Yıkıntılar Arasında

"Havanın bu ışıl ışıllığı, göğün bu verimliliği altında,
insanların tek ödevi, yaşamak ve mutlu olmak gibi görünüyordu. "



Hiçbir şeyi dışarıda bırakmamaktan ve kırılasıya gerilmiş bir ipi ak ve karayla örmeyi öğrenmekten başka ne dileyebilirim? (...) Ama var olanın bir yanından el çekilirse, var olmaktan da el çekmek gerekir; öyleyse ya yaşamaktan vazgeçmeli, ya da "vekaleten" sevmekten başka türlü  sevmeli. Böylece yaşamın hiçbir şeyini yadsımadan bir yaşama istenci vardır, bu şu dünyada benim en çok saydığım erdemdir. En azından, arada bir bunu uygulamış olmak istediğim doğrudur. 

Tel örgüleri ona bakarak geçip yıkıntılar arasına giriyorum en sonunda. Ve aralığın şanlı ışığı altında, tamı tamına bulmaya geldiğimi ve zamana ve dünyaya karşın, bu ıssız doğada bana, gerçekten yalnızca bana sunulmuş olanı buldum, yaşamda yalnız bir iki kez olabilirdi böylesi, bundan sonra da insan isteğine kavuştuğunu düşünebilirdi. Her yanına zeytinler saçılmış pazaryerinden, aşağıda köy görünüyordu. Hiç bir gürültü gelmiyordu buradan; duru havada hafif dumanlar yükselmekteydi. Deniz de susuyordu, kıvılcımlar saçan, soğuk bir ışığın kesintisiz akışı altında soluğu kesilmişti sanki. Günün kırılgan şanını Chenoua’dan gelen bir horoz sesi kutsuyordu yalnızca. Yıkıntıların bulunduğu yanda, gözün uzanabildiğince uzaklarda, billursu havanın saydamlığında yalnızca çiçek bozuğu taşlar ve pelinler, ağaçlar ve kusursuz sütunlar görünüyordu. Öyle görünüyordu ki, hesaplanması olanaksız bir an için sabah donmuş, güneş durmuştu. Bu ışık ve sessizlik içinde, azgınlık ve gece yılları ağır ağır eriyordu. Sanki uzun zamandır durmuş yüreğim usul usul yeniden çarpmaya başlıyormuş gibi, içimde neredeyse unutulmuş bir sesi dinliyordum. Şimdi uyanmış, sessizliği oluşturan ayrımsanmaz sesleri birer birer tanıyordum: kuşların kesintisiz sesi, kayalıkların dibinde denizin hafif ve kısa iç çekişleri, ağaçların titreşimi, sütunların kör şarkısı, pelinlerin, ürkek kertenkelelerin hışırtısı. Bunu işitiyordum, içimde yükselen mutlu dalgaları da dinliyordum. Bana öyle geliyordu ki, en sonunda, hiç değilse bir anlığına, limana gelmiştim ve bu an bundan böyle hiç bitmeyecekti. Ama az sonra gözle görülür biçimde güneş bir basamak yükseldi. Bir karatavuk kısa bir giriş yaptı, hemen arkasından da dört bir yandan, bir güç, bir sevinç, şen bir uyumsuzluk, sonsuz bir kendinden geçişle kuşların şarkısı patladı. Gün yeniden yürümeye başladı. Akşama dek taşıyacaktı beni.






Öğleyin, son günlerin azgın dalgalarının çekilirken bıraktığı bir köpükle örtülmüş gibi siğilotlarıyla örtülü, yarı kumluk yokuşlar üzerinden, bu saatte bitkin bir deviniyle ancak şöyle bir yükselen denize bakıyor, uzun süre dindirilmedi mi varlığı kurutan iki susuzluğu gideriyordum, sevme ve hayran olma susuzluğunu. Çünkü sevilmemek yalnızca şanssızlıktır: Hiç sevmemek mutsuzluktur. Bugün, hepimiz bu mutsuzluktan ölüyoruz. Kan, kin yüreğin kendisini de kurutuyor da ondan; uzun süren adalet isteği aşkı tüketiyor, oysa aşk doğurmuştu onu. İçinde yaşadığımız uğultuda, aşka olanak yok, adalet de yetersiz. Bu nedenle Avrupa günden nefret ediyor, karşısına da adaletsizliğin kendisinden başka bir şey çıkaramıyor. Ama, Tipasa’da bir kez daha anlıyordum ki adaletin, yalnızca acı ve kuru etenesi kalmış güzelim portakal rengi meyvenin kurumasını önlemek için, içimizde bir serinliği, bir sevinç kaynağını olduğu gibi korumak, iffetsizliğin elinden sıyrılan günü sevmek ve bu fethedilmiş ışıkla savaşa dönmek gerekiyordu. Burada eski güzelliği, genç bir göğü yeniden buluyor ve çılgınlığımızın en kötü yıllarında bu göğün anısının beni hiç bırakmadığını en sonunda anlayarak şansımızı tartıyordum. Sonunda umudumu kesmemi o önlemişti. Tipasa’nın yıkıntılarının bizim şantiyelerimizden ve molozlarımızdan daha genç olduğunu hep biliyordum. Dünya her gün hep yeni bir ışık içinde yeniden başlıyordu burada. Ey ışık ! Eskil dramda, yazgıları karşısında tüm insanların Çığlığı bu. Bu son başvuru bizim de son başvurumuzdu.Ve şimdi bunu biliyordum.

 Kışın ortasında, en sonunda içimde

 yenilmez bir yaz bulunduğunu öğreniyordum.



*

Albert Camus

YAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder