Fotoğraflar / Baudrillard


Baudrillard

lşık için nesneler bir bahanedir. 

Nesnelerden yoksun bir dünyada, ışık bizim varlığını bile fark edemeyeceğimiz, uçsuz bucaksız, başı sonu olmayan bir şeye benzeyecektir.

Öznelerden yoksun dünyada, bilincimizde herhangi bir yan­sımaya yol açamayacak düşünce evreni içinde kaybolup gitmek durumundayız. Çünkü özne dur durak tanımayan düşünce dalanımını durdurabilen ve yansıtabilen varlıktır. 


Nesne ışığı durduran ve onu yansıtan şeydir. 

Fotoğraf çekmek demek ışıkla otomatik bir şekilde yazı yaz­mak demektir. 

Sessiz bir imgeyi ancak kitleler ve çölde karşılaşılan sessiz­likle karşılaştırabilirsiniz. 



Fotoğraf makinesiz bir fotoğrafçı olabilmek ve dünyayı ma­kine olmadan dolaşıp fotoğraflamak, kısaca, fotoğraf olayının ötesine geçerek şeyleri sanki imge ötesi varlıklarmış gibi gör­mek, sanki fotoğraflarını bir önceki yaşantımızda çekmişiz gibi bir duygu yaşayabilmek ne müthiş olurdu. 



Belki de bir tür hayvanlık (ilkel içgüdüler-çn) aşamasına benzeyen bir imge aşamasından geçmiş bulunuyoruz. Ayna aşamasınınsa bütün bunların bireysel yaşantımızdaki yansıma­sından başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz. 



Otoportre diye bir şey yoktur. Yalnızca dünya kendi imgeleri aracılığıyla kendi otoportre­sini oluşturabilmekte ve aldığı keyfi hatır için bizimle paylaş­maktadır. 

Buna karşın bütün imgelere aynadaki yansımamız kadar duyarlı olmak gerekiyor. 



Bu olay gerçeklikle olan buluşmanızı kaçırmak türünden bir şeydir ... bunun nedeni belki de gerçek olmayan diğer/paralel dünyayı tercih etmemizdir.

Zaten gerçeklik evrenine paralel olan evrenlerle daha çok il­gilenmiyor muyuz? 

Bütün ikili yaşam biçimlerini bize bahşedilmiş olana tercih etmiyor muyuz? 



Ayrıntı ya da fragmandan daha güzel paralel bir evren düşünemiyorum. Bütünden ve oluşturduğu bu teknolojik karmaşadan yalıtıl­mış bir ayrıntı doğal olarak gizemli bir şeye dönüşmektedir. 

Doğal dünyadan kopartılan her parça, bu eylem gerçekleşti­rildiği esnada, gerçek ve oluşturduğu bütüne karşı girişilmiş yıkıcı bir eylem olarak yorumlanabilir. Bunun için fragman gibi kısaltmalardan oluşmak yeterlidir.  İstisnai olmak da yeterlidir. 

Her özgün imge istisnai bir şeydir, çünkü tüm diğerlerini unutmamızı istemektedir. 



Öyle hassas bir objektif olmalı ki, sözcüğün gerçek anla­mında yalnızca karşısında duranları algılamalı ve poz verirmiş gibi yapanlarla orada olduğunun farkında bile olmayanları algılamamalı; film şeridiyse bunlara karşı duyarsız olmalı ve gö­rüntülerini kaydetmemeli. Tıpkı ruh benzeri şeyler ya da vampirleri kaydetmediği gibi. 

Zaten objektif, fotoğrafın çekilmiş olduğu anda bizim hangi durumda olduğumuzu göstermektedir. 



İşte bu yüzden fotoğrafımızın çekildiği anda içimizde bir ölüm hissi duyuyoruz, tıpkı kendi varlığının kanıtlarına karşı duyarlı olmayan Tanrı gibi. 

Kendimizi somut bir varlık olarak gördüğümüz an içimiz­deki tüm duygular olumsuz hale gelmektedir. 



Varlık değil yokluk üzerinde odaklanılmaktadır. Özgün olan şey bir nesne, bir imge, bir fragman, Mark Rothko'nun güzel deyimiyle: "Aynı anda bütün dünyaya açılan ve kapanan" bir düşüncedir.

Gerçeği gerçeklik ilkesinden koparıp, ayırmak. 

İmgeyi yeniden canlandırma ilkesinin elinden çekip almak. İmgeyi, nesne ve bakışın yansıttığı ışıkların çakışma noktası olarak görmek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder