Charlie Chaplin'in Yaşamı

Ortaçağın büyük yapıtlarının, gotik katedrallerin çoğunun mimarları belli değildir. O görkemli yapıtlar, aralarında şimdi adlarını kimsenin bilmediği mimarların da bulunduğu halk kitlelerinin çabalarıyla yükselmiştir. Ben, Charlie Chaplin'i o mimarlardan biri gibi düşünüyorum. Yirminci yüzyılın sanatı olan sinemanın o görkemli yapısını milyonlarca seyirciyle birlikte buluşturan, tüm renkli yaşamına rağmen kendi bireyselliği, yarattığı tipin gölgesinde kaybolup giden bir usta.

Şimdi Şarlo ile ilk kez nasıl karşılaştım diye hatırlamaya çalışıyorum ama olanaksız. Şarlo tıpkı bisiklet ve uçak gibi, dünya savaşları ve ihtilaller, radyo- Tv ve Ay'a yolculuk gibi yaşamımıza günlük anlamda karışmış olgulardan biriydi. Şarlo hemen hemen hiç kimse için İsviçre'nin Vavey kentinde oturan, bir düzine çocuğu olan cimri ve aksi ihtiyar adam değildi. Şarlo, çağdaş -sevinç düşünce ikilisinin bir imgesi, sinema deyince aklımıza gelen görüntü idi. En azından bizim için, yani doğum yılları, ilk yarısına düşenler için bu böyleydi.

Şarlo'nun görüntüsü ile birlikte düşünemediğimiz bir olay neredeyse yok bizler için: Yoksulluk ve göçler, savaşlar, otomasyon, ekonomik bunalımlar, çılgın zenginlikler, işsizlikler, çağdaş şiddet, yani devlet, yani polis The Kid'de, The Immıgrant'da, The Great Dictator'da, Modern Times'da, City Lights'da, Easy Street'de, A Dog's Life'ta, Monsieur Verdoux'da kendi gerçek görüntülerini bulurlar.

Charles Chaplin'in sinemaya getirdiği iki büyük katkı var: Bunlardan birincisi Mack Sennet, Buster Keaton gibi öbür büyük güldürü ustaları ile birlikte, burlesk'in toplumsal eleştiri gücünü ortaya koyuşu, ikincisi ise Eısensteın ve Grıffith ile birlikte, sesli filmin henüz ortaya çıkmadığı dönemde, sinemanın görsel dilini müthiş bir etkinlikle geliştirip kullanışıdır.

Charles Chaplin, başta kapitalist Amerika olmak üzere, tüketim toplumlarının iki yüzlü ahlakını temsil edenlerin başlıca düşmanlarından biriydi. Bu toplumların sömürgen yapılarını, insanlık*dışı şiddetini, ikiyüzlü ahlakını hemen her filmiyle eleştirmiş, gag'larında birer tokat gibi yapıştırmıştı suratlarına.

Kendi yarattığı tipin vazgeçilmez özelliklerinden "badem bıyığı" benimsemesinden ötürü, Hitler için "Şarlo'nun berbat bir taklididir" diyen faşizmin en yaman düşmanlarından biri olan Chaplin, yüzyıla yaklaşan mücadelesini bitirdi. Güldürünün eleştiri gücünü ortaya koymakta ona yaklaşan biri de çıkmadı henüz sinemalarda.

Chaplin yılar önce Eli Faure ve Louis Delluc'ün yazdıkları gibi, sinemanın Shakespeare'i miydi pek bilemiyorum. Ama, örneğin 21. yüzyılın yeni bir sanatını simgeleyen biri için,  yeni yüzyılımızın Şarlo'su diyenler çıkacaktır.  


Yazı: Onat Kutlar








Yetimhane'den Malikane'ye: Chaplin


Geçen çarşamba günü İsviçre'de Leman Gölü'nün sakin sularına bakan Corsier mezarlığının parmaklıklarından, içerdeki ölüm törenini teleobjektifi ile izlemeye çalışan genç Fransız gazeteci öfkeyle homurdanıyordu:

"Ne demek oluyor bu? Şarlo sadece Oona ile çocuklarının değil, tüm dünyanın malıdır. Niçin yasaklıyorlar herkese töreni?"

Yanında duran kır saçlı, çok yaşlı adam, gözlerini, dalgın bakışlarla izlediği küçük topluluktan ayırıp genç gazeteciye döndü ve gülümsedi:

"Dinsel tören de istemedi Şarlo" dedi. Buna rağmen Vatikan, baş sağlığı mesajı yayımladı... Annesi Hannah'nın 1928 yılındaki ölüm töreni nasıl oldu biliyor musunuz?"

Gazetecide öfke, yerini hemen meraka bıraktı. Yaşlı adama dikkatle baktı. Ünlü sinema tarihçisi, Chaplin'in biyografi yazarı Leprohon'a ne kadar benziyordu.

"Hayır" dedi.

"Öyleyse dinleyin, ben anlatayım. Hannah'nın mezarının başında altı iskemle vardı. Bunlardan beşi boştu. Sadece birinde Şarlo oturuyordu. Ayrıca yakın dostu Karl Robinson'dan çevredeki tüm gazeteci ve meraklıları kovmasını özellikle istemişti."

Genç gazeteci uzun uzun düşündü bu konuşmayı daha sonra. Yirminci yüzyıl boyunca yarattığı tiple insan duygularının, düşüncelerinin, korkularının, sevgi, acı,  direnç ve öfkesinin simgesi olmuş bu büyük sanatçıyı, böylesine kapalı kılan giz perdesinin altında ne var? Bürosuna dönünce Chaplin'in anılarından, annesinin ölümüyle ilgili satırları okumaya koyuldu:

"Tabutu taşıyan arabanın arkasında sadece ben vardım. Ne kadar tuhaf? Yaşamının burada sona ermesi annemin? Yüreğinin ilk kez kırıldığı Lambemth'den on binlerce kilometre uzaktaki bir yerde... Baştan başa saçma değerlerle örülmüş bu Hollywood'da?... Sonra birden gözlerimin önüne bir sağanak gibi boşandı anılar. Hannah'nın tüm yaşantısını oluşturan mücadeleyi, acılarını, cesaretini, trajik ve yitik yaşamını düşündüm yeniden... ve ardından gözlerimden yaşlar boşandı."

Hannah?.. Lambeth?.. Kimdi Hannah? Lambeth neresiydi?..



Anasının Oğlu



Charles Chaplin için önemli olan babasından da fazla annesiydi. Çünkü ünlü komedyenin doğum günü olan 16 Nisan 1889 tarihinde Londra'da tutulmuş tüm doğum sicillerini tarayan araştırmacılar orada Charles Spencer Chaplin adına rastlayamadılar. Çünkü Şarlo, babasının soyadıyla değil, annesinin soyadıyla kayıtlıydı. Ve bu, Hannah'nın yaşamında ilk olay değildi. İrlandalı bir milliyetçinin kızı olan Hannah Hill, çok küçük yaşında müzikhol artisti olmuş; 16 yaşında, bir Lord'un peşine takılıp Afrika'ya gitmişti. Lord'dan ayrılıp Şarlo'nun babası olan Chaplin'le evleneceği sırada bir de oğlu dünyaya gelmişti. 16 Mart 1885 gününün nüfus kayıtları bu çocuğun adını şöyle yazıyorlardı: "Sidney Hell-Hannah Hill'in oğlu..." Bunun ne anlama geldiğini kestirmek zor değil.

Müzikhol gösterilerinde şarkılar söyleyen bir Bariton'du baba Chaplin. Şarlo onu çok az tanıyor. Sarhoş, kaba yaşamının büyük bölümünü meyhanelerde geçiren, karısı ve eviyle ilgilenmeyen biriydi Bariton. Şarlo'nun doğumundan çok kısa süre sonra da iki küçük çocuğun yaşamından çekilip gitti.




Kundaktan Sahne'ye



Şarlo'nun doğumundan hemen sonra genç aktris, iki çocuğuyla Londra'nın ilginç semtlerinden biri olan Lambeth'de bir eve taşındı. Şarlo orada, kulislerin tozlu havasını koklayarak, akrobatlar, cambazlar, şarkıcılar, mim sanatçılarından oluşan renkli ama yoksul bir atmosferde büyüdü. Daha bebekken çıktı sahneye. Sonradan anılarında o ilk yılları şöyle anacaktı: "O yıllarda Lambeth'de yaşamımız harikuladeydi. Hemen her gün yemek yiyebiliyorduk..."

Hannah, Bariton Chaplin'in onları terk edişinden sonra,  üçüncü bir ilişkiden üçüncü bir çocuk daha doğurmuştu. Ama bu yeni oğul, babası aktör Leo Drayden tarafından tanınacak, onun nüfusuna geçirilerek, annesinin yanından alınacaktı.

Kısa süren mutluluk yılları, Hannah'nın sağlığında başlayan düşüşle sona erdi. Gezgin ve yorucu yaşamı, genç kadının sesini etkiliyordu. Yoksulluk, havanın nemliliği, sık sık soğuk algınlığından onu yatağa düşürüyor, sesi kısıldığından şarkı söyleyemiyordu.

Ve küçük Şarlo'nun sanat yaşamını başlatan gece, gözyaşları ile bir sevinci birbirine karıştırarak geldi.




İşte, O Gece




Hannah, o akşam şarkı söyleyeceği Aldersshot'taki Cantine müzikholüne Charles'ı da birlikte götürmüştü. Seyircilerin büyük bölümü izinli askerlerdi. Chaplin o geceyi anılarında şöyle anlatıyor:


"Annemin sesi, şarkı söylerken birden kısıldığında ben kulisteydim. Yüzünü görmüyordum. Ama sesi bir hırıltı halini almıştı. Seyirciler gülmeye ıslıklar çalmaya başladılar. Ne olduğunu pek anlayamıyordum. Ama yuhalamalar ve gürültüler öylesine arttı ki annem sahneyi terk etmek zorunda kaldı. Kulis'e girdiğinde yıkılmış, mahvolmuştu. Beni bir gün şarkı söylerken görmüş olan sahne direktörü bir teklifte bulundu. Annemin yerine ben çıkacaktım sahneye. Annem önce istemedi. Sonra ne olduğunu anlamadan kendimi sahnede buldum. O sırada çok sevilen Jack Jones adlı parçayı söylemeye başladım. Şarkının ortasında sahneye küçük paralar yağmaya başladı. Hemen durup paraları toplamaya koyuldum. Nasıl olsa şarkıya sonra da devam edebilirdim. Bu davranışım seyircileri çok güldürdü. Sahne direktörü elinde bir mendille bana yardım etmek üzere sahneye girdi. Paraları alıp gidecek zannettim. Seyirciler bu korkumu anlayınca daha fazla gülmeye başladılar. Direktör, paraları anneme teslim edinceye kadar izledim onu. Sonra başka numaralara başladım. Çok rahattım sahnede. Dans ettim, taklitler yaptım, başka şarkılar söyledim... O gece benim sahne yaşantımın başlangıcı, annemin ise sonu oldu."


Ama Şarlo'nun gerçek yaşamının başlaması için henüz vakit erkendi. Aile, işsizlik ve yoksulluktan oturdukları evi terk edip daha küçük bir yere taşındı. Sonra tek odalı bir yere. Her taşınmada eşyalarının sayısı da azalıyordu.

Şarkı söyleyemeyen Hannah, tüm gelirini yitirmişti. Eski kocası Chaplin'in arada sırada verdiği üç beş kuruş, karınlarını bile doyurmuyordu. Bir dikiş makinesi alarak çalışmaya koyuldu. Ama gene de geçinemiyorlardı. Hannah çocuklara dikiş dikmesini öğretti.

"Sefil bir odada yaşıyorduk" diyor Sidney. "Çoğu kez yiyecek hiçbir şeyimiz olmadı. Charlie'nin de benim de ayakkabımız yoktu. Annem kendi ayakkabılarını gözü gibi saklıyor, arada sırada bir imarethaneden yemek almaya gidiyordu. Arada sırada haciz memurları gelip borçlardan ötürü bir iki eşyamızı daha götürüyorlardı. Yasalar gereğince sadece yatağımıza dokunamıyorlardı..."

Hannah bir sanatçıydı. Bu korkunç yoksulluk içinde bile fantezisini unutmuyordu. Çoğu kez pencere kıyısına oturur, olağanüstü mim yeteneği ile, sokaktan geçen tipleri, onları görmeyen çocuklarına taklit ederdi.

Sonunda dikiş makinesi de satılınca Hannah için Yoksullar Evi'ne taşınmaktan başka çıkar yol kalmadı. Bu "iyilik yuvası"nın ilk işi anne ve çocukları ayırmak oldu. Sidney ve Charlie'nin saçları usturaya verildi ve üç hafta sonra Hanwell yetimler okuluna kaydedildiler. İki yıl sonra kasvetli, karanlık bir günün ortasında küçük Charlie'nin yanına yaklaşan bir hemşire, ona annesinin çıldırdığını ve Cane Hill'deki tımarhaneye kapatıldığını söylediğinde, Yetimler Okulu küçük Şarlo'nun başına yıkıldı.

Küçük zayıf bilekleri ile sekiz yaşındaki Charles Chaplin, umutsuzluğun derin uçurumuna yuvarlanmamak için yaşama tutunmaya çalıştı.

O sırada futbol maçında oynayan Sidney ise, haberi alınca hiçbir tepki göstermedi. Futbol oynamaya devam etti. Ama Charlie, maç bitince, onun bir köşeye çekilerek uzun uzun ağladığını gördü.



Amerika sıkı dur, seni fethedeceğim



Charlie'nin,  annesi Hannah'nın tımarhaneye yatırılışı öğrenmesinden bir hafta sonra, mahkeme kararı uyarınca babaları bariton Chaplin onları kendi yanına almak zorunda kaldı.

"Kennington Road 287" adresindeki bu harap evde baba Chaplin yeni karısı Louise'le birlikte oturuyordu. Çocuklar ilk gün iyi karşılandılar, ama çok geçmeden burasının yetimhaneden daha beter bir yer olduğunu anladılar. Güzel bir kadın olan Louise, üvey çocukları ile baş başa kalınca yüzündeki maskeyi bir kenara atıyor, canavar kesiliyordu. O da baba Chaplin gibi ayyaştı. Charlie okuldan dönünce ev işlerini yapıyor, parkeleri fırçalayıp kapkacağı ovuyordu saatlerce.

Gene de söyleniyordu Louise. "Şu yok mu şu" diyordu Sidney için. "Şu küçük pislik..hemen bir ıslah evine gönderilmeli. Zaten Charles'ın oğlu da değil."

Baba Charles'ın ise hiçbir şey umurunda değildi. He gece sarhoş geliyor, Louise'le saatlerce kavga ediyordu. Bir gece eve geç gelen Louise, Sidney'le Charlie'yi kapıda, aç, titreşirlerken buldu. Ama tepesi atmıştı bu kez. "Gidin sizi peydahlayan babanızı bulun, o baksın size..." Birkaç gün sonra baba Charles ile Louise hakkında kovuşturma açıldı. Çünkü devriyeler, sabaha karşı üç buçukta iki küçük çocuğu bir yangın yerinde, açıkta birbirine sarılmış uyurken bulmuşlardı...

Kısa bir süre sonra Baba Chaplin'in alkolün yorduğu vücudu pes etti. Benzer alınyazılarını paylaşan oyuncu, şarkıcı ve akrobatların yararına düzenledikleri gecenin geliriyle hastaneye kaldırıldı ve otuz yedi yaşında öldü.

Sidney, karnını bir taraflarda doyurmak üzere sık sık ortadan kaybolmaya başlayınca, Charlie, yeryüzünde yapayalnız kaldı. Yangın yerlerinde, barakalarda yatıp kalkıyor, pazardan topladığı yemiş artıkları ile karnını doyuruyordu. Arada sırada bir laternacının peşine takılıp, onun müziğiyle dans edip üç beş kuruş toplayınca ayakkabılarını boyuyor, üstüne biraz çekidüzen veriyordu. Başka işlerde yapıyordu: Berber çıraklığı, bir büroda ayak işleri, zengin bir evde komilik gibi... Ama hiç unutmadığı bir şey vardı: Oyunculuk. Parası olmadığı için müzikhole gidemiyordu. Ama küçük kilisede çocuklar için düzenlenen Sihirli Lamba" gösterilerini kaçırmıyordu. Çünkü orada bir penny'ye hem sıcak bir kahveyle bir parça pasta veriyorlardı, hem de "Çarmıha Gerilme" gösterisi yapılıyordu.



Tramp'e doğru



Sidney bir gemide miço olarak gittiği Güney Afrika gezisinden döndüğünde Charlie'yi uzun aramalardan sonra bir sokak köşesinde buldu.  Charlie tanınmaz haldeydi. Sidney'in verdiği parayla yıkandı, elbise de alacaktı ama kendini tutamayıp bir ufacık servetle şekerleme alıp yedi.

Sidney, yolculuktan bıkmıştı. Charlie ile oda kiraladılar. Tiyatro yapmaya kararlıydılar. Ve çok geçmeden Blackmore Artist Ajansı onlara bu fırsatı verdi. Charlie, ajansın nasılsa fark ettiği bu olağanüstü yetenekli ve sevimli çocuk, Sherlock Holmes oyununda küçük bir rol alacaktı.

Tam on iki yaşındaydı Charles Chaplin. Yüzyılın da ilk yılı: 1901. O günü şöyle anlatacaktı:

" Eve otobüsle döndüm. Mutluluktan sarhoş gibiydim. Elde ettiğim fırsatı yavaş yavaş kavrıyordum. Birden yoksulluk yıllarımı geride bırakıyor, uzun süredir düşlerimi süsleyen evrene adımımı  atıyordum. Annemin bana yıllarca anlattığı evrene: Aktör oluyordum."



Bundan sonrası Chaplin'in Londra Müzikhol'lerinden
Amerika turnesine uzanan yolculuğu,  Şarlo tiplemesinin ilk 
ortaya çıktığı Kid Auto Race ve Keystone Filmleri.... Yazı Onat Kutlar'ın
1977'de Milliyet için yazdığı diziden. Okumak isteyenler, hikayenin devamını ve sonunu
benim de bu yazıyı aktarmış olduğum Onat Kutlar'ın Sinema Bir Şenliktir isimli kitabında bulabilirler.

1 yorum:

  1. Chaplin'e yakışır bir yaşam değil mi ?

    Chaplin üzerine üç kitap okudum ben: Agora'dan çıkan Chaplin üzerine yazı ve röportajların yer aldığı bir kitap, Andre Bazin'in Charlie Chaplin kitabı ve bir sahafta denk geldiğim 71 basımı Marcel Martin isimli bir yazara ait Şarlo!. En son da işte Onat Kutlar'ın kitabındaki bu sayfalara denk geldim. Chaplin'in tek kitabı olan otobiyografi'si yok sanırım türkçede. Umarım çok geçmeden çevrilir.

    Hannah, Chaplin'in ismini Great Dictator'deki meşhur söylevinde tutkuyla haykırdığı Hannah, Chaplin'in annesinin ismiymiş, bilmiyordum. Annesinin ve Charlie Chaplin'in acılı yaşam öyküsünü okuduktan sonra filmi izlerken beni çok etkilemiş olan bu haykırış şimdi daha bir anlamlı

    YanıtlaSil