Sade bir geçiş dönemi figürüdür. Onun aristokrat sefihleri Laclos'nun Tehlikeli İlişkileri (1782) gibi on sekizinci yüzyılın dünyevi romanına aittir. Fakat Sade'ın enerji, içgüdü ve imgeleme atfettiği değer, onu doğrudan Romantisizmle ilişkilendirir. Blake, Wordsworth ve Coleridge ile aynı yıllarda yazan Sade, Rousseau'daki cinsel kimliğin alanını genişletirken, bir yandan da cinselliği pagan eylemin bir tiyatrosuna dönüştürür. Evrenin yasası ya da en değerli pagan hakikat, aşk değil kaba kuvvettir. Sade'ın daemonik doğa anası Asyalı Kibele'den bu yana gelmiş geçmiş en kanlı tanrıçadır. Rousseau Ulu Anaya yeniden hayat verirken, Sade onun gerçek yüzü olan zalimliği yeniden canlandırır. O, Darwin’in dişlerinden ve pençelerinden kan damlayan doğasıdır. Rousseau'nun düsturu, en yalın haliyle doğayı takip etmektir. Sade, Yatak Odasında Felsefe'de (1795) acımasızca sırıtarak, “Zalimlik doğal olandır." tespitini yapar. Justine'de (1791) doğayı bizim “ortak anamız” olarak adlandırır. Bu kadın, Sade’ın dünyasını yöneten bir zorbadır: “Hayır, Tanrı yoktur. Doğa kendine yeterdir; kesinlikle bir yaratıcıya ihtiyacı yoktur.” Sade’ın üstün kadın karakteri olan Ulu Ana, her şeyin başlangıcı ve sonudur.
Sade'ın kutsal ayinlerinde, kural ve sınır tanımaz haz düşkünleri kamçılayıp, ırzına geçip, iğdiş ettikleri kurbanlarının etlerini çiğ çiğ yiyip kanlarını içerler. Aztek rahipleri gibi insanları canlı canlı kesip, hala atmakta olan kalplerini çıkarırlar. Kibar Fransız aristokrasisinin bir ürünü olan Sade, kendi kültürünü ilkelleştirir ve dekadanlaştırır. Cinsel eylemler, cinselliğin gizlediği vahşiliği teşhir etmek adına saldırı ve sakatlamalarla birlikte gerçekleşir. Freud’da olduğu gibi cinsellik güdüsü ahlaki karmaşa ve tekbencilik anlamına gelir. Rousseau'nun Julie'sini, Juliette (1797) ile cevaplayan Sade, şehvetten, “O, talep eder, yıldırır, ezer.” diye söz eder. Cinsellik iktidar demektir. Cinsellik ve şiddet öylesine iç içe geçmiştir ki, cinsellik cinayet, cinayet de cinsellik demektir. Bir kadın şöyle seslenir: “Cinayet bir çeşit erotik bir etkinlik, onun aşırılıklarından sadece birisidir. İnsan zevkin doruğuna sadece şiddetle erişir". Orgazm bir şiddet patlaması, “birleşme esnasındaki davranışların, öfkeye kapıldığımızda sergilediğimiz davranışlarla benzerlik göstermesinde olduğu gibi” doğanın amacını işaret eden “bir tür öfke halidir". Freud, bir bebeğin anne ve babasının cinsel birleşmesine ilk kez tanık olduğunda, erkeğin kadına zarar verdiğini düşündüğünden söz eder. Sade, Rousseau’nun geçmişe dair yol haritasını yeniden çizer: Rousseau’daki erotizmi şekillendiren Rousseaucu bir şefkat değil, Sadecı boyun eğmedir. Kırbaçlanan sekiz yaşındaki çocuk, Sade tapıncının bir çömezidir.
Sade, Rousseau ile hesaplaşmasını Hıristiyanlık ile hesaplaşmasıyla birleştirir. Açık biçimde etkilemiş olduğu Nietzsche gibi o da, Hıristiyanlığın zayıf ve dışlanmışlara olan eğilimine saldırır. Düşmüşleri korumayı sürdüren Hıristiyan merhameti "doğal düzeni bozar ve doğal yasayı kendi amaçları için kötüye kullanır”. Üstünlüğü hak eden güçlü olandır. Sade, İsa ve Rousseau’nun tersine, yardımseverliğin ve "ahmakların insaniyet diye tarif ettiği şeyin Doğa ile bir ilgisi olmadığını”, aksine “bunların uygarlığın ve korkuların meyveleri" olduğunu söyler. Hıristiyanlığın kurucusu olan şahsiyet “zayıf bir kişi”, "zavallı bir tıfıldır". Sade, Hıristiyan cömertliğine ve Rousseau’nun eşitlik ve kardeşlik anlayışına duygusal kuruntular oldukları gerekçesiyle yüz çevirir. Bir filozof toplumsal ve ahlaki yükümlülüklerle ilgilenmez: "O evrende bir başınadır." Romantik bir şekilde benliğe yoğunlaştığından, Sade’in sefihleri aşkın ya da dostluğun yaşamasına asla izin vermezler. Sadakat, suç ortakları arasındaki geçici bir anlaşmadır.
İnsanlığın evrende özel bir statüsü yoktur. Sade sorar: “İnsan kimdir? Onunla dünyanın öbür bitkileri arasında, öbür hayvanları arasında ne fark vardır? Açık ki. hiç.” Bu görüş insanı organik doğa ile hemhal eden klasik Dionysoscu görüştür. Musevi-Hıristiyanlık insanı doğanın üstüne yerleştirirken, Darwin gibi Sade da onu doğanın tahakkümüne boyun eğen hayvanlar alemine geri gönderir. Bitkiler alemine de: İnsanın ruhsuzdur, “mutlak anlamda maddesel bir bitkidir.” Ve mineraldir: Juliette'e göre; “İnsan Doğa’nın kölesinden başka bir şey değildir; Doğa’nın çocuğu bile değildir; onun köpüğü, ondan arta kalan bir tortudur sadece". Rousseau’nun doğa anası, oğlunu kucağında sevgiyle pışpışlayan Hıristiyan Madonna’dır. Sade'ın doğa anası ise çenelerinden sperm ve salya akan bir canavar, pagan bir yamyamdır.
Sade'ın evreninde insanın hiçbir üstünlüğü olmadığı için insan eylemi de “özünde ne iyi ne de kötüdür”. Doğanın bakış açısından evlilikteki cinselliğin tecavüzden farkı yoktur. Sade insanın cömertliğinin gerçeklikle çelişen bir ütopyayı içerdiğini kanıtlamak adına tarihteki bütün kültürlerin, hatta dinlerin gerçekleştirdiği zulümlerin bir dökümünü yapar. Frazer'ı önceleyen antropolojik eşzamanlılığı, cinsel ve kriminal kodların göreceliliğini gözler önüne serer. Şaşırtıcı ama, Sade'ın sivil ve tanrısal yasaları reddetmesi kaosla sonuçlanmaz. Ahlaksızlar, güçlü ile zayıf, efendi ile köle ayrımı üzerine şekillenen katı ve doğal bir hiyerarşik yapı inşa ederler. Juliette'in Suç Ortaklığı ya da Sodom'un 120 Günü/'ndeki Sefihler Okulu'nda olduğu gibi, Sade’ın sefihleri özerk toplumsal birimlerde örgütlenirler. Bildiriler ve yönetmelikler yayımlar, resmi yerleşim alanları oluşturur ve kurbanlarını erotik gruplara ve alt gruplara ayırırlar. Karıncalar kolonisine benzer şekilde gizli sistemler inşa ederler. Sade'taki bu temalar Apollonik Aydınlanmanın ürünleridir. Dionysoscu bir seks düşkünü olan Sade, insanı doğanın sürekliliğinden alıkoyarken yüce varlık zincirini ortadan kaldırır. Buna rağmen yaşadığı dönemin düşünsel hegemonyasını sarsmayı başaramamıştır. Ahlaksızların sahip olduğu kimlik, onların sefahat için oluşturduğu cemaatten daha önemlidir. Sade’da kişilik katı ve geçirimsiz, yani Apolloncadır. Her türlü gizem ya da müphemlik ortadan kalkmış, en sapkın fanteziler bilincin soğuk ışığına döküldüğünden bilinçaltı bomboş kalmıştır. Sade’da Apollonca kişilik Dionysoscu bir lağıma dalar ama kirlenmemiş ve bozulmamış olarak oradan çıkar.
Sade'ın sefihleri çoğu kez çift cinsiyetlidir. Yumuşak hatlı erkekler pasif oğlancılık arzusuyla yanıp tutuşur. Dolmance üçüncü cinse aittir Sodomit "kadınca bir arzuyla" doğa tarafından "üremeye son vermek ya da onu en düşük seviyede tutmak” için yaratılmıştır. Shakespeare’in demir pençeli Kleopatrası'nın kızkardeşleri olan Sade’ın kadın kahramanları edebiyattaki en güçlü kadın karakterlerdir. Juliette'in Madame de Clairwil’i ile Yatak Odasında Felsefe'nin Madame de Saint-Ange’ın nefsine hakim aristokrat bir duruşu vardır. Sefih erkeklerin bilgi ve entelektüel kapasitelerini birbirleriyle yarıştırırlar. Clairwill (Apollonca anlamda “ne istediğini bilen”) “Minerva” ile “Venüs”ü bir araya getirir. Onun keskin bakışı "karşı konulamayacak kadar güçlüdür". Juliette’in kendisi de bir külliyat tutan maceraları (1, 193) boyunca etkisinden kurtulmanın imkansız olduğu bir tazeliğe, esnekliğe ve erkeksi bir irade gücüne sahiptir. Sade'ın kadın saldırganlarında Kleopatra’nın tehdit ve saldırı gücü olsa da, onlar Kleopatra’nın hayalini kurduğu şeyleri gerçeğe dönüştürürler. Clairwill için erkeklere eziyet etmek bir hobidir. Juliette iş başında gördüğü Clairwill’i şöyle anlatır: “Onu, kurbanın kanını yanaklarına sürerken, kanının tadına bakarken, içerken gördüğümde, etine dişlerini geçirip, etini çiğneyip, tükürürken ve zavallının bedeninde açtığı kanlı yaralara klitorisini sürterken gördüğümde...” Bir başka macerada: “Acımasız yaratık kendisine emanet edilen oğlanın karnını yarar, kalbini çıkarır ve ön tarafına sokar... Clairwill haz inlemelerini taklit eder. ‘Juliette’, diye seslenir nefes nefese, ‘Bir daha dene, Juliette, dene, bu hissin bir benzeri daha yoktur.' Bakkhalar'dan bu yana daemonik eylemin böylesine apaçık bir tanımı yapılmamıştır. Sade eski çağların gizemli dininin ıstırap ve coşkusunu yeniden yaratır. Kadın sefihleri gece gündüz hizmet ettikleri vahşi doğanın rahibeleridir.
Juliette kendisini, “düşüncelerimde olduğu kadar zevklerimde de erkek gibiyim" diye tanımlar. Juliette ilk suçunda, yoldan geçen tanımadığı bir kadına cinsel saldırıda bulunup onu öldürürken, içinde yeni oluşmaya başlayan erkek iradesinin bir işareti olarak, üzerinde erkek giysileri vardır. Rosalind’in travestiliğini celladın maskeli balosuna çevirir. Noirceuil, Neron'u aşarak Juliette'i çift taraflı ve karşı cinsin kılığında gerçekleşen evlilikler kategorisine dâhil eder. Noirceuil bir erkekle evlendiğinde üzerinde kadın giysileri vardır; bir kadın gibi giyinmiş bir iğdişle evlendiğindeyse erkek gibi giyinmiştir. Bu arada Juliette'in, erkek kılığında bir lezbiyenle evlendikten sonra bir kadın olarak evlendiği kişi aslında erkek kılığındaki bir lezbiyendir. Tam bir cinsiyetler karmaşası.
Sade'ın kadınlarının erkekliği anatomik bir durum da olabilir. Sodom ’un 120 Günü'nün Madame de Champville ile Juliette'in güzel rahibesi Madame de Volmar’ın klitorisleri üç parmak uzunluğundadır. Madame Durand'ın, kadınları ve oğlanları ters ilişkiye teşvik eden "üç parmak uzunluğunda" bir klitorisi ve kapalı bir vajinası vardır. Sade bu acımasız vuruculardan aykırı ve yeni bir cinsel persona yaratır: Aktif ve sodomit kadın. Sade ve Baudelaire, lezbiyenlikten sahip olduğu olağandışı aurası sebebiyle hoşlanır. Kadın, üretici enerjisini heba eder. Sade'a göre lezbiyenler, diğer kadınlardan üstün ve onlardan “daha özgün, daha zeki ve daha makuldurlar". Onun lezbiyen çiftleri Avrupa’nın her yanını dolaşır. Lezbiyen karakterlerin taklit ettiği doğanın "kesintisiz akışı ve hareketidir". Sebatkâr Juliette, uslu kız kardeşi Justine ile Kleopatra'nın iffetli Octavia’sıyla olduğu kadar zıttır. Her bir felâket ve zulüm gülünç bir biçimde itaatkâr ve kimsenin işine karışmayan birisi olan Justine'in başına gelir. Erdem yenilirken, kötülük kazanır. Kanımca Justine Rousseau’yu, Julietle’se Sade’ı temsil etmektedir. Erdem “uyuşuk ve edilgenken", doğa “hareket ve eyleme dönüşen bir tahriktir”. Spenser’dakine benzer biçimde Sade’taki som kadınlık, doğanın enerjisinin acımasızca içine boşaldığı bir boşluktur. Nihayet Doğa, Justine’i bir yıldırımla çarpar. Blake'te olduğu gibi Sade’taki enerji erkeksidir. Böylece Sade’ın büyük kadın kahramanları suça yönelik canlılıkları sayesinde erkekleşirler.
Sade’ın sefihleri, doğanın kabaran Dionysoscu akışında Apollonca aklı korur. Sade her ne kadar insanın bitkiden bir farkı olmadığını düşünse de, karakterleri hiç de bitkisel olmayan uzun nutuklarıyla onun bu görüşüyle çelişir. Yatak Odasında Felsefe'de olduğu gibi, orgiler arasında, teori ve pratik arasındaki hızlı gidiş gelişlerle bilgece konuşmalar yapılır. Kleopatra'nın gökgürültüsünü andıran konuşması Dionysos’un dil ile bağlantısından gelir - Sade’ın sevişgenlerinin dilseverliği de öyle. Bununla birlikte Sade’ta Dionysosca kendinden vazgeçme yoktur. Orgazm sırasında ılımlı bir kendinden geçme olabilir (Madame de Saint-Ange: “Ay! ay! ay!”), ama kelimeler genellikle boşalma anında serbestçe dolaşır. Sade’ ın cinsel âsileri Dionysoscu bir kanunsuzluğun peşindedir, kendilerini Dionysoscu akışkanlığa bırakırlar. Swift'in The Lady’s Dressing Room’unun da konusu olan fizyolojik pislik, Sodom'un 120 Günü'nde en ince ayrıntılarına dek tasvir edilir. Burada dışkıdan söz eden bölümler, Sade’ın diğer eserlerindekinden çok daha fazladır: bunlar tuvaletlerde gördüğümüz müstehcen yazıları çağrıştırsa da, içlerinde adını bilmediğimiz salgılardan söz edilir. Whitman'da olduğu gibi kimlik hayatın enkazınıda kapsayacak biçimde genişletilmiş ve yeniden tanımlanmıştır. Egzantrik, önemsiz görünen ya da mide bulandırıcı olan şeyle cinsel anlamda uyarılmak imgelemin zaferidir. Sade, Dionysos'un önüne gelenle düşüp kalkmak konusundaki rahatlığını gözler önüne serer. Yalama ve emmeyi zihinsel eylemlere dönüştürür. Varlığın büyük zincirinin bulunmadığı yerde hegemonya ve getirdiği yasalardan söz edilemez. Sade'ın şehvet düşkünleri özgürce sefih bir hayatın içinde debelenirler, uluorta kırbaçlanmaktan ya da ters ilişkiye girmekten çekinmezler. Bir kişinin dışkısını, diğerinin ağzına boşaltması Dionysoscu bir monolog, bir pagan oratoryosudur.
Sade. Aeskhilos'ta Furialar'ın kitonyen barınağı olduğu gerekçesiyle Apollon tarafından lânetlenen insan bedenini Dionysoscu parçalılığın diyarına gönderir. Sefihlerinin icât ettiği işkenceler Homeros ve Euripides'te bulduğum biçim-bozucu türdendir. Onlar büyük bir zevkle yırtma, delme, kazıma, oyma, sakatlama, dilimlere ayırma, parçalama, yakma ve eritme yoluyla bedenin biçimsel hatlarını yok ederler. Sade’ın bu vahşi fantezilerine dayanamayan okurlar vardır mutlaka. Hatta ben bile, uzunca bir süre kitonyen ve kitonyene dair konularda araştırma yapmış olmama rağmen, bir yaz tatilinde şehirdeki bir hastanenin âcil servisinde beklerken bu kitabın bazı bölümlerini okumaya dayanamadım. Öğle yemeğinden önce asla Sade okumayın! Sade, insanı hammaddeye dönüştürüp yeniden doymak bilmez doğaya yem etmekle bedeni Dionysoscu bir işleme uğratır.
Plutark, Dionysos’u “Çoğul" adıyla anar. Sadeci cinsellik hiç de mahrem değildir, çünkü her zaman gruplar eşliğinde gerçekleşir, özel odalar Sodom’un 120 Günü’ndeki cinsel arenayı işgâl etse de, bunların renk katmak üzere yerleştirilmiş bir motif olduğu aşikârdır. Sefihler, Bakkhacı eğlencelerin tadını çıkaran serkeşler güruhuna benzer. Beden, Sade’ın cinsel eylemlerindeki Dionysos tarzı başkalaşımlarla farklı biçimler alır, cinsel personalar yaratılır. Erkekler geleneksel cinsel rolleri alaşağı etmek üzere, mazoşist roller üstlenirken, kadınların payına düşen tecavüz ve işkencedir. Paganizm yeniden tesis edilir, Roma’nın hermafrodit dünyasının orgiastik coşkusu canlandırılır. Sade’ın olabildiğince fazla sapkın kimliği bir araya getirerek yaratmak istediği şey, çift cinsiyetli kusursuz bir ucubedir. Annesine tecavüz eden toy Eugenie büyük bir keyifle haykırır: “İşte buradayım: Bir hamlede ensest, ergen, sodomit, kızlığını daha bugün kaybetmiş bir kız için ne çok şey!” Erkek kardeşiyle cinsel ilişkide bulunmakta olan Madame de Saint-Ange’ı arkadan beceren Dolmance sonrasında bahçıvanla sodomit ilişkiye girer. Madame de Saint-Ange, Eugenie’e şöyle seslenir: “İşte aşkım, düşünmeden yaptığım her şey işte karşında duruyor: Sansasyon, tahrik, kötü örnek, ensest, zina ve sodomizm!” Paganca gizemlerle tanıştırılan Eugenie, eğitmeni tarafından Rousseau’nun eğitimdeki ilerlemeci teorisini hicveden bir eğitimden geçirilmiştir. Sade rolleri ve tecrübeleri Romantik gözüpeklikle birleştirir. Sodom’un 120 Günü’nde Başkan de Curval başka bir çeşitleme sunar: “Ensest, zina, sodomizm ve dine sövmenin hepsini bir arada çıkarmak için evli olan kızını kutsanmış ekmekle sodomit ilişkiye zorlar.” Sade din dışı duyguları harekete geçirir. Bir alıntı daha: “Adı çıkmış bir sodomit, ensest, cinayet, tecavüz, zina ve dine sövme gibi suçları da beraberinde işlemek niyetindeyse, öncelikle arkasına kutsanmış ekmek yerleştirmeli, hemen ardından öz oğluyla sodomit ilişkiye girmeli, evli kızına tecavüz etmeli ve kuzenini katletmelidir”. Sadeci bir sefih, olguları çarpıtmaya hevesli bir entelektüel, durmadan çoğalan arzuları içinde kıvranan Laokoon gibi.
Sade'ın cinsel toplaşmaları bir bilmecenin cevapları gibidir. Aynı zamanda hem kara, hem ak, hem de kızıl olan şey nedir? Bu sorulara vereceği a posteriori(!) cevabı hazırdır; ne yapıp da olabildiğince çok sayıda geleneği sarsabilirim? Bunlar Size Nasıl Geliyorsa'nın ritüelvari final sahnesinde, cinsel muammaya son veren Rosalind'in de sahip olduğu türden üstün zekâyla tamamlanan yap-bozlardır. Yine de Rönesans ve Romantik imgelem arasındaki ayrıma dikkat çekmek istiyorum, Rosalind toplumsal uyumu ve gelişmeyi güvence altına almak adına üst üste bindirdiği cinsel kimliklerini sadeleştirir. İlerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi Romantik ensest ilişkilerin azaltılması anlamına gelir. Aile içi ensest ilişkilerin, Sade’ın her türden cinsel ilişkinin yaşandığı topluluğunda imtiyazlı bir konumu vardır.
Napoli’deki bir eğlence esnasında Juliette “ikisi vajinasına, biri arkasına olmak üzere üç penisi aynı anda” içine almanın tadını çıkarır:
Birçok defa herkes hep birlikte tek bir kadına yüklendi. Ben bu toplu saldırının ağırlığına tam üç kez katlanmak zorunda kaldım. Beni alttan arkadan düzen bir adamın üzerine uzanmıştım: yüzüme çömelen Elise küçük tatlı vajinasını emmem için ağzıma vermişti; başka bir adam benim üzerimden, bir yandan benim vajinamı kurcalarken bir yandan da onu hallediyordu; ve Raimon da adamın kıç deliğini diliyle uyarıyordu. Ellerimin uzanabileceği mesafede bir yanda dört ayak üzerinde Olympia, öbür yanda Clairwille vardı: İkisinin de deliklerine parmak attım, onlar da o arada beşinci ve altıncı adamın penisini emiyordu. Her biri sekiz kere boşalan altı hizmetkâr en sonunda zorluk çıkarılmadan kabul edildi.
Dişi merkezli devasa bir molekül görüyoruz. O, doğa ananın kıvıl kıvıl ahtapotudur. Sade'ın çok cinsiyetli melezi, bir Skylla, hydra'ya, Yunan mitolojisinin diğer kitonyen dehşetlerinden biridir. Bu tür grotesk motifler Spenser ve Blake’de daima olumsuzdur. Ama toplumsal ilışkılerin yerine cinsel olanı ikame eden Sade için değil. Onun şehvet düşkünleri solucanlar gibi bir arada yaşayan, sonrasında birbirlerinin karşısında yer alan asalak hücrelerdir. Katlanma, artma ve bölünme: Sade Aydınlanmanın Apollonik matematikselliğini kışkırtır. Okul müdürü âdeta şöyle buyurmaktadır: Eğer her bir hizmetkâr sekiz kere boşaldıysa. kaç tane hizmetkâr gerekir ki...?
Sade’taki en edepsiz birleşmelerin bir kısmı Bologna'daki rahibeler manastırında yaşanır. Juliette unutulmaz sözlerini burada söyler: "Yalamada Bolognalı rahibeler Avrupa'daki kadınlara taş çıkartır." Sade, Dıderot'nun araştıran, mukayese eden ve sonuçlar çıkaran hakimane tarzının parodisini yapar.
Lezzetli yaratıklar! Sizi her zaman neşeyle anacağım... Dostlarım, İtalyan kadınların tespih dediği şeyi icra ettiğim yer işte orasıydı: Her biri bir öbürüne yapma penislerle saplanmış, genişçe bir salonda toplanmışlardı. Birinden öbürüne daldık, dizide belki yüz tanesi vardı; uzun boyluların önünden, kısalarına arkadan giriştik; yaşlı olanlar tespihlerini çekerken bir yandan da dua okuyordu, bir tek onların söz hakkı vardı: Boşalmaları gereken zamanda işaret vermek, hareketlerini ve nasıl davranacaklarını onlara bildirmek ve bu olağandışı orgiastik coşkunun düzenini sağlamak onların işiydi.
Birbirine yapay penislerle bağlanmış bir dizi halinde yüz rahibe! Busby Berkeley ya da Radio City Rockettes tarzı. Kutsal tespih, ilksel uroborosa, ahlâksız bir çevrim haline gelmiştir. İnsanın ötekiyle teması cinsel anlamda kelimesi kelimesine gerçek olur. Kudurmuş rahibeler, ön takı ve son takılarla birbirine bağlanan ek ve son ek türeten ve tespihin taneleriyle birbirine bağlanan çok heceli Yunanca ya da Almanca sözcüklere benzer. Bir Aydınlanma adamı olarak Sade, Dionysoscu deneyimi, hiyerarşik söylemin işaretlediği Apollonca kalıpta düzenler. Sade'ın Dionysoscu araçları çoğulluk ve başkalaşımdır. Dolmance, Eugenie’i “bu aşırılıkları mümkün olanın bile ötesine kadar çoğaltmaya” teşvik eder. Romantik bir formülasyon. Başrahibe. Juliette'e “Çeşitlilik ve çoğulluk, şehvet için gereken en güçlü iki araçtır", der. Madame de Saint-Ange yatak odasındaki çok sayıda ayna için şu açıklamayı getirir: “Yüzlerce farklı biçimde tavırlarımızı ve duruşumuzu taklit edenler, şu divanın üzerinde oturanlar için benzer zevkleri sonsuza kadar çoğaltır. Demek ki her şey apaçık ortadadır, bedenin mahrem hiçbir bölgesi olamaz: Her şey görülebilir olmak zorundadır.” Madame de Saint-Ange tek bir perde üzerinde bedeni parçalara ayıran bir röntgenci ve kübisttir. Saldırgan Apollonca bakış Sade’ta gücünden hiçbir şey yitirmez. O ahlâkın karanlığını çöktürse de, onu gözlerden uzak tutar. Ovidius’un sesini duyar gibi olduğumuz Noirceuil karılarına “Kendinizi çoğaltın, rollerden rol beğenin, bu ya da şu cinsiyete bürünün” diye akıl verir.
Dionysoscu başkalaşımlar, travestiliğin ve transseksüelliğin olduğu bölümlerde ağırlık kazanır. Yaşını almış bir şehvet düşkünü “bir kız gibi giyinmiş bir erkek”, “kadın” diyeceği “erkekçe bir cezalandırıcı tarafından kırbaçlanmak ister. De Blangis Dükü, bir oğlanı öper, o ânda ırzına geçilir: “Gerçekten hiç farkına varmadan cinsiyet değiştirdi." Transseksüel geçişler acımasız bir doğallık içinde gerçekleşir: “Oğlanın penisini ve testislerini kopardıktan sonra, önce kızgın bir demirle cinsel organların olduğu yere bir delik açar; demirin değdiği yer dağlanır: Hastasına yeni ağzından girer, boşalırken boğazını sıkmaktadır." Ahlâksızlar daemonik ilâcı dener. Organ nakli bir diğer transseksüel tecrübedir: “Bir sodomit: Genç bir oğlanın ve kızın bağırsaklarını deştikten sonra oğlanınkini kıza, kızınkini oğlana yerleştirir, yarıkları kapatır ve onları sırtları birbirine dönük şekilde bir direğe bağladıktan sonra korkunç bir biçimde can vermelerini izler.” Bunların gerçekler olmadığını, yalnızca kurgu olduğunu hatırlayalım. Sade, bilimsel Batılı zihniyette var olan saldırganlığı her şeyden ayrı tutar. Ve Batının görme biçiminin tekrar tekrar söylediğim cinsel karakterini gözler önüne serer. Sade, Darwinci bir biçimde cinsiyet değiştiren ve ağır elleriyle çapraz dölleyen doğa anayı canlandırır. Tıpkı doğa ana gibi insanlıktan hem gübre hem de çömlekçi çamuru yapar.
Böylece, Romantisizmde olduğu gibi Sade’da da kimlik, toplumdan değil, daemonikleşmiş benlikten gelir. Bununla birlikte Sade, Blake dışında daha edilgen olan Romantiklerden, sefihler ve benzer kurbanların eylem içinde geliştirdiği kimliklerle ayrılır. Biri eylemin örgütleyicisiyken, diğeri eylemin kurbanıdır. Sadevari kimlik içeriği itibariyle sahnelenmeye uygundur. Her zaman içiçe geçmiş bedenlerin “sahnede yansıyan görüntüsü” ve “dramatik temsiliyetleri” söz konusudur. Böylece insanların zekice estetik yargılarda bulunmaları mümkün olur. Kostümü, sahne dekoru ve oyun metniyle modern anlamda sado-mazoşizmde küstah bir teatrallik vardır. Benim görüşüme göre sado-mazoşizm, hiyerarşiye duyulan kültürel açlığın bir belirtisidir. Ayinsel tarafı zayıflayan din yolunu şaşırır. İmgelem onun yerini almak için yanıp tutuşsa da, onu başka bir yerlerde aramak durumunda kalacaktır. Bir filozof olarak Sade kiliseye evrenin dışında bir yer verirken, yeni bir din olarak cinselliği ilân eder. Onun hoyrat cinsellik ritüeli cinselliğin doğal hiyerarşisini kadınların efendi, erkeklerin köle olduğu bir gelenekle bağı olmayan bir hiyerarşi - dramatize eder. Sado-mazoşizm, cinsel deneyimin biyolojik yapısının biçimsel ve yoğunlaşmış bir ifadesidir. Her orgazm, tüm zamanlar için her iki cinsiyeti, grupları, çiftleri ve yalnız olanları kapsayan bir tahakküm ve teslimiyet biçimidir. Richard Tristman’ın bir zamanlar bana söylemiş olduğu gibi, “Cinselliğin tamamı bir dereceye kadar teatrallik gerektirir." Cinsellik, sadece sado-mazoşizmin tüm çıplaklığıyla benimsediği soyut ve bireylerarası bir özellik taşır. Tristman’a göre bütün cinsel ilişkiler tahakküm biçimleriyle ilişkilidir ve kadınlardaki eşitlik arzusu büyük ihtimalle tahakküm kurma arzusunun zayıf bir ifadesidir. Altmışlarda cinsel özgürlükten yana bir kişilik olarak görülen Sade, aslında cinselliğin hiyerarşik düzene boyun eğmesini en titiz belgeleyen ustadır.
Sade'daki şehvet düşkünlerinin teatralliği bilincin açıklığından kaynaklanır. Arzuların gerçek olduğu bir dünyada hayal kurmanın ve kendine dönmenin lüzumundan bahsedilemez. Şehvet düşkünleri, Sade'ın, cinselliğin diğerleri üzerinde kurduğu mutlak tahakkümün kaynağı olarak gördüğü güç sahibi Roma İmparatorlarına benzer. Blake gibi Sade da iradeyi ve onu hayata geçirmenin başlıca koşulu olarak gördüğü Romantik imgelemi yüceltir: "İmgelem ateşi duyuların alevini tutuşturmak zorundadır." Başına buyruk hayal gücü “yeni fanteziler yaratabilmek için ateşte şekillendirmeli, dantel gibi dokuyabilmelidir." Juliette'e göre, “Hayalgücü zevklerin biricik beşiğidir." Onun yokluğunda "elde kalan yavan, kaba saba, içi boşalmış fiziksel edimdir.' Sade'ın en erojen bölgesi aklıdır. Onun eserleri, Genet'ninkiler gibi yeni duyulardan ve cinsiyetlerden sapkın bir evren yaratan eşcinsel tecrit düşleridir. Sade, sonsuza dek şehvetini canlı tutan evren yaratıcı Khepera'dır. Mastürbasyon, onun hareket ettirici ilkesidir.
Biçimine bakıldığında Decameron'u hatırlatan Sodom'un 120 Günü'nde orgazmı coşturacak yeni cinsel âyinlerin keşfedilmesini tarif eden - Bastille baskınında kaybolduğunda hâlâ taslak halinde bulunan - zorlayıcılık, son bölümlerin sıralı listelerinde açığa çıkar. Sade, başlıca merakı olan teslimiyeti yalıtılmış halde veren hayret verici bir kısa notlar dizisi icât emiştir, iskelet halindeki hiyerarşik yapılarına indirgemiş fantezilerdir bunlar. Bu listeler bir tarafıyla günlük, azizlerin takvimi, epik katalog ve Apollonca bir matematik hesaplamasıdır. Cazibesini paylaşmayı beceremesek de, buradaki erotizmi kavrayabiliriz: “Aralık’ın 22’si. 109. Balla kızın her yanını ovduktan sonra, onu bir direğe bağlar ve yığınla arıyı onun üzerine salar." Aziz Sebastian, şamatacı doğa ananın kaynayan arı kovanına dönüşür. Diğer sahnelerin anlamını çözmek çok daha zordur: "Gecenin bir yarısı bahçede çırılçıplak koşturup duruyordu, mevsimlerden kıştı, dondurucu bir havaydı; her yandan gerilmiş sicimlere takıldıkça tökezliyor, düşüyordu." Ya da "Kızı kulaklarından yakaladı ve odada sürüklemeye başladı, bir aşağı bir yukarı odayı arşınlarken boşalıyordu.” Kötülük ve sabotaj, avlanma ve ganimet imgeleri. Kız derisi yüzülmüş, oradan oraya koşturan zavallı bir tavşandır. Bununla birlikte Sade’de daha az şiddet dolu sahnelere rastlamak da mümkün: "Huzuruna getirilen güzel saçlı kızın saçlarını incelemek istediğini söylemişti, oysa gaddarca kızın saçlarını kesti, kızın seller gibi boşalan gözyaşlarına, kötü talihine sövmesine aldırmadan boşalırken, bir yandan da katıla katıla gülüyordu." Bu Spensercı bir maske, kadınca duyarlılık ile Buz gibi her yanından şehvet fışkıran hiyerarşik gücün çakışmasıyla uyarılan izleyici topluluğudur.
Sade'taki kesinlik, fantezilerine yersiz bir gülünçlük katar. "Dişlerini çeker, diş etlerine iğneler batınr. Bazen de iğneleri kızdırır." Isıtılmış iğneler kızın en az rahatsızlık duyduğu şeydir. Sade'ın kendine dönük hicvinin dekadan yanı on sekizinci yüzyıla fin de siecle özgüdür. Swift'i çağrıştıran nükteler: "Şubat'ın 17'si. 90. İnsafsızın biri küçük bir kız çocuğunu ikili kazanda pişirir”. Kazan tarif üzerine gerçekleşen ustalıkla ışıldar. Benim favorim Alice’in erikli pudingle tanıştığı bölümdür: "Kızı karnından yemek masasına bağlar ve kalçasına koyduğu dumanı tüten pudingi yer. Kullandığı son derece keskin bir çataldır.” Kızdırılan iğneler, ikili kazanlar, ucu sivri çatallar: Kendimizi grotesk bir sahneye bilimsel bir açlıkla bakarken yakalayana dek, her bir detayı bütünden ayırıp, özelleştiren göz bakmaktan kendini alıkoyamaz. Sade’ın her iki cinsi de temsil eden zekâsı, onu Lewis Carroll ve Oscar Wilde ile aynı düzeye yerleştirir. Sodom'un 120 Günü’ndeki dizin Wilde’ın acımasız aforizmalarının bir listesi gibidir.
Sodom'un 120 Günü'nü sahneye koyan yönetmen erkek de olsa, Sade’ın eserinin bütününde, kadınlar erkeklerden daha fazla istismar edilmez. Sade ve Blake kadınlara erkeklerin cinsel özgürlüğünü bahşeder. Sade her ne kadar muhteşem kadın ahlâksızları yüceltse de, doğurgan kadın ona tiksinti verir. Gebe kadınlar işkenceye maruz kalır, kürtaja zorlanır ya da demir çarklar arasında ezilir. Madame de Saint-Ange, Eugenie’e şöyle seslenir: “Sana şunu bildirmek isterim ki, gebe kaldığın anda dölümü öyle bir korku alır ki, seninle olan dostluğum oracıkta sona erer." Madame Delbene Julitte’i “Sakın üreme” diye uyarır. Suç Ortaklarının Cehennemi’ndeki bir heykelin üzerinde şunlar yazılıdır: “Sefahatin hası üremeden tiksinti duyar". Yatak Odasında Felsefe'nin üç temel figürü annelerine nefret duyan karakterlerdir. Novella, kızını kötü yola düşürenlerden kurtarmaya gelen bir anne olan Madame de Mistival’a düzenlenen törensel saldırıyla sona erer. Mistival’in ırzına geçilir, kırbaçlanır ve frengili hizmetkârdan vajinal ve anal yoldan hastalık kapar. Vajinası ve rektumu “ağır, kırmızı ve yağlı urganla” dikilir. Dikme-biçme işkencesi Sade'ın başka eserlerinde de karşımıza çıkar, ancak hiçbir yerde burada olduğu kadar canlı resmedilmez. Bir tek burada kırmızı urgan atardamara ve göbek bağına yönelik bir göndermedir. Sahne, kadın cinsel organının frengili çiçeğe dönüştüğü doğa anaya dair, Huysmans’ın arketipik düşünün habercisidir.
Sade iğdiş etme edimine kadınca bir karşılık arar. Bir kadını cinsiyetsizleştirmenin, onu parçalamak ya da öldürmek dışında başka bir yolu yok mudur? Sodom'un 120 Günü'nde De Blangis Dükü, böylesi bir cerrahi müdahaleye bir kadının vajinasını, bağırsaklarını ve midesini deşerek iç organlarının önceki düzenini bozmak amacıyla girişir. Yine de Sade, Yatak Odasında Felsefe'de doğurgan kadını çift cinsiyetliye dönüştürmek ve onu kısırlığın aşağılandığı dünyaya geri göndermek iddiasındadır. Benzer bir sembolik edime Karındeşen Jack'de rahmi çıkarılan ve çivilenen kurbanlarda rastlanır. Sade’ın, kadının cinsel anatomisine yaklaşımının müphem olduğuna dair bazı şüphelerim var, öyle olmasaydı eminim ki eserlerinin tümünde benzer gelişigüzel rahim çıkarma operasyonlarına rastlanırdı. Kadınların cinsel organlarının kesilmesi günümüzde bilindiği gibi, çok eski çağlarda kadının doğurganlığının korkutucu bir durum olarak algılanmasına bağlanır. Jung’a göre; “Çoğunlukla kırsal alanda yaşayan yerliler bir kadını öldürdükten sonra büyü törenlerinde kullanmak üzere onun rahmini çıkarırdı.” Bu tür unsurlar toplumsal önyargıdan değil, kadının kitonyen doğayla olan ittifakından duyulan haklı bir korkudan kaynaklanır.
Sade, kadın bedenini çoğunlukla gülünçleştirir. İki eşcinsel Justine'i çırılçıplak soyduktan sonra onun cinsel organına bakarak alay eder; “Bu delikten daha çirkin bir şey olamaz”. Juliette'de bir adam, kadının cinsel organı için “pis, kötü kokulu yarık” nitelemesini yapar. Kadının kalçası lezbiyenlerde şehvet uyandırsa da, birçok erkeğin kanını dondurur. Sodom’un 120 Günü'nde sürekli ereksiyon halindeki bir beyefendi Madame Duclos’u şöyle azarlar; “Şu Allah’ın cezası göğüslerini uzak tut benden. Kimin umrunda? Bu yaratıklarda katlanamadığım bir şey de, bu utanmazların hepsi sefil göğüslerini ortaya sermek için deli oluyorlar.” Göğüsler çoğunlukla hırpalanmak, lime lime doğranmak ya da bir keresinde olduğu gibi ızgarada kızartılmak için teşhir edilir. Yine de Sade’ı mahkûm etmeden önce Tiepolo’nun Azize Agatha'nın Şehadeti (1750) tablosunu gözümüzün önüne getirelim. Azize mest olmuş bir halde son nefesini verirken, gözleri cennete çevrilmiştir. Kanlar içindeki kesik göğüsleri elinde gümüş bir tabak bulunan itaatkâr bir hizmetkâr tarafından toplanır. Kusmamız mı yoksa yemememiz için mi? İki bin yıldır şehit azizlere yapılmış olan işkenceler, İsa’da dâhil olmak üzere batının imgelemini sado-mazoşist hayallerle süslemiştir. Yukio Mishima, ergenlik çağının ilk orgazmını Guido Reni’nin Aziz Sebastian'ı önünde yaşamıştır. Hıristiyan ikonografisindeki cinsellik ve şiddet, Hıristiyanlığın da sadece gelişmesinin bir evresini temsil ettiği pagan gizem dininin bir püskürmesidir.
Sade, kadın bedeninin erkek bedeninden daha az güzel olduğuna inanır. Çıplak bir kadın ile erkeği karşılaştırdığınızda: “Kadının erkeğin olağanüstü düşük bir biçimi olduğunu kabul etmek zorunda kalacaksınız.” Sade, Romantik hevesinin Blakeci bir karşılığı olan erkek bedenine hayrandır. De Beauvoir ve Barthes, Sade’ın kadın bedenini aşağılamasını onun ters ilişkiye duyduğu şiddetli eşcinsel istemle ilişkilendirir. Buna rağmen cinsel sembolleştirme özel alışkanlıklardan daha önemlidir. Sadomizm, Sade’ın bereketli doğanın durulmak bilmez aşırı üretimine karşı geliştirdiği mantıksal bir tepkidir. Günümüz pornografisinin de temel bir motifi olan, köpeklerin yaptığı türden heteroseksüel ilişki, cinsel deneyimin hayvaniliğini ve gayrî şahsiliğini temsil eder. Yüz yüze bakılmadığında ancak duygular ve toplum önemini yitirir. Willendorf Venüs'ünün maskeli yüzünü hatırlayalım. Modern sado-mazoşist kılığın deri maskesi yüzün tamamını örter ve kişiliği ilkelleştirir. Ters ilişkinin ritüellerdeki yeri İskenderiyeli Clement'inin belgelediği bir mitte açığa çıkar. Dionysos yeraltına giden yolun tarifi karşılığında ödül olarak Proshymnos'la ters ilişkiye girmeye söz verir. Ancak tanrı geri döndüğünde Proshymnos ölür. Dionysos verdiği sözü tutmak üzere penis benzeri bir dalı ölü bedenin arkasına sokar. Sodomizm, erkeğin bağırsaklarıyla temsil olunan yeraltına açılan bir giriş olarak tahayyül edilir.
Eski çağların âyinleştirilmiş cinsel eylemleri doğanın bereketini harekete geçirme anlamı taşırdı. Sade'taki fiili livata doğurganlığı engeller. Blake gibi Sade da Ulu Anayı düşmanca bir etkinlikle varlığa getirir. Madame de Mistival’a karşı gelişen tepki Dolmance’ın manifestosuyla başlar. “Annelerimize kesinlikle hiçbir şey borçlu değiliz.” Harold Bloom’un The Anxiety of Influence'taki erkeğin şiirsel mücadelesi üzerine çalışmasından sonra böyle bir cümleyi gerçek bağlamından ayrıştırarak okumak imkânsızdır: “Kesinlikle her şeyi annelerimize borçluyuz. Cinsellik, Sade’ın eserlerinde son derece geniş bir ölçekte ritüelleştirilir. Eğer ritüel endişeyi giderecekse, Sade’ın sado-mazoşist yaratıları, erkek imgeleminin kendisini kadınca köklerinden azad etme çabası anlamına gelen kopuşu ifade eder. Bir kez daha Blake'e gönderme. Jane Harrison a göre: “Erkek kadından doğmuş olma gerçeğinden kaçamasa da, yine de kaçar ve eğer aklı varsa erkekliğe adım atar atmaz kurtuluş ve arınma törenlerini yerine getirecektir.” Sade’ın sodomizm takıntısı, anneliğin tahakkümünden kurtulmaya dönük bir kaçış ritüelidir.
Böylece Sade, kadını bir yüceltir bir aşağılar. Gerçekliğe meydan okuyarak, kural tanımaz entelektüel kadınlarına erkeklerin sahip olduğu türden imtiyazlar verir: Cinsel vahşete duyulan arzu gibi. Gazeteden başka hiçbir şey okumayan biri bile cinsel suçların sanıklarının kadınlar değil, erkekler olduğunu görebilir. Cinsel şiddetin nedeni olarak kadınların toplumsal anlamda aşağılanmasını gören feminist bakış açısı, çok sayıda erkek çocuğun tecavüz edilerek öldürüldüğü ya da işkence edildiği sayısız eşcinsel vakayla çürütülür. Cinsel suçlar, çevresel koşullanmadan çok başarısızlıkla sonuçlanan toplumsallaşma sürecine bağlanabilir. Kadınlar yaralama ya da sakat bırakma benzeri suçları çok ender olarak işler. Genet nin Hizmetçiler'ini esinleyen yanlarında çalıştıkları aileyi katleden Papin bacılar var. Buna benzer bir başka örnek bulabilmek için ta baltalı Lizzie Borden kadar geriye gitmemiz gerekir ki o da haksız yere suçlanmış olabilir. Sade’ın orgazma götüren ya da ona tekabül eden - “şehvet cinayeti ya da “cinsel cinayet" olarak tanımladığı suçları işleyebilecek kadın adaylara bir bakalım. Korku filmlerinin lezbiyen kadın prototipi olarak görebileceğimiz tarihin en entrikacı kadınlarından birisi olan Macar Kontes Erzsebet Bathory (1560-1614), 610 kadar hizmetçisine eziyet edip, onları öldürürken cinsel bir haz duymuş olabilir, ancak yine de söylentiler onun sadece gençliğini korumak için kan banyosu yaptığına ilişkindir. Freud'un belirttiği gibi, “Kadınların cinsel arzu nesnesini aşağılamaya ihtiyacı yoktur."
Seri cinayetler ya da cinsellik cinayetleri, fetişizm gibi, erkek zekâsının bir sapmasıdır. Çığrından çıkmış egoizmi ve düzensizliğinde erkekçe olan bir kriminal soyutlamadır. Felsefe, matematik ve müziğin asosyal dengidir. Kadın Karındeşen Jack’ler olmadığı içindir ki kadın Mozart’lar da yoktur. Sade, kadın karakterini göz alıcı bir biçimde genişletmiştir. Kurbanlarını doğrayarak orgazm olan Mademe de Clairwil'in vahşeti onun yetkin kavramsal gücünün bir işaretidir. Sade’ın cinsel suçlar işleyen kadın karakterleri Romantisizmin ilk dönemindeki Belles Dames Sans Merci'dir. Romantik femme fataleler kendi hayvanî daemonik gözleriyle aydınlanan sessiz gececil yaratıklar olacaktır. Oysa Sade’ın hiç susmadan konuşan kadınları Batı zekâsının keskin Apollonca güneş gözünü muhafaza eder.
Sade’ın Dekadan Geç Romantisizm üzerindeki muazzam etkisi yeterince incelenmemiştir. Mario Praz’ın eleştirmenlerin büyük bir çoğunluğu tarafından indirgemeci ve fazlaca duygusal olduğu gerekçesiyle eleştirilen The Romantic Agony'deki (1933) “Tanrısal Marki’nin Gölgesi" adlı bölümde önemi gösterilmiştir. Baudelaire ve Swinburne, dekadan duyarlılığı çeşitli biçimlerde önceden haber veren Sade’a vefa borçlarını vurgularlar. Sade, korkunç ve tiksinti verici olanda güzelliği bulur. Romalı imparatorlar gibi, yapaylığı ve karmaşıklığı kitonyen barbarlıkla çakıştırır. Onun sefihleri, Dekadan bir ifadeyle "basit ve sıradan olan her şeye karşı kayıtsızdır.” Onlar Dekadan bir klastrofobi olarak kendilerini dışarıya kapatırlar. Poe ile Dekadansa uzanan Gotik romanın kapalı mekânlarında benzer bir paralelliği göreceğiz. Sade’ın cesetten geçilmeyen cinsel arenaları Gotik morgları çağrıştırır. Çürümekte olan bu yığınlar, kendisinde baskıcı Romantik imgelemi gördüğüm doğa ve toplumun birikmiş nesneleridir.
*
Cinsel kimlikler
Camille Paglia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder