'Yorgun görünüyorsunuz," dedi Zagreus.
Mersault utanarak, "Evet, canım sıkılıyor," diye yanıt verdi yalnızca.
Bir süre sonra kalktı, pencereye doğru yürüdü ve dışarıya bakarak ekledi:
"Evlenmek, intihar etmek ya da İllustration’a abone olmak istiyorum.
Umutsuz bir davranış yani."
Öteki gülümsedi:
'Yoksulsunuz, Mersault. Bıkkınlığınızın yarısı buna dayanıyor. Öteki
yarısıysa yoksulluğu saçma bir biçimde kabul etmenize."
Mersault hep sırtı ona dönük oturuyor ve rüzgâr altındaki ağaçlara
bakıyordu. Zagreus eliyle bacaklarını örten örtüyü sıvazlıyordu.
"Biliyorsunuz. Bir adam her zaman gövdesinin gereksinimleriyle
ruhunun istekleri arasında sağlayabildiği dengeyle değerlendirilir. Siz...
siz kendinizi kötü değerlendirmektesiniz, Mersault. Kötü yaşamaktasınız.
Barbarca." Başını Patrice’e çevirdi: "Araba kullanmayı seviyorsunuz, değil mi?
- Evet.
- Kadınları da seviyorsunuz?
- Güzellerini.
-İşte demek istediğim bu." Zagreus ateşe döndü.
Bir süre sonra: "Bütün bunlar..." diye başladı. Mersault döndü,
ardında esneyen camlara dayanarak tümcenin sonunu bekledi. Zagreus
susuyordu. Erkenci bir sinek camda titreşiyordu. Mersault geriye döndü,
sineğin üzerini eliyle kapattı, sonra serbest bıraktı. Zagreus ona
bakıyordu, sonra duraksayarak, şöyle dedi:
"Ciddiyetle konuşmasını sevmiyorum. Çünkü o zaman konuşulabilen
tek şey oluyor: Yaşamını doğrulama. Ama ben... ben gözlerimin önündeki
kesik bacaklarımı doğrulayacak, haklı çıkaracak bir şey göremiyorum.
- Ben de," dedi Mersault geriye dönmeksizin.
Zagreus‘un diri gülüşü patladı birdenbire. "Teşekkür ederim. Bana
hiç yanılma payı bırakmıyorsunuz." Ses tonunu değiştirdi: "Ama katı
olmakta haklısınız. Yine de size söylemek istediğim bir şey var." Ve
ciddiyet içinde sustu. Mersault gelip onun karşısına oturdu.
"Dinleyin, diye yeniden başladı Zagreus ve bana bakın. Helaya
gitmeme yardım ediyorlar. Sonra kıçımı yıkayıp kuruluyorlar. Daha da
kötüsü, bunun için birilerine para ödüyorum. Ve onca inandığım bir
yaşamı kısaltmak için hiçbir girişimde bulunmayacağım. Daha kötüsünü
de, körlüğü, dilsizliği, düşünebileceğiniz her şeyi kabul ederdim; yeter ki
içimde yalnızca o yoğun ve coşkun yalımı duyayım, yani kendi varlığımı,
yaşayan beni! Hâlâ yaşamama izin verdiği için yaşama teşekkür etmeyi
düşünürüm yalnızca." Biraz soluksuz kalan Zagreus, arkaya kaykıldı.
Şimdi görülebilen yeri çok azdı, örtülerin çenesi üzerinde bıraktığı
morumsu bir yansıma yalnızca. Şöyle dedi o sırada:
"Size gelince Mersault, haydi haydi, bu gövdenizle, biricik göreviniz, yaşamak ve mutlu
olmaktır.
- Beni güldürmeyin, dedi Mersault. Sekiz saat büroda çalışarak mı?
Ah bir özgür olsaydım!"
Konuşurken canlanmıştı ve zaman zaman olduğu gibi, içini umut
kaplamıştı, üstelik bugün kendisine yardım edildiğini hissettiğinden,
daha bir güçlüydü. Sonunda güven verdiği için güven duyuyordu. Biraz
sakinleşti, bir sigarayı ezmeye başladı ve usul usul konuştu yeniden:
"Birkaç yıl önce, önümde her şey vardı, yaşamımdan, geleceğimden söz
ediliyordu. Kabul ediyordum ben de. Hatta bunun için gerekenleri bile
yapıyordum. Ama daha o zamandan her şey bana yabancıydı. Kendimi
kişiliksizliğe, kimliksizliğe uygulamaktan başka kaygım yoktu. Mutlu ve
‘karşı’ olmamak. İyi açıklayamıyorum, ama siz anlıyorsunuz Zagreus.
- Evet, dedi öteki.
- Şimdi yine zamanım olsaydı... kendimi oluruna bırakmaktan başka
bir şey yapmazdım. Bu durumda başıma gelen her şey, bir çakıl taşı
üzerindeki yağmur gibi bir şey olurdu. Yağmur, taşı serinletir, ne güzel.
Bir başka günse güneşten yanar taş. Mutluluğu tam olarak böyle bir şey
gibi düşündüm."
Zagreus ellerini kenetlemişti. Sürüp giden sessizlikte, yağmur artmış
ve bulutlar belirsiz bir sis içinde kabarmışlar gibi geldi. Gök sanki içeriye
gölge ve sessizlik yükünü boşaltmış gibi, oda biraz daha karardı. Sakat
adam dikkatli konuştu:
"Bir gövde her zaman lâyık olduğu en iyi durumdadır. Bu çakıl taşı
ülküsüne gelince, onu güçlendirmek için bir yarı-Tanrı gövdesine sahip
olunması gerektiğini söyleyebilirim.
- Doğru, dedi Mersault biraz şaşırmış, ama hiçbir şeyi abartmayalım.
Çok spor yaptım, hepsi bu. Ve bir de tensel hazda çok ilerilere
gidebilirim."
Zagreus düşündü.
"Olsun, dedi. Bu sizin için daha iyi ya. Gövdesinin sınırlarını bilmek,
gerçek önsezidir. Ayrıca bu önemli de değil. Kendimiz olmaya zamanımız
yok. Ancak mutlu olmaya zamanımız var. Ama siz şu kimliksizlik
düşüncenizi bana açıklasanız, canınızı sıkar mı?
- Hayır," dedi Mersault ve sustu.
Zagreus çayından bir yudum içti ve dolu fincanını bıraktı. Günde bir kez
işemek istediği için çok az sıvı içiyordu. Her gün kendisine yapılan
işemek istediği için çok az sıvı içiyordu. Her gün kendisine yapılan
küçük düşürücü hizmet yükünü, istenç gücüyle azaltmayı başarıyordu
hemen her zaman. "Küçük tutumluluklar değil. Bu da ötekiler gibi bir
rekor," demişti bir gün Mersault‘ya. Şömineye ilk kez birkaç damla
yağmur düştü. Ateş cızırdadı. Camlara vuran yağmur artıyordu. Bir
yerlerde bir kapı çarpıldı. Karşı yolun üzerindeki otomobiller parlak
sıçanlar gibi ilerliyordu. İçlerinden biri uzun uzun klakson çaldı; bu
anlamsız ve iç karartıcı ses, vadinin içinde dünyanın ıslak alanlarını daha
da genişletiyordu; öyle ki onun anısı Mersault için sessizliğin ve şu
gökyüzünün üzgünlüğünün bir bileşimi oldu.
"Bağışlamanızı dilerim Zagreus, ama uzun zamandır kimi şeyleri
konuşmadım. Böyle olunca, bilmiyorum ya da iyi bilmiyorum. Yaşamıma
ve onun gizli rengine baktığımda içimde gözyaşı titreşimi gibi bir şey
oluşuyor. Şu gökyüzü gibi. Aynı anda hem yağmurlu, hem güneşli, hem
öğle üzeri, hem gece yarısı. Ah Zagreus! Öptüğüm o dudakları, yoksul
çocukluğumu, kimi zaman beni sürükleyip götüren yaşam ve tutku
çılgınlığını düşünüyorum. Aynı anda bunların tümüyüm ben. Beni tanımakta
güçlük çekeceğiniz zamanlar olduğundan eminim. Mutsuzlukta
sınırsızlık, mutlulukta ölçüsüzlük, bilmiyorum ne desem.
- Aynı anda birçok şeye birden mi umut bağlıyorsunuz?
- Evet, ama amatörce değil, dedi Mersault tutkuyla. İçimde acı ve
sevincin yol alışını düşündüğüm her seferinde çaldığım bölümün hepsinin
en ciddisi, en yücesi, en coşturucusu olduğunu bilirim!"
Zagreus gülümsüyordu.
'Yapacak bir şeyiniz var öyleyse?"
Mersault şiddetle:
"Kazanmak zorunda olduğum yaşamım var," dedi. İşim; başkalarının
katlandıkları, benimse dayanmaya çalıştığım şu sekiz saatler..."
Sustu ve o zamana kadar parmaklarının arasında tuttuğu sigarasını
yaktı.
"Ve yine de, dedi kibritini söndürmeden önce, yeterli gücüm ve sabrım
olsaydı..." Kibritini üfledi, kömürlü ucu sol elinin tersi üzerine ezdi. 'Yaşamın
hangi aşamasına kadar varırdım, iyi biliyorum. Yaşamımı bir deney
haline getirmezdim. Kendim, yaşamımın deneyi olurdum... Evet, hangi
tutku bütün gücüyle beni doldururdu, biliyorum. Önceleri çok gençtim.
Çevreye uyardım. Bugün nasıl davranacağımı, sevmeyi, acı çekmeyi
anladım, gerçekte yaşamak budur, ama açık olunduğu ve yazgının, bir
sevinç ve tutkular gökkuşağının biricik yansıması -bu herkes için böyledir olarak
kabul edildiği ölçüde yaşamaktır bu.
- Evet, dedi Zagreus, ama çalışırken böyle yaşayamazsınız...
-Hayır, çünkü başkaldırı durumundayım ve kötü olan da bu."
Zagreus sustu. Yağmur dinmişti, ama gökyüzünde gece, bulutlarla yer
değiştirmiş, odayı şimdi hemen hemen karanlık kaplamıştı bütünüyle. Sakat
adamla Mersault’nun parlayan yüzlerini ancak ateş aydınlatıyordu.
Zagreus, uzun bir sessizliğin ardından Patrice’e baktı, yalnızca, "Sizi
seven kişileri çok acı bekliyor," dedi ve Mersault’nun birden sıçraması
üzerine şaşırarak durdu. Beriki, başı karanlıkta, "Onların aşkı beni
ilgilendirmez," dedi şiddetle.
-Doğru, dedi Zagreus, benim saptamam da bu. Bir gün yalnız
kalacaksınız, işte hepsi bu. Ama oturun ve beni dinleyin. Bana
söyledikleriniz ilgimi çekti. Özellikle bir şey; çünkü o, insanlık
deneyimimin bana öğrettiği her şeyi doğruluyordu. Sizi çok seviyorum
Mersault. Ayrıca gövdenizden ötürü de. Bütün bunları size öğreten odur.
Bugün bana öyle geliyor ki, sizinle açık yüreklilikle konuşabileceğim."
Mersault usulca oturdu ve yüzü sönmek üzere olan ateşin henüz
kırmızılığını koruyan ışığına girdi. Pencerenin karesinde yün perdelerin
ardındaki gecede birdenbire bir açılma gibi bir şey hissedildi. Camların
ardında bir şey gevşiyordu. Odaya sütümsü bir ışıltı girdi ve Mersault,
Buda yontusunun alaycı, ölçülü dudaklarıyla, bildik, kaçkın yüzler işlenmiş
bakır eşyaların üzerinde, o çok sevdiği yıldızlı ve Ay’lı geceleri
bulguladı. Gece sanki buluttan astarını yitirmiş gibiydi, dingin parıltısı
içinde balkıyordu şimdi. Otomobiller yolda daha yavaş ilerliyordu. Küçük
koyağın içinde birdenbire bir heyecan, kuşları uykuya hazırladı. Evin
önünde ayak sesleri işitiliyordu ve dünya üzerinde bir sütü andıran bu
gecede gürültüler daha geniş, daha seçik biçimde çınlıyordu. Kızıl yansılar
saçan ateş, odanın çalar saatinin çarpıntısı ve odayı kuşatan bildik
nesnelerin gizli yaşamı arasında, Mersault’yu, Zagreus‘un
söyleyeceklerini güven ve sevgiyle, bir başka yürekle algılamaya
hazırlayan geçici bir şiir dokunuyordu. Mersault kendini koltuğunda biraz
geriye alarak ve gökyüzünün karşısında, Zagreus ‘un garip öyküsünü
dinledi.
"Şuna eminim ki, diye başladı Zagreus, parasız mutlu olunamaz. İşin
özeti bu. Basitliği de, coşumculuğu da sevmem. Kendime hesap vermekten
hoşlanırım. Dikkat ettim de, kimi seçkin çevrelerde paranın mutluluk için
gerekmediğine ilişkin nüktemsi bir züppelik var. Bu aptallıktır, yanlıştır
ve bir ölçüde korkaklıktır.
"Düşünün Mersault, şanslı doğmuş bir adam için mutlu olmak hiçbir
zaman zor değildir. Nice sahte büyük insanın önemli yanlışı olan
vazgeçme isteğiyle değil de, tersine, mutluluk isteğiyle, herkesin ortak
yazgısını değerlendirmek yeterli. Yalnız zaman gerekiyor mutlu olmak
için. Çok zaman. Mutluluk da uzun bir sabırdır zaten. Ve çoğu kez, para
aracılığıyla zaman kazanmak gerekirken, yaşamımızı para kazanarak
tüketiyoruz. Beni hiçbir zaman ilgilendirmemiş tek sorun budur. Bu kesin."
Durdu Zagreus, gözlerini kapadı. Mersault inatla gökyüzüne
bakıyordu. Bir an, yolla kırların gürültüleri tek tek seçildi ve Zagreus,
acele etmeksizin, yeniden konuşmaya başladı:
"Ah, zenginlerin çoğunda mutluluğun hiçbir anlam taşımadığını pek
iyi bilirim! Ama bu sorun değil. Paraya sahip olmak, zamana sahip
olmaktır. Bu görüşümde kararlıyım. Zaman satın alınır, her şey satın
alınır. Zengin doğmak ya da zengin olmak; bu hak edildiğinde mutlu
olmak için zamana sahip olmaktır."
Patrice’e baktı:
'Yirmi beş yaşımda, Mersault, duygusu, istenci ve mutluluk
gereksinimi olan herkesin zengin olmaya hakkı olduğunu anlamıştım.
Mutluluğun gerekliliği bana insan yüreğindeki soyluluk gibi görünüyordu.
Benim gözümde her şey onun aracılığıyla haklılık kazanıyordu. Arı bir
yürek yetiyordu bunun için."
Sürekli Mersault‘ya bakan Zagreus, birden daha yavaş; sanki
Mersault’yu belli dalgınlığından çekip çıkarmak istermiş gibi, soğuk ve
sert bir sesle sürdürdü: 'Yirmi beş yaşımda servet edinmeye başladım.
Dolandırıcılık karşısında gerilemedim. Hiçbir şey karşısında
gerilemeyecektim. Birkaç yıl içinde tüm nakit servetimi elde etmiştim.
Düşünebiliyor musunuz Mersault, yaklaşık iki milyon. Dünya önümde
açılıyordu. Dünyayla birlikte de, yalnızlık ve tutku içindeyken düşlediğim
yaşam..."
Bir süre sonra Zagreus, daha boğuk bir sesle konuştu:
"Sahip olacaktım bu yaşama, Mersault, hemen ardından bacaklarımı alıp götüren
Bir süre sonra Zagreus, daha boğuk bir sesle konuştu:
"Sahip olacaktım bu yaşama, Mersault, hemen ardından bacaklarımı alıp götüren
kaza olmasaydı. Sonunu getiremedim... Şimdi de işte böyle. Anlıyorsunuz
değil mi, eksiltilmiş bir yaşamı yaşamak istemedim. Yirmi yıldır param
var elimde. Ama alçakgönüllüce yaşadım. Servetimin ancak bir bölümünü
harcadım." Sert ellerini gözkapaklarının üzerinden geçirdi ve daha alçak
bir sesle, 'Yaşamı hiçbir zaman bir sakatın öpücükleriyle kirletmemek
gerekir," dedi.
Bu sırada Zagreus şömineye değmekte olan küçük sandığı açtı ve
kararmış büyük bir çelik kasayla anahtarını gösterdi. Kasanın üzerinde
beyaz bir mektupla kocaman, siyah bir tabanca vardı. Mersault’nun
istemeden uzanan meraklı bakışına Zagreus bir gülümsemeyle yanıt
vermişti. Durum çok basitti. Yaşamını yok edecek trajediyi yoğunlukla
duyduğu günlerde, tarihi atılmamış ve ölme isteğini dile getirdiği mektubu
kendi önüne koyuyordu. Sonra silâhı masaya bırakıyor, tabancayı
yaklaştırıp alnını ona yapıştırıyor, şakaklarını sürtüyor, demirin
kendi önüne koyuyordu. Sonra silâhı masaya bırakıyor, tabancayı
yaklaştırıp alnını ona yapıştırıyor, şakaklarını sürtüyor, demirin
soğukluğu üzerinde yanaklarının ateşini yatıştırıyordu. Parmakları
tetik boyunca dolaşarak, emniyeti elleyerek; dünya çevresinde susuncaya,
şimdiden yarı uykulu olan bütün varlığı, içinden ölümün çıkabileceği
soğuk, pis bir demirin duyumu içinde büzülünceye kadar, uzun süre böyle
kalıyordu. Ölümün saçma kolaylığını fark etmesi için mektubuna tarih
atmasının ve tetiği çekmesinin yeterli olacağını hissedince, yaşamı
olumsuzlaşmasının ne anlama geldiğini bütün dehşeti içinde ona
göstermeye yetecek ölçüde canlı oluyordu imgelemi; Zagreus, saygınlık ve
sessizlikle, bütün o yanma arzusunu, daldığı yarı-uykusuyla birlikte götürüyordu.
Sonra birden canlanarak, ağzı acı bir tükürükle dolu, silâhın
namlusunu yalıyor, dilini içine sokuyor ve sonunda olanaksız bir
mutlulukla hırıldıyordu.
'Yaşamımı berbat ettim hiç kuşkusuz. Ama haklıydım o sırada: Her
şey mutluluğun lehine, bizi budalalığıyla, şiddetiyle kuşatan dünyanın
aleyhine." Sonunda güldü Zagreus ve ekledi: "Düşünüyor musunuz
Mersault, uygarlığımızın tüm aşağılığı ve acımasızlığı, mutlu halkların
tarihi olmadığını ileri süren anlamsız bir aksiyomla ortaya konuyor."
Vakit epeyce geçti şimdi. Mersault durumu zorlukla
değerlendirebiliyordu. Başı ateşli kışkırtılarla dolup taşıyordu. Ağzında
içtiği sigaraların sıcaklığı ve acılığı vardı. Çevresindeki ışık onunla hep
suç ortaklığı içindeydi. Öyküsünün başından beri ilk kez Zagreus’tan
yana baktı: "Anladığımı sanıyorum," dedi.
Sakat adam, harcadığı uzun çabadan yorgun düşmüş, boğuk boğuk
soluk alıyordu. Bir sessizlikten sonra, güçlükle konuştu yine de:
"Anladığından emin olmak isterdim. Söylediğimden, paranın
mutluluk getirdiğini çıkarmayın. Yalnızca şunu demek istiyorum: Kimi
tür insanlar için mutluluk mümkündür (zamana sahip olmak koşuluyla)
ve paraya sahip olmak paradan kurtulmak demektir."
Sandalyesinin üzerine, örtülerin altına sıkışmıştı. Gece kendi üzerine
kapanmıştı ve şimdi Mersault hemen hemen Roland’ı göremiyordu artık.
Uzun bir sessizlik oldu, yeniden ilişki kurmak isteyen Patrice,
karanlıktaki adamın varlığından emin olmak için ayağa kalkarak, el
yordamıyla:
"Atılmaya değer güzel bir tehlike, dedi.
- Evet, dedi öteki, boğuk bir biçimde. Bu dünya üzerine bahse girmek,
diğerine gere daha iyidir. Benim içinse kuşkusuz durum daha farklı."
"Bir paçavra, diye düşündü Mersault. Dünya içinde bir sıfır."
“Yirmi yıldır belli bir mutluluk deneyimim olmadı. Beni yiyip yutan
bu yaşamı bütünüyle tanıyamadım; ölümde beni korkutan, yaşamımın
bensiz tüketilmiş olduğu yolunda bana getireceği kesinliktir. Bir kıyıda,
herkesten uzakta, anlıyor musunuz?”
Beklenmedik, çok diri bir gülüş yükseldi karanlıktan.
"Demek ki Mersault, aslında bu durumda bile hâlâ umut içindeydim."
Masaya doğru birkaç adım attı Mersault.
"Bütün bunları düşünün, dedi Zagreus, bütün bunları düşünün."
Öbürü yalnızca:
"Işığı yakabilir iniyim? dedi.
- Lütfen."
Roland’ın burun kanatlarıyla yuvarlak gözleri, parlayan ışıkta daha
solgun çıktı ortaya. Güçlükle soluk alıyordu. Mersault’nun elini kendisine
uzatmasına, başını sallayarak ve kahkahayla gülerek yanıt verdi. "Beni
fazla ciddiye almayın. İnsanların kesik bacaklarım karşısında takındıkları
trajik hava canımı sıkar hep, bilirsiniz."
"Benimle alay ediyor," diye düşündü öteki.
"Trajiği mutluluğa yeğlemeyin. Bunu iyi düşünün, Mersault, sizin arı
bir yüreğiniz var. Bunu iyi düşünün." Sonra gözlerinin içine baktı ve bir
süre sonra: ve sizin iki bacağınız da yerinde, bu hiçbir şeyin
çirkinleşmemesini sağlar."
Gülümsedi o sırada ve bir çıngırağı salladı:
"Gidin artık, küçüğüm, benim çişim geldi."
...
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder