Sade'dan Queer Öyküler

Sade'dan Queer öyküler

Augustine de Villeblanche ya da
 Aşk Uğruna Çevrilen Dolaplar


Az sonra kendisinden söz etme fırsatı bulacağımız Matmazel de Villeblanche “doğadaki sapmalar arasında o yarı filozofları, hiçbir şey anlamaksızın her şeyi incelemeye, çözümlemeye çalışan o yarı filozofları en fazla düşündüren, onlara en garip gelen, belli yapıda ya da belli yaradılıştaki kadınların kendi cinsiyetlerindeki insanlara karşı duydukları o tuhaf istektir” diyordu bir gün en iyi bayan arkadaşlarından birine. “Ölümsüz Sapho’nun çok öncesinde ve sonrasında bize bu tür fantezileri, bu tür tercihleri olan kadınları sunmamış ne tek bir ülke ne de tek bir kent vardır evrende. Böylesine güçlü kanıtlardan sonra da kalkıp bu kadınları doğaya karşı suç işlemekle suçlamak yerine bu tuhaflıklarından ötürü doğayı suçlamak çok daha akıllıca olacaktır sanırım. Oysa yine de hep ayıplanıp durmuştur bu kadınlar. Kimbilir, cinsiyetimizin her zamanki o buyurgan etkisine, çekiciliğine kapılmamış olsalardı kimi Cujas’lar, kimi Bartole’ler, kimi IX. Louisler bu duygusal ve mutsuz yaratıklara karşı erkekler için resmen açıklamış oldukları aykırı eğilimlerin yasalarını aynen uygulamayı düşünecekler miydi dersiniz. Aynı tuhaf biçimde yaratılmış ve hiç kuşkusuz aynı geçerli nedenlerle birbirlerine yeteceklerini sanan bu insanlara göre üreme için çok önemli olan karşı cinslerin birleşmesi belki de hazlar için aynı derecede önemli değildir. Tanrı şahit, hiç kimsenin tarafını tutuyor değiliz burada... değil mi, cicim?” diye sürdürüyordu konuşmasını güzel Augustine de Villeblanche bayan arkadaşına biraz kuşku uyandıran öpücükler göndererek.Ama bütün aykırılıklar, bütün nefretler, bütün acı alaylar, günümüzde artık körleşmiş olan bu silahlar yerine, toplumun umrunda bile olmayan, Tanrı’ya vız gelen, belki de doğaya sanıldığından daha yararlı olan bu eylemle herkesi davranışında özgür bırakmak çok daha yerinde olmaz mıydı?... Bu bozulmanın, bu yoldan çıkmanın ne gibi ürkütücü bir yanı olabilir ki?.. Gerçekten bilge olan bütün insanların gözünde bu, belki çok daha büyük bozulmaların habercisidir ama asla çok daha tehlikelilerinin değil... Ah, ulu Tanrı’m, kadın ya da erkek, bu insanların fantezilerinin dünyanın sonunu getireceğinden, o değerli insan soyunu tehlikeye atacağından ve çoğalmaya yardımcı olmadığı için bu sözümona suçun Adem soyunun artışını yavaşlatacağından mı korkuluyor? İyi düşünüldüğünde bu hayali kayıpların doğayı hiç ilgilendirmediği, onları suçlamak şöyle dursun doğanın onları istediğini, onları arzuladığını bize binlerce örnekle kanıtladığı görülecektir. Üstelik, bu kayıplar onu ürkütüyor olsaydı, binlerce durumda böylesine hoşgörülü davranır mıydı? Üremek onun için böylesine büyük önem taşısaydı eğer bir kadının yaşamının ancak üçte birinde kendisine bu alanda hizmet etmesine, eline doğan insanların da yarısının çoluk çocuk sahibi olmaya ters düşen zevkler edinmesine izin verir miydi hiç? Daha iyisi şöyle söyleyelim, türlerin çoğalmalarına izin verir doğa ama bunun için hiç mi hiç zorlamaz. Her zaman kendisine gerekenden fazla insana sahip olacağı apaçık ortadadır ve temelinde üremeyle ilgili bir olgu bulunmayan, hatta bu üreme olgusundan tiksinti duyan eğilimleri engellemeyi düşünmekten de alabildiğine uzaktır. Rahat bırakalım doğa anayı, kaynaklarının sonsuz olduğuna, yaptığımızı hiçbir şeyin onu aşağılamadığına, yasalarına kastedecek bir suçu işlemeye de gücümüzün yetmeyeceğine inandıralım kendimizi.

Nasıl bir mantığa sahip olduğunu biraz olsun gördüğümüz matmazel de Villeblanche yirmi yaşında dilediği gibi davranma özgürlüğüne kavuşmuş, yılda otuz binlik bir geliri de bulunduğundan hiç evlenmemeye karar vermişti. İyi bir aileden geliyordu, Hindistan'da servet sahibi olmuş, kendisi daha çocukken, adına evlilik kararı verilemeyecek bir yaştayken ölmüş bir babanın kızıydı. İster öğüt, ister eğitim, ister organın niteliği ya da kanın kaynaması (Madras'ta doğmuştu) ya da doğanın dürtüsü deyin, kısacası nasıl tanımlarsanız tanımlayın, ne derseniz deyin Matmazel de Villeblanche erkeklerden nefret ediyordu, iffetli kulaklar safoculuk sözcüğünden ne anlıyorlarsa kendini tümüyle ona kaptırmış, hazzı yalnızca kendi cinsiyetindeki insanlarda buluyor, Aşk’tan duyduğu nefreti Venüs’ün tanrıçalarında gideriyordu.

Augustine erkekler için gerçek bir kayıptı aslında: Uzun bir boy, resmi yapılacak kadar çekici, kestane rengi güzel saçlar, hafif kartalımsı bir burun, olağanüstü dişler... Hele o gözlerindeki anlam, canlılık... o yumuşacık, bembeyaz ten... ve bütün bunlar insanın içini hoplatan bir şehvet duygusu yaratıyordu tek kelimeyle. Onun bu denli aşk için yaratılmış ama bunu kabul etmemekte öylesine kesin kararlı olduğunu gördüklerinde erkeklerin kendilerine hizmet etmek için dünyaya getirilmiş evrenin bu en güzel yaratıklarından birinin, Paphos sunaklarını kendilerine yasaklayan ama Venüs mabedinin müridlerine bir yığın haz tattıran bu sapkın zevkle acı acı alay etmelerinden daha doğal ne olabilirdi ki. Matmazel de Villeblanche bütün bu sitemlere, kınamalara, bütün bu kem sözlere kahkahalarla gülüyor, fantezilerinden bir an olsun vazgeçmiyordu.

Çılgınlıkların en büyüğü doğanın bize verdiği eğilimlerden dolayı yüzümüzün kızarmasıdır" diyordu. "Tuhaf zevkleri olan bir insanla alay etmek, en az tek gözlü ya da topal doğmuş bir insanla alay etmek kadar barbarcadır ve bu aptallara mantıklı ilkeleri anlatmaya kalkışmak da yıldızların akışını durdurmaya çalışmaktan pek farklı değildir. Kendinde olmayan bir kusurla alay etmekte gururu okşayan, tatmin eden bir şeyler vardır ve bu zevkler insanoğlu, özellikle de geri zekâlı insanlar için öylesine tatlıdır ki, bundan bir türlü vazgeçemezler... Tabii bu bazı iblisliklere, bazı alaylara, pek yavan cinaslara yol açar. Topluluk için, yani sıkıntının bir araya getirdiği ve aptallığın farklılaştırdığı bir insan topluluğu için hiçbir şey söylemeden bir iki saat konuşmak öylesine güzel, kendilerinde varolmayan bir kusuru, bir kötü alışkanlığı kınayarak ortaya koymak ve bu sayede başkalarının gözünde parıldamak öylesine tadına doyum olmaz bir şeydir ki... Aslında üstü kapalı olarak bir tür övgü yağdırmaktadırlar bana farkında olmaksızın, bu uğurda başkalarıyla birleşmeyi bile kabul ederler, en büyük suçu kendileri gibi düşünmemek olan kişiyi ezmek için komplolar kurar, entrikalar düzenler ve davranışlarının ukalalık ve aptallıktan başka bir şey olmadığı kendilerine kanıtlanmadığından zekâlarından gurur duyarak, koltukları kabararak evlerine dönerler.”

İşte böyle düşünüyordu Matmazel de Villeblanche; duygularını bastırmamaya kesin kararlı, dedikodularla alay eden, kendi kendine fazlasıyla yetecek kadar zengin, ününün de ötesinde şehvet dolu bir yaşamı tenetaparcasına hedefleyen, buna karşılık tanrısal mutluluğa pek fazla inanmayan, duyuların ölümsüzlüğü gibi boş hayallere hiç mi hiç inanmayan, çevresi kendisiyle aynı görüşleri paylaşan kadınlarla sarılmış olan sevgili Augustine, büyük zevk aldığı hazlara safça terk etmişti kendini. Pek çok hayranı olmuştu ama onlara öylesine kötü davranmıştı ki, hepsi de böyle bir zafer elde etmekten neredeyse tümden vazgeçecek duruma gelmişti, işte tam o sıralarda, onunla hemen hemen aynı sosyal konumda, en az onun kadar zengin olan Franville adlı genç bir erkek çılgıncasına âşık olmuştu kendisine. Kabalıklarından tiksinti duymadığı gibi zafer kazanmadan sahayı terk etmemeye de kesin kararlıydı. Tasarısından arkadaşlarına söz etti, alay ettiler kendisiyle, kazanacağı konusunda diretti, kazanamayacağına bahse girdiler, kabul etti. Franville, Matmazel de Villeblanche’tan iki yaş küçüktü, sakalı daha yeni çıkıyordu, çok güzel bir vücuda, çok çekici hatlara, dünyanın en güzel saçlarına sahipti. Kadın kılığına girdiğinde her iki cinsi de her zaman şaşırtırdı, kimisini yolundan saptırır kimisi de çılgınca aşkını ilan ederdi kendisine ve böylece aynı gün içinde kimi Adrien’ların Antonius’u, ya da kimi Psyche’lerin Adonis’i oluverirdi. İşte Franville, Matmazel de Villeblanche’ı bu giysiler içinde baştan çıkarmayı kurdu, nasıl davrandığını, neler yaptığını az sonra göreceğiz.



Augustine’in en hoşuna giden şeylerden biri karnavalda erkek kılığına girmek, bu kılıkla topluluktan topluluğa koşarak zevkine pek uygun düşen baştan çıkarmalarda bulunmaktı. Neler yaptığını yakından izleyen ve o ana dek kendini pek belli etmemeye özen gösteren Franville, bir gün, sevdiği kadının aynı gece opera sanatçılarının verdiği baloya katılacağını, herkesin maskeleriyle içeri girebileceğini, o gönül çekici kızın da her zaman olduğu gibi bir süvari subayı kılığına gireceğini öğrenir. Franville de kadın kılığına girer, süslenir, takıp takıştırır, özenli ve zarif bir görünüm kazanır, biraz fazlaca ruj sürer, maske takmaz ve kendisinden çok daha az güzel kızkardeşlerinden biriyle sevgili Augustine'in kısmetini aramak için katıldığı topluluğa karışır. Daha salonda iki üç tur atmasına fırsat kalmadan Franville, Augustine’in uzman gözlerince fark edilir.

“Bu güzel kız da kim?” der Matmazel de Villeblanche yanındaki hanım arkadaşına. “Ona şimdiye dek herhangi bir yerde rastladığımı hiç hatırlamıyorum, böylesine nefis bir yaratık gözümden nasıl kaçmış olabilir ki?”

Bu sözleri söyler söylemez Augustine, sahte bayan Franville'le konuşacak bir ortam yaratabilmek için yapmadığını bırakmaz. Franville'se onun arzularını daha da körüklemek için önceleri kaçar, sırtını döner, konuşmayı reddeder. Neyse, sonunda yanyana gelinir, sıradan sözlerle başlayan konuşma giderek ilginçleşir.

"Balonun sıcağı dayanılır gibi değil" der Matmazel de Villeblanche, “dostlarımızı burada bırakalım da, şu oyunlar oynanan, el yüz yıkanıp serinlenilen odalardan birine gidip soluklanalım biraz."

"Ah! Mösyö" der Franville erkeklik taslamayı sürdüren Matmazel de Villeblanche’a, "yapamam, mümkün değil bu, şimdilik yalnızca kızkardeşimle birlikteyim ama az sonra annemin buraya geleceğini biliyorum, yanında da beni evlendirmeyi düşündüğü nişanlım olacak. Eğer ikisinden biri beni sizinle görecek olursa işte o zaman kıyametin büyüğü..."

'Tamam, tamam, insan bu çocukça korkuları yenmeli, üstüne çıkmalı biraz... Kaç yaşındasınız, meleğim?"

“On sekiz, Mösyö.”

“Ah! Açıkça söylemek gerekirse, on sekiz yaşındaki bir insanın istediğini yapma özgürlüğüne kavuşmuş olması gerek artık... Hadi, hadi, izleyin beni ve çıkarıp atın bu korkuyu kafanızdan..."

Ve Franville kendini teslim eder. Augustine, kız sandığı kişiyi balo salonuna bitişik odalardan birine doğru götürürken bir yandan da konuşmasını sürdürür:

“Demek öyle güzeller güzeli yaratık, demek öyle, gerçekten evleneceksiniz yani... Nasıl da acıyorum size... Size uygun gördükleri kim peki, iddiaya girerim can sıkıcı herifin tekidir... Ah, şu adamın şansına bak, onun yerinde olmak için neler vermezdim! Doğru söyleyin bana, ilahi yaratık, benimle evlenmeyi kabul eder miydiniz?”

“Ah, Mösyö, siz de bilirsiniz işte, insan genç oldu mu kalbinin sesine göre davranabilir mi hiç?”

“Tamam, tamam, reddedin onu, o aşağılık adamı, gelin daha yakından tanıyalım birbirimizi, eğer anlaşabilirsek... neden birlikte olmayalım ki? Tanrı’ya şükür hiç kimsenin iznine ihtiyacım yok benim, yirmi yaşında olmama rağmen büyük bir servetin sahibiyim, eğer ailenizi beni seçmeye ikna edebilirseniz, sekiz güne bile kalmadan siz ve ben dillere destan bir düğünle bağlanırız birbirimize.”

Bir yandan gevezelik ededursunlar, becerikli Augustine, gerçek aşkı yaşamak için, daha önce uyarmış olduğu balonun evsahipleri tarafından hazırlanmış uzaktaki bir odaya götürür onu.

Augustine’in odanın kapısını kapadığını ve kendisini kolları arasına aldığını, sıkmaya başladığını gördüğünde: “Aman Tanrı’m” der Franville, “aman Tanrım, siz ne yapmak niyetindesiniz kuzum?.. Nasıl yani, sizinle başbaşa Mösyö, böylesine insanlardan uzak, böylesine ıssız bir yerde:.. yalvarıyorum size bırakın beni, yoksa bağırıp yardım isteyeceğim.”

“Ne istersen yap kutsal melek, izin veriyorum istediğini yapmana” der Augustine güzel ağzını Franville’in dudaklarına bastırarak. “Bağır şimdi, bağır bağırabilirsen, o zaman gül kokulu nefesinin esintisi daha çabuk kaplayacaktır yüreğimi”

Franville pek belli belirsiz bir biçimde savunuyordu kendini, insanın hayranı olduğu birinden böylesine sevecen bir ilk öpücük aldığında öfkelenmesi çok zordur. Yüreklenen Augustine giderek daha güçlü saldırmaya başlamıştı ancak bu fantezinin yönlendirdiği zarif kadınların pek iyi bildiği, yakından tanıdığı bir ateşlilik katıyordu girişimlerine.

Az sonra eller harekete geçer, boyun eğen kadını oynayan Franville’in elleri de aynı biçimde gezinmeye başlar. Bütün giysiler çıkarılır ve parmaklar her birinin arzuladığı noktaya doğru uzanır. Ve o anda Franville birdenbire rolünü değiştirir:

“Aman Tanrı’m” diye bağırır, “siz, siz bir kadınsınız...”

“Korkunç yaratık” der Augustine, ellerini hayal görmediğini kanıtlayacak durumdaki şeylerin üzerine koyarak, “aşağılık bir herif bulmak için mi bu kadar uğraştım ben... Ne talihsiz bir insanmışım.”

“Benim kadar olamaz” der Franville bütün nefretini ortaya dökerek. “Erkekleri tavlamak için kıyafet değiştiriyorum, erkeklerden hoşlanıyorum, onları arıyorum ve bula bula bir fahişe...”

“Fahişe ha!” diye terslenir Augustine, “hiçbir zaman fahişe olmadım ben. Ne yani, erkeklerden tiksiniyor diye böyle mi davranmak gerekir insanlara.”

“Nasıl yani, siz hem bir kadın olacaksınız hem de erkeklerden nefret edeceksiniz, öyle mi ?”

“Evet, aynen öyle, siz de bir erkeksiniz ve aynı nedenlerle kadınlardan tiksiniyorsunuz.”

“Eşi benzeri görülmemiş bir rastlantı bizimkisi, söyleyebileceğim tek şey bu.”

“Benim içinse çok talihsiz bir rastlantı” diye söylenir Augustine bütün öfkesini en açık biçimde ortaya koyarak.

“Aslına bakarsanız, küçük hanım, benim için sandığınızdan da daha utanç verici” der öfkeyle Franville. “Üç hafta boyunca taşıyacağım bir leke var üzerimde şimdi, bizim grupta kadınlara el sürmeyeceğimize dair yemin etmiş olduğumuzu biliyor musunuz?”

“Sanırım benim gibi bir kadına el sürmek insanı hiç de küçük düşürmez.”

“inan bana, güzelim” diye devam eder Franville, “ortada ayrıcalık gerektirecek nedenler olduğunu pek sanmıyorum. Üstelik, kötü bir alışkanlıktan bir övünç kaynağı yaratılmasını da hiç anlamış değilim.”

“Kötü bir alışkanlık ha... En az benimkiler kadar rezilce eğilimleri olan siz mi benim alışkanlıklarımı kınıyorsunuz?”

Bakın” der Franville “kavga etmeyelim, biz bir oyunun iki tarafıyız, en kısa yol birbirimizden ayrılmak ve bir daha birbirimizi hiç görmemek.”

Sözlerini bitiren Franville kapıları açmaya hazırlanırken: “Bir dakika, bir dakika” diye onu engeller Augustine, “eminim bu serüvenimizi yeryüzünün dört bir yanına yayacaksınız şimdi.”

“Belki de bunun keyfini çıkaracağım.”

“Tanrı’ya şükür bütün bunları aşmış, üstesinden gelmişim ben. Dedikodular umurumda değil, çıkınız, Mösyö, çıkınız ve canınız ne istiyorsa onu söyleyiniz.”  Sonra Franville’i bir kez daha durdurur. “Biliyor musunuz, bu çok olağanüstü bir macera” der gülümseyerek, “ikimiz de yanıldık.”

“ Ah! Benim gibi zevkleri olan biri için durum çok daha vahim... bu boşluk midemi bulandırıyor açıkça...”

“Tanrı aşkına, cicim, siz erkeklerin bize sunduğu şeyin bizleri daha mı az iğrendirdiğini sanıyorsunuz. Hadi, ikimiz de birbirimize karşı aynı tiksintiyi duyuyoruz ama kabul ediniz ki çok hoş bir macera yaşadık. Baloya dönecek misiniz?”

“Bilmem.”

“Ben dönmek niyetinde değilim... Bana öyle şeyler yaşattınız, canımı öylesine sıktınız ki... gidip yatacağım.

“Hele şükür.”

“Yine de, evime kadar bana eşlik etme inceliğini göstermenizi rica edebilir miyim? Çok yakında oturuyorum, arabam da yok.”

“Seve seve eşlik ederim, inanın” der Franville. “Zevklerimiz kibarlığımıza engel değil... buyurun, elimi uzatıyorum size.”

"En azından daha iyisini bulamayacağım için kabul ediyorum."

"Elimi yalnızca kibarlığın gereği olarak uzattığıma emin olabilirsiniz."

Augustine'in evine varırlar, Franville ayrılmaya hazırlanır.

“Harikasınız doğrusu” der Matmazel de Villeblanche, “böyle sokağın ortasında mı bırakıyorsunuz beni.”

“Çok özür dilerim” der Franville.

“Ah, siz kadınlardan hoşlanmayan erkekler, ne kadar da kaba oluyorsunuz!”

“Bakın” der Franville, Matmazel de Villeblanche’a kapısına kadar eşlik ederken, “bir an önce baloya geri dönüp bu aptallığımı telafi etmek istiyorum, o kadar.”

“Aptallığınızı mı? Bana rastladığınız için çok mu öfkelisiniz?”

“Öyle demek istemedim, ama siz de, ben de çok daha iyilerini bulabilirdik, değil mi?”

“Evet, haklısınız” der Augustine en sonunda evine girerek. “Evet bayım, çok haklısınız ama sanırım bu uğursuz rastlantı çok mutlu etti beni.”

“Nasıl, yoksa duygularınızdan kuşkunuz mu var?"

 “Daha düne kadar yoktu.”

“Özdeyişlerinize de uymuyorsunuz bakıyorum.”

“Hiçbir şeye uymuyorum, tamam mı, sabrımı taşırıyorsunuz artık.”

"Tamam, gidiyorum Matmazel gidiyorum, sizi daha fazla sıkmayacağım.”

“Hayır, kalınız lütfen, emrediyorum size, hayatınızda bir kez, yalnızca bir kez, bir kadına itaat etmek için biraz zorlayamaz mısınız kendinizi?”

Franville dostluğu ilerletmek için oturur.

“Söylemiştim size, böyle bir şeyi kesinlikle yapamam, açık bir insanım ben.”

“Bu yaşta böylesine sapkın duygulara sahip olmanın korkunçluğunu düşünemiyor musunuz?"


"Sizinkiler gibi garip duygular pek mi hoş sanki?”

"Ah! Çok farklı bir şey bu, bir ağırbaşlılıktır bizimkisi, bir utanma duygusudur... Dahası gururun ta kendisidir, bizi yalnızca egemen olmak için tavlayan bir cinse boyuneğme, bağlanma korkusudur. Her şeye rağmen duyguları susturmak yine de mümkün değil, gelin kendi aramızda halledelim bunları. Aramızda kalsın olup bitenler, bir bilgelik kılıfıyla örtelim üstünü, böylece doğa da mutlu olur bundan, utanma duygusu kendini gösterir, gelenekler de hiç mi hiç aşağılanmamış olur.”

“İşte dört dörtlük bir safsata diye buna denir. Böyle davranarak her şeyi doğrulamış olacağız. Ne dersiniz, bunu kendi çıkarımız için de kullanamaz mıyız?”

“Kesinlikle olmaz, birbirinden çok farklı önyargılar yüzünden sizin bizimle aynı dehşeti yaşamanız mümkün değil, bizim bozgunlarımızdan doğar sizin zaferleriniz... tavlamalarınız arttıkça zaferlerinize zaferler eklenir, ahlak düşüklüğünden ya da ahlak bozukluğundan sizde yarattığımız duygulara karşı koyamaz olursunuz.”

“Neredeyse beni ikna etmek üzeresiniz."

“Benim istediğim de bu.”

“Peki, yanlışlığın içine böylesine batmışken, bundan sizin kazancınız ne olacak?”

“Cinsiyetimin beni zorladığı bir mecburiyet bu, üstelik kadınlardan hoşlandığım için de onlar adına çalışmaktan haz duyuyorum.”


“Diyelim mucize gerçekleşti. Sonuçları hiç de sizin sandığınız gibi büyük olmayacaktır, kendi kendimi inandırmaya çalışıyorum, tek bir kadınla, yalnızca bir kez... denemeye çalışmak...”

“Doğru bir düşünce.”

"Bir şeyin tadına bakmadan taraf tutmanın önyargıdan öteye geçemeyeceğini düşünüyorum."


“Nasıl, bir kadınla hiç birlikte olmadınız mı şimdiye kadar?”

“Kesinlikle hayır, ya siz... Sizin bazı deneyimleriniz oldu mu?”

“Deneyimlerim mi, yo, hayır... Gördüğümüz kadınlar öylesine becerikli, öylesine kıskançlar ki, onlardan bize bir şey kalmaz... Hayatımda hiç erkek tanımadım ben.”

“Bunun için kendi kendinize yemin mi ettiniz?”

“Evet, tek bir erkek bile görmek istemiyorum ya da  ancak benim kadar tuhaf birini tanımak isterim yalnızca.”

 “Aynı dileği paylaşamayacağım için özür dilerim.”

“Sizin kadar saygısız, haddini bilmeyen biri olamaz."

Bu sözlerle konuşmasını bitiren Matmazel de Villeblanche ayağa kalkarak Franville’e çekilebileceğini söyler. Bizim genç sevgili her zamanki soğukkanlılığıyla büyük bir reverans yapar, kapıya doğru yönelir.

“Demek baloya dönüyorsunuz” der Matmazel de Villeblanche, Franville’e öfke dolu yaman bir aşkla bakarak.

“Elbette, daha önce söylemiştim yanılmıyorsam.”

“Anlaşılan sizin için yaptığım fedakârlıkları sizden beklemem boşuna.”


“Nasıl, benim için fedakârlıklarda mı bulundunuz yani?"


“Sizinle tanışma talihsizliğine uğradıktan sonra başka bir buluşma ayarlamayı düşünmeksizin evime döndüm.”

“Talihsizlik mi?”

“Bu sözcüğü kullanmaya siz zorladınız beni. Çok daha değişik bir sözcük kullanabilmem de tamamen size bağlı,”

 “Zevklerinize rağmen bunu nasıl başaracaksınız?”

“insan bir kere sevmeye görsün, neleri feda etmez ki!”


"Öyle de, sizin beni sevmeniz hiç mümkün değil ki."  Sahip olduğunuzu keşfettiğim bu alışkanlıklarınızdan kurtulamadığınız, vazgeçemediğiniz sürece aynen katılıyorum görüşlerinize.”

"Ya vazgeçecek olursam?”

"Benimkileri de hemen o an kurban ederim aşk sunaklarının üzerinde... Ah! Hain yaratık, bu söküp aldığın itiraf varsın kazanacağım zaferlere malolsun” der Augustine kendini bir koltuğa gözyaşları içinde bırakarak.

"Duyup duyabileceğim bu muhteşem, bu gönül çekici itiraf evrenin en güzel dudaklarından dökülüyor” diyerek Augustine’in dizlerine kapanır Franville. "Ah! yüce aşkımın değerli varlığı, bu aldatıcı oyunumu bağışlayın lütfen, bu küçük oyunu cezalandırmama büyüklüğünü gösterin, dizlerinize kapanıp affınıza sığınıyorum. Beni affedene dek kalkmayacağım buradan. Matmazel, yanı başınızda dünyanın en sadık, en tutkulu âşığı duruyor. Katılığını çok iyi bildiğim bir yüreği yumuşatabilmek için bu hileye başvurmaktan başka bir çarem olmadığını düşünmüştüm. Başarabildim mi, güzel Augustine, suçlu sevgiliye, sandığınız kişi olmadığı için suçlu olan sevgiliye söyleme lütfunda bulunduklarınızı bu tertemiz aşktan esirgeyecek misiniz şimdi?.. Ah! Bu dünyada yalnızca sizin için alev alev yanan bir yürekte erdemsiz bir tutkunun varolabileceğine inanmanız mümkün mü?”

"Alçak, kandırdın beni... Yine de seni bağışlıyorum... Aslında uğruma feda edebileceğin pek bir şey yok, hain adam, gururum da fazla okşanmış sayılmaz ama boşver, hiç önemi yok bunların, kendi açımdan her şeyi feda edebilirim senin için... Seni memnun edebilme uğruna gururumuzun da bizi en az zevklerimiz kadar sürüklediği yanlışlardan keyifle vazgeçiyorum. Doğanın üstün geldiğini, kazandığını hissediyorum. Bugün bütün içtenliğimle nefret ettiğim hatalarımla bunaltıyordum onu. Doğanın egemenliğine karşı koymak ne mümkün, bizleri yalnızca sizler için yaratmış, sizi de bizim için biçimlendirmiş. Yasalarını izleyelim, aşkın dilinden, aşk sözcükleriyle öğretti bunları bana ve bunlar her zaman en kutsal yasalar olarak kalacak benim için. İşte, elimi uzatıyorum size, sizin şerefli bir insan olduğunuza ve beni yürekten sevdiğinize inanıyorum.”

Dilediklerine fazlasıyla kavuşmuş olan Franville, avuçlarında tuttuğu güzel elleri mutluluk gözyaşlarıyla sulayarak ayağa kalkar, kendisine açılan kollara atılırken: “Ey hayatımın en güzel günü” diye bağırır. “Ömür boyu hükmedeceğim bir yüreği erdemin koynuna çekiyorum, böylesine eşsiz bir zafer olabilir mi?”

Franville aşkının bu tanrısal varlığını binlerce kez öptükten sonra yanından ayrılarak evinin yolunu tutar. Ertesi sabah mutluluğunu bütün arkadaşlarına anlatır. Matmazel de Villeblanche anne ve babasının da reddedemeyeceği, karşı çıkamayacağı bir fırsat, bir nimetti, aynı hafta içinde düğünleri yapılır. Şefkat, güven, en doğru davranışlar, en ölçülü ağırbaşlılık, en yalın alçakgönüllülük bu evliliği sonuna dek hep taçlandırdı. Franville erkeklerin en mutlusu olurken, kızların en ahlaksızından kadınların en bilgesini, en erdemlisini yaratma becerisinin de keyfini sürüyordu.

Oğlak Klasikleri
Sade'ın Bütün Öyküleri 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder