yazısı bir dönem epey tartışma yaratmış. Schulz'un Thoreau'dan çıkardığı portre öncekilerle benzer ama daha saldırgan. Thoreau savunması yapmayacağım, bir doğabilimci olarak önemi açık; kişiliği tartışma konusu olabilir, Walden bir kurgu ve "aşılmaz bir çelişkiler çalılığı" da olabilir, basit yaşam fantezilerinin gerçekliği ile hiç ilgilenmedim, bugün bile onun Walden deneyiminden çok daha çarpıcı örnekler var.
Bütün bir okuma deneyimim kendimi Thoreau'ya benzetmek değil Thoreau'yu kendime benzetme çabasıydı ve ondan, ilham verici yaşamından almam gerekeni aldım. Bu anlamda okuma konusuna Heidegger'in getirdiği yaklaşım örnek alınabilir: "Fakat okumak, toplamaktan başka ne olabilir?: Söylenenden söylenmeyeni çıkarıp toplamak için, kendini toparlamak gerek."

Kulübe okumalarım ve kulübe deneyimim Walden kitabı ya da Thoreau düşünceleri ile ortaya çıkmadı ama yadsınamaz bir etki yarattı. Belki Thoreau ile Walden göletinden uygarlığa aynı uygun adım uzaklıktaydık ve duyduğumuz herkesten başka bir davulcunun sesiydi ve bir kış günü ormanda bir başına yürürken terk edilmiş bir kulübe çıktı karşıma. Tesadüf olduğunu kim söyleyebilir?

Tinyhouses hareketi ile de ilgileniyorum son zamanlarda ya da karavanda yaşam düşünceleri ile. Kendimin ve kitaplarımın kafasını sokacak bir çatı, bir masa ve bir yatak için. Daha fazlasına ihtiyacım olmadığını söylemek fantezi olurdu işte. (Mesela Walden seyahati için iyi bir sponsor fena olmazdı :)

Schulz'a gelirsek, Thoreau'nun pek de bilinmeyen bir anlatısı, Cape Cod'dan bir anısı ile başlıyor. Thoreu! nun karşılaştığı bir gemi enkazındaki cesetlere karşı kayıtsızlığı ile:

"Genel olarak, beklediğim kadar etkileyici bir sahne değildi. Kumsalda ıssız bir yerde bir ceset bulsaydım, beni daha çok etkilerdi. Daha ziyade rüzgarlara ve dalgalara sempati duydum, sanki bu zavallı insan bedenlerini sallamak ve karıştırmak günün emriymiş gibi. Eğer Doğa yasası buysa, neden zamanınızı huşu veya acıma ile harcayasınız ki?"

Korkunç Henry II


Toplum Thoreau'dan korkunçtu. Thoreau'yu eleştirenler Thoreau'dan da korkunç. Bu düşmanca tutumlar önyargılarla dolu, tanıyorum böylelerini edebiyat çevrelerinde, kültür soytarıları, Thoreau'yu elestirmeden önce kendi yaşamlarınına baksınlar. Henry, Dear Henry, beni ikinci sandalyesinde her zaman konuk ederdi. Biz, Thoreau'nun, Korkunç Henry (Everybody hates Henry) portresine devam edelim:

"İnsan kitlesi ve onların sessiz çaresizlikleri hakkında hiçbir şey bilmiyordu. O dünyaya bakan ve kendi yansımasını gören bir narsistti. Sağlıksız bir zihni vardı ama başkalarına ilaç yazmaya başladı."

"Thoreau, ödünç alınmış bir baltayla inşa edilmiş bir evde, ödünç alınan arazide basit yaşam oyununu oynadı ve çamaşırlarını yıkadığı için annesine teşekkür etmeyi unuttu."

"Ormandaki el yapımı kulübesinden sıcak yemeklerin tadını çıkarmak ve çamaşırlarını aile evine bırakmak için kaçıyordu. Bu, küstahça kendi kendine yeterli olduğunu ilan ettikten sonra."

"Bir gölün yakınında kendisi için inşa ettiği bir kulübede maceraya atılan bir adam olan Walden'in önermesi , nihai çocuğun fantezisi gibi görünüyor ve Thoreau'nun kulübesinin arkadaşlara ve komşulara yakınlığı, biraz alaycı bir şekilde bir çocuğu hatırlatabilir: ailesinin arka bahçesinde bir çadır kuruyor.

Ayrıca;

"Kibirli, tembel, egoist. Başarısız, kendi kendine yeten, işe yaramaz, hayal gücü olmayan, taşralı, sahtekar, mizantrop.

Son olarak elbette Emerson:

"Henry'yi seviyorum ama ondan hoşlanmam"


Korkunç Henry III: Walden Üzerine

 


Schulz: (Walden üzerine)

Walden, alt başlığı "Ormanda Yaşam" ve bu sözlerden sonra Thoreau, onu toplumdan gönüllü bir sürgün, vahşi doğa ve yalnızlıkla uzun bir yüzleşme hikayesi olarak okumamızda ısrar ediyor.

Gerçekte, 1845'teki Walden Göletinin Boston'a giden banliyö treni güneybatı tarafı boyunca ilerliyordu; Yaz aylarında piknikçiler ve yüzücülerle dolup taşan, kışın ise buz kesiciler ve patencilerin uğrak yeri. Thoreau, Carnegie Hall'dan Grand Central Terminali'ne kadar on beş blok yürüyerek yaklaşık yirmi dakika içinde kulübesinden Concord'daki ailesinin evine yürüyebildi. Haftada birkaç kez, annesinin kurabiyeleriyle ya da arkadaşlarıyla yemek yeme fırsatı yakalayarak bu yürüyüşü yaptı. Bu gerçekleri, yeme alışkanlıklarını ve harcamalarını başka türlü ayrıntılara girmesine rağmen "Walden" da göz ardı ediyor. Ayrıca (beraberinde daha fazla belgesiz yiyecek getiren) annesi ve kız kardeşlerinin haftalık ziyaretlerinden bahsetmiyor ve rutin olarak diğer misafirleri de ağırladığı gerçeğini küçümsüyor - bazen bir seferde otuz kadar. Thoreau'nun Walden'da şu sözlerle özetlediği durum aslında budur, “Çoğunlukla, yaşadığım yer çayırlar kadar yalnızdır. Asya ya da Afrika'dır. . . . Geceleri, ilk ya da son kişi olduğumdan daha fazla yolcu evimden geçmedi ya da kapımı çalmadı. "

Yalnızca gerçek mesafeyi hiç yaşamamış biri Walden'ı vahşi doğayla karıştırabilir veya hareketli göletteki yaşamı on dokuzuncu yüzyılın ortalarındaki çayırlarla karşılaştırabilirdi.

Thoreau'nun sadece oynadığı şeyi yaşadı ve kitapları sadece “Walden” dan daha eğlenceli ve ilginç değil, aynı zamanda yeniden okunduğunda bin kat daha üzücü. Gerçek izolasyon, hem duygusal hem de ölümlü gerçek riskler sunar ve Thoreau gerçekten diğer insanlardan ayrı yaşamış olsaydı, onlara daha çok değer verebilirdi. Bunun yerine, topluma karşı davası, onsuz yapma deneyimine dayanıyordu.

Ancak Thoreau anlattığı gibi yaşamadı ve hiçbir etik ilke, yazarı için geçerli olmayan bir ilke kadar boş değildir. İkiyüzlülük, Thoreau'nun yalnızlığı ve kendi kendine yetmeyi arzulaması değil, kurabiye ve arkadaşlık için eve gitmeye devam etmesidir. Bu sadece arzu ve uygulama arasındaki boşluk, artı bir andan diğerine ihtiyaçlarımız ve ruh halimizdeki değişkenlik - Thoreau onlarla ilgilenmiş olsaydı, çok daha ilginç ve yararlı bir kitap haline gelebilecek olan fazlasıyla insani deneyimler. İkiyüzlülük, Thoreau'nun karmaşık bir yaşam sürdüğü, ancak basit bir yaşam sürüyormuş gibi davrandığıdır. Daha da kötüsü, başkalarına kendi uzlaşmaları ve karmaşıklıkları için azarlarken, kendisinin olmadığı gibi yaşamaları için vaaz verdi.


Kulübe Güncesi: Simple Life



Konusu basit olan bir hayatı seviyorum.


Adaçayı gibi, bir bahçe bitkisi gibi yoksulluğu yetiştirin.


Güneşli saatlerde ve yaz günlerinde param olmasa da zengindim.


Gerçekten, en büyük nimetlerimiz çok ucuz.


Yoksulluk ... Kemiğe yakın hayat, en tatlı olduğu yer.


Çiftçiler, fakir oldukları oranda benim için saygın ve ilginç.


Aç olmadığınız sürece yemeye ihtiyacınız olmadığını unutmayın.


Şu anki yaşama ve geçinme biçimlerinden nefret ediyorum. Çiftçilik, esnaflık ve bir meslek ya da meslekte çalışmak benim için iğrenç. Hayatımı basit ve ilkel bir şekilde elde etmekten zevk almalıyım.


Kural, mümkün olduğunca az taşımaktır.


*

Thoreau

Kulübe Güncesi: Walden

 



Thoreau'nun çizimleri ile Walden:
Tepeler, ay, gölün akıntısı, gölün yansıması, bulutlar, çitler, meşe ağacı, yuvarlak tepe.


Kulübe Güncesi: Walden, Bugün


Walden, bugün.

Fotoğraflar: Tim Laman

"A lake is a landscape's most beautiful and expressive feature. It is Earth's eye; looking into which the beholder measures the depth of his own nature."  (Thoreau)



Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Kulübesi



"Henry David Thoreau her zaman evin kapalılık duygusundan çok, olağandışı şeffaflığına düşkün görünür. Ne zaman bir serçe ya da tarla faresi barakasına girmeyi başarsa, ki bunun pek de marifet olmadığı anlaşılıyor, Thoreau mutlu olur. Duvarlarındaki budak deliklerinden ve yarıklardan rüzgâr ve güneş ışığının serbestçe geçişini o kadar sever ki iç sıvayı yapmak için kasım ayının dondurucu soğuklarını beklemiştir.

Barakası "öylesine hafifçe kapalı"dır ki, Thoreau "Hava almak için dışarı çıkmama gerek yoktu çünkü içerideki atmosfer taze liğinden hiçbir şey kaybetmemişti. En yağmurlu havalarda bile oturduğum yer içeride olmaktan ziyade bir kapının arkasındaydı," der. Thoreau'nun hayallerinin evi sanki peyzajın içinde kaybolmak istiyordu; duvarlarını ne kadar ince yapsa yetmiyordu ve içerisi ile dışarısı arasındaki aşırı medeni ayrımı sadece hor görüyordu. "En iyi odası" olarak adlandırdığı yer aslında bir oda bile değil, "evimin arkasındaki çamlıktı. Yaz günleri önemli misafirler geldiğinde onları oraya götürürdüm ve emeğinin karşılığı ödenemez bir temizlikçi yerleri süpürür, mobilyaların tozunu alır ve ortalığı toplardı."

Kulübe Güncesi: Tiny Houses

 Yazı: Michael Pollan / Bana Ait Bir Yer

Kitap: Tiny Houses (1993) / Lester Walker



                                       

"Tiny Houses, Lester Walker adında bir mimar tarafından yazılmış, daha doğrusu çizilmiş, çünkü çok az yazı içeriyordu - aslında Amerikan tarzında bir model kataloğu olan kırk kadar tek kişilik evin fotoğraf ve mimari çizimlerini sunuyordu. Kitap benim bildiğim minik evlerin çoğunun; Thoreau'nun barakasının, Jefferson'in Monticello inşa edilirken birkaç ay içinde yaşadığı balayı kulübesinin, George Bernard Shaw'un yazı kulübesinin ve adını duymadığım daha birçoklarının planların içeriyordu. Donmuş göllerin üzerine inşa edilmiş buzda balıkçı barakaları, birkaç tuhaf prefabrik kulübe, 1949 model bir kamyonetin üstüne inşa edilmiş 4 metrekarelik bir "tekerlekli ev" birkaç tane ufak tatil barakası. Belki de ideal bir merkezkaç evi olan yatak dışında her şeyin küçük bir kulübenin dış duvarlarına yerleştirildiği "tersyüz edilmiş bir yazlık evdi, bir uzay kapsülünden (!) esinlenerek tasarlanmış kendine yeterli bir karavan, bir ressam tarafından meditasyon kulübesine dönüştürülmüş iki delikli bir ayakyolu ve en küçükleri olan yarım metrekarelik, iki çocuğun "ancak ayakta dururlarsa sığabileceği ahşap bir otobüs durağı.

Kulübe Güncesi: Toplum

 



Toplum yokluğundan dolayı acı çektiğim konusunda doktorların hepsi hemfikir. Asla böyle bir durum olmadı. Birincisi, acı çektiğimi bilmiyordum. İkincisi, bir İrlandalı'nın da söyleyebileceği gibi, bunun sahip olduğum toplumun hazımsızlığı olduğunu düşünmüştüm..

*

Bir insan nereye giderse gitsin, insanlar onu takip edecek ve kirli kurumlarıyla pençeleyecek
 ve eğer yapabilirlerse, onu çaresiz tuhaf toplumlarına ait olmaya zorlayacaklardır.

*

En gerçek toplum her zaman yalnızlığa yaklaştıkça,
 en mükemmel konuşma sonunda Sessizliğe düşer.

*

Toplu hareket etmek, kurumlarımızın ruhuna göredir.

*

Siyaset, toplumun bağırsak ve çakıl dolu taşlığıdır.

*

İnsanların sosyal erdemler, iyi dostluk dedikleri şey, genellikle, birbirlerini sıcak tutmak
 için birbirine yakın duran bir çöplükteki domuzların erdemidir.

*


*

City life is millions of people being lonesome together.

*

I wish my neighbors were wilder. A wildness whose glance no civilization could endure.

*

Kulübe Güncesi: Manzara

 



Manzara, gerçekten görüldüğünde, görenin hayatına tepki verir.

Kulübe Güncesi: Yabana Doğru

Into The Wild filmiyle sinemaya da uyarlanan Christopher Mccandles'ı trajik bir sona taşıyan hayatını anlatan kitabı yedi sekiz sene kadar önce okumuştum, bugünlerde bir göz atmak amacıyla tekrar aldım elime. Chris'le genel olarak çok uzlaşamamış ama kitapta öyküsü geçen ve yine yabanda yaşamı trajik bir sonla biten Everett Ruess'e dikkat kesilmiştim. Chris'in esin kaynaklarından biri de Thoreau'ydu, Aşağıda kitaptan yaşamının son günlerine yaklaşırken okuduğu Walden'dan bir bölüm var:


McCandless, Thoreau'nun Walden kitabını okumaya başladı. Yemek yemenin ahlakı üzerine düşüncelerin yer aldığı "Yüksek Prensipler" başlıklı bölümde, "Balığımı yakaladığımda, temizlediğimde, pişirdiğimde ve yediğimde, aslında karnımı doyurmamış gibiydi. Anlamsız ve gereksizdi; dahası astarı yüzünden pahalıya gelmişti," cümlesinin altını çizdi. Sayfanın kenarına "MUS" yazan McCandless, aynı paragraf içinde şu satırların altını çizdi:

Hayvani gıdalardan tiksinme, tecrübe kaynaklı bir şey değil, içgüdüdür. Mütevazı yaşamak ve güçlükle besin temin etmek birçok açıdan çok güzeldir, hiçbir zaman bu şekilde yaşamadım, ama hayal gücümü tatmin edecek kadar ileri gittim. Yüksek yetilerini ve şiirsel kapasitesini en iyi konumda muhafaza etmek isteyenlerin, hayvani gıdalardan ve her çeşit yiyeceğin fazlasından uzak durmuş olduğu kanısındayım...

Kulübe Güncesi: Müzik

 

Score without Parts (40 Drawings by Thoreau): Twelve Haiku
John Cage; 1978


Cage, Empty Words çalışmasında Thoreau'nun günlüğünde yer alan çizimleri birer nota olarak kullanmış ve 5+7+5 haiku hece ölçüsüne göre yerleştirmiş, kayıt boyunca Thoreau'nun günlüğünden rastgele seçilmiş, anlamlarından arındırılmış ve i ching alfabesine göre düzenlenmiş kelimeleri okuyor ve seslere dönüştürüyor.

Nota kağıdında yer alan düzenlemeleri ve müzik terimlerini anlamamı kolaylaştırdığı için Elif'e teşekkürler.


Kulübe Güncesi: Hayvanlar


Şaka yaparak öldürdüğünüz sincap ciddiyetle ölür.

*

Birds never sing in caves.

*

The bluebird carries the sky on his back.

*

A gun will give you the body, not the bird.

*

Tavşanı ve kekliği olmayan bir ülke nedir? En basit ve yerli hayvansal ürünler arasındadırlar; antik çağdan modern çağlara bilinen en eski ve saygıdeğer aileler; Doğanın tonuna ve özüne, yapraklara ve toprağa en yakın müttefikler.

*

Who hears the fishes when they cry?

*

Her zaman içgüdüsel olarak bir atı vahşi bir yerde yaşayan
özgür bir insan olarak görmüşümdür.

*

Even trees do not die without a groan.

*

Trees indeed have hearts.

*

Hayattan umutsuzluğa kapılmayın. Hiç şüphe yok ki, engellerinizi aşacak kadar gücünüz var. Bir kış gecesi açlığını giderecek bir şey için ormanda ve tarlada gezinen tilkiyi düşünün. Soğuğa, tazılara ve tuzaklara rağmen ırkı hayatta kalır. Hiçbirinin intihar ettiğine inanmıyorum.

*

Thoreau

Yakından Bakmak: Thoreau

          


"It was no longer beans that I hoed, 
nor that I hoed beans…” (Walden)


  Demek ki mesele sadece fasulyeler değilmiş.

 Bu kadar uzun soluklu bir Thoreau okuması yapacağımı düşünmüyordum, birkaç sene önce Walden ve birkaç seçki kitabı ile birlikte karşıma çıktığında şöyle bir göz atmak ve burun kıvırmakla yetinmistim. Yaşlı dostum, değerli büyüğüm Zeki Kırmızı da Thoreau okuduğunu ve çok buluşamadığını söylemişti. Hoş, ben onun yanlış kardeşiyim; yemyeşil bir devrimciyle buluştum en nihayetinde.


Yürüyüşlerimde duyularıma dönmeye bayılırdım. Ormanın dışında bir şey düşünüyorsam, ormanda ne işim var?


Doğada ince bir manyetizma olduğuna inanıyorum ki bilinçsizce ona teslim olursak bizi doğru yönlendirecektir.


Oraya ruhen ulaşmadan bedensel olarak ormanın içine bir mil yürüdüğümde paniğe kapılıyorum.


Bacaklarım hareket etmeye başladığında düşüncelerimin akmaya başladığını düşünüyorum.




Yakından Bakmak: Kulübe Civarında Gezintiler (Nisan - Mayıs)


Gözüm yerdeki herhangi bir şeyi, kestane vb. keşfetmek için eğitildi. Yere bakmak muhtemelen göklerden çok daha sağlıklıdır.

Sarı bir huş ağacı veya çamlar arasında eski bir tanıdıkla randevu almak için sık sık en derin karda sekiz veya on mil yürüdüm.

Uzun yıllar kar fırtınaları ve yağmur fırtınaları konusunda kendi kendime tayin edilmiş bir müfettiştim ve bunun için hiçbir zaman ödeme almamama rağmen görevimi sadakatle yaptım.

Concord'la ve kendi özel arayışlarımla 10.000 bağla nişanlandım ve onları bırakmak intihar olur.

Sanırım, günde en az dört saatimi - ve genellikle bundan daha fazlasını - ormanlarda, tepelerde ve tarlalarda, tüm dünyevi uğraşlardan tamamen uzak bir şekilde dolaşarak geçirmediğim sürece sağlığımı ve ruhumu koruyamayacağımı düşünüyorum.

Doğa takdire şayan bir öğretmendir.

I am very little of a traveler.

Thoreau




 Saçuzatan, Orkide (Limodorum abortivum)


Yabani Sümbül (Muscari botryoides)




Turnagagası

Yakından Bakmak: İzler

  "A pencil is one of the best eyes."

Thoreau



           

              


Karga ayakları, Kazlar, Meşe yaprağı, Meşe, Karaağaç dalları, Bal Arısı uçuş yolu, Enginar kökleri, Çimenlere yansıyan güneş, ışığı ,Şu samurunun karda bıraktığı izler, Kano taşıyan iki kişi


Thoreau günlüklerine ağaçlar, bitkiler, yapraklar, ayak izleri, kanat izleri, kuyruklar, dışkı ve kemikler içeren yüzlerce basit çizim yapar. Bu çizimler bir anlamda onun saha notları, doğanın bir kaydını tutma ve iz sürme eylemleridir. Linda Brown Holt, The Zen Drawings of H.D.Thoreau başlıklı yazısında Thoreau'nun tuttuğu bu notlara farklı bir yorum getirmiş ve çizimleri Thoreau'nun Budizm ile aşinalığından, klasik Çince metinlere olan ilgisinden yola cikarak eski Zen sanatının ustaları ile karşılaştırmış. Çizimlere bu gözle bakmanın hoşuma gittiğini söylemeliyim. Zen sadeliğinde, doğal ve bir haiku anı gibi gelip geçici guzellikteler; Kerouac' ın Zen Kaçıkları'nda okuduğum ve hiç unutmadığım bir Shiki haikusunu hatırlatıyorlar bana:

" Taraçada serçe,

Ayakları ıslakça"

İşte serçenin izi, önce zeminde, sonra zihinde silinmez bir iz bırakıyor. Benzersiz bir haiku anı.

Linda Brown Holt, Thoreau’nun Günlük ve Defterlerindeki Çizimleri türler ve konu başlıkları halinde sınıflamış:  

Yakından Bakmak: İzler


Bir keklik kanadının karda bıraktığı izler beni mistik bir Doğu sembolü gibi etkiliyor 
diye yazmış Thoreau çizimlerin kenarına,



Saha notları: (Yakından Bakmak)

Keklik İzleri. ( 1 - 2)
Kekliğin kar izleri (3)
Tavşan (4 - 5)
Tilki izleri ( 6 - 7)
Fare izleri (8 - 9)