Yunanistan Seyahati I / Albert Camus

 Yunanistan'da yirmi gün süren gezi , yola çıkmadan önce bu
günleri şimdi Atina'dan seyrediyorum ve bu günler bana yaşamımın
bağrında saklayabileceğim bir tek ve upuzun bir ışık kaynağı
gibi görünüyor. Benim için Yunanistan, yollar boyunca
uzanmış, bir ışık denizinin üstünde ve saydam bir gökyüzünün
altında durmaksızın çoğalan sakat tanrılar ve kırmızı çiçeklerle
kaplı ışıl ışıl uzun bir günden başka bir şey değil. Bu ışığı tutmalı
 geri gelmeli, artık günlerin karanlığına teslim olmamalı . .



21 Nisan.

Paris'ten hareket. Üzgünüm, X. içimdeki tüm sevinci yok etti.
Alp dağları. Ve denizin üstünde yavaşça, teker teker bizimle
tanışan adalar: Korsika, Elbe açıklarındaki Sardunya ve Calabria.
Alacakaranlıkta neredeyse görünmez olmuş Sefalonya ve lthaki.
Ardından, Yunanistan kıyıları, ama gece, Peloponez'in kuvvetli
eli, kardelenlerle kaplı, uzaktan uzağa karlı doruklarla ışıldayan,
karanlık ve gizemli bir kara haline geliyor. Gökyüzünde hala
parlayan birkaç yıldız ve bir hilal. Atina.


Uyanınca, rüzgar, bulutlar ve güneş. Biraz alışveriş. 

Akropol. Rüzgar tüm bulutları dağıttı ve gökyüzünden bembeyaz
ve çiğ bir ışık döküldü. Sabahleyin, yıllardır buradaymışım gibi
tuhaf bir duygu, sanki evimdeyim, dil farklılığı bile rahatsız
etmiyor. Akropol'e çıkarken, hiçbir heyecana kapılmadan
"komşuya" gidiyormuşum gibi hissettiğimde, bu tuhaf duygu artıyor.

Yukarısı başka bir dünya. Rüzgarın iliklerine kadar temizlediği
tapınakların ve yerdeki taşların üstüne sabah on bir ışığı dolu dolu düşüyor,
 çarpıyor, binlerce beyaz ve ateşli kılıca bölünüyor
Işık gözleri yakıyor, gözler yaşarıyor, acı veren bir hızla bedene
giriyor. bedeni mahvediyor, tamamen bedensel bir tür tecavüzle
bedeni yakıyor, aynı zamanda da bedeni temizliyor.

Alışkanlığın yardımıyla gözler yavaş yavaş açılıyor ve mekanın
çılgın güzelliĞi (evet, beni burada çarpan bu klasisizmin olağanüstü
küstahlığı), ışığın temizliğinden geçmiş, arı bir varlıĞa
kabul ediliyor.

Biri tek başına bir taşın üstünde biten, daha önce hiç görmediğim
kadar koyu kırmızı gelincikler, (. .. ) ler, ' ebegümeçleri ve
harika manzaralarla sınırlanmış, denize kadar uzanan alan. Ve
Erekhtenion'un üstündeki, ikinci karyatidin yüzü, üçüncünün
bükülmüş bacağı. . .

Burada insan, o zaman mükemmelliğe erişilmiş olduğu ve o
zamandan beri dünyanın çöküşe geçtiği fikrine karşı savunmaya
geçiyor. Ama bu düşünce sonunda yüreği parçalıyor. Bu düşünceye
karşı yeniden ve sürekli olarak kendini savunmak gerek.
Biz yaşamak istiyoruz ve bu düşünceye inanmak, ölmek anlamına
geliyor.

öğleden sonra, mor renkli Hymettos. Pentele.
1 9'da. Konferans. Eski mahalledeki bir tavernada akşam yemegi.


28

Sabah. Marguerite Liberaki ile . Daphni . Ama kesinlikle Bizans.
Yer büyüleyici. Çok hayal gücü gerektiren Eleusis. Ama,
Eleusisten önceki ve sonraki kırlar çok güzel. Tapınakta, ana sunağa
bağlanan iki yol var ve ikinci yol yabancıların bakışlarından
gizlenmek için başka bir yöne gidiyor.

Eleusis hakkında bildiklerimin büyük önemi. Geliştirilecek.
Müzede harika parçalar var

Büyükelçilikle öğle yemeği. Tiempo perdido.

Öğleden sonra. Agora Theseion, Areopagos; Agora'nın küçük
müzesinde, Herakleion, Athena, Herakles heykelleri. Üstünü
kaplayan çiçek açmış hanımellerinin altında Herakles boğum
boğum ve kaskatı. Sonra Musalar Tepesi'ne çıkıyorum . Ufukta
yükselmemiş güneş, henüz onu bulutsuz gökyüzünde tam olarak
resmeden kızıllığına kavuşmamış. Güçsüz, zayıf, biçimini yitirmiş.
Kopuk çemberinden akışkan bir bal dağılıp, tüm gökyüzüne
yayılıyor, tepeleri ve Akropol'ü altın rengine buluyor ve
denize uzanan, ufkun dört bir yanına saçılmış kenti, tüm parçalarına
dek, pek hoş ve eşsiz bir pırıltıyla kaplıyor.

Tartışmalı konferansım için tam zamanında kente iniyorum.
1İki saat sonra konferanstan yorgun çıkıyorum ve bir sürü soruyu
yanıtlıyorum. Pire'de Marguerite Liberaki ile akşam yemeği.
Ani yaşam belirtileri ve gülmeleriyle, karanlık, tuhaf biri.

29.


Sabah. Ulusal Müze Dünyanın tüm güzelliğini içinde taşıyor
Karyatidlerin beni etkileyeceklerini biliyordum , ama heykellerin
bende yarattığı hayranlık hala sürüyor. Savaş sırasında
kıyım ve istiladan korumak için bazı heykellerin konulduğu
mahzenleri gezmeme izin verildi. Tarihin onları attığı mahzende,
üstlerini kaplayan toz ve samanın altında hala gülümsüyorlar
ve yirmi beş yüzyılın üstesinden gelen bu gülümseme hala insanın
içini ısıtıyor, bilgi veriyor ve yoksunluk hissettiriyor. Mezar taşları da var
ve yine bu bastırılmış acı. Siyah beyaz bir Yunan
vazosunun üstünde, tesellisiz ölü, artık güneşi ve denizi
görmemeye katlanamıyor. Bu mükemmellikle biraz sarhoş ve
mutsuz, dışarı çıkıyorum.

Sonra, Sunion'a gitmek için hareket ediyorum. Gün ortasının
ışığı hala biraz puslu, ara ara görünmeyen sislerle yüklü, ama kısıtlanmış
olsa da bu manzaradaki genişlik ve enginliğe hayran
kalıyorum. Sunion'a yaklaştıkça, ışık dirilip, gençleşiyor. Ardından
burunda, tapınağın eteğinde, yalnızca rüzgarla karşılaşıyoruz.
Tapınak beni heyecanlandırmıyor. Bu bembeyaz mermerde,
sahte mermer havası var. Ama, kumluk ve kayalık yamaçlar
boyunca köpüklenen denizle, arka, sağ ve sol tarafında bulunan
adalar filosuna bir kıç güvertesi gibi hakim olan bu yer anlatılamaz
bir yer. Şiddetli rüzgar, sütunların arasında öyle güçlü esiyor
ki, insan kıpır kıpır bir ormanda olduğunu sanabilir. Rüzgar
mavi havayı karıştırıyor, açık denizdeki havayı emiyor, küçük ve
taze çiçeklerle kaplı tepeden yayılan kokularla harmanlıyor ve
çevremizde, hava ve ışıktan dokunmuş mavi çarşafları durmaksızın
şiddetle çırpıyor. Rüzgardan korunmak için tapınağın dibine
oturuyorum, o anda ışık, bir tür kıpırtısız fışkırmayla daha
arı bir hal alıyor. Uzakta adalar beliriyor Tek bir kuş bile yok .
Deniz ufka dek hafifçe köpükleniyor. Kusursuz an.

Makronissos'un karşısındaki şu ada dışında her şey kusursuz,
ama bana hakkında korkunç öyküler anlatılan bugün boşaltılmış bu ada,
bir toplama kampıydı.

Öğle yemeğinde aşağıdaki küçük kumsalda, küçük limandaki
büyük balıkçı kayıklarının karşısında, balık ve peynir yiyoruz.
Akşam üstıü yaklaşırken, renkler koyulaşıyor. adalar donup
kalıyor. gökyüzü yatışıyor. Kusursuz ışık, Kendini koyverme,
Her şey yolunda deme zamanı. Bu yerlerden üzüntüyle kopuyorum, ama tamamen
gitmiyorum.

Yola çıkmadan önce, yeniden burna gelince, Makronissos görünüyor.
Dönüş yolu boyunca. burada gördüğüm en güzel ışık,
zeytinliklerin, yemyeşil yapraklı incir ağaçlarının, seyrek servilerin
ve okaliptüs ağaçlarının üstüne vuruyor.

Konferans. Akşam yemeğinde, toplama kampı hakkında bilgi
ediniyorum. Sayılar birbirini tutar gibi. Toplama kampına getirilenlerin
sayısı, 800 ya da 900 kişiyle sınırlandırılmış. Bununla
ilgilenmem gerek.

30.

Ulusal Müze. Yeniden uzun ince karyatidi görmeye gidiyorum.
Yinelenen Hekabe. Biri dışında, bu Yunanlı genç kızlar zarafet
ve üsluptan yoksun. Kifisia'da öğle yemeği, yumuşak bir
ışık altındaki bahçede bülbüller şakıyor.

Öğleden sonra. Çalışma, sonra Musalar Tepesi. Bu kez, güneş
batmak üzere. Mimarların uyumlu ölçüleri değil, burunları,
engin bir körfeze serpilmiş adaları ve açılmış geniş bir deniz kabuğu
gibi duran gökyüzünü kullandıkları Akropol'ün şaşkına
çeviren cüreti karşısında, yeniden neşe uyandıran bir tür sevinç.
Onların inşa ettikleri Parthenon değil. baş döndürücü perspektifler
içindeki uzamın kendisi güverteyi andıran kayadan görünen
adalar filosunun ve sessiz deniz yolculuğunun üstüne,
ansızın akşamın dinginliği çöküyor.

1 Mayıs.

Argolis'e hareket için erken kalkış. Korinthos körfezi kıyısı.
Dans eden, temiz hava saçan, neşe içinde bir ışık, körfezi ve
açıklardaki adalan istila ediyor Bir ara yalıyarın kenarında durduk,
denizin tüm enginliĞi , ışığı ve havayı tadını çıkara çıkara
yudumladığımız bir kadeh gibi, tek bir kavis halinde sunulmuş,
karşımızda duruyor.

13 saatlik yol boyunca, tam anlamıyla ışıktan .sarhoşum. kafam
pırıltı ve sessiz çığlıklarla dolu , kalbin korku dolu küçük
mağarasında, tanımanın yarattığı, çok büyük bir sevinç, tükenmeyen
bir gülüş var, bundan sonra her şey olabilir ve her şey kabul
edilir. (Yunanistan 'ın dolaştığım her yeri,
şu sırada gelincikler ve binlerce çiçekle dolu.) Kalenin tepesinden,
Argos'a ve denize dek uzanan ova Agamemnon'un krallığı
on kilometreden fazla değil , ama yine ele bu krallığın boyutları
o kadar büyük ki, güneşin altında hiçbir zaman bu kadar büyük
bir krallık olmadı. Burada korkunç bir hal alan ışık altında, iri
taşlarla çevrelenmiş iki yüksek kaya arasındaki harabeye dönüşmüş
Mykonos, bugün, bu unutulmaz toprağın vahşi kraliçesidir.
Argos harabeleri fazla ilgimi çekmiyor. Mesleğine tutkuyla
bağlı, yaşam dolu, Vaucluse'lü genç arkeolog Georges Roux beni
çok ilgilendirdi. Ona biraz imreniyorum ve kendimi bu son
yıllarda yitirdiğim zaman ve derin güçsüzlüğüm nedeniyle acı
acı eleştiriyorum. Öğle yemeğini Azine'de yiyoruz ve yemekten
önce kumsaldaki saydam ve soğuk suda denize giriyorum.

Öğleden sonra. 1 Mayıs bayramı dolayısıyla Epidauros'da neşeli
Yunanlıların düzenlediği bir açık hava eğlencesi var Ama.
zeytin, okaliptüs, (. . . .) , akasya ağaçlarının yamaçlarına yayılan
yoğun ve ılık ışık içindeki tiyatronun tepesinde, tüm gürültüler
bir tür geniş ve hoş bir uzaklıktan yankılanıyor. Bu uzaklıktan.
öteki gürültülerin doruğunda yalnız koyun sürülerinin hafif çıngırak
sesleri duyuluyor. Buradaki an da yine kusursuz.

Akşam. Naupli'de denizin karşısında. Yunanlıların güneşin
krallığı diye adlandırdıkları bu akşam vakti, gökyüzünde lal renginin,
dağlarda ve koylarda da morla ve mavinin yerleştiği saattir

2 Mayıs.

Sabah. korkunç bir güneş altında Sparta'ya hareket. Her biri
bir zeytin ağaçları krallığı ve gururlu servilerden oluşmuş geniş
vadiler, çorak dağlar, uzaklarda bir kasaba, Yunanistan burada
ıssız. Burada yalnızca pembe, yeşil ve kırmızıya boyanmış koyun
sürüleri dolaşıyor. Evrotas vadisinde, karlı Taiyetos'ın altındaki
Sparta, yoğun kokusu bizi hiç terk etmeyen portakal ağacı tarlalarında
uzanıyor. Yıkık Mistra'nın üstünde uçan kumrular. Bıkıp
usanmaz bir güneş altında titreşen, birbirlerinden uzak, bodur
zeytin ağaçlarıyla kaplı geniş Lakonia ovasına açılan duvarları
kireçle boyanmış huzurlu manastır.

Dönüşte, Naupli'ye iniş, Argolis körfezi, adalar ve uzaktaki
dağlar Argos'ta, kazı yapan genç arkeologlarla mola. Orleansville'i
yeniden yapılandıran ve  topluluk halinde yaşayan küçük
mimarlar grubu karşısında hissettiğim duygunun aynısı.
Sevsem de, başka insanlarla birlikte yapılan bir meslekte, bir çalışmada
asla mutlu ve huzurlu olamadım. Bir mesleğim yok, yalnızca
gönülden bir eğilimim var. Ve benim çalışmam yalnız yapılan
bir çalışma. Bunu kabul etmeli ve şu anda durum böyle olmasa
da, yalnızca ona layık olmaya çalışmalıyım. Ama, yaptıkları
işten mutluluk duyan bu insanların karşısında kendimi melankolik
bir duyguya kapılmaktan alıkoyamıyorum.

Mykonos'a geri dönüyoruz, en yüksek tepedeki düzlüğe vardığımız
anda güneş batıyor. Sanki kendisinden daha yüksekteymiş
gibi duran sarp yamaçların arasında saydam bir ay yavaş yavaş
süzülüyor. Karşımızda kararan ova, sağımızdaki hala aydınlık
denize dek, Argos'un mavi tepelerinin eteğine uzanıyor. Çok
büyük bir alan, öyle mutlak bir sessizlik var ki , bir taşı yuvarlayan
ayak pişmanlık duyuyor. Uzakta bir tren Soluk alıyor, ovadaki
bir eşek buradan duyulan şikayetini haykırıyor, sürülerin
çıngırakları, bir su sesi gibi bayırlardan iniyor Vahşi ve yumuşak
bu manzarada. harika (. . . . . ). Simdi, açılmış gelinciklerin üstünde
onları yere yapıştıran hafif bir rüzgar esiyor .Dünyanın en
güzel akşamı Mykonos aslanlarının üstünde yavaş yavaş batıyor.
Dağlar, ufka doğru yansıyan art arda dizilmiş on sıradağa dek,
tek bir mavi buğuya dönüşerek yavaş yavaş kararıyor. Bu kocaman
Sonsuzluk parçasını almak için bu kadar uzağa gelmeye
değdi. Bundan Sonra, gerisi önemsiz

3 Mayıs.


Sabah çalışma. Öğleyin saat birde Delphoi'ye hareket. Hep
aynı ışık, ama bu kez pek önemli olmayan, taşlı, ağaçsız tepelerde.
Yunanistan'ın öncelikle eğik ya da düz, ama hep yandan görünüşü
yansıtan çizgilerden buluşmuş bir alan olduğu hissediliyor
Her toprak parçası gökyüzünü çiziyor ve buna kendi biçimini
veriyor, ama sıra gökyüzüne gelince, uyumlu bir biçimde açılıp
kapanarak kendi alanını oluşturan bu girinti çıkıntılar olmadan,
gökyüzünün bir anlamı olmaz. Bu nedenle burada küçük
bir mesafe büyük krallıkları ayırır: Yerin yüzölçümü, gökyüzünün
iki katıdır. Bir çeşit haznenin içindeyiz. kısa bir süreden beri
büyüdüğü görülen tek bir bulut patlıyor ve birkaç dakika içinde
ortalığı kasıp kavurmaya başlıyor. İri dolu taneleri, kulakları
sağır eden bir gürültüyle arabayı kurşunluyor Beş dakika Sonra,
haznenin içinden çıkınca, yeniden açık gökyüzüyle karşılaşıyoruz
ve neşe içinde yol alıyoruz.

Delphoi. Bu manzaranın görkemiyle birlikte en çarpıcı olan
şey geniş vadinin  dibinde (. ) dolgun kısrak sağrılarını denize
 doğru iten koyu yeşil ırmak. Bu sağrılar iç içe geçmiş ve yukardan
bakıldığında, ufka doğru titreyerek giden bir yol oluşturan
zeytin ağaçlarından başka bir şey değil. Delphoi'nin üstüne
de düşen felaket fırtına harabeleri de ıslatmış. Daha diri çiçeklerin
ve daha yeşil otların ortasında harabeler de daha canlı görünüyorlar.
Bir kara kartal yüksekte birkaç dakika süzülüyor ve
kayboluyor. Ardından gün yatışıyor ve yüksek yalıyarlara akşamı
haber veren bir dinginlik çökmeye başlıyor. Stadyuma geliyoruz
ve buradan mutlu çıkıyorum.

Akşam. Bir tavernada, 4 Yunanlı beni nazikçe dansa davet
ediyorlar. Ama onların yaptığı adımlar çok zor. Zamanım olsa,
öğrenmeyi isterdim. Odamdan, deniz kenarındaki küçük ışık
gerdanlığına dek gölgelerle kaplı vadi. Hafif bir pusla çevrili ay,
dağlara ve koyu gölgeliklere ince bir ışık saçıyor. Uzay kadar engin
sessizlik çok güzel.

4 Mayıs.

Sabah Volos'a hareket. Sarp dağlar , sonra Lamia ovası. Yeniden
dağlar ama yükselen güneşin altında daha sevecen, daha yeşil
ve muazzam Tesalya ovası. Valahların ilkel kulübeleri - engin
düzlük. Doğu uzakta değil. Volos. Evlerin % 80'i yıkık ya da
harap olmuş.  Tüm kent çadırların içinde. Güneş, çadırların ve
tozlu kentin üstünde ağırlığını hissettiriyor. Çok az tuvalet var,
ya da hiç yok. Kendi kendime salgının nasıl önleneceğini soruyorum.
Fransız lisesi çadırda. Ve yıkık kentin kıyısındaki, dümdüz
ve serin deniz çok yakında. Belediye başkanı beni yıkık evin
yanındaki avluda kabul ediyor Zeki ve zarif biri. Söylediğim gereksiz
bir söz üstüne bir berber geliyor ve avluda herkesin  ortasında, sevimli bir
teklifsizlik içinde, saçlarımı kesiyor. Yine kentteyiz.
Dışarıda yapılan ayin, çadır-hastahane, vs. otomobille Larissa'ya
dönüş. larissa'dan Selanik'e gitmek için otoray. Gece, ay
altında parlayan deniz boyunca ilerliyoruz. 23'te varış.



5 Mayıs.

Çalışma. Turner ve Albay Bramble  ile (ya da ona çok benzeyen
biriyle) öğle yemegi. Bizans kiliseleri . Tavus kuşlu küçük
manastır. Aya David , Aya Yorgi, Aya Dimitriyu. On iki havari
(Aya Sofia ilginç değil). Bizans sanatından çok etkilenmedim.
Onu kabul etmek gerek. Ama, V yüzyıldan XII . yüzyıla uzanan
ve Yunan uygarlığı dönemi ile XV yüzyıl italyan uygarlığı arasındaki
zinciri oluşturmaya olanak sağlayan bu evrim ilgimi çekti.
Örneğin on iki havarinin mozaikleri ve freskleri, bu sanatın
ilk yüzyıllarındaki dinsel yapıdan ve katılıktan uzak. Bunlarda
Duccio'nun gelişi hissediliyor. Daha sonra (akşam), bana, Konstantinopolis'in
düşüşünden sonra Bizanslı sanatçıların İtalya'ya
göçtüğünü anlatan bir uzmana Sorular soruyorum.

Gece odamdaki balkonda, limana,
kayıklara, rıhtım hizasındaki denize bakarak, tuzun ve denizin güzel
kokusunu soluyarak dinleniyorum.


6, 7, 8 Mayıs.



Uçak. Altımızdaki ışıl ışıl denizde Ege Adaları beliriyor.
Merlier ile akşam yemegi. ' Cece yarısı D beni almaya geliyor ve
Pire'de bizi bekleyen Algades'in güzel kotrasına gidiyoruz. Neşeli
ve içten koca adam . Pire'den, denizi gerçekdışı sıcak bir ışıkla
aydınlatan külrengi bir ay altında çıkıyoruz. Teknenin altına çarpan
suyu hissetmekten ve pruvanın iki yanından akan hafif köpüğü
yeniden görmekten mutluyum . Ama bir anda, tam olarak
denizden doĞan, tabaka tabaka ilerleyen, yoğunlaşan ve yavaş
yavaş ufku kapayan sisi görüyoruz. Hava soğuk ve nemli. Algades
takımadalarda asla böyle bir şey görmediğini ileri sürüyor.
İki küçük adadan uzaklaşmak için kotranın rotasını değiştirmek
gerekiyor. Yatmaya iniyorum. Sabah altıya dek uyumak olanaksız.
İki saat sonra uyanıyorum ve güverteye çıkıyorum. Hala sisli.
Algades ve tayfası batma tehlikesinden ötürü sabahlamışlar.
Ama yavaş yavaş güneş yükseliyor, kendini gösteriyor, solgun
güneş sisi deliyor ve sonunda sisi dağıtıyor. On bire doğru, pırıl
pırıl ince bir ışıkta kıpırtısız bir denizde yol alıyoruz (rüzgar olmadığı
için yelkenleri açmıyoruz). Hava öylesine duru ki, insana
ufuktaki en küçük bir ses bile duyulacakmış gibi geliyor. Güneş
güverteyi ısıtıyor ve sıcaklıĞı yavaş yavaş yükseliyor. İlk ada
belirdi. Yapmış olduğumuz yön değiştirme nedeniyle, Seriphos
ve Siphanos'un arasından geçiyoruz. Ufukta, Siros ve öteki adalar
beliriyor. Ufukta tüm adalar bir resim netliğinde beliriyor
Ters dönmüş gemi teknesi gibi adaların üstünde, yamaçlara asılmış
küçük köyler deniz kabuklarını  çekilen denizin buraya bıraktığı
beyazımtrak egri büğrüçakıl taşlarını andırıyor. Mavi denizin üstündeki
 bir buğday yığını gibi sarı küçük adalar


Ağır ağır kırışan ışıltılı bir denizin üstündeki bu uzak adaların
ortasında seyrediyoruz, uzun uzun Siros boyunca yol alıyoruz,
hemen ardından Mykonos beliriyor ve gün ilerledikçe
Mykonos, Rinia'nın arkasında kaldığı için hala görünmeyen Delos'a
doğru uzattığı yılan başıyla, uzakta daha da belirginleşiyor.
Renklerin değişmeye başladığı bir adalar çemberinin ortasındayken,
güneş batıyor. Altın sarısı sönüyor, siklamen rengi, yeşilimsi
bir mor, sonra renkler kararıyor ve hala parlayan denizin üstündeki
adalar topluluğu koyu maviye dönüşüyor. O zaman sulara
tuhaf ve engin bir dinginlik çöküyor. Sonunda mutluluk,
gözleri yaşartacak kadar büyük mutluluk. Kaybolacağını bildiğim
bu anlatılamaz sevinci kucaklamak, ona sarılmak isterdim.
Ama bu sevinç günlerdir gizliden gizliye sürüyor, bugün içtenlikle
yüreğime bastırdığım bu sevinç, bana onu her istediğimde
sadakatle yanımda olacakmış gibi geliyor.

Mykonos'a ayak bastığımızda gece oldu. Kiliseler de evler kadar
çok. Hepsi bembeyaz. Rengarenk dükkanlara açılan küçük
sokaklarda geziniyoruz. Tamamen karanlık sokaklarda, hanımeli
kokusuyla karşılaşıyoruz. Ay beyaz terasların üstünden hafifçe
parlıyor. Tekneye dönüyoruz ve öylesine mutlu yatıyorum ki,
yorgunluğumu bile hissetmiyorum.

Sabah, Mykonos'un beyaz evlerinin üstüne ilahi bir ışık düşüyor.
Delos'a gitmek için demir alıyoruz. Dibi görünen deniz
güzel, saydam ve duru. Delos'a yaklaşırken, adanın ilk yamaçlarında
kocaman gelincik salkımlarını fark ediyoruz.

Delos. Tasviri hayvanlar adasını içeren, aslanlar ve boğalar
adası . ama bu tasvire (. . . . . ' yılanları kuyruk ve kafaları açık yeşil
 bedenleri koyu renkli iri kertenkeleleri ve mozaiklerdeki yunusları da eklemek
 gerek. Aslanların yapıldığı mermer, aşınma nedeniyle eprimiş ve delik deşik olmuş,
kaya tuzundan yapılmış gibi, hayaleti andırıyor, ilk yağmurun onları
eriteceği duygusunu uyandırıyor. Ama bu aslanlar ve boğalar adası, kararmış ve
gevremiş kuru kemikler gibi olan harabelerle de kaplı, bu kuru
kemiklerin altında ansızın olağanüstü ve yeni keşifler (Dingin
Dionysos mozaikleri).

Hem de harabeler ve çiçekler adası (gelincikler, çançiçekleri,
şebboylar, yıldız çiçekleri) . Müzedeki sakat tanrıların adası (küçük
kuros).  Öğleyin Kyntos'un tepesine ve körfezlerin çevresine
yükselen ışık, kırmızılar ve beyazlar; Kyklad adaları çember
halinde, pırıl pırıl denizin üstünde, kıpırtısız bir tür dans yapar
gibi, Delos'un çevresinde yavaşça dönüyor. Adaların böylesine
dar ve böylesine geniş bu dünyası, bana dünyanın kalbi gibi geliyor.
Ve bu kalbin merkezinde duran Delos'tan ve bulunduğum
bu doruktan, krallığımı sınırlayan dünyanın kusursuz çemberinin
dik ve duru ışığı altında bakabiliyorum.

Daha sonra kayığa dönünce, rıhtımda çok sade giyinmiş, çok
güzel bir Yunanlı yeniyetme kız. Kayık rıhtımdan ayrıldığında,
ona el sallıyorum, çok güzel bir gülümsemeyle hemen yanıt veriyor.
Teknede soyunup, saydam ve yeşil suya dalıyorum. Su
buz gibi, birkaç kulaç attıktan sonra çıkıyorum. Mykonos'a dönüyoruz.
Denizi böyle bir adadan ötekine her yönden kat etmenin
verdiği sonsuz özgürlük duygusu. Ama, yalnızca adalar dünyasının
gerçeğiyle sınırlanan özgürlüğün de sınırları var. Bu özgürlük
ancak bu dünyanın çemberi içinde sonsuz bir mutluluk
veriyor. Benim için özgürlük bu çemberi kırmak ve Sumatra'ya
doğru yönelmek olmayacak. Yine, bu çıplak adadan o ağaçlı
adaya, kayalardan çiçekli adaya gitmek olacak.


Alışveriş için Mykonos'tayız. Kentin gecesini yeğliyorum. Geç
vakit denize açılıyoruz. Delos ve Kyntos'un, Rinia'nın gerisinde
yavaş yavaş kaybolduğunu görünce, aşkın yarattığı kedere o kadar
çok benzeyen tuhaf hüzün. İlk kez, belki de ölmeden önce
bir daha asla göremeyeceğim, sevdiğim bir toprağın kayboluşuna
acı dolu bir duyguyla bakıyorum. Yüreğim sıkıştı. Adaların ve
denizin üstünde yine değişken renkler (. . . . . ) ' hafif bir rüzgarla
yavaş yavaş çarpan yelkenler. Denizden yavaş yavaş ışığını yitiren
gökyüzüne yükselen huzuru yeni tatmışken, kayalık bir adacığın
arkasından ay çıkıverdi . Gökyüzünde yükseldi, suları aydınlattı.
Gece yarısına dek, aya bakıyorum, yelkenleri dinliyorum, teknenin
yanlarına vuran suyun devinimine içimden eşlik ediyorum.

Denizdeki özgür yaşam ve bu günlerin mutluluğu. Burada her
şey unutuluyor ve her şey yeniden oluşturuluyor. Taçlar ve sütunlarla
kaplı adalar arasında, yorulmak bilmeyen bir ışıkta, su
üstünde uçarak geçen bu harika günlerin tadını damağımda, kalbimde,
ikinci bir esin, ikinci bir doğuş olarak saklıyorum . . .

Sabah, şiddetli rüzgar, yelkenler çarpıyor, denizin dibindeki
çukurlar çoğalıyor, çok kuvvetli bir su ve yelken gürültüsüyle
Pire'ye doğru yola koyuluyoruz. Işık yağmuru, sabah denizine
düşen ve sıçrayan damlalar. Bu takımadalardan ayrılmanın yarattığı
umutsuzluk, ama bu umutsuzluk bile güzel.

9 Mayıs.

Olympos'a hareket. Korintos körfezi yolu Kumsallar ve körfezler
Xylocastron'da denize giriş. Bu kez, ağaçların, suların, serin
topraktaki meyvelerin gücü. Olympos'tan biraz önce, tepeler
narin servilerle kaplı. İlk kez hafifçe grileşen bir ışığın altındaki
bu yerlerdeki yumuşaklık ve şefkat . Ulu çamlar ve Zeus ile Hera
tapınaklarının kalıntıları . Kuş sesleri, gün bittikten az sonra,
uyuklayan küçük vadiden huzur yükseliyor.

 Gece, Delos'u düşünüyorum.

10 Mayıs.

Penceremden gördüğüm Alphee vadisinin üstünde ilk kez
külrengi bir sabah. Ama bu külrengi sabahtan, taşların, servilerin
ve yeşil kırların üstüne yumuşak bir ışık yağıyor. Delos'tan
beri, bu tepelerin, bu yumuşak gölgenin, hafif kuş sesleriyle beslenen
bu sessizliğin huzurundan başka bir şey hissetmiyorum.

Müze. Siphnos'tan Delphoi'ye kadar uzanan fresklerle, burada
klasik heykelin en yüksek düzeyi bulunuyor Apollon ya da Doğu
alınlığındaki üç insan figürünün, ya da alçak kabartmalardaki
çeşitli Athena'ların yanında, Praksiteles'in Hermes'i çöküşün
pis kokusunu yayan yavan bir başarıdır. Zaten bunun arkasındaki
, bir savaşçıyı ve Ganymedes'i kaçıran Zeus'u betimleyen büyük
boydaki iki harika seramik, olağanüstü bir biçimde farklı
bir sanatın tanıklarıdır. İlginç arkaik bronz kuroslar, kanal başlı
aslan, küçük heykeller. doğrudan Doğu'dan geliyor gibi . Gezinti.
Hafif bir yağmur yağıyor, vadinin sevecen ve yıkanmış
renkleri gözü okşuyor. Manzaraların çeşitliliğiyle büyülendim.
Bunlar Yunanistan'ın yarattığı manzaralar, bu manzaraları başarıyla
yaratıyor ve bunnları kusursuzluğa taşıyor.


12 Mayıs.

Serin ve aydınlık sabah . Harabeleri çevreleyen ağaçların altındaki
gölge çok değerli. Işık olağanüstü. Deniz banyosu ve
Xylocastron'da öğle yemeği. Duru su çok soğuk değil , ama hava
daha da saydamlaştı ve Korinthos Körfezi'nin öbür tarafındaki
bütün dağlar etkileyici bir berraklıkla aydınlanıyor. Bu manzara
içinde, M.'nin görkemli bir gülümsemesi var. Ve, böylece az
sonra varılacak Atina Körfezi'yle tüm yol alınmış olacak, adalar
boyunca, her ev ve her ağaç seçilebilir. Beni istila eden bu
hazları not etmeyi artık bırakıyorum . Burada soluk alıp verilen
hava ve sevincin kendisi gibi iffetli, kanaatkar, şiddetli haz.

Theseion.

Aydınlık ve duru gökyüzünde, bir akdiken yaprağı gibi bir ay
parçası.

Akşam R . D.'nin evindeyim. Hanımelleri, gecenin içinde
uzaktaki koy, yaşamın gizemli tadı

13 Mayıs


Yunanistan'da yirmi gün süren gezi , yola çıkmadan önce bu
günleri şimdi Atina'dan seyrediyorum ve bu günler bana yaşamımın
bağrında saklayabileceğim bir tek ve upuzun bir ışık kaynağı
gibi görünüyor. Benim için Yunanistan, yollar boyunca
uzanmış, bir ışık denizinin üstünde ve saydam bir gökyüzünün
altında durmaksızın çoğalan sakat tanrılar ve kırmızı çiçeklerle
kaplı ışıl ışıl uzun bir günden başka bir şey değil. Bu ışığı tutmalı
 geri gelmeli, artık günlerin karanlığına teslim olmamalı . .

14 Mayıs.


Eginetes'e hareket. Deniz sakin. Gökyüzü sıcak  ve mavi. Küçük
liman Kayıklar Aphaia'nın yükselişi Boşlukta mavi bir üçgen
oluşturan üç tapınak: Parthenon' , Sunion. Alphaia. Sütunların
gölgesinde, tapınağın taşlarının üstünde uyuyorum. Ilık bir
koydaki Aya Marina'da uzun deniz banyosu. Akşam rıhtımda
kokuları soluk kesen iri zambaklar satılıyor. Eginetes, zambaklar
adası. Dönüş. Güneş alçalıyor, bulutlarda kayboluyor, altın
sarısı bir yelpazeye, ardından ışıltısı gözleri kör eden büyük bir
tekerleğe dönüşüyor. Akşam kesin olarak terk edeceğim adalar
yeniden ortaya çıkıyor. Aptalca ağlama isteği.


15 Mayıs.

Pazar. Bizans müzesi. D. 'lerle Khissia, soınra Atina plajları.
lşıl ışıl güzel bir rüzgarın altında gezinti. Bunlar benim, haftalar
boyunca bize aynı uzun sevinci saçan bu ülkeye elveda saatlerim.
.
16 Mayıs.

Hüzünlüyüm, Paris'e hareket.

Roman. Güneş altında göz kamaştıran, motoru kapatan parlak
obüse bakıyordu. Ve gizemli sevinç yeniden içine işliyor,
içinde bir pınar çılgınca akıyordu. Bu yuvarlak, kırmızı ve beyaz.
fır dönen çember, Delos'un neşesiydi. Başlayacak sağanağın
üstünden manevra yapamadan denize diklemesine inen uçakta,
yaklaşan ölüme benzer yaşam yeniden başlıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder