Yaşamla ölüm üzerine sohbet.
- Kitaplarında okuduğuma göre, de Sade, senin ölümsüz eserlerinin birinde tabiatın canlandırıcı gücü yıkımmış, yaşamı tartmaya yarayacak tek aracımız da ölüm.
- Doğru, Marat. Ama insanlar ölüme sahte bir önem yüklüyor. Ölen her hayvan, bitki ya da insan Tabiat'ın gübre yığınına katılır... hiçbir şeyin onsuz büyüyemeyeceği, onsuz yaratılamayacağı gübreye dönüşür. Ölüm, sürecin bir parçası sadece. Her ölüm, hatta en korkunç ölüm bile Tabiat'ın mutlak kayıtsızlığında boğulur. Tabiat izler istifini bozmadan tüm insan ırkını yok etsek bile. Tabiat'tan nefret ediyorum ben, o her şeye dayanabilen ruhsuz seyirciden, o asla dağılmayan buzdağı suratlıdan.. bu bizi gittikçe büyüyen eylemlere teşvik ediyor. Ama her ne kadar bu tanrıçadan nefret etsem de... tarihteki en büyük eylemlerin onun yasalarına uyduğunun farkındayım. Tabiat, insana kendi mutluluğu için savaşmasını öğretir. Ve elde etmek için öldürmesi gerekirse o zaman cinayet doğal bir şey olur.
Kendimizden güçsüz olanları hep ezmedik mi biz? Bitmek bilmez bir alçaklık ve şehvetle gırtlaklarına çökmedik mi? Nihai çözümü uygulamadan önce laboratuvarlarımızda deneyler yapmadık mı? İnsan bir yok edicidir. Ama öldürüp de, bundan hiç zevk almazsa, makinadan farkı kalmaz. Tutkuyla yok etmeli, insan gibi. Damiens'ın idamını hatırlatayım size... On Beşinci Louis'ye düzenlediği başarısız suikast girişiminin ardından gerçekleştirilen. Damiens'ın nasıl öldüğünü hatırlıyor musunuz? Izdırabının yanında giyotinin ne kadar yumuşak kaldığını? Kalabalığın gözleri önünde dört saat sürdü... hatta Casanova da o sırada üst pencerelerden izleyen hanımların eteklerinin altında kendinden geçiyordu. Göğsünde, kollarında, kalçalarında ve baldırlarında derin yarıklar açıldı. Her yarığa erimiş kurşun döküldü, kızgın yağ döküldü üstüne, kızgın balmumu, kükürt. Ellerini yakıp kül ettiler, ipler bağladılar kollarına ve bacaklarına ve onu dört ata koşup, atları dehlediler. Bir saat boyunca çekelediler onu... sanki her seferi ilk kezmiş gibi, ama yine de parçalanmadı... omuzlarından ve kalçalarından testereyle kestikleri ana kadar. Önce ilk kolunu kaybetti, sonra da ikinci kolunu... ve kendine yapılanlara şöyle bir bakıp bize döndü ve herkesin anlayabileceği kadar yüksek bir sesle bağırdı. Ve ilk bacağını, ardından da ikinci bacağını kaybettiğinde hâlâ yaşıyordu. Ve sonunda, orada sallanıyordu, sallanan başıyla kanlı bir gövde... sadece inleyen ve günah çıkaran papazın kendisine kaldırdığı krüsifiye dik dik bakan.
Bu bir festivaldi, bugünün festivallerinin yarışamayacağı bir festival. Şu aralar bizim engizisyonun
bile bir anlamı kalmadı. Artık hepsi resmi. Duygusuzca idama mahkum ediyoruz, seçilecek benzersiz, özel bir ölüm şekli de yok... bütün milletlere azar azar dağıtabileceğimiz isimsiz, ucuz bir ölüm var sadece... matematiksel bir esasa dayalı...hayatın topyekûn söneceği zaman gelene dek.
- Yurttaş Marki, mahkemelerimizde bilirkişi olarak oturabilirsiniz, geçen Eylül'de, bize kumpas kuran aristokratları hapishanelerden dışarı sürüklerken bizim yanımızda savaşmış da olabilirsiniz, ama hâlâ asilzadeler gibi konuşuyorsunuz. Tabiat'ın kayıtsızlığı dediğiniz şeyse, sizin kendi merhametsizliğinizdir.
- Merhamet, Marat, imtiyazlı sınıfların mülkiyetindedir. Bağışçı, dilenciye doğru eğildiğinde
kalbi nefretle çarpar. Servetini korumak için, duygulanmış gibi yapar, dilenciye verdiği sadakaysa, tekmeden fazlası değildir. Hayır, hayır, Marat, mütevazi duygular kalsın lütfen. Senin hislerin asla ufak tefek olmadı. Senin için, aynen benim gibi... sadece en ölçüsüz faaliyetler önem arz eder. Ben ölçüsüzsem, sizin olduğunuz gibi ölçüsüz değilim. Tabiat'ın sükunetine karşı, eylemi kullanırım ben. Uçsuz bucaksız kayıtsızlığın içinden anlam çıkarırım. İstifimi bozmadan izlemem, müdahale ederim ve derim ki, bununla bu yanlıştır... ve onları değiştirmeye ve iyileştirmeye çalışırım, çünkü önemli olan, kendini saçından tutup kaldırmaktır kendini ters yüz etmek ve bütün dünyayı ışıldayan gözlerle görmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder