Kumsal ve Deniz



Camus, onbeş gün süren bir gemi yolculuğuyla (Veba'nın yazarıdır) Güney Amerika'ya gidiyor. Yolculuk Günlükleri'nde bütün ilgisi ufuk boyunca dört bir yanında bakışını çevreleyen denize yönelik; yalnız kalmak ve yazmak için kamarasına kaçıyor, denizi betimliyor, Vigny okuyor. Ama denizden yükselen, nereden geldiğini bilmediği şu hüzün de var, ve bu hüzün içinde ara sıra onu yoklayan intihar düşüncesi.

Deniz betimlemelerinin bir kısmını Yaz kitabının sonuna almış: Gemi Günlüğü / Denizin Bağrında:


***

Bu dönüş yolculuğunun uzunluğu. Denizdeki akşamlar, batan güneşten aya geçiş, yüreğimi biraz yatışmış hissettiğim biricik anlar. Denizi hep seveceğim. O, içimdeki her şeyi, hep yatıştıracak. ...  ilacı biliyorum, uzun zaman denize bakacağım.


Atlantik’in üzerinde olağanüstü gece. Yiten güneşten henüz doğan aya, halen aydınlık olan batıdan çoktan kararmış doğuya giden şu saat. Evet çok sevdim denizi -- şu dingin sınırsızlığı - şu her yeri kaplayan dümen sularını - şu akışkan yolları. İlk kez bir ufuk, bir insan soluğuna uygun; bir alan, gözüpek olduğu kadar büyük. İnsanlara özgü iştahım, çağlama merakım ile, kendimi şu unutuluş denizlerine, ölümün büyüsüne benzeyen şu ölçüsüz sessizliklere denk kılma arzusu arasında sürekli parçalanıp durdum. Dünyanın, benzerlerimin, insan yüzlerinin geçici beğenisine sahibim, ama bu yüzyılın yanında, deniz ve bu dünyâda ona benzeyen her şey demek olan benim, kendi kuralım da var. Ey, bütün yıldızların salındığı ve gemi direklerinin üzerinde kaydığı gecelerin tatlılığı ve içimdeki şu sessizlik, en sonunda beni her şeyden kurtaran şu sessizlik.

Gemi direklerinin üzerinden ayça biçiminde bir ay yükseliyor. Henüz yoğun olmayan gecede gözün görebildiği yere kadar deniz - ve o sırada sulardan bir dinginlik duygusu, güçlü bir melankoli yükseliyor. Denizde her zaman derin bir dinginliğe erdim ve şu denizin, bugün dünyanın bütün gözyaşlarını sürüklediği izlenimine kapılsam da, şu sonsuz yalnızlık bana bir an iyi geliyor. Kamarama bunu yazmaya dönüyorum, içten hiçbir şeyden söz etmeden, ama günün olaylarından da hiçbirini unutmadan, her akşam bunu yapmak istediğim için. Bıraktığıma doğru dönüş, yüreğim sıkıntılı, yine de uyumak istiyordum.


... kamarama okumaya gidiyor, ardından, akşam yemeği için yeniden giyiniyorum. Hüzün. Şarap içiyorum. Yemekten sonra söyleşi, ama ben denize bakıyor; pruva bodoslamasının geriye ittiği suyun, denizin üzerinde oluşturduğu şu dallı güllü resimler, şu desenler için yirmi yıldır tasarladığım imgeyi bir kez daha saptamaya çalışıyorum. Bu girişimim onu bulduğumda sona erecek.

 İki kez canlanan intihar düşüncesi. Sürekli denize bakarken ikinci kez şakaklarıma korkunç bir yanma yükseliyor. İnsanın canına nasıl kıydığını şimdi anladığımı sanıyorum. Karanlıkta üst güverteye çıkıyor, çalışma kararları aldıktan sonra, günümü denizin, ayın, yıldızların karşısında bitiriyorum. Sular yüzeyde henüz aydınlık, ama derin karanlıkları seziliyor. “Deniz böyledir, onu bunun için seviyorum zaten! Yaşamın çağrısı, ölüme davet.


 Günü her zamanki gibi, ayın altında, bu akşam görkemle parlayan, hafif çalkantı üzerine yakamozlu çizgilerle Arap harfleri yazan denizin karşısında bitiriyorum. Gökyüzü ve sular uzayıp gidiyor. Hüzün bunlara nasıl da eşlik ediyor!

Yatmadan önce denizin karşısında. Bu kez ay, geminin devinimiyle, karanlık okyanusta, yorulmak nedir bilmeden bize doğru akan sütsü, gür bir ırmağı andıran bütün bir deniz kulvarını aydınlatıyor. Daha önce, gün boyunca denizin görünüşlerini kaydetmeye çalışmıştım, onları aktarıyorum: 

Sabah denizi: Uçsuz bucaksız bir canlı balık havuzu - ağır ve durduğu yerde duramayan pullu - yapışkan - soğuk salya kaplı.

Öğle denizi:Solgun - beyaza çalan büyük sac levha—- çıtırdıyor da - şu anda koyu karanlıklarda olan ıslak yüzünü güneşe sunmak üzere birdenbire dönecek birazdan... vb.


Akşam yemeğinden önce, batan güneşe bakıyorum. Ama, ufuktan çok önce sis tarafından yutuluyor. Bu sırada deniz, iskeleden yanda pembe, sancaktan yanda mavi. Sınırsız bir enginlikte ilerliyoruz. Rio’dan önce kara parçası yok. Akşamın vakti birdenbire olağanüstü. Yoğun su donuklaşıyor biraz. Gök gevşiyor. Ve en büyük yatışma saatinde, yüzlerce domuzbalığı sudan yüze vuruyor, bir süre oraya buraya gidip geliyor, ardından insansız ufka doğru çekip gidiyorlar. Onlar uzaklaşınca, ilkel denizlerin sessizliği ve sıkıntısı ortaya çıkan. Akşam yemeğinden sonra geminin baş tarafına, denizin karşısına geliyorum yeniden. Deniz görkemli, ağır ve nakışlı. Rüzgâr, artık enginliğini bile tasavvur etmediğim alanları gezip dolaştıktan sonra, karşıdan gelip hoyratça yüzümü kırbaçlıyor. Kendimi, yalnız ve biraz yitik, sonunda hoşnut ve şu bilinmeyen geleceğin, sevdiğim şu büyüklüğün karşısında, yavaş yavaş güçlerimin yeniden doğduğunu duyumsarken buluyorum. 


...

Uykusuzluk gecesi. Bütün gün oyuk bir baş ve boş bir yürekle dolaşıyorum. Deniz kötü. Gök kapalı. Güverteler terk edilmiş. Hem zaten, Dakar’dan bu yana artık yalnızca yirmi kadar yolcuyuz. Bugün denizi betimleyemeyecek kadar yorgunum.

...

...ay’ı ve boyuna kendisine doğru yol aldığımız Güneyhaçı takımyıldızını seyretmeye, geminin baş tarafına kaçıyorum. Şu güney göğünde ne denli az yıldız bulunduğu ve olanların da neredeyse solgunluğu karşısında şaşırıyorum. Karınca gibi kaynayan bizim Cezayir gecelerini düşünüyorum.
Uzun zaman denizin karşısında kalış. Bütün çabalarıma ve uslamlamalarıma karşın, artık nedenini bile anlamadığım şu hüznü dağıtamıyorum. 


Nietzsche: Ama deniz bile ona yeterince yalnız görünmedi . . 

Kumsallardaki denizi hep sevdim. Ve sonra gençliğimin ıssız kumsallarında, çalışmalarım hızla çoğaldı. Artık yalnızca, kıyıların varlığının  kuşku uyandırdığı,  okyanusların çevresini seviyorum. Ama bir gün, yeniden, Brezilya kumsallarında, benim için en büyük sevincin yalnızca, dalgaların ıslıklarıyla çınlayan, bir ışıkla karşılaşılan, ayak basılmamış bir kumun üzerinde yürümek olduğunu anladım.

Yazmak, en derin sevincim. Dünyayı kabul etmek ve tadını çıkarmak -ama yalnızca yoksunlukta. Kendimin karşısında çıplak kalmayı beceremeseydim kumsalların çıplaklığını sevmeye layık olamazdım.

Denizde günler,  mutluluk gibi hep birbirine benzeyen.

Stevenson'un sözünü ettiği, şu unutuşa başkaldıran, anıya başkaldıran yaşam...


"Özgürlük, denizin bir lütfudur." Proudhon.

Denizin karşısındaki kumullar -ılık tan vakti ve henüz kara ve hüzünlü olan ilk dalgaların karşısındaki çıplak bedenler. Su ağır. Beden suya dalıyor ve güneşin ilk ışıklarıyla kumsalda koşuyor. Kumsaldaki tüm yaz sabahlarının, dünyadaki ilk yaz sabahlarıymış gibi bir halleri var. Tüm yaz akşamları da, dünyanın sonunun ciddi ifadesini takınıyorlar. Deniz üstündeki akşamlar sınır tanımıyordu. Kumulların üstündeki güneşli günler bunaltıcıydı. Öğleden sonra saat ikide, yakıcı kumların üzerinde yüz metre yürüyüş baş döndürüyor. Birazdan, yere düşebilir insan. Bu güneş öldürecek. Sabah, sarı kumulların üzerindeki esmer bedenlerin güzelliği. Oynaşan ışıkta, bu oyunların ve bu çıplaklığın korkunç masumiyeti.

Gece, ay kumulları aklaştırır. Geceden biraz önce, akşam, tüm renkleri ortaya çıkarır, koyulaştırır ve daha sertleştirir. Deniz lacivert, yol kızıl, pıhtılaşmış kan rengi, kumsal sarı. Yeşil güneşle her şey kaybolur ve kumullar ayla ışıldar. Bir yıldız yağmuru altında, sınır tanımayan mutluluk geceleri. Neye sarılır insan, bir bedene mi yoksa ılık geceye mi? Ve, şimşeklerin kumullar boyunca koşuştuğu, solduğu, kumların üstüne ve gözlerin içine turuncu ya da beyazımtırak ışıltılar yerleştirdiği bu fırtınalı gece. Bunlar unutulmaz düğünlerdir. Yazılabilecek olan: Sekiz gün boyunca mutlu oldum.





*
Albert Camus
YAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder