Zibaldone'yi, düzenlemesini Francesco Flora'nın yaptığı Mondadori baskısının iki cildinden tekrar okurken, umut, umutsuzluk ve intihar konusuna odaklı bazı düşünceleri alıntılamak isterim.
"Mutluluk ya da canlı ve mevcut görünen bir mutluluk hissetmeden önce, umutla beslenebiliriz ve eğer umutlarımız kuvvetli ve sabitse, bu, tıpkı çocukluk ve gençlik arasındaki yıllar gibi, insanın mutlu zamanlarıdır. Ama bahsini ettiğim mutluluğu hissedip yitirdikten sonra, umutlar bizi sevindirmeye yetmez, mutsuzluk belirlenir. Ayrıca, yaşanmış hüzünlü deneyimin ardından umutlar da çok daha zor hissedilir olur; kaldı ki, her halükarda, hissedilmiş mutluluğun canlılığı, umudun pohpohlamaları ve sınırlı keyifleri ile telafi edilemez ve bu kıyaslamayı yapan insan, daima yitirdiği ve kolay kolay geri dönemeyeceği şeye ağlar çünkü büyük yanılsamalar devri kapanmıştır."
Umutlar ile yanılsamalar arasındaki iç içelik, umuda açık olan
ve umut tarafından hapsedilmiş intihar ...
"İnsan ruhu daima kendi umutları tarafından kandırılır ve daima kandırılmaya açıktır: Umudun kendisi, onu hep hayal kırıklığına uğratır ve o, hayal kırıklığına uğramaya daima muktedirdir: İntihar eylemine yönelik umudu açıktır, hatta onun hakimiyeti altındadır. Umut, insanın kendine yönelik öz sevgisi gibidir, oradan geliverir. İnsan, öz sevgisi olmadan yaşayamayacağı
gibi, umut olmadan da kesinlikle yaşayamaz. Umutsuzluğun kendisi de umut barındırmaktadır, bunun tek nedeni ruhta daima bir umut kalması, insanın ruhunda umutsuzluğun nesnesine doğrudan doğruya ya da neredeyse doğrudan doğruya ya da dolayımlı olarak karşıt olan bir fikir bulunması değildir; umutsuzluğun bizzat kendisinin, umuttan doğması ve umut duymayarak ve bir
şey istemeyerek daha az acı çekme umuduyla hayatta kalmasıdır da; ve belki de, umutsuzlukta, bir şeylerin keyfini sürme ya da daha özgür, serbest olma, kendine hakim olma, kaybedecek bir şey
kalmadığından kendi yeteneğine göre hareket edebilme umudu barınmaktadır."
Leopardi'nin, bir şekilde edebi olan bu değerlendirmelerinin yanında, gayet vurucu bir değerlendirmesi daha vardır:
"Kısacası umutsuzluğun kendisi de umut olmadan yaşayamaz ve
insan umut etmese umutsuzluk duyamaz."
Buna göre umut, umutsuzlukla ölümcül bir iş birliği içindedir, bu ikisi birbirine bağlıdır. Umut ve umutların zamanı, ergenliğin zamanıdır: Umut ve umutlar, çocuklukta doğar ve gençliğe akar; ama ergenlik, en nihayetinde, büyük yanılsamaların da zamanıdır. Hiç olmazsa mantık bunu söylemektedir; ama yürek, hayallerin ve cüretkar sezgilerin yüreği belki de farklı bir şey söylemektedir (kaldı ki her metin, hele ki Leopardi'nin metni, açık bir metindir ve Nietzsche onu çekip alarak kendi yorumuyla aydınlatır).
"Umut, daha doğrusu bir umut kıvılcımı, bir umut damlası insanı asla terk etmez; insanın başından bu umuda en karşıt, en keskin felaket bile geçmiş olsa gene terk etmez."
Bu muhteşem imgenin ışığında ve içeriksel izinde, her karşıtlığın ötesinde, (kanaatimce) umudun aydınlık özünü yakalayan daha başka düşünceler yatmaktadır.
"Düşünce, öz sevgisi ve kendi iyiliğini isteme gibi, umut da, hayat duygusuna, bir
diğer deyişle hayata içkin ve hayattan koparılmaz bir tutku, bir varoluş biçimi olduğu belki az, belki hiç, belki de yetersiz derecede fark edilen bir şeydir. Uyku hali vs gibi hayatın hissedilmediği durumlar haricinde, 'Yaşıyorum, öyleyse umut ediyorum' çıkarımı çok doğru bir çıkarımdır."
Umudun ve insani umutların gizli ve gizemli öz suyu, umudu tutku olarak değerlendiren bu baş döndürücü sözlerden daha iyi anlatılabilir mi? Bununla birlikte umut, intiharda da saklı barınmaktadır.
Bunlar kor gibi ve gözleri kamaştıran düşüncelerdir ve bizleri, yanılsamaların, umudu anlamından soyan, onu yanılsamayla özdeşleştiren hesap kitap yapan mantığın ötesine taşımakta ve bizlere
umuda dair olağanüstü bir fenomenoloji sunmakta: Her yanılsama görüntüsünü aşan umudun özsel temellerini kavramamızı sağlamaktadır. Ôte yandan Leopardi, umutsuzluğu, yaşayan her insan
için, kati anlamda, imkansız bir deneyim olarak görmüştür; ve umutsuz intihar da yoktur.
"Kendini öldüren kişi, gerçekte umutsuz değildir ve ne kendinden gerçekten nefret ediyordur, ne de öz sevgisinden yoksundur. Biz daima ve hayatımızın her anında umut duyarız. Her anımız bir düşüncedir ve böylelikle de, her anımızda bir şekilde bir arzu itkisi, keza bir umut itkisi vardır. Mantıken bu itkinin ayrımını yapabilsek de, pratikte bu itki, olağan olarak, arzu itkisiyle birdir ve umut, arzuyla hani neredeyse birdir ve ondan kesinlikle ayrışamaz."
Bunlar hiç duyulmamış radikalliğe ve altüst edici derinliğe sahip düşünümlerdir ve uzun zaman sonra fenomenolojik ve antropolojik psikiyatride yeniden filizlenecek olan bu düşünümler, fenomenolojik olarak da büyük önem taşıyan özgün yönlerin kavranmasını sağlamaktadır. Leopardi'nin intihara dair
söyleminin fenomenolojik ve antropolojik yankıları bu kadarla da kalmaz: Kendisi, inanılmaz içe dönme ve içsel deneyimleri çözümleme yeteneğiyle, daha başka, örneğin ölme arzusu ile ölme korkusu, intihar özlemi ile ölüm kaygısı arasındaki karşıtlığa da eğilmiştir.
"Hayattan dehşet derecede sıkılmış vaziyetteydim ve kendimi öldürmeye dair büyük bir arzu duyuyordum; ölmeyi arzuladığım o an bana korku veren bilinmez bir acı emaresi duyumsadım ve o korku nedeniyle derhal endişe, kaygı duyar oldum."
Bunun ardından, bu ikisi arasında varolan bariz uyumsuzluğun keskin ve can
yakıcı algısı devreye girmiştir:
"İnsan olmanın bu mevcut halini oluşturan öğelerin mutlak uyumsuzluğunu bundan daha şiddetli bir şekilde hissettiğim hiç olmadı; hayatım için korkmaya ve onu ne olursa olsun korumaya zorlanıyordum ve bu, tam da hayat bana hiç olmadığı kadar ağır geldiğinde, nizamı altüst olduğunda (çünkü insanı, doğasına en karşıt olduğunu düşündüğü şey intihara sürükler), (başka nedenlerin dayatmasıyla değil de) kendi irademle ondan vazgeçerek onun kolaylıkla eriyip gidebileceği anda oluyordu..."
Fenomenolojik olarak öncü ve muhteşem bir doluluğa sahip bu sayfalar karşısında ne söylenebilir? Onların karşısında büyülenmememiz mümkün değildir; bu sözler, intiharı düşünen herhangi bir
insanın ruhunda olup bitenleri anlamamıza yardımcı olmaktadır. Her halükarda yaşama zahmetini ve en nihayetinde de, tutku ve mantık: doğa ve mantık arasındaki çatışkılı kaygıları görür gibi olmamızı sağlayan intiharla ilgili bu söylemin bir önceki alıntıyla ilişkili son bir kesitini daha aktarmak isterim.
"Gayet iyi biliyorum ki doğa, elindeki tüm güçlerle intiharı reddetmektedir; intiharın doğanın yasalarını hiçbir insan suçunun çiğnemediği ölçüde çiğnediğini biliyorum; ancak doğa bütünüyle
dönüşüme uğradığından, hayatımız doğal olmayı bıraktığından, doğanın bizim için tayin ettiği mutluluk daimi olarak kaçtığından ve biz iflah olmaz şekilde mutsuz olduğumuzdan, doğaya göre asla hissetmememiz gereken ölüm arzusu doğaya inat ve mantıken bize hakim oluyor; pekiyi, neden gene bu mantığın kendisi bizi bunu yapmaktan ve onun, sadece onun verdiği zararları olası olan tek şekilde telafi etmekten alıkoyuyor?"
Son olarak,
"Mantığımız, bizi mutsuz kılmak için doğayla çarpıştıktan ve onu yenik düşürdükten sonra, neden doğayla sıkı sıkıya iş birliğine giriyor da, mutsuzluğa son vermek elimizdeyken bizi bunu yapmaktan alıkoyup mutsuzluğun doruğuna çıkarıyor?"
Leopardi'nin umut, umutsuzluk, mantık ve tutkular, öteki umut mahiyetinde intihar ve acının yadsınması olarak intihar vb üzerine düşüncelerinin arasındaki gezintim sona eriyor.
Eugenio Borgna
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder