KİMSE



Yazar maskesiyle ilerler. Maskenin arkasındaki adam kendini göstermekten kaçınarak saklanır. Kim olduğunu bilmeyiz. Çoğu zaman maskesi kapkara bir kağıttır ve kendi elyazısıyla kaplıdır; bu onun görünmezlik kaskıdır. Buna rağmen kimi zaman ödünç bir isme, yazarın kimliğine dair gizemi daha da derinleştirecek bir mahlasa ihtiyaç duyulur. Peki yazılı maskeyi kaplayan uydurulmuş bir isim değil de baş döndürücü bir isimler dizisi, gerçeğin izini kaybettiren bir harelenme olduğunda ne demeli? O zaman bakış açısı değişir: Yazılanın kaynağı bir yazarda veya bir adamda aranmayacak, yazılanın dışında var olmayanın sureti için de yazı kurcalanmayacaktır; adeta isimler yazıyı tek başlarına üretmiş, onu yazacak hiç kimse olmamış gibi yazarın isminde, yazarın ve eserin gerçek kökenine bakılacaktır. Çözmek için ne kadar çok kelime kullanırsam kullanayım, sırrın korunacağını bilerek Portekizli şair Fernando Pessoa'nın bu tuhaf kaderine, edebiyatın en büyük gizemlerinden biri olan bu çok isimli yazını ele almaya çalışacağım.

En belirsiz ama belki de en doğru olanla başlayalım: Benim bakışımla Pessoa. Onu üzgün suratlı, tereddütlü, yolunu kaybetmiş biri olarak görüyorum (bende şairin fotoğrafı yok, yalnızca kelimeleri var). Aynı anda hem toy hem çoktan yaşlanmış, gözlerinde büyük bir acıya sahip biri. Şaraptan bakışları buğulanıp uzun süredir acı çeken kelimelerinin akışını hızlandırdığı zamanlar haricinde az konuştuğunu hayal ediyorum. Fakat o zaman bile sözlerinin, asla söylenmeyecek olanın pişmanlığında süzülen bir kasvetle örtüldüğünü hissediyorum. Dilinde çok fazla ölüm var. 

Bakışlarına sıkıntıyı, talihsizliğin takındığı edebi zar zor saklayan bir mahcubiyet hakim. İçki şişesini taşıdığı, örnek bir çalışanın elinde göreceğiniz evrak çantasını yanından hiç ayırmıyor. Fiziksel yapısına kadar her şeyiyle dünyaya ait olmayan bir adam görüntüsü veriyor. Son zamanlarında onu Lizbon'da gören genç Fransız, Pierre Hourcade şu izlenimleri edinmiş: " Onun yanından ayrıldıktan sonra bir daha arkama bakmadım; onun rengini yitirdiğini, yarı saydam hale geldiğini, akşam esintisiyle dağıldığını görmekten korkuyordum." Pessoa'nın gizli temennisi daha iyi ifade edilemezdi: Gözlerinizin önünden geçip giderken hemen dağılan bir yansımadan ibaret olmak; yalnızca ona bahşettiğiniz metinde var olmak.

Onu 8 Mart 1914 akşamında, yüksek bir komodinin önünde, ayakta, çeşitli imzalara sahip kırk kadar şiiri kesintisiz ve karalamasız kağıda dökerken hayal edelim. Yaranın iki ucunu, yani olmakla var olmayı bir araya getirmemekte direten, benliğinin kaybını açıkta bırakmakta azimli bu şaire bir bakalım.

Onun çok büyük olmasa da narin, bir parça kırılmış olduğunu görüyorum; hiçbir yere ait olmayan bir yüzü var ve kağıt yığınına kilitlenmiş bakışları, gerçeklikle teması bilerek kesmek, tecrite kaçmak için tuhaf bir girişim içinde. Olanın yerine koyulmuş kelimeler ... Derken o çöküş; somut olan her şeyden, dokunulan, parçalanan, acıtan, düşen şeylerden daha somut hale gelen kelimeler. Kim bilir ne zamandır orada. Gecenin solduğunu, gündüzün geri geldiğini görmemiş. Dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme beliriyor; bunun bir hor görme mi, arzu eksikliği mi, yoksa bıkkınlık mı olduğu anlaşılmıyor. Masayı terk ettiğinde tek bir şiir veya eser değil, üç tane yazdığı ve yaradılışın ta kendisini bir muamma olarak bıraktığı görülüyor.

Ricardo Reis'e, Alberto Caiero'ya ve Alvaro de Campos'a atfedilen eserlerin yazarı kim?
1915 'te Lizbon'da yayımlanan Orpheu isimli edebiyat dergisi yalnızca iki sayı yayımlanabilmiş olsa da dergi sonraki kuşaklar için önemli birkaç yazarı öne çıkarmıştır: Mario de Sa Carneiro, Jose de Almada Negreiros, Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis ve Fernando Pessoa. Son dört ismin aynı bedende yaşadığı ve hem eserler hem isimler olarak bizzat Pessoa'nın türevleri olduğu doğrudur. Bizzat diyerek çok ileri gitmiş olabiliriz, zira o kimdir? İşte büyük soru: Siz kimsiniz? Bir değeri olan ve hiçbir zaman yanıtlanamayacak tek soru. Dilediğiniz kadar özellik sayın: Muhasebeci, kötü bir annenin oğlu, şair, dost, Anica Teyze'nin yeğeni, astrolog, utangaç eşcinsel, farmason ... Yine de bulamazsınız. Pessoa 'nın adının ve yüzünün altında birçok dünya ve güç bela bir ben vardır. Hepsi oradadır ama o, ya o?

Hikayenin biçimi o kadar etkilidir ki, Pessoa'ya sahip olmadığı şeyi verme eğilimindedir: Tarihleri ve olaylarıyla bir hikaye, az çok doğrusal bir akış ve her şey (hakikat, gerçeklik ve kurgu) kutsal üçlemenin bile (yazar, yazarın hayatı ve eseri) bulunamayacağı kadar karmaşık olsa da, bir anlatının konusunun takibi. Pessoa'nın anlatılabilecek bir öyküsü olmamıştır. Bunun tek sebebi farklı isimlerle kaleme aldığı çok sayıda hikaye olması değildir. Belki de yalnızca şiirin bir diğer adı olabilecek, bir çeşit kendinde yokluk söz konusudur. Bu noktada, istisnayı ve trajik olanı belirtmek için kaderden söz edilir; nehir yatağında bir taşın veya Lizbon'da bir barın karanlıklarından kopup gelen son ayyaşın, sert bir ışık huzmesinde bir an için ayağa kaldırdığı toz zerrelerinin bir kaderi olduğu düşünülmediği sürece, kalan her şey gibi bu da varsayımdır.

En iyisi Pessoa'nın hikayesini anlatmamak ve nüfus kayıtları veya kimlik kartları gibi, art arda sıralandıklarında bir hayat (ya da bir ölüm) oluşturmadıklarını bile bile birkaç özelliğin hesabını tutmaktır. Daha ziyade şiirlere bakılmalıdır; gerçek kimlik belgeleri buralardadır. 


Soyadı: Pessoa.

Babanın soyadı: Pessoa.

Annenin soyadı: Pinheiro Noguera.

Adı: Fernando Antonio.

Doğum: 13 Haziran 1888, Largo de Sao Carlos 4, Lizbon.

Meslek: Bir kelimede dile getirebilecek bir mesleği yok. Çeşitli
şirketlerin talebi üzerine İngilizce ve Fransızca tanıtım metinleri
yazar. Çeviriler yapar. Şiirler kaleme alır.

Eserleri: Portekizce yayımlanmış tek şiir koleksiyonu Mensagem
(1934) dışında, iki de İngilizce şiir derlemesi vardır. Öldüğünde
arkasında bir sandık dolusu elyazması bırakacaktır.
Henüz tamamı yayımlanmamıştır.

Belirgin özelikleri: Eserlerinin büyük kısmını, heteronim adını verdiği farklı isimlerle kaleme almıştır. Bu isimlerden on beşi sayılabilmiştir ve aralarından başlıca üçü şöyledir: Alvaro de Campos, Ricardo Reis, Alberto Caeiro. Üç kişilikli bir şair veya dört ... Zira Pessoa eserlerinin bir kısmını, özellikle de ezoterik şiirlerini bu isimlerle imzalamıştır. Parçalara ayrılmış, parçalarından başka hiçbir meskeni olmayan bir şair: "Vatanım, Portekiz dilidir."

* Mahlastan farklı olarak heteronim, bir yazarın yalnızca farklı isimler altında değil aynı zamanda
 farklı kişiliklere bürünerek yazmasıdır. Pessoa kullandığı her isimde bir başkası olarak yazmaktadır. 

Pek bir şey ifade etmeyen bu özelliklerin ötesinde anekdotlar, yargılar, yorumlar ve kimliklerin kavranamazlığı karşısında duyduğumuz korkunun maskeleri vardır. Babası gündüz idarede çalışır, akşamlarıysa çoğu zaman caddenin karşısındaki San Carlos Operası için müzik eleştirmenliği yapar. Bunun yanında veremlidir. Günleri sayılıdır. Öldüğünde çocuk beş yaşındadır; okumuş müzisyen annesi ve kimi zaman bir yerlere kapatılması gereken Dionisia isimli deli büyükannesiyle kalmıştır. Pessoa okumayı ve yazmayı beş yaşında çoktan öğrenmiştir ve yedi yaşında kaleme aldığı ilk şiirini annesine ithaf eder. Yavaş yavaş sıkıntılar başlar. Mobilyalar bir bir satılır, ardından fakir bir mahalleye taşınırlar. Anne, Kasım 1895'te daha önce hiç görmediği, Joao Miguel Rosa adında bir adamla evlenmeye karar verir. Ocak 1896'da Güney Afrika'ya, belki de bencil güdülerle evlendiği ve yine genç yaşta ölecek bu adamın yanına gitmek için Lizbon'u terk eder. Herkesin kendi nefretini adlandırmak için kullanabileceği bir Komutan Aupick'i yoktur.

Başarılı bir öğrenci olan Pessoa, on yedi yaşındayken bir daha hiç ayrılmayacağı Lizbon'a döner; "burada da her yerde olduğu gibi bir yabancıdır." Artık kalıcı olan delilikle, teyzeleriyle yaşarken her türlü çalışmayı ve faaliyeti bırakır. On dokuz yaşındayken depresyon mu, yoksa benlik yitimi mi olduğu bilinmeyen derin bir kimlik krizine girer: 

"Kimi zaman tüm anlayışı kaybetmişim ve uçuruma benzeyen bir zihinsel boşluğa düşüyormuşum gibime geliyordu. Bundan anneme söz edebilir miydim? Yanımda olmasını nasıl da isterdim ... İçimi ona dökemezdim ama varlığı acımı büyük ölçüde dindirirdi. Denizdeki bir gemi enkazı kadar yalnızım."

Geriye kalanlarla, yani mesleği ve alışkanlıklarıyla ilgili ne demeli? Mesleğini tanımlarken hayatının son döneminde Pessoa bile biraz zorlanmıştır: " En uygun isim 'çevirmen' olur, en doğrusuysa 'ticarethanelerde yabancı muhabir.' Şair ve yazar olmak bir meslek değil, bir çağrıdır." Sonrasında Pessoa için mobilyalı oteller, serserilikler, her hafta değişen adresler, yan odadan gelen aşk seslerini daktilo takırtısıyla bastırmak için  yazılan mısralar, pis kafeler, zaman gibi, saudade gibi bitmek bilmeyen hiçlik vardır. 1935'te biri ölür. Söylenene göre bu karaciğerdir. O zaman Pessoa, nihayet bir daha hiç bulamamacasına kendini kaybedebileceği son adı alır: Pessoa.

Yargı ve yorumlar bir eseri kavramak için ne kadar uygunsuzsa, biyografi de onu aydınlatmak için o kadar faydasızdır. " Portekizli en büyük çağdaş şair", "yüzyılın en büyük şairlerinden", "Fernando Pessao büyük dünya sanatçıları listesine dahil edilmeli'', "edebiyat tarihinin en büyük hilebazı" ... Tüm bu özellikler, büyük ya da değil, bir şair olduğunu bile söyleyemediğimiz, (özne, yüklem sıralamasından kaçınarak) Alberto Caeiro'nun ağzından dillendirdiği gibi, "Şiirleri yaşama dair sahip olduğu her şeydi. Ayrıca gerçekleşen hiçbir olay veya hikayede yoktu," diyebileceğimiz Pessoa'ya yakışmıyor.

• • •



Pessoa'nın gizemine yaklaşmak için geriye şiirler kalır. Bu gizem, maskeleri ve hileleri dilediği gibi kullanan edebi bir benliğin ustalığında mı yer alır, yoksa kendini üzerinde taşıdığı çoksesliliğe teslim eden bir sanatçının özünde ve yoğunluğunda mı ? Pessoa'nın durumunu yöneten, doğru-yanlış ya da olmak gibi görünmek, karşıtlıkları mıdır? 

Yalana duyulan olağandışı tutkunun varlığını saptamak gerekir şüphesiz. Kendini Lizbon'un bir anacaddesinin vızıltısında değil de, bir kasabada doğmuş gibi tanıtarak başlayan, keyfine söylenmiş bir yalan. Ölçüsüz bir uydurma becerisi mi, yoksa bir patoloji mi? Pessoa henüz altı yaşındayken kendine hayali bir karakter uydurmuştur: Şövalye de Pas. Fakat her adımına şefkatli bir sırdaş veya bir kötü gün dostu ekleyen bütün çocuklar  gibi, bu masalın koruyucu gölgesi altına sığınmakla yetinmek istemeyen Pessoa, işi bu şövalyenin ağzından kendine mektuplar yazmaya kadar götürür. Kendi arzusu doğrultusunda yeniden yaratılan bir babayı görmezlik edemeyeceğimiz bir olgu. Bu asilzade, kısa süre içinde bir rakibe, ardından da uzak edebi haleflere, yani heteronimlere sahip olacaktır. Uydurma karakterler hangi noktada bir kişilik patlaması olarak son bulacaktır? Belki de soruyu tersten sormak gerekir: Bir kişiliğin kırılarak parçalanmış karakterlere dağılışı, düzenlenerek önlenebilir mi? Yalanla olan bu bağın karşımıza çıkardığı birkaç temel nokta vardır. "Şiir şairden daha doğrudur."

Kendini arayıp neticede bulamayan şairin, şiirin varlığını doğrulayan eşsiz ve doğru kelimeleri bir araya getirebildi diye şiirle kendini yaratmaya, kaderinin çizgilerini şiirle yüceltmeye ve alçaltmaya ihtiyaç duymasının ne önemi olabilir? Ayrıca çocukluktan da bahsetmek gerekir. Arzu, kendini açıkça belli ettiği için en doğru olan çocukça yalanlar; şairin hiç kendi olmamış birinin özlemini dile getirdiği başlıca yalan olarak çocukluk ...

 "İki yaşamımız var: / Doğru olan, çocukluğumuzda hayalini kurduğumuz, / Ve yetişkin olarak düşlemeye devam ettiğimiz, bir sis perdesinin önünde; / Yanlış olan, başkalarıyla ilişkilerimizde yaşadığımız."

Yetişkin dünyası tarafından üzerine atılan uyarıları önlemek için yalan söylemek; sonra da çocukluğa karşı, gerçek olmayan ama doğru, düşlenmiş bir bağlılıkla yalan söylemek yine de yalan söylemek midir? Şiir, çocukluk, yalan: Kendini uydurarak ifade etmenin üç yolu ...

Daha derine inmek gerekirse, Pessoa 'nın kaderi olduğundan başkası gibi görünmek değildi. O varlığa bağlıdır. Asıl muamma maskeyle suratın değil, varlıkla var olmanın karşıtlığındadır. Metafizik şiirin yaptığı gibi, özneyle yükleminin, bulunmazlığı her haliyle ortada olan istikrarlı bir uyumu karşılayabileceğini bize gösteren "olmak, dönüşmek, görünmek " gibi durum fiillerinden sakınmamızı öğütler. Bunları kullananlar olarak bizlerse, ismin ve niteliklerinin az ya da çok tahsisinden ziyade, bu ikisi arasında bağ kurmanın zorluğu şeklinde karşımıza çıkan sorun çözülmüş gibi yaparız. Dilin düşünceyi gitmek istemeyeceği bir yere nasıl sürüklediğini görüyorsunuz. Pessoa isimlerle ve paylaşılan kimliklerle bölünmüşken, nasıl olur da Pessoa adında bölünecek bir bütünün varlığını ima etmez? Bundan emin olunamaz. Pessoa'nın kendini ifade etmek için başka isimler seçtiğini söylemekten kaçınsak bile (daha doğrusu bunlar gizlenmiş ve silinmiştir) Pessoa'yı bir önerme, isim, isim-varlık ya da bir varlığa gerekli belirtme bağıyla bağlanmış bir ad olarak kullanmaktan vazgeçemeyiz.

Bu soruların yanıtını Pessoa vermiştir. Heteronimlerin oluşumunu şöyle anlatır:


Serbest ölçülü birkaç şiir yazdım (Alvaro de Campos tarzında değil), ancak daha sonra vazgeçtim. Bu dönemde bulanık karanlıkta, bu mısraları yazan kişinin belirsiz bir portresini görür gibi oldum (farkında bile olmadan Ricardo Reis doğmuştu) . Birkaç sene sonra, pastoral, biraz karmaşık bir şair yaratıp onu, şimdi hangi biçimde hatırlamıyorum ama gerçek bir varlıkmış gibi tanıtarak Sa-Carneiro'yla alay etmeyi düşündüm. Bu niyetle günlerimi harcadım ama hiçbir şey elde edemedim. Bir gün, tam vazgeçecekken (8 Mart 1914'te), yüksek bir dolaba yaklaşıp elime bir tomar kağıt aldım ve her fırsatta yaptığım gibi, ayakta yazmaya başladım. Doğasını tasvir edemeyeceğim bir coşkuyla peşi sıra otuz kadar şiir yazdım. O gün hayatımın zaferiydi ve bir daha böyle bir gün yaşamayacaktım. Bir başlıkla başlamıştım: "Sürülerin Çobanı" . Sonrası, adını Alberto Caeiro koyduğum birinin bendeki tezahürüydü. Kusuruma bakmayın, biraz saçma olacak ama adeta ustam içimde belirmişti. Aniden bunu hissetmiştim. O kadar gerçekti ki otuz şiiri tamamlar tamamlamaz, hiç ara vermeden başka bir kağıda Fernando Pessoa'nın "Eğri Yağmur" şiirini karaladım. Bir solukta tamamını . .. Bu, Fernando Pessoa-Alberto Caeiro'nun sadece Fernando Pessoa'ya dönüşüydü. Ya da daha ziyade, Fernando Pessoa'nın Alberto Caeiro olarak var olmayışına karşı bir tepkiydi . . . Caeiro doğunca, doğal bir içgüdüyle ona birkaç öğrenci bulmaya çalıştım. Onun sahte paganlığının altında yatan Ricardo Reis'i çıkardım: ona bir isim ve kişilik buldum. O anda onu zaten görüyordum. Ve birden, Reis'e karşı bir yerden başka biri belirdi şevkle. Tek çizgide, aralıksız veya düzeltmesiz, Alvaro de Campos'un "Zafer Şarkısı" karşıma çıktı.-'

Yanlışa duyulan tutku mu? Bu ne anlama geliyor? Aynı anda var olan veya birbirini takip eden çok sayıda karakterden oluşan parçalanmış bir kişiliğe indirgemekten daha radikal bir yanlışa teslim olmak değil midir bu? Yalanın lezzeti mi? Okuyucunun kafasını karıştırmak ve kimliğini değiştirmek, maske üstüne maske takmak için kasıtlı bir girişim mi? O da değil. 

Pessoa'da bundan hem daha azı hem de daha fazlası aynı anda bulunur. Azı, Charles Nodier'e "Doğru, işe yaramaz," dedirten değersiz komedi gibidir, bir tespit: Doğruluk bulunmazdır. Fazlasıdır. Sanatın doğru ve yanlışla olan ilişkisi söz konusuysa, yalanın insanın sığınağı olduğunu bilen Pessoa, aldatmacaya su götürmez bir üstünlük sağlar. 

"Benim için sanat bir düşüncenin bir duygu vasıtasıyla, bir başka ifadeyle genel bir doğrunun özel bir yalan vasıtasıyla ifadesidir. Yazdığımız şeyi hissetmemizin bir önemi yoktur; onu düşünürken hissediyormuşuz gibi yapmamız yeterlidir."

Heteronimlere hiyerarşileriyle, türetimleriyle, kırılmalarıyla bütün bir sistem hakimdir. Heteronim ağının tepesinde, anılmaya değer bir özellik taşımasa da, başkalarının hatırladığı usta Alberto Caeiro bulunur: Köyde bir yaşam, toplumsal kabul görmeyen bir durum, var olmayan bir fizik; sürülerin en belirsizi ve en genişi olan kelimelerden başka gözetimi altında hiçbir şey olmayan, başlıca derlemesine adını vermiş bir çoban ...

Bu sistemin karmaşıklığı görülecektir; sözcelemeler hep başka bir sözcelemenin sözcesidir. Pessoa, Alvaro de Campos'un ustası Caeiro anısına yazdıklarını kaleme almış ve sözlerini şöyle bitirmiştir: "Caeiro'nun ben yanında değilken ölmesi, hayatımdaki birçok yapmacık korku arasından sıyrılan gerçek korkuların en büyüğü olmuştur ... İngiltere'deydim. Ricardo Reis de Lizbon'da değildi; Brezilya'ya dönüyordu. F. Pessoa oradaydı ama, o da adeta yok gibiydi." İşte ustanın ölümü karşısında öğrencilerinden biri tarafından dile getirilen ve aslında, yine ustanın bir öğrencisi olarak anılan Pessoa'nın yazdığı bir ağıt. Pessoa sanatı (hileyi?), kimin konuştuğu artık bilinemeyecek bir noktaya getirmiştir. Pessoa'nın üzgün olmadığını görecek olsa Campos'un yaşamak zorunda kalacağı üzüntü düşüncesine, satır aralarında kendi üzüntüsünü eklemiştir ... Sahneye koyduğu karakterin yaratıcısı olarak Pessoa, hikaye içinde hikaye anlatımının ustasıdır. Yine "Özruhsalöykü" başlıklı bir şiirin başında, çoğunlukla Pessoa'nın varoluş sıkıntısının simgesi olarak aktarılan mısralar öne çıkmaktadır: 

"Numaracı biridir şair / Öyle ustaca numara yapar ki / Gerçekten acı çekerken bile / Rol yapıyormuş gibi görünür."

Çeşitli isimleri arasından (halihazırda var olan bir metnin altına imza olarak atılan mahlaslar değil, tek başlarına ürettikleri bir metnin sahibi isimler) Pessoa'nın karşısına takdire şayan ölçülüğüyle rahatlığını koruyan, var olma zevkiyle burun buruna gelmiş ( "Doğmuş olmanın acısına değer" ) dingin bir ben (Caeiro) ile hiçlikten çıkmış olmanın uğursuzluğunu bir türlü üzerinden atamamış ve mümkün olduğu kadarını şiirle yeniden umutsuzca tesis etmeye çalışan melankolik bir ben (Pessoa) çıkarabileceğimiz bir rol dağılımı arayalım. Birinin varlığı, ötekinin var olma eksikliğiyle aynı ipten dokunmuştur. "Taşlar düşünmediği için," bir taş olmayı seven Caeiro'nun varoluşsal içtenliğine acı çekmeyen, unutulmuş bir nesneden ibaret olmak isteyen Campos'un korkusu karşılık verir. "Rayların öteki tarafında, sundurmanın köşesinde unutulmuş, etiketli bir paket gibi kalmak, / Tren kalktıktan sonra lakayt bir görevli tarafından bulunmak. / Ya bu? Yine biri unutmuş." Pessoa'nın ölümünün, kayıp bir şeyden ibaret olmaya dair bu gizli arzudaki gibi gerçekleşmesi dikkate değerdir.  Pessoa arkasında içi yayımlanmamış eserlerle dolu, kafur ağacından ağır bir bavuldan başka hiçbir şey bırakmamıştır. Çoğu zaman, Caeiro'nun totolojik feragatiyle ( " Neysem oyum." ) Pessoa'nın heterolojik rahatsızlığı ( "Ben, olmayanım.") çatışır ve her bir heteronim var olmanın bir parçasından sorumludur. Birbirlerini tamamlamanın aksine hiçe sayan üç heteronim vardır. Bunlardan ilki Caeiro, kırsal yaşamdan ve hiç kimsenin veya hiçbir şeyin düşünmediği pürüzsüz ve sakin gökyüzünden sorumludur; bir diğeri Campos, farklı ülkelere kaçmak adına boş bir uğraş içindedir; üçüncüsüyse şimdinin tahkirine maruz kalmış ve değer verdiği tek şey olan kelimelerin zevkine her gün daha çok dalmaktadır. Pessoa'nın itirafında tavşanla şapkayı kaybetmesi beklenen bir sihirbazın hilesi görülür: "Onlar mı yoklar ben mi yokum, bilemiyorum." Fakat her şeyden önce bu, var olmayanın yalnızca ve bütünüyle birkaç yinelenen isme ve uydurulmuş birkaç söze bağlı olduğu bir şair deneyimidir.

Nihayet bu heteronimler ağının sonuncusu, aynı zamanda bir soyad olan Pessoa'ya dair ne demeli? Her ne kadar yazar olarak diğerlerinin yazma odağı olsa da, hayali yazarların oluşturduğu çokyüzlü şekilde Pessoa, kesinlikle merkezi bir yere veya bu edebi piçlerin babası rolüne sahip değildir. Aksine, Pessoa'nın Pessoa'ya ayırdığı şiirler en zayıf, en masum olanlardır; başka bir dil kullandığı (İngilizce şiirler çoğunlukla bu isimle imzalanmıştır) veya kelimelere şifreli anlamlar verdiği (ezoterik şiirler) zamanlarsa en karanlık olanlardır. Sanki yazarın gerçek adına yaklaştıkça şiir ya daha saydam ya da koyu bir matlıkta olmalıdır: Anlamsızlığın iki yolu.

Bu şekilde yeniden oluşturulan dünya, anlatının tanıtılan karakteri dramatis personae, "varolmayan edebi bir zümre" oluşturmaktan, etkileri çatıştırmaktan, kendindeki farklılıkların gürültüsünü ve dostlukların yankısını duymaktan memnun Pessoa için perde arkasında solar. Çağdaşlık adına kendilerini aforoz eden " -izm" öncüsü dergilerin arafını ve edebi ekollerin cehennemini tatmış Pessoa, burada bütün akımlara ait olmanın ve bir asır önceki adıyla kendine has bir edebiyat salonu kurmanın hoş bir yolunu bulmuştur.

Burada hırçın bir yazarın eğlencesinden daha fazlası söz konusudur: Bu yaratım aslında gerçek bir sanat eseridir. Şiirler kalbini oluştursa da, kendi hayat hikayeleri ve adları olan yazar karakterlerle bu sahte kurguyu şiirsel üretimin etrafına işlerken ikisi arasındaki ilişkiler görünürden çok daha iddialı bir tiyatro sanatına yer vermektedir. Şiir birçok açıdan bu yaratımın merkezinde yer alır. Roman Jakobson'un Pessoa'ya adadığı çalışmasında vurguladığı gibi kafiyeler ve kelime oyunları yazarların isimlerini karşı karşıya getirmektedir: Ricardo Reis, Alberto Caeiro'nun çok mükemmel olmayan evirmecesidir. Aynı şekilde Alberto Caeiro isminden de, birkaç hece oyunuyla Alvaro Campos adı oluşturulmuştur. Buna üç veya dört kişilik bir drama da diyebiliriz ama tüm hakları şiirde saklıdır: Bir deneyimin temel noktalarına dağılan içgörü.

"Sanatçı kişiliğimin merkezi dramatik bir şair oluşumdur; her zaman bir şairin içten coşkunluğu ve bir dramaturgun benlik yitimiyle yazarım."

• • •

Böyle olağanüstü bir kadere, böyle çarpıcı bir kimlik bilmecesine dair ne gibi psikolojik açıklamalar sunulabilir? Kendini yaratmayı megalomanlığa feda etmeyen bir yazar projesi yoktur şüphesiz. Bedeni ve diliyle, tarihi ve karakteriyle, mantığı ve duygularıyla, kendini olması gerektiği gibi yeniden yaratmak ve eserinin aynı anda hem tanığı, hem etkeni, hem de nesnesi olmak ... Eserlerinin oğlu olmak, kendinin anne ve babası olmaktır. Bir kitabı taşıyıp yayımlamak kendini dünyaya getirmek, karalanmış kağıttan şifa umulan bu beden eksikliğine çare sunmaktır.

Bu yazma deliliği üç alanda gerçekleşir: Dil, isim ve beden.

Yazar olmanın zihinsel sürecinde üç hadsiz temenni oldukça sistematik olarak ayırt edilebilir. Bunlardan ilki dili değiştirme çabasındadır; anlatıda Conrad, Nabokov veya Beckett, şiir alanındaysa Borges ve Pessoa örneklerindeki gibi anadilden koparak başka bir dilde yazma şeklinde kendini gösterebilir. İkincisi isimle alakalıdır: İsim değiştirmek. İster takma ister aile ismini kullansın, kimi zaman ölümsüzlük ümidiyle her ikisini de eser sahibi ismine dönüştüren yazar, onu fani yaşamının iniş çıkışlarından kurtarır. Üçüncü temenni en gizli olanıdır: Yazarın beden değiştirmesi söz konusudur. Ya gerçek beden hasta veya sakattır ya da bedenin zihinsel imgesi ona fazla harap olmuş, tutarsız görünmektedir. Güzel bir tarz için sarf edilen çaba, böylece onu tamir edecek, koruyacak ve güzelleştirecektir.

Birinci temennide psikanalist, yazarın kendi özünde bir anne konumunu doldurma fantezisi görecektir. İkinci temenni baba rolü ve kütüğe geçmeyle ilgilidir. Üçüncüsüyse fiziksel ve zihinsel özelliklerini yeni bir varlık oluşturmak için birleştiren ebeveynlerin bir aradaki imgesidir. Lacan'ın öne sürdüğü kategorilere atıfta bulunacak olursak, ilk temenni imgesel, ikincisi simgesel, üçüncüsü de gerçek alanlarında yer alır.

Bu üçü arasında gerçekleşmesi imkansız olan kuşkusuz sonuncusudur ve bu haliyle diğer ikisi arasında, yersiz ve mecaza dönüştürülmüş olarak, ismin etiketiyle özetlenen ve gerçek anlamda şiirsel bir edebi tarza dair bitmeyen arayışı zorlamaktadır. Üç temenni de saldırgan yapıya sahiptir. Duruma göre az çok derin ve kasıtlı bir şekilde, sırasıyla dil kanununa (gösteren kodu), simgesel kanuna (tüzel ve sosyal kod) ve biyolojik kanuna (genetik kod) bağlanır veya saldırır. Bu ihlallerin hepsi aynı yoğunluğa sahip değildir ve bazıları birine veya ötekine ağır basar. Mallarme dili anlamın sınırlarına varana kadar değiştirirken; Stendhal beğenilmeme korkusunu saklamak için kurnaz lakaplar uydurur; Flaubert'se biçimsiz bedeninin içinde kaybolacağı, kelimelerden oluşan bir zırhı parlatmak için dişini tırnağına takar. Fakat üçü de reddedilen bir hayatı yazarlık gibi yaman bir mesleğe dönüştürmek için yarışır. Örneklerden yalnızca birini detaylandırmak gerekirse, Stendhal hem çirkinliğini romantik intikamlarla giydirmeye hem de maalesef adını taşıdığı ve küçümsediği babası Cherubin Beyle'in dolaba kaldırdığı İngilizce deyimleri ve dahiyane cümle yapılarını biriktirmeye çalışmıştır.

Peki ya Pessoa? Onda bu temennilerin her biri aşırı bir güce erişmiştir: Sınırlara taşınan değiştirilmiş bir dil, çılgınca atomlarına ayrılmış bir isim, öfkeyle reddedilmiş (tiksinilen ya da nefret edilen) bir beden mi? Öncelikle Pessoa'nın deneyiminin ( heteronimler) edebi kaderinin belirgin özelliği, yani isim değiştirmesi, sorgulanmalıdır.


Bir ismi bir esere bağlayan muamma, bir varlığı taşıdığı veya çoğu zaman onu taşıyan isme bağlayanın ne olduğu sorusunu biraz daha öne çıkarır. Yazar için edebi isim ve onu çevreleyen tüm oyun, mahlas, anonimlik ve heteronimler, her birinden geçen sorgulamaları belirli bir biçimde yeniden ele alır. Olduğu söylenen kişi miyim? Bana seslenildiğinde kim bekleniyor? Hayatının farklı yaşlarında (ilk aylar, ergenlik, yaşamın ortası) herkesin yaşadığı gibi bir kimlik bunalımına, her çatlağın ardından bu çatlağı kollayan kaçınılmaz dağılmalara rağmen, usanmadan yamamaya çalıştığımız hassas kimliğe yazar açısından bir de yazarlık kaderi kadar riskli olan dil krizi eklenir.

O noktada yazmak fiili, artık fiillerin en acı vereni, "olmak" fiilini, her daim yabancı bir dilde çekimleme veya önleme biçimlerinden yalnızca biridir.

Pessoa'nın durumu uç bir noktadır tabii. Kimlik bunalımı veya dil krizi terimleri bile kişiliklerin ve eserlerin bu denli çoğalmış ve yayılmış, paramparça olduğu bir hayatı düşünmek için uygun değildir. Bazı eserlerin altında Pessoa adı hariç, şairin kullandığı diğer üç ismin (Alberto Caeiro, Ricardo Reis ve Alvaro de Campos) dışında isimler de mevcuttur: Bernardo Soares, Vincente Guedes, Coelho Pacheco, Teive Baronu, Antonio Mora, Alexander Search, Charles Robert Anon, A. A. Cross, Jean Seul. Aslında adı Pessoa olan birinin onlarca mahlas kullanmasından veya bir şairin, içinde Pessoa ismi de bulunan uyduruk isimler arasında bölünmesinden söz etmiyorum. Bunların hiçbiri gerçek bir ismi gizleyen lakaplar değildir. Pessoa'nın varlığı diğerlerinin üstünde, diğerleri arasında bir imza değildir. On altı şair, tek bir bedende ikamet etmiştir.

Tanımlayıcı yargılara meydan okuma, konuşma işaretlerinden kaçma, kendini yaratıcısıyla bir tutan ve tıpkı Tanrı gibi  kendi kendini yaratıp isimlendiren bir yaratığın ölçüsüzlüğü, kendi olma utancından ve her şey olma iştahından sapma, ister savaş ister kalem adı olsun bir takma ad kullanımı, birçok zihinsel duruma cevap verir. Yazma eyleminde öteki her zaman mevcuttur ve yazar, bir başka isim kullanmasa bile, her zaman bir başkasının adına yazar. Kendine bir isim uydurmak (ve bunun için her zaman kendi adını değiştirmek gerekmez; bir yazar adı haline getirilerek ona başka bir alan da sunulabilir) yazının başlıca kozu haline gelebilir; Pessoa da başka aykırılıkların aleyhine değil, aksine onların yasağını ve imkansızlığını üstlenerek yapar bunu. Kendine bir isim uydurmak, sahte isimler kullanmak mutlak güce dokunmaktır. Kendi seçimi bile olmayan adını çocuklarına dayatan babadan, bu aktarımı düzenleyen yasalardan bile daha güçlü, tesadüfen veya kazara değil, istediğim için bana ait olan bir adı seçmekten bahsediyorum.

Maurice Blanchot, insanın yazdığı kitabı kendi adıyla imzalamasının aslında benliğin ve eserin sınırlarını tanımak olduğunu vurgulamıştır: "Kitaplarımızı neden imzalarız? Tevazu sebebiyle, bunların aslında imzayı önemsemeksizin yalnızca kitap olduğunu söylemek için." İmzalamayan, isimsiz olan ve tüm isimleri alabilecek kişi tanrıdır. İsmin reddinde, sınırın reddi saklıdır.

Bununla birlikte hangi takma isimlerin inkar, oyun veya kader sebepli olduğu hemen ayırt edilecektir. Stendhal'in uydurduğu sapkın lakaplar, Pessoa'nın lakaplarına benzemez. Pessoa için olduğundan başkası olmaya dair hiçbir arzu söz konusu değildir. Aksine, eğer bir arzudan bahsedilecekse bu var olmama arzusu olabilir; ortada olan ölüm itkisinin işlemeyen çalışmasıdır. Tıpkı birer maske, sığınak, zırh gibi başka isimler altında yazmak ve öteki ismin, kazılan bu oyuğun gerçeği gibi anlaşılmadığını ummak; birinci varlığı onaylaması beklenen ikinci bir isim vererek isim ve varlık arasındaki anlaşmazlıktan kaçmak ...

Kimlik bunalımına dair bu meseleler kendi kaçınılmaz başarısızlıklarını üzerlerinde taşır. İsimleri istediğiniz kadar çoğaltın, yine de her biri kendi oyuğunda, varlığın sızdığı çatlağı koruyacaktır. Eğer isim takmak bir oyun ve isimsizlik de bir kaçışsa, isim değiştirmek bir dağılımdır. Burada bir tezahür sanatı, bir dünyadan kasıtlı çekilme değil, özne olarak adlandırabileceğimiz kişinin kurduğu sınırlı sosyal ilişkinin temel ve asli başkalaşımı söz konusudur. Pessoa'nın varlığını sınırlamaktan başka şansı yoktur sanki. Üstelik başkalarının ona veya etrafında varlık biriktirdiği boş benliğe bakışıyla değil, yazdığı kelimelerin okunmasıyla, hatta daha da derinde, kendine verdiği isimlerin basit telaffuzuyla yapabilmektedir bunu.

Sahte isimlerle mühürlenmiş kimliklerden ve uydurmalardan oluşan, Jean Starobinski'nin tasviriyle bir Stendhal lakabının tam zıttıdır bu. Stendhal'e göre kimlik sabit, inkar açıktır: Babayı inkar, öksüz olma isteği, onda nevrotik bir aile romanıyla ortaya çıkar. Babanın ismi de, onu terkeden kaçak oğul da buradadır. Pessoa'daysa durum çok farklıdır. Bir aile romanı değil karmaşık ve çözümlenemez bir kader söz konusudur. Bir kimliğin izlerinin, sınırlı ve dayanıklı bir kağıda aktarılır gibi sürekli işlenebileceği bir ben yoktur. Her şeyin yumuşak izlerin kolaylığıyla yazıldığı bir kum yüzeyi ve bir dalganın, bir esintinin sildiği işaretlerin faniliği ... Aslında burada okuyucuya kurulmuş hiçbir tuzak ya da sapkınlık yoktur. Aynaların üzeri, tıpkı artık hiç kimsenin yansımadığı bir ölü evindeki gibi örtülüdür. Nitekim Pessoa icat edilmeyeni, yani isim icat etmeyi, kendinden önce hiç yapılmayan bir şekilde adlandırmak istemiş ve kendine değişik isimler seçmiştir. Doğrunun ve yanlışın kullanımlarının bir örtbas operasyonu tarafından durmadan yok edildiği bu sapkın saklambacın çapını daraltmıştır. Stendhal'in kendi kimliğini sakladığı isimlerle oynadığı oyun, en iyi kağıdı kendine almayı garantileyen bir hilebazın yaptığı gibidir; burada kendine bütünüyle hakim ve takma isimler üstlenerek gücünü genişleten bir özne vardır.

Pessoa'yı isimlerini bilge bir şekilde dağıtan gerçek bir yarı tanrı, yarattıklarının efendisi bir yaratıcı veya muhteşem yetenekli bir hilebaz gibi düşünmek büyük bir hata olur. Stendhal gerçek yüzünü saklayacağı bir kılık değiştirme arayışınadır. Pessoa'ysa saklayacak hiçbir şeyleri olmayan, suratsız maskeler, bir mahlastan beklenen o gerçeklik yoğunluğu olmayan boş isimler biriktirmiştir. Stendhal takma adının ona gerçekte kim olduğunu söylemesi, tutarlılık ve süreklilik sağlaması ve görünüşün özünü oluşturması beklentisi içindeyken; Pessoa hiç kimse olmadığını, görünüşün görünüşünden ibaret ve dilin halleri kadar sınırsız ve geçici olduğunu yineleyip durmaktadır. Stendhal, Beyle için baştan çıkaran, eğlendiren bir isimken Pessoa için heteronim başka bir gereklilik arz etmektedir: Yazmak için isim, var olmak için isim. Kendine bir veya birçok isim vermek ve Pessoa'nın durumundaki gibi bunu son derece müsrif bir şekilde yapmak, taşınan ismin yetersiz sınırları içindeki kişinin reddiyle ve arzuları doğrultusunda kendine başka kaderler yaratmakla alakalıdır her zaman. Hem bir kaçış hem de bir arayıştır bu; kendi içindeki bilinmeyene bir yolculuktur. Bir ilüzyon, bir hayal, bir sır, bir suç ortaklığı; aynı zamanda bir kabul töreni, zahitlik ve yazarın içinde taşıdığı hiçliği arayışıdır.

İsimlerle oynanan bu oyun, yazar için benliğinden veya kişiliğinden daha fazlasını taahhüt etmektedir. Eserinin şartı budur, onsuz yazamayacaktır. Bir anda özel bir galaksi meydana getiren bu yaratıcı patlama, melankolik bir döngüsel eğilimle manik bir aşamanın tezahürü müdür? İsim değiştirme macerasına atılmadan bir süre önce Pessoa derin bir depresyona girmiştir (birkaç ay boyunca kimse onu görmemiştir); Satürn gezegeninin etkisinde doğmuş biri olarak tüm hayatı boyunca hassas bir çizgide yürüyecektir. Çok sayıda kimlik arayışıysa depresyona karşı manik bir savunmadır hiç kuşkusuz. Pessoa kişisel kimlik duygusuna erişememiştir. Düşünceler, duygular ve temsil edilenler ne olursa olsun bizim her şeye rağmen zaman zaman olduğumuz gibi özdeş ve sürekli olmamıştır hiç. O hep başka olmuş, var olmanın yoğunluğuna sadece uzaktan erişebilmiştir.

Ailenin tek çocuğu olduğunu ve yalnızlığını kederden kardeşlerle doldurduğunu söylemek gerekir. Pessoa yarattığı karakterlere kendininkine yakın doğum tarihleri vermiştir (Reis için 1887, Caeiro için 1889, de Campos için 1890). Kadınsı kimliklendirmede çok başarılı bir çocuğun histerisinden, kendini en basit, en alçaltıcı arzulara teslim etmek ve sadece başkalarının fantezilerini ilişkilendirdiği kayıtsız bir heykelcik olmak isteyen birinin eşcinsel mazoşizminden söz edilebilir; "Denize Övgü" şiirindeki "Korsanlar, beni kendinize katın," ifadesi bunun göstergesidir.

Tüm bunlar yanlış değildir şüphesiz. Şiirin bir parçası mazoşist ve kusurlu bir anneyle özdeşleşmeye dair bu belirli noktayı aydınlatır. Şair içinde, "isimsiz bir dulluğun yaşadığını" söylemiştir. Babayı hayatından silmiş gibi görünen, tutarlılığı olmayan adamlarla iki evlilik yaşamış ve iki kez dul kalmış bir annenin çocuğu olarak, çok genç yaştan itibaren Pessoa'nın içinde olmasa da etrafında bir hayat öyküsü ve bir isme sahip baba figürleri olmuştur. Gerçek hayatları ve gerçek isimleri olan gerçek babalar. .. Pessoa isim değiştirmeler sayesinde içinde bir hiçin dulu olarak kalan anneden kaçmaya çalışmakta, fakat bunu başaramamaktadır; bu hayali dünya, annenin babadan yoksun olduğu kadar boş bırakmıştır onu.

Kaderi bu başarısızlıkla damgalanmıştır. Tamamen "takma bir bende birleşmiş yok-benler bütünü" haline gelmiştir. Kendi adı olan Pessoa kulağında bir başkasının adı gibi çınlamaktadır.

• • •

Pessoa hayali karakterler yaratmaya altı yaşında başlamıştır:

Çocukluğumdan beri hayali bir dünya yaratma, etrafımı hiç var olmamış arkadaşlar ve tanıdıklarla doldurma eğilimindeydim . (Tabii ki onların mı, yoksa benim mi gerçekten var olmadığımı bilmiyorum. ) Ben olarak adlandırdığım şeyin bilincine vardığımdan beri zihnimde dış görünüşleri, tavırları, karakterleri ve tarihleriyle benim için, kimi zaman abartılı bir şekilde gerçek hayat adını verdiğimiz yerde meydana gelen şeyler kadar görünür ve bana ait birçok hayali karakter yarattığımı hatırlıyorum. " Kendimi" bildim bileli içimde var olan bu eğilim bana her zaman eşlik etmiştir.

. . . Bu nedenle ilk heteronimimi, daha ziyade varoluştan yoksun ilk yakınımı da hatırlıyorum: Altı yaşımdayken uydurduğum Şövalye de Pas. Kendime onun tarafından gönderilmiş mektuplar yazardım . .. Hafızamdan tam olarak silinmeyen görüntüsü, şefkatimin hasrete hapsolmuş kısmını fethetmeye devam eder . ... Daha silik bir şekilde hatırladığım ve adını unuttuğum başka bir figür daha var. O da yabancıydı ve hangi konuda olduğunu bilmiyorum ama Şövalye de Pas'nın rakibiydi ... Bunlar her çocuğun başına gelen şeyler mi ? Şüphesiz, ya da belki. Fakat onları öyle derin yaşamışım ki hala yaşıyorum; öyle ki onların gerçek olmadığını anlamak için büyük çaba sarf ettiğimi hatırlıyorum.

Bu durum, ödipal açıklamaya hemen hemen mükemmel şekilde bağlanabilir. Babası, Pessoa 1894'te Şövalye de Pas ve rakibini uydurmadan bir sene önce ölmüştür. 1894 aynı zamanda annesinin Komutan Rosa'yla evlendiği senedir. Eşcinsel bir eğilimi açığa çıkaran ödipus kompleksi yine de her şeyi açıklamaz. Bir kaybı savuşturmak için bir rol üstlenmek. Belki de Pessoa'yı kendini sürekli yeniden yaratmaya iten işleyiş budur. Hayatının tanımlamalarında histerinin payı aşikardır. İkinci kez dul kalan annesi Lizbon'a döndüğünde, Pessoa bir daha evi hiç terk etmemeye mecbur hisseder kendini ve sahte bir burjuva saygınlığı takınarak iyi bir evlat olur. Birkaç sene sonra annesi öldüğünde son derece geleneksel bir aşk hikayesiyle uğraşmak zorunda kalır: Usanmadan kur yapıp utangaç bir aşık gibi davranarak gayet bayağı mektuplar yazdığı bir sekreterden, "Varlığından bile haberdar olmadığınız başka hukuka ait bir kader, ne imkan veren ne affeden efendilerin hükmüne git gide daha çok biat eden öksüzden" bahsederek ayrılır nihayet. Bu efendiler heteronimlerden başkası olabilir mi?

Babaya ve yalnızca dilin düzene soktuğu bu cafcaflı yapılanmada babanın edineceği yere dair de bir şeyler söylemek gerekir. İsim ve kimlikle alakalı her türlü patolojinin babaya dair sorular sormaya yönelttiği su götürmez. Bir lakap kullanmak veya incognito [kimliğini gizleyerek] kalmak, babadan gelen ismi uzaklaştırmak, reddetmek ve silmektir tabii. Dolayısıyla babadan kopmak, onu öldürmektir. Soyadıyla arasına mesafe koymak babayı başından atmaktır. En azından bunu yapmaya çalışmaktır. Burada utanç, nefret ama aynı zamanda arzu vardır: Doğduğu adın ötesine geçmek, sürekli yeniden başlayan aşırılıkla yurtdışındaymış gibi onun dışında yaşamak. Yine de hiçbir anlam beklenmeyen ama yalnızca daha büyük bir işitsel yoğunluğa, varoluştan farklı bir titreşime sahip çoğu şey gibi isimleri çoğaltmak başka bir şeydir. Babanın ismi artık etrafından dolanılması veya kaçılması gereken bir şey değildir; var olmamıştır ki. Pessoa'nın bir babası olmuştur tabii, hatta iki tane olmuştur, fakat mesele bu değildir. Mesele anneyle oğlu arasında kurulan dil bağı içinde, babanın (babaların; iki babaya sahip olmak asla hesabı kapatmaz) anne için temsil ettiği şeyle doldurduğu veya doldurmadığı yerdir. 

Pessoa bu konuda ketumdur. 1935'te, yani öldüğü sene kaleme aldığı kısa hayat hikayesinde şöyle yazmıştır:

 "Joaquim de Seaba Pessoa ve Maria Madalena Pinheiro Nogueira'nın
meşru oğlu." 

" Eğitim" bölümünde şu ifadelere de yer vermiştir:

" Babası 1893'te ölmüş, annesiyse Durban, Natal'de Portekiz konsolosu olan Komutan Joiio Miguel Rosa'yla ikinci bir evlilik yapmıştır. Pessoa burada büyümüştür." 

Burada bir unsur es geçilmiştir. Annesi Rosa'yla vekaleten evlenmiştir. Yani aralarında
bir aşk veya arzu yoktur; birbirlerinden uzak, birbirlerini görmeden ... Bir yazının (bir basılı ilan karşılığında bir mektubun) bir anda yok edeceği ve üzerine ikinci bir hayatın inşa edileceği bir mesafe. Mektuplardan oluşan bir aşk değil, gıyaben bir sözleşme.

Söz konusu sadece ödipal sahnenin nevrotik bir aile romanında veya sapkın bir senaryoda yeniden ele alınması olsaydı, yeniden yaratılmış (aşağılanmış veya yüceltilmiş) bir baba da yeterli olurdu. Hepsi farklı ama hepsine sınırsız yaratma kapasitesi bahşedilmiş bu erkek figürleri neden birbiri ardına gelir? Bir patolojide yapıları sınırlandırmaya çalışmak kimi zaman oldukça beyhude bir çabadır. Pessoa'nın durumunda kesip ayırmak (histerik, psikotik ve sapkın olmuştur), sorununun doğası hesaba katıldığında özellikle yıpratıcı olacaktır. İsim değiştirmek (polinomi ), beden değiştirmek (histeri), dil değiştirmek (şiir), onda bir sistem oluşturmaktadır ve bu muhtemelen anneyi değiştirmemek için (eşcinsellik) oluşturulmuş bir savunma sistemidir.

Bu onomastik fantazmagoride sırrın rolü nedir? Pessoa eserlerinin yayımlanmasından kelimenin anlamıyla tiksinti duyar. İlk şiirlerini İngilizce yazar ve Portekiz'de çok az okura ulaşır. İngiliz bir editör bir derleme hazırlamak üzere onu Londra'ya davet ettiğinde bu teklifi geri çevirir. Coimbra Üniversitesi'nde eğitmenlik teklifi alır ama reddeder. 1908'de yazdığı ilk Portekizce mısraları, seçtiği son derece önemsiz ve tanınmamış dergilerde yayımlatmak için 1914'e kadar bekleyecektir. Kendi adıyla imzaladığı yalnızca bir kitabı yayımlanmıştır. Ulusal Propaganda Sekreterliği tarafından düzenlenen bir yarışmaya sunarak kendini tiye aldığı, muhtemelen gözden uzak kalma zevkini ve önemsizlik tutkusunu son derece tatmin ettiği bu yarışmada ikincilikle ödüllendirildiği incecik bir kitaptır Message. Takip eden Ekim ayında soyadıyla imzaladığı ve şiirsel çalışmaları içeren büyük bir kitap yayımlatmayı düşünmüş, fakat proje tamamlanacağı dönemde hayatını kaybetmiştir.

İnsan tamamlanmamış işleri ve hatta başarısızlıklarıyla bile muhteşem olabilir. Projenin kendisini, gerçekleşmesine tercih eden Poseidon'un oğlu kaçak Proteus gibi zavallı kararsız Pessoa, metinler henüz yazılmadan bile bir " İnterseksiyonizm' Derlemesi " ortaya atabilecek, Shakespeare'in çalışmalarındaki yazarlık kalitesine dair bir deneme yazmaya başlayacak, özel isimlerin bütün dillerde erişilebilir bileşimsel bir gösterge dizini için patent başvurusu yapacak kapasitededir. Bu girişimler sonuca ulaşmamış olsa da ortak noktaları bir meydana getirme, yaratma ve sınıflandırma prensibi olup ümitsiz bir isim arayışı ve yalnızca ismiyle temellendiren haha figürüyle bu ismi taşıyan arasındaki sorunlu ilişkidir: Bir edebi hareket, bir eser ve bir çocuk.

Pessoa şiir çalışmalarının "babalığını" çok tuhaf ilişkilerle sürdürmektedir. Onları öksüz olarak nitelemektedir; ondan çıkmamışlardır, onun hiç payı yoktur. Ama aynı zamanda da onların babalığını mutlak şekilde elinde tutmaktadır. Yalnızca şiirin babası değil, şiirin babası olan heteronimin de babasıdır. Burada şüphesiz Pessoa'nın gizli şizofrenisinin kalbine dokunmaktayız: Üstlendiği bu var olmayış, sınırsız inkarla beraber (ölümün kaçınılmazlığını reddeden) canlının ve benin sınırlarıdır:

( "Ben hep bunun için doğmamış biri olacağım / Her zaman
yalnızca nitelikleri olan biri / Her zaman kapısı olmayan
duvarın önünde kapının açılmasını bekleyen biri olacağım," ).

"Hiçim ben. / Asla bir şey olmayacağım. / Bir şey olmayı isteyemem.
/ Gene de, benim içimde dünyanın bütün düşleri." 

Muhtemelen bu noktada, olmayan, olanın sınırsızlığı haline gelmiş ve özünde toplum-ötesi ve doğa-ötesi oldugu kadar zihin-ötesi de olan şiir doğmuştur.


Kimlik bunalımının ciddiyetini sorgulamak ve bunu psikozun bir parçası haline getirmek de gerekir.
Pessoa'nın, egosunun yansıyan parçalarını farklı isimler altında sınıflandırdığı (bir bakıma Freud'un, Schreber'ın paranoyasını ona işkence edenlerin hükmünü üst-Flechsig ve alt-Flechsig şeklinde bölerek incelemesi gibi) bir delilik mi söz konusudur? Hayır. Zira heteronimler isimsiz, farklılaştırılmamış figürler değil, gerçek kişilerdir. Pessoa'nın, kendi kişiliğinin patlayan özelliklerini faklı kişilerde canlandıran ve her birine şiirsel bir dille ifade etmeleri için değerli bulduğu tek şeyi, yani kendi gibi olmayı emanet eden bir drama yazarı misali bu geri dönüşe ihtiyacı vardır adeta ... Burada Pessoavari bir dramaturji söz konusudur.

Heteronimler yalnızca birer karakter değildir, aralarında bir dolap dönmektedir: Mektuplar, kavgalar ve esaretler. Campos, öğrencisiyle uzayın sınırları ve şiirin sınırsızlığı hakkında konuşur. Reis, Caeiro ve de Campos'la ilgili eleştiriler yazar. Her biri ötekilerin tarzını yargılar. Her birinin bir hikayesi, mesleği ve fiziksel görünüşü (Caeiro sarışın ve mavi gözlüdür, toprak sahibidir; de Campos'sa zayıf bir gemi mühendisidir ve ela gözlü Reis Latince uzmanı bir doktordur) ayrıdır. Bununla birlikte bir başka özellik heteronimlere başvuruyu nitelerken tereddüte sebep olur: Sistemin gizli kalması ve Pessoa'nın ona tam olarak inanmaması. Ölümüne kadar kimse Pessoa'nın şairlerinin aslında tek kişiden ibaret olduğunu bilmiyordu; şiirler bir tavan arasının gölgesinde yığılmış bekliyorlardı. Demek ki Pessoa, sayısız benliğin yüz yüze gelip özelliklerini karşılaştırdığı bu fantastik tiyatroya kendi ihtiyaç duyar. Oyuncu yalnızca seyirci karşısındayken tatmin olur, hayal dünyasında yaşayan gerçekliği yeniden inşa eder. Burada yani gerçeklikte bir hiçtir. Var olmayan bir benliğin başkalaşımlarını izleyecek bir seyirci, heteronimlerin oyunu için bir tiyatro, ötekine hitap eden hiçbir şey yoktur; yalnızca Narkissos'un kendi çılgın yansımalarına kapılışı vardır. Belki de psikoz ... Kimi zaman psikopatik suretlerin veya onomastik bir çılgınlığın sınırlarındaki bir psikozdur belki de bu ... Fakat terimin klinik anlamıyla bir benlik yitimi değildir. Pessoa'nın tamamen şiirsel olan çokkişilikliliği (kısa hayatını yalnızca bu isimlere yüklenen şiirlerde yaşamıştır) kişiliksizliğe meyletse de benliğin içinde bir kırılma sonucu bulunmaktan ziyade gıyaben (aşırılıktan ötürü kötü dengelenmiştir; bazıları doğuştan bulimiktir, kendilerine bir yüz oluşturmak, " ben" diyecekleri bir benlik için maskeden daha fazlası gerekir) mevcuttur. Yine de her zaman hiç kimse olduğunu söyleyecek biri olacaktır.

Pessoa, varlığını kendinde kalıcılık, tutarlılık ve istikrar sağlayacak bir çekirdek etrafında bir araya getirmeyi başaramayanlardandır. Esas özellik buradadır. Sapkınlık boyutu, bir açıdan altta yatan kimliğin yapısındaki bu kusura aşılanır; kavranamaz kimliklerle yönetilen çoğalma, bir açıdan kontrol altına almak için alttaki istikrarsızlığı gizler. Muhtemel sapkınlık, burada çoğu zaman şizofreniye karşı bir savunma oluşturacaktır. Kendi kimlik arayışından Pessoa şöyle bahsetmiştir: "

Histerik mi, yoksa daha ziyade histero-nevrastenik mi olduğumu bilmiyorum ... Her halükarda heteronimlerin zihinsel kökeni, benim benlik yitimine ve benzetime olan doğal ve daimi eğilimimde
yatıyor."

 Bu itiraf harfiyen mi ele alınmalıdır? Şüphesiz heteronimlerinki kadar sistematik, daimi, derin bir
girişimde bu kurgunun inşasında aktif olarak yönlendirilen bir irade vardır: Fernando Pessoa.
Tam olarak kendini gözden kaybettirecek, isimden yoksun bırakacak, silecek kadar ötekilerin
düşüncesine boğulmuş bir şizofren olmamıştır Pessoa. Eğer bir silme söz konusu olmuşsa bu aktif, ikincil ve makus bir silmedir. Bir yok-özne olmaya dair bu ümitsiz girişimi destekleyecek bir özne gerekmektedir yine. Kuşkusuz onu çevreleyen mitin ortaya koyduğu kadar etkilenmiş değildir, ama belki daha da sapkındır: Olmamak kesinlikle onun olma şeklidir. Yine de bir isimler denizinde yoldan çıkan deliliğini, takma isimlerle komik bir kılığa bürünmüş bir hilebaza veya saklı benliğini korumak
için yaptığı bir hesaplamaya indirgemek hata olur. Yaptığı laf kalabalığı da, sahip olduğu isim kalabalığı gibi arkasına saklandığı bir cazibe değil, saklayamadığı yaralardır. Belki de sırf var olmak adına var olmamak için daha çok isme ihtiyaç vardır. Köşeye sıkışmış ve nihayet kendini ifade edebileceği başka isimlere sızan bir Pessoa, frenlenen bu "aşırıkların" (alkol, eşcinsellik) gizlenmeye zorladığı bir varlık imgesini aklımızdan çıkaralım. Bu taşmanın ortaya koyduğu şey bir dizginlemeden ziyade bir boşluktur. Uygun analitik referans ödipal frenleme veya yüceltme değil, Winnicott'un açığa çıkardığı ve sufilerde her zaman, şairlerde de çoğu zaman olan bu manik savunmadır: Şair olmak, kendi içinde konuşan boşluğu dinlemektir.

Pessoa'da kimlik duygusunun köklerine erişilir. Kişisel bir kimliğe sahip olma duygusu, bu bilinçli his, iki temel eşgüdüme göre; bir yandan zamanda ve mekanda kendi varlığının kimliğini ve devamlılığını hissetme durumu, diğer yandan da başkalarının bu devamlı kimliği tanıması algısıyla yer alır. Normalde bu hisse hem bir öz varlığın temelini hem de bu varoluşun öznel niteliğini, onu belirleyen bireysellik tarzını oluşturan şey olarak tanımlanan " ben 'e dair " kimlik duygusu eklenir.

Bazı patolojik durumlarda birincil ve ikincil kimlik duygusu tehdit altında olabilir veya hiç bulunmayabilir. "Ben'e dair" kimlik duygusu paranoyak bir süreçten, kendi olma (başkaları olmama) duygusuna ve ötekinin varlığına dair şüpheye aynı zamanda erişilen bir varlık sıkışması üzerinden
gelişir. Hem var olup hem ben olmamak mümkün müdür? Bununla ilgili tasvirler, kuklalar ve yanıltıcı Tanrı açısından var ol(may)an ötekine dair yorumlar ortaya konulmuştur: O kadar varım ki başka hiçbir şey gerçekten var değil.

Kişisel kimlik söz konusu olduğundaysa sıkıntı şizofreni olarak belirlenebilir ve bunu da Pessoa'nın sayısız şiirinde çırılçıplak görebiliriz. Bu durumda ifade tersine döner: Başkaları olmayan ben nasıl var olabilirim? Varlığın, adeta başkasında toplanmış ve erişilemezmiş gibi olan bu yitimini, Pessoa şöyle ifade eder:

"Sırf ben olmadığı için kıskanmadığım dilenci yoktur."

Bu durum aslında bir başkası olmamaktan ötürü duyulan üzüntüden daha derindir; var olmamaya duyulan özlemdir bu. Zira öteki, ne kadar fakir olursa olsun, yine de vardır. Dolayısıyla gizli bir şizofreni varsayımı dışlanmamalıdır. Ruhun içinde kopmuş, parçalanmış olan " ben'e dair" kimlik duygusunun hem zamandaki hem mekandaki devamlılığıdır. Ben, aralarında iletişimin olmadığı kesintili anlara ve uzak bölgelere bölünmüştür.


Bu kesintilerin sebebi bilmemek (Spaltung) veya yadsımak değil, daha ziyade düşünmemektir. Bu konuda Pessoa kendini şöyle ifade eder: "İnsan kendini bir anda terk eder. Bizim için doğru olan hiçbir şey yok / bizi birleştiren hiçbir şey." Hiçbir şeyin birbirine bağlanmadığı zihinsel içeriklerin kaotik ve rasgele sınanması ve şizofrenik yaşantının tipik unsurları olarak sıralanmış bir zihinsel nesneler koleksiyonu, "ben'e dair" kimlik duygusunun yerine geçer:

" Eğer nesneler ışıltısıysa / Evrenin bilgisinin / 
Ben de kendimin parçaları olayım / Belirsiz ve çeşitli bir bütün."


Babasının ölümünden sonra Pessoa kadınlar tarafından yetiştirilmiştir: Annesi, ardından teyzesi ve deli bir büyükanne ... "Ve ruhum artık şamdanlarda olmayan o ateştir." Aynı şiirin devamında Pessoa tersi bir imgeye yer verir: " Ruhum bir parça sıcaklığın kaldığı sönmüş bir lambadır. .." Şairin çalışmalarında sık sık görülen imgelerin bu karşıtlığı (gemisiz bir liman ve asla limana gelmeyen bir gemi) esasın ayrılığı, yokluğu ifade etmekte olduğunun kanıtıdır. ( "Arasında" kelimesinin sıklığı ve
tanımlama olgularının üstünlüğünü ortaya çıkaran dildeki tüm özelliklerin de dikkat çekici olduğunu belirtelim. ) Kimin deli kimin delirtilmiş olduğu; yokluğun hangi uçta kendini gösterdiği; kalanın mı yoksa gidenin mi daha yalnız olduğu önemsizdir. Çünkü yokluk hep aynıdır. Yalnızca ayrılıkta,
boşanmada, iki yaşam arasında, iki kapı arasında vardır ve kader yalnızca yoklukla karşılaşmadır:

" Bilmiyorum ... Kendi ruhuna yabancı bir deliyim . . . Bulutların üstündeki bir ülkede, bir suret olarak sevildim ... "

Yelken açmak veya gemiye binmek, Pessoa için bizzat yazgının resmidir. Gece isimli şiirinde bir adam denizde kaybolur; kardeşi, bu kayıp adamı aramaya çıkmak için Kral'dan izin ister. O da geri gelmez. Üçüncü bir kişi daha gitmek isteyince Kral izin vermez: Köle gibi yaşadığımız Bu rezil, adi hapishaneden kaçmak için Onları aramaya gitmek istiyoruz: Ve kendimizin, kimliğimizin uzağında,
Arayıştayız. Ateş ve arzu bizi zorluyor, Tanrı'ya doğru kalkıyor ellerimiz. Fakat Tanrı bizi yelken açma hakkından mahrum bırakıyor.

Pessoa isimler arasında yaptığı geçişlerle, başka isimlerin arayışı içinde yolculuğu yapan kişidir, fakat öncesinde çıktığı ilk seyahati vardır. Denizde yaptığı tek seyahat ... Sekiz yaşındayken, daha önce hiç görmedikleri ama annesinin birkaç ay önce evlendiği bir adamın yanına gitmek için beraber Portekiz'den Natal'ın başkenti Durban'a yol almışlardır. Bu önemli yıllarda sürekli yinelenen anlam yüklü isimlerden de (Şövalye de Pas, Cap Non) söz etmeden geçmek olmaz.

. "Pas" kelimesi Fransızcada olumsuzluk anlatan "ne pas" kalıbından gelmektedir ve
kabaca "değil" olarak çevrilebilir. "Non" ise "hayır" dernektir. -çn

Bu yolculuğun sonunda ne olmuştur? Kime olmuştur? Başka bir babanın sizden alıp değiştirdiği başka bir anne, başka bir dil (İngilizce), bilinmeyen bir diyar. Pessoa daha önce içinde var olan ama yolculuk sırasında denizin yuttuğu, kayıplara karışmış çocuğa doğru yelken açma hakkını çaresizce kaybetmiştir. Öteki, yani şairse bir daha asla ona kavuşamayacak, bir daha asla limana yaklaşmayacaktır.

Dahası da vardır. İmkansız bir kendine dönüşe duyulan özlemden de öte, geri dönüş fikrine kadar kesişerek uzanan yollarda, anlamsız dönüşlerde kaybetmek üzere izleri çoğaltmak için bir şevk ve kendinde eksik kalma çabası geliştirecektir. Maskeler arasında yüzümü kim tanıyacak?


Ciddi kimlik bunalımına girenler çoğu zaman yazar olur. Kimlik bunalımına dil krizi eklendiğindeyse şair, dil mucidi, konuştukları dillerin örseleyicisi olurlar ve limanı ve gemiyi yazıda bir araya getirmek için didinip dururlar; tıpkı Buster Keaton'un, şizofrenik bir halde, ayakları limanda, elleri küpeşteye bağlı sere serpe uzanması gibi. Pessoa'nın dilinde bu iki uç, ser (ontolojik olarak mevcut olmak) ve estar (tesadüfen mevcut olmak) kelimeleriyle ifade edilir. Demir atılan limanla belki de
asla yanaşamayacağımız yer arasında bölünmüşlük ... Lizbon'un efsanevi kurucusu, hiç kimse adındaki ilk kahraman Odysseus'a gecikmeli olarak adadığı bir şiirde, Pessoa şu mısrayı yazmıştır: "Olmamaktan mevcut edildi." Pessoa'nın bütün kaderi, bu iki fiilin arasındaki ayrımda kendini tekrar
edecektir sürekli. Şu veya bu olmayı kabullenir, teslim olur; kimi zaman gizlice kendi olmamaktan, kendini terk etmekten, kendini kendi varlığından kurtarmaktan keyif alır, fakat "olmak" menzili dışındadır.

Bu isimle gelen başkalaşmalarda bir kimlik arayışı görmek gerekir; kendi mitolojisini yaratan veya kendi hikayesini kendine anlatan bir kahramanın avatarları. Pessoa'nın şiirlerinin ve bu şiirlerin senografisinin temel tonunu oluşturan işte bu kusurlu ve yapılandırılmamış benliktir. Pessoa benliğin sınırlarına ulaşamamış, bunları kabul edememiş ve bir kimliği benimseyememiştir. Daha ziyade, tüm hayatı ve yaratıcılığı boyunca, ucu ucuna eriştiği sınırları sürekli yeniden yazmaya ve bu sınırların
uçlarını durmadan inceltmeye çalışmıştır. Ardı arkası kesilmeyen özdeşimler sabit bir kimliğin oluşumunu engellemiştir; insan kendini kapatmadan oluşumunu sağlayamaz. Burada bir
psikoz özelliği mi görülmektedir?

"Bari en azından gerçekten delirseydim / Ama hayır: Olmak
ve neredeyse olmak arası hep aynı / Olan yalnızca ... Bu. /
Sığınma evinde bir akıl hastası olmak da bir şeydir, /
 Bense sığınağı olmayan bir sığınma evindeki bir akıl hastasıyım."

 Burada sığınak benliktir (hem ağırlayan hem de hapseden) ve hiçbir zaman bir "iç"in, yani nispeten kapalı bir iç dünyanın üzerine kapanmamıştır. Hiç kimse yerine biri olmak, ne büyük kayıp ...
Her şey yerine bir şey olmak, ne büyük bir leke ... Pessoa'da delilik varsa, o da var olmanın bu imkansızlığında yer almaktadır. "Arkasında bir şey yoksa var olmaktan ne beklenir? Yalnızca
bir yüzden ibaretse persona'dan ne beklenir?" diye yazmıştır Lacan. Pessoa da boşluğun arkasındaki bu boşlukla karşı karşıya gelmiştir. Olmayan sınırlar ve boş bir merkez, adeta Pascal'in sonsuzluğu veya modern fiziğin evreniyle el ele tutuştuğu zihinsel alan gibidir; başka ilişkilere bağlı ilişkiler.

• • •


Şairin şiirden beklediği ikinci başkalaşma da kendine bir beden yaratmadır. Gerçek bedenle hayali bedeni, yazıdan oluşan bir bedene daldırmak ve onları bu bedenle kaplayıp tamir etmek, yazarın "işlediği günahın" bir başka yüzüdür. Çoğu zaman ölümü bedenden çıkarma arzusundan ileri gelir. Nevrotik bir ölümsüzlük arzusundan ziyade, ölümün kaçınılmazlığının psikotik bir inkarıdır bu.

Yazı bedeninin ölmediğine, asla bozulmadığına, çürümek gibi kelimelerin de unutkanlıkla kemirildiğine duyulan bu inanç, yazma arzusunun temelinde yatmaktadır. Maddi şeyler olarak kitapların da öldüğünü, kağıdın paftasına yayılan asitler yüzünden dağıldığını, sayfayı basan mürekkebin onları yediğini biliyor olmak onu etkilemez. Yazar, deşifre edilmemiş kütüphanelerin
ölümüne adanmış bu önemsiz izlerde, sanatçının kitabına devretmek istediği hayatın ötesinde yaşamını sürdürür. Pascal gibi, kimileri öykülerinin derisinin tüm vücudun yüzülmüş parşömeni haline, ölüm ve düşünce arasındaki çürümeye karşı dayanıklı bir sınıra dönüşmesine izin verir. Diğerleri, Jules Renard'da görüldüğü gibi, tarzlarını yazılarına taşlaşmış bir katılık sağlayacak bir iskelete dönüştürür. Bazılarıysa, Proust'un sarındığı hareli kelimelerden oluşan kalın bir şal gibi, edebi mumyalarını sarıp sarmalar veya Chateaubriand gibi, dillerinin daimi akışına boşluğun öteki tarafından tekrar konuşma şansı verir.

Benle benlik arasındaki mesafe, yazmak için tek yerdir. Orası kendini bulmak veya kaybetmek içindir. Kendilerini iyi benimsemiş olanlar, hikayelerinin çatlaklarını onca kağıtla doldurmaya
ihtiyaç duymaz.

Peki ya mesafe uçuruma dönüşür ve yazı da herhangi bir şeyi doldurmak şöyle dursun, çatlakları çoğaltıp kenarları birbirinden ayırırsa ? Yazının bedeni, gerçek beden gibi dağılırsa ne olur?

Beden mi değiştirilir? Belki de bu ikinci arzu saf, temiz ve görünüşe göre aseksüel bir yaşam sürdüren şair Pessoa için en gizli ve acı vereni olmuştur. Yazılarında kendini, "mizacının
eğilimi bedenine kadar inememiş'', " asabi bir eşcinsel" olarak tanımlarken, sanki tehlikeli bir şeymiş gibi, bedenini kontrol altında tutmaktadır: "Kimi zaman mücrim, kimi zaman çılgınca, ızdırap içinde kaslarımda hissettiğim ürkütücü bir harekete geçme eğilimine, korkunç bir kasılmaya dönüşüyor . . . Bunları her zaman yaşıyorum ve bunların bana yaşattığı korkuyu ve yoğunluklarını ... Demek istediğim, şimdi hiç olmadıkları kadar utanç verici ve yoğunlar; tarif edilemezler." Bir başka yerde kendini, tüm hayatı üzerine sımsıkı sarılıp bağlanmış bir mumya olarak betimler: " Bilinçdışına karşı nefret içindeki bilincim." Bu bedeni zapt etmek veya bunu başaramazsa onu zincirlerinden kurtarmak için aksine bir çabayla Ricardo Reis'in mısralarının neoklasik titizliği veya uzlaşmaz eşcinsel Alvaro de Campos'un, Pessoa veya Pessoa'nın içindeki anne adına sadomazoşist sözlü saldırısı belirir: " Ben, Bütün'ün meşru ve üzgün kadını."

Pessoa'nın gizli eşcinselliği onun onomastik yapısının köküdür tartışmasız. Beden değiştirme hırsını isim değiştirmeye çeviren odur. Pasiflik, haşin denizcilerin içine girip yırtarak parçaladığı sözcülerinden biri olan Alvaro de Campos'un "Denize Övgü" şiirinde mazoşistçe yaltaklandığı alçalmış, yıkıma uğramış kadınlık, Pessoa'nın anahtarıdır; hepsi erkek ve coşkuyla dikilip yaratılışa uzanmış (ismin hetero'su cinsiyetin homo 'sunu yalanlar gibi) heteronim figürlerini aynı yazarın korumasında ağırlar. Burada bedenin eşcinsel fantezilerinin yazıyla yer değiştirdiği görülür. Beden, erkek cinsiyetine bürünmeye cesaret edemediğinden, yazı yabancı varlıklara bürünmüştür. Pessoa için beden değiştirmek, muhtemelen bu insan bedenini terk edip kadın olmaktır; daha sonra isim değişimine götürecek olan bir cinsiyet değişimi fantezisi.

Kimlikle, bölünmeyle, maskeyle oynanan bu oyunda sapkınlığın yeri nedir? Sapkınlığın izleri Pessoa'nın az çok gizli eşcinselliğinden ziyade, bu amaçla inşa edilmiş mahrem bir tiyatroda
kendine ayırdığı sahne yönetimi yani hakimiyet konumunda görülebilir. Pessoa, heteronimleri arasında kaybolmuş ve gizli bir sevinçle şunu beyan etmiştir: " Her şeyin yaratıcısı ben, mevcudiyetten bile daha az ... Halbuki bunlarla hiç alakam yoktu." Karanlığı karanlıkta kalmaya, gölgenin parçası ve bu denli güzel olmaya itenin, bizi bu denli kıskançlıkla saklanan bir mahremiyetin üzerine biraz ışık tutup ona tecavüz etmeye neredeyse zorlayanın ne olduğu merak edilebilir. Heteronimlerin birbirlerine karşı cazibe, iğrenme gibi hisler beslediği hayali, söylenmek için fazla doğru olan doğrular, inanmak için fazla ortada olan yalanlar da yine aynı alana aittir. Ortakyaşamsal eşcinsellik ve oluşturma yapılarının silinmesi, yazarın nevrotik bir aile romanından ziyade sapkın bir yaratıcılığın kavranamaz ve tayin edilemez bir ağı olan heteronimler grubunu meydana getirmesinde katkı sahibidir. "Sürülerin Çobanı" ve otuz kadar şiirin kökenini Alberto Caeiro'ya atfeden Pessoa, jestini şu sözlerle dile getirir: "Caeiro bana görünmüştü, o benim üstadımdı." Oysa bir ayna, onun "Ben kimim?" sorusuna asla yanıt veremezmiş gibi, aynaları çoğaltıp varlığının değişen yansımalarını yakalamayı umarak, yeni yazılan birbirine geçmiş parşömenler ve deşifre edilemeyenin parçalarıyla düşüncenin parşömenini örterek daima kayıp olan, sürekli aradığı ve hep reddettiği kimliğinin oyununa pasif bir seyirci olarak katılmaktadır.

Gerçek Pessoa'nın kesinlikle var olmayan kişi olduğu söylenebilir, fakat kimi zaman onun çığlığında yaşayan ( " Ruhum beni arar / Bense başıboş dolanırım / Tanrı yardımcım olsa da beni bulamasa / Tek olmak zindanda olmaktır / Ben olmaksa hiç olmamak" ) ve Campos'un gezgin huzurunu aşındıran
( "Ah! Herkes ve dünyanın her yeri olmamak" ) bu var olmayışın sebep olduğu krampları da görmek gerekir. Aralarından birine özlem olarak ortaya çıkan heteronimler sistemi aynı zamanda bölünmenin bir inkarının, eşeyli olmanın reddinin, olunan kişiden ibaret olmamaya karşı öfkenin de bir parçasıdır.

Bu konuda yanılmıyoruz. Burada bir kimlik eksikliği görülmektedir elbette:

 " Her şekilde her şeyi hissetmek, / Her yönden her şeyi yaşamak, / 
Aynı anda mümkün olan her surette aynı şey olmak, / Kendinde her anın insanlığını /
 Yayılan, bereketli, bütün ve uzak bir anda hissetmek." 


Fakat bu yalnızca bir eksikliğin noksanlığıdır. Bu, kimliği bitmiş (zamansal anlamda) ve sınırlı (benliğin sınırları anlamında) bir şekilde oluşturan var olmanın eksikliğini reddediştir. Hiçbir şey olmak arayışında Pessoa her şey olduğunu, sürekli ( "Şimdi bir zamanlar oydum") ve mutlak, ihtimalden bağımsız olduğunu ileri sürmektedir .

• • •

Nihayet şairin kaderinin e n temel özelliğini irdeleyebiliriz: Dili değiştirme biçimi. Heteronimler sistemi yalnızca, her birinde kendi gibi duyulan, bir diğeriyle karşılaşabilecek karakterin
yaşayacağı temel belirsizlik sorununu engellemek için mi inşa edilmiş ya da ona maruz kalınmıştır? Persona, arkasında hangi aktör saklanırsa saklansın, hep aynı sesin yankılandığı maskedir.

Bu sistem Pessoa için psikolojik bir sıkıntıya boyun eğen edebi bir seçimden çok daha fazlasıdır: Şiirle vücut bulan bu aidiyetsizliğin işaretidir. Hiç kimse olmak, yalnızca kelimeler olmak; yabancılaşıp taş, yelken, lagünken dil olmak ... Pessoa dili derinlemesine değiştirmiştir. Şiirsel çalışmanın önemli bir bölümünü meydana getirmek için en başta İngilizceyi, yani öteki dili kullanmıştır. İkinci dilse Pessoacı yaratımda, gerekse eserlerde (cinsellik konusunda gösterilen aşırı tevazuyla ters düşen tutkulu erotik şiirler İngilizce yazılmıştır), gerek otobiyografisinde sergilediği tavırda (Tarafından yazılmış yayımlanan eserler sorusuna verdiği yanıtta Pessoa, 1918'de İngilizce
yazdığı 35 soneyi ve 1922 tarihli English Poems I, II ve III kitaplarını belirtmiştir) gizli, fakat başlıca bir yer kaplamış gibidir. Üstelik şunu da ifade etmiştir: " Eserleri şimdilik dergilere ve çeşitli yayınlara dağılmış durumdadır." Aynı belgede, on beş yaşındayken Cap Üniversitesi başvuru sınavında, İngiliz edebiyatı alanında Kraliçe Victoria Ödülü'nü kazandığını da gururla hatırlatmaktadır. Pessoa'nın yazar oluşunda dilin yeri baba meselesiyle yakından bağlantılıdır. İlk ve sonraki en içten yazıları, ona ev sahipliği yapan, hayali bir baba bulduğu ülkenin dilinde İngilizce yazılmıştır. 1908 yılına doğru, Don Carlos yeni öldürülmüşken, bir tür monarşik irkilmeyle anadilinde yazmaya başlayacaktır. Adeta İngilizce ve İngilizce yazılanlar, gerçek kimliğin sabit, eşsiz çekirdeğidir.

Pessoa, Portekizce dil kurallarının sağladığı olanakların sınırına kadar bozarak, dil bilgisi kurallarına uymayan fiil çekimleriyle, kasıtlı sözdizimi ihlalleriyle, kapalı oksimoronlar, fonetik veya semantik çatışmalarla, dörtlüğün veya sonenin kabul edilen biçimlerini parçalayarak, bunları olanakların ötesinde kullanarak kendi dilini de değiştirmiştir. Pessoa değişmiş, yıkılıp yeniden inşa edilmiş anadilin kırıntılarıyla bir değil, birçok dil üretmiştir. Ve bir o kadar şair, bir o kadar isim ... En şaşırtıcı olan Pessoa'nın isimlerle oynaması değil, aynı anda hepsi birbirinden derinlemesine farklı birçok dil yaratmasıdır. Pessoa, rolleri zorlama konusundaki histrionik becerisinden veya onomastik
sapmalarından ziyade, üslubundaki çokseslilik sebebiyle bir edebi muammadır. Pessoa'nın durumu, ne kadar dallanıp budaklanmış da olsa yalnızca isimlerle oynanan bir oyundan ibaret olsaydı, bu denli tuhaf olmazdı.

Takma isimli çalışma da, birinin şahsi çalışması olmaya devam eder; tek fark şahsın eseri başka bir isimle imzalamasıdır. Çok isimli bir çalışmaysa, tek yazarın çalışması değildir. Yazarı
kendisinin dışına çıkarır, vekaleten söz söyleyeceği, vekaleten yazacağı delice bir girişime iter. Her eser başka bir isimle imzalanmakla kalmaz, başka bir dilde, başka bir tarzda yazılır. Beyle'in
yalnızca Stendhal'ini biliriz: İki isimli bir yazardır. Pessoa ve Caeiro'ysa iki ayrı yazardır.

• • •

Pessoa'nın tüm şiirleri tek bir soruyu yineler:

 "Bana kim olduğumu
kim söyleyecek ? " 

Yalnızca:

" Ben kimim? "

değil,

" Bunu bana kim söyleyebilir? "


 Görünen o ki kimlik boşluğu, kendini ötekinin eksikliği ve belirleyici ifadeleri telaffuz etmedeki yetersizliğiyle yapılandırmadan daha güçlü veya radikal değildir. Harfi harfine uyabileceğimiz gibi ihlal de edebileceğimiz bilgi eksiklikleri, ülküleştirmeler, anneyle ilgili ifadelere yapılan bu
alışılmış göndermeler arasında annemin bana söyleyemediğini kim söyleyecek? Yazı mı? Yazı bu tanımlayıcı sözü bütünleyecek o uzun girişim midir? Bana kim olduğumu kim söyleyecek?

Parçalanan isimlerin tozlu suretine bürünse de bunu şiir yapacaktır. Belki de bir kimliği olmadığı ve ismi hangisi olursa olsun söylenecek tek bir şey olduğu için: Var olmaya yetememek. İşte bu isimlerin üçünün kaleminden dökülen mesele aynıdır:

" İçimde yaşadığımı bile bilmiyorum," der biri. "Ruhum beni
arar," diye yanıtlar öteki. Derken üçüncü hayıflanır: "Ve ben,
talihsizce; ne benim, ne bir başkası, ne de hiç kimse."
Ben kimim? Kendine kim olduğunu sormaya mahkum biri.
Bana kim olduğumu kim söyleyecek ? Hiç kimse. En azından
"Ben kimim ? " sorusunu tekrarlamaktan başka bir şey bilmeyen
ben değil.

Pessoa'nın derin kimliğini, kimliğin temel birliğini burada, bu boşlukta ve hiçlikte, bu püskürtmede aramak gerekir. Onu ancak haczedilemezliğinde ele geçirebiliriz. Bu özgünlük eksikliği nasıl da doğru çınlar! Bu kişiliksizlik tarzı nasıl da kişiseldir!

Kader, belki de yalnızca doğruyla yanlışın buluşması veya küçük bir kıvılcımıdır. Mühürlenen bir şey vardır: Yüz kendini maske sanır ya da tam tersi. İki yarı birleşir, iki zıt denkleşir fakat yine de tamamlanmamış bir şey vardır. Tüm defterler kapandığında bu tamamlanmamışlık Pessoa'nın hayatında ve eserlerinde nerede yer alır? İsminde. Merkezkaç kaderlerin yanı sıra her zaman çok daha merkeze, boş çekirdeğe, taslağa (yalnızca bir isim) yaklaştıran bazı kaderler de vardır. Ancak ölüm
maskeyi işe yaramaz kılar. O zaman tek gereken mezar taşı üzerindeki isimdir.

Varlığın aksesuarı olan isim, aynı zamanda onun ilk mührüdür; ondan özündeki maddeyi almıştır. İsimde kimlik elde edilebilir, okşanabilir, yaralanabilir, sarsılabilir. Tüm etnologlar ve aşıklar bunu bilir. İsim, ismin yetkileri, müziği, izi kuşkusuz Pessoa'nın inandığı tek şeydir. Pessoa, ezoterik zevkiyle, astrolojiye dair iddiasıyla, çılgın edebi kimyasıyla kaderin büyük münkirlerine katılmak istemiştir. Ve bunda başarısız olmuştur. İzleri ortadan kaldırmaya, yolları saklamaya, görünmezlik
maskesine yeniden bürünmeye, ölümünü nihayet yalnızca bir şey olmaya dair gizli arzunun ortaya çıktığı saçma bir son haline getirmeye çalışsa da, her şeyden önce, dünyaya gelişinden, yazmaya başlamasından, acı çekmesinden önce kaydedilmiş olandan kaçmayı hiçbir zaman başaramamıştır. Sahip olduğu Pessoa ismi Portekizcede kimse anlamına gelir. Bir tek tanrıların kaderi yoktur; kader onların ta kendisidir. Pessoa Tanrı olduğunu hayal ederken kendine nihayet hiçbir şey, özellikle de
kim olunduğunu ifade etmeyen bir isim vermek isteyen sıradan bir insan olmuştur.

Fernando Pessoa, başarısız oldunuz. İsminiz bana bir şey ifade ediyor. Gri ve sürekli ölen bir şeyler ... Bana birinden söz ediyor. Aslında alelade olmayan birinden ... Namuslu bir hayat, eskimiş çocukça gülüşler ve özellikle de kelimelere karşı inatçı bir tutkudan söz ediyor. Fakat kaderiniz, sizinle aramıza ne kadar çok kelime koyarsam koyayım zaptedemeyeceğim, hatta yanına yanaşamayacağını kadar gizli. O halde bir adamdan söz etmenin en kısa ve yalan olmayan tek yolunu düşüneceğim: F.
Pessoa. 1888- 1935. Bir isim. İki tarih. Bir kader? Bana kelimeler kalır. Susmak içinse, konuşmak için gerekenden fazlası lazımdır.


*

Okumak ve Anlamak
Michel Schneider

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder