"Bunu düşünmemek
ne büyük bir aptallık!"
T.H. Huxley, Türlerin Kökeni'ni okumasının ardından yaptığı
yorum.
"Kişi
kesinliklerle başlarsa gideceği yer kuşkulardır; ama kuşkularla başlayacak
kadar doygun ise, kesinliklere ulaşır."
Bacon, öğrenmenin İlerleyişi
TÜRLERİN KÖKENİ
DÜŞÜNCESİNE İLİŞKİN
İLERLEYİŞİN TARİHSEL ÖZETİ
İLERLEYİŞİN TARİHSEL ÖZETİ
İngiliz şiirinin belki de en kötü iki dizesi 1799 yılında
John Hookham Frere tarafından yazılmıştı:
“Kanatları olan
tüylenmiş tür havada süzülür
Artık bir uskumru
değildir o, ama ayı olmaktan uzaktır hâlâ!”
Hookham Frere’nin iğneli bir dille yazdığı, “İnsanın
İlerleyişi; Anti-Jacobin Manzumeler” şiirinden alınma bu zavallı dizeler,
kendince bir ahlak anlayışına sahiptir. Kuşlar, ayılar ve balık sözcükleri
politik bir mesaj taşımaktadır. Nesneler olduğu gibidir ve onlara farklı
işlevler yüklemek budalacadır. Fransız Devrimi, “Tanrı’nın düzeni” anlayışını
sarsmıştı; insan haklarına dayanan bir düzen ilan etmek, uskumruların -ya da
ayıların- uçabileceğini söylemek kadar saçmadır.
Altmış yıl sonra yayınlanan Türlerin Kökeni kitabından bir
çift alıntı yapalım:
“Hafifçe dönüşlere ve yükselişlere olanak sağlayan çırpınan
yüzgeçleriyle havada süzülerek uzun mesafeler gidebilen uçan balıkların,
mükemmel kanatlara sahip hayvanlara dönüştüğünü düşünmek anlaşılmaz değildir.
Değişimlerinin erken aşamalarında bu canlıların okyanuslarda yaşadıklarını,
oluşum halindeki uçma organlarını, bugün bildiğimiz kadarıyla diğer balıklara
yem olmamak için kullandıklarını neden düşünmeyelim?” “Hearne, Kuzey Amerika’da
siyah ayıların bir balina gibi ağızları açık biçimde saatlerce yüzerek böcek
yakaladığını görmüştü... Teorime göre, böyle bireyler bazen, tipik olan
yapılardan yavaş ya da keskin biçimde farklılaşarak, olağandışı davranışlar
sergileyen yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olabilir.” Böylelikle Charles
Darwin, evrimin nasıl bir gelişim izlediğini ele alıyor. Evrim henüz, suda
yaşayan böceklerin tadına bakan bir kara hayvanından bir balina-ayı yaratmamış
olsa da, yaratabilirdi. Evrim zaten, havada süzülen balık örneğindeki gibi sıra
dışı canlılar yaratmıştı. Tanrısal hamurdan yoğrulmuş, donmuş bir canlı yaşamı
düşüncesi ölmüştü artık. Bunun yerini, her şeyin değişebilirliği düşüncesi
alıyordu.
Darwin’den önce doğa bilimcilerin büyük bir bölümü, türlerin
değişmez varlıklar olduğuna ve ayrı ayrı yaratıldığına inanırdı. Bugünse, onun
teorisinin temel öğesi olan, türlerin değişim geçirdiği ve bugünkü türlerin
erken dönem türlerinin torunları olduğu düşüncesi herkes tarafından (ya da
kabul etmeme inadında olan herkes tarafından) kabul edilmektedir. Sorulduğunda,
çoğu insan neden böyle düşündüğünü açıklamakta zorlanacaktır. İnsanların ve
şempanzelerin akraba olduğunu; bitkilerin, hayvanların ve diğer canlı formların
ortak bir atadan geldiğini biliriz. Hayatta kalmak için mücadele, en iyi uyum
sağlayanın hayatta kalması ve türlerin kökeni yaygın olarak kabul gören bir
anlayış durumuna geldi. Evrim gerçektir: Ve, Papa bile bunu kabul etti (“Yeni
bilgiler bize evrim teorisinin bir hipotez olmanın ötesine geçtiğini
göstermektedir,” diyerek kaçak güreşse de).
Evrim teorisine ilişkin bu durum, Galileo’nun dünyanın güneş
çevresindeki hareketine ilişkin modelinin kabulüne fazlasıyla benzemektedir.
Galileo’nun haklı olduğunu biliyoruz, fakat onun kanıtları nelerdi? Vatikan’la
yaptığı tartışmada, neden "eppur si muove" (ama o hâlâ dönüyor) diye
mırıldanmıştı? İleri teknolojinin yokluğunda, Galileo’nun kanıtları yeterince
sağlam değildi. Teorisi, derin uzaydaki sabit gök cisimlerinin oluşturduğu
fonda ‘dolaşan yıldızlar’ı -gezegenler- hareketini açıklıyordu. Model, ancak ve
ancak dünyanın bir gezegen olması ve gökyüzünün onun çevresinde dönmemesi
durumunda anlamlı oluyordu. Galileo’nun kanıtları, doğru olabileceği noktasında
ikna edici olsa da, onun düşüncelerine inananların çoğu için bilinmezliklerle
doludur.
Evrim teorisinin durumu da buna benzer. Düşünce temelinde
güneş sistemi modeli kadar basit olsa da, yaşamın nasıl işlediğine ilişkin
anlatımı apaçık değildir. Yaygın algılayışa göre -dünya-güneş örneğindeki gibi-
hayat bizim çevremizde döner.
Ancak bu düşüncenin bir kusuru vardır: Yanlıştır.
Uydular aracılığıyla sağlanan bilgiler, evrenin yapısına
ilişkin inkâr edilmesi olanaksız bilgiler sağlamıştır. Evrim kuramı için aynı
işlevi genler görmüştür; genler evrim kuramının muzaffer kanıtlarıdır.
Galileo'nun gezegenlerinin gördüğü işlevi, biyoloji alanında Darwin’in
teorisindeki ortak köken (common descent) kavramı görmüştür. Bu kavram, insanın
kendisi ile ilgili algılamayı değiştiren tek bestseller olan ve sıradan okuyucu
için yazılan bir kitapta tanımlanmıştır. 1859 yılında yazılan bu kitapta ileri
sürülen düşünceler, bugün halâ birçok önemli buluşu birbirine bağlayan çimento
işlevini görmektedir.
Evrimin işleyişi başka hiçbir yerde daha iyi
açıklanmamıştır. Darwin çalışmasını, “uzun bir tartışma” olarak adlandırmıştı.
Modern biyologlar bu tartışmayı sürdürebilir, ama eninde sonunda Darwin’in
teorisini kabul etmek zorunda kalacaklardır. Onun dört yüz sayfalık kitabını
okuduğunuzda, söylediklerinin her yeni bilimsel atılımla nasıl uyumlu olduğunu
görmek insanı şaşırtıyor. Türlerin Kökeni'nin bugün de, yazıldığı günkü kadar
güçlü bir mantığı bulunduğuna kuşkumuz yoktur.
Ancak, onun yüz elli yıl önce ortaya atılmış tezleri,
kanıtları gösterilmeden önce çok sayıda boşluk barındırmaktaydı. Bu boşlukların
hepsi -ya da hemen hepsi- şimdi doldurulmuş durumdadır. Benim kitabım Darwin’i
güncelleştirmektedir. Kitabım, olabildiğince, ‘Türlerin Kökeni'ni yeniden yazma
girişimidir. Onun planını, tarlalardan fosillere, arı kovanlarından adalara
kadar uzanan bir iskelet üzerinde geliştirdiği planı kullandım; ama benim Büyük
Gerçeklerim (Grand Facts -Darwin’in çok sevdiği ifadelerden biridir), 20.
yüzyılın sonlarının bilgi düzeyi üzerine kuruludur. Neredeyse Bir Balina
(Almost Like A Whale), Darwin’in düşüncelerini, bilimsel gelişmelerin ışığında
yeniden okumaya çalışmak ve evrim kuramının biyolojiyi bütünleştirdiğini
göstermek için yazıldı.
Evrim kuramı,
içerdiği düşünceler bilinçli ya da bilinçsizce, ekonomi, politika, tarih, sanat
ve daha pek çok alanda kullanıldıkça, bilimsel bir teori olmaktan daha fazla
bir şey haline geldi. Konuya yabancı insanların bu teoriyi küçümsemeye gücü
bile yetmez; ve ortalama okuyucu için evrim kuramının pek çok yönünü açıklayan
mükemmel kitapların yazılmış olduğu düşünülürse, böylesi bir küçümsemenin
hiçbir özrü olamaz. Ancak, teoriyi bütünüyle ele alan bir kitap yoktur;
evrimsel biyolojinin, alanının derinliğini ve zenginliğini yansıtan teknik olmayan
ve modern bir ele alınış tarzından söz edilemez. Türlerin Kökeni'ni yeniden
yazmak, çoğu biyologun cesaret edemeyeceği bir şeydir. Görevin zorluk derecesi
cesaret kırıcı olsa da (bazı yönlerden umutsuz), bu kitapla ben bunu denedim.
Bu hedefi başarmaktaki en büyük güçlük, neleri kapsam dışında
bırakacağımı belirlemekti. Türlerin Kökeni, yalnızca modern biyolojinin değil,
yerbilim (jeoloji) ve psikolojinin birçok alanının da kuruluşunu işaret eder.
Çalışmamda bütün bu alansal genişliği yansıtmaya çalıştım, ama kuşkusuz
yetersiz kaldım. Kitabım, Darwin’in mantığını kullanarak bugünün buluşlarını
temellendirmeye çalışmaktadır. Kitap, evrim düşüncesinin ya da yaşamın bir
tarihi değildir; ne Darwin’in biyografisidir ne de hayvanların ve bitkilerin.
Fakat çalışmam, okuyucularımı evrim teorisinin doğruluğuna ikna edeceğine inandığım
bir tartışmadır. Kitabı belirli sınırlar içinde tutabilmek (orijinaliyle aynı
uzunluktadır ve konu başlıklarına ayırma büyük ölçüde aynıdır) ve kimi konulara
yer açabilmek için bazı konuları ayıklamak zorunda kaldım.
Çalışmamın kapsamı konusunda referansım Darwin’in büyük
çalışmasıdır. Yalnızca önemsiz bir istisna yaptım. Onun kitabında insanlık
üzerine önemli bir tümce vardır (‘insanın kökeni ve tarihi mutlaka
aydınlanacaktır’), fakat bugün geçmişimiz hakkında bilgi birikimi çok büyüktür
ve çalışmamın son bölümünde bu konu üzerine yoğunlaştım. Darwin, kitabında
çeşitli konuları kapsam dışında bırakmıştı. Onun kitabında temel düşünsel
yetilerin kökenine değinilmemiştir, canlı hayatın erken dönemlerinin fazla ele
alındığı da söylenemez. Yaşamın ve bilincin başlangıcı konuları benim
sayfalarımda da bulunmamaktadır; ve teorinin ahlaki yönleri ile ilgili
değinmelerden uzak durulmuştur.
Bu metni, hem içerik hem biçim bakımından orijinalinin bir
gölgesi olmaktan öte bir çalışma olarak değerlendirmek küstahlık olurdu.
Türlerin Kökeni, hayata ilişkin literatürün en yüksek noktasıdır. Darwin çok
iyi yazıyordu, çünkü çok fazla okumuştu. Günlüğüne yazdıklarından, tek bir yaz
mevsimi boyunca, Hamlet, Othello, Mansfield Park, Sense and Sensibility, Bosusell’s
Tour of the Hebrides, the Arabian Nights ve Robinson Crusoe'yu okuduğunu
anlıyoruz. Onun yazını, bir Victoria dönemi kır evi gibidir. Hangi doğrultudan
bakarsanız bakın kendine güven yayan bir yazın; edebi bakımdan da, otobiyografi
olarak da, göz alıcı bilimsel eserler olmaları yönünden de.
Darwin’in Galapagos takımadalarını ilk görüşü ile ilgili anlatımıyla,
Herman Melville’in 1854’te basılan The Encantadas (takımadaların bir başka adı)
adlı kitabındaki ilk izlenimleri karşılaştıralım.
Darwin’in anlatımı canlı ve
dolaysızdır: “17’sinin sabahında,
yer yer tümseklerle bozulmuş tekdüze yuvarlak hatları olan ve krater
kalıntılarının bulunduğu Chatham adasına ayak bastık. Hiçbir şey bu ilk
görüntüden daha itici olamazdı. Siyah bazalt lavların oluşturduğu düzensiz iniş
çıkışlarla dolu olan ve çok az yaşam belirtisi taşıyan bu alan derin yarıklarla
kesiliyordu ve her yer güneşte yanmış bodur çalı çırpıyla kaplıydı. Öğle
güneşinin pişirdiği kuru ve susamış yüzey, bir sobadan yayılan aşırı sıcağın
neden olduğu rahatsız edici duygulara benzer duygular uyandırıyordu: Çalılar
bile kötü kokuyor gibi geliyordu bize.”
Buna karşılık, Melville’in anlatımı kuru ve cansızdır: “Lanetli bir sözü andıran Encantadas, Idumea
ve kutuptakine eş bir yalnızlık ve perişanlığı yaşar ve orada hiç değişiklik
yaşanmaz; ne mevsimler ne de sıkıntılar değişir. Ekvatorun üzerinde bulunan bu
adalar ilkbaharı da sonbaharı da tanımaz. Ateşin altında zaten oldukça
küçülmüşlerdir, fakat, felaketler işini henüz tamamlamışa benzemez. Yağmurla
birlikte çöller bile hayat bulur, ama bu adalara hiç yağmur düşmez. Güneş altında
kurumaya bırakılmış bir su kabağında oluşan çatlaklar gibi, hiç bitmeyen
kuraklık bu adalarda toprağı çatlatmıştır.”
Hiç kimse Darwin’in dilini taklit edemez. Bunu denemedim
bile (yine de, kitabımın diline ahenk kazandırsın diye onun birkaç tümcesini
aşırmadan edemedim). Türlerin Kökeni'nin orijinalini okumanın okuyucuya
kazandıracaklarına ipucu olsun diyerek, Darwin’in özetlerini, bölüm
içeriklerinin listesini ve kitabının final bölümü ‘Özet ye Sonuç’u kitabıma
aldım.
Don Kişot'u sözcüğü sözcüğüne yeniden yazan Borges’in
yaptığı gibi, Türlerin Kökeni'ni, 19. yüzyılda anlaşılmaz olan bazı düşünceleri
anlaşılır kılacak modern bir dille cümle cümle yazmak olanaklıydı. Ben böyle
yapmadım. Onun tartışmalarının planını değiştirmeden kullansam ve kitap
düzenini aynen alsam da, Darwin’in büyük eserini hareket alanımı sınırlayan bir
mengene gibi değil, bana yol gösteren bir kılavuz olarak değerlendirdim. Bu
çalışma, evrim teorisinin güçlü ve zayıf yönlerini birlikte ele alan bir
denemedir. Mimarisi uzun yıllar öncesine dayansa da, bugünün malzemeleriyle
inşa edilmiştir. Türlerin Kökeni'nin, Victoria dönemine özgü kesin bir
ciddiyetle yazıldığı ve pek de neşeli bir havaya sahip olmadığı söylenmelidir.
Her şeyin hafife alındığı yaşadığımız dönemde, zaaflarıma yenilerek, bilimsel
anlatımları evrim teorisinin ve evrim üzerine çalışanların ilginç öyküleriyle
renklendirmekten geri duramadım.
Evrim öğrencileri, bir tehlikeyle daha karşı karşıyadır.
Kimi anlayışların değişmez gerçekler olarak kabulü tehlikesi... Kimi biyologlar
(tıpkı kimi Marksistler gibi) bu itici davranışı paylaşmaktadır. İstedikleri
şey, din adamlarının davranış ve düşünce tarzından farklı mıdır? Kutsal
metinleri yorumlamak başlı başına baştan çıkarıcı bir eylemdir. Ama ben bu
yöntemden kaçınmaya çalıştım.
Darwin, bütün bilim insanları içinde belki de biyografisi en
iyi yapılmış olanıdır. Bu donuk ve bazen küstah olan insanlar grubu içinden,
Darwin çekiciliği ve alçakgönüllülüğü ile dikkat çekmektedir. Darwin’in
ailesini incelemenin bile çekici bir yönü vardır. Büyük büyükbabası Erasmus,
kahramanlık mısraları ile evrim teorisini dile getirdiği bir kitap yayınlamış
ve kitapta Frankenstein’a dönüşmekten söz etmişti: “Bu kurgusal olay Dr. Darwin
ve Almanya’daki kimi fizyoloji yazarları tarafından önerilmiş ve gerçekleşmesi
olanaklı bir durum olarak değerlendirilmişti.” O, Joseph Priestley ve Josiah
Wedgwood’un da üyeleri arasında olduğu Lurıatick grubuna üyeydi. Oksijenin keşfiyle
ya da İngiltere’de endüstrinin geliştirilmesiyle uğraşmadıkları zamanlarda,
çeşitli duaları halk dilinde söyleme yeteneğinde olan makineler icat etmekle
meşgul olurlardı. Charles’in babası Robert Darwin, aristokrasiyle içli dışlı
olan bir hekimdi ve torunu Bemard, İngiltere’yi temsil etmiş bir golfçüydü.
Bu kitap, biyolojinin kalbini oluşturan Darwin'in bilimine
ilişkindir. Kökleri geçmiştedir, ama bugün için bir anahtardır. Konuları arasında
AIDS’e neden olan virüs (HTV) ve insan türü, köpek gösterileri ve Pasifik’te
akıntıyla sürüklenen çöpler de vardır. Bazıları der ki, Milton her şeyi bilen
en son adamdı (ya da, bir otorite olarak birçok konuda tartışabilecek yeterli
bilgi birikimine sahipti). Darwin, bunu iddia edebilecek en son biyologtu.
Kendi anlatımıyla aklı, gerçekliğin çok sayıda alanında genel yasalar üretip
duran bir makine gibi çalışırdı. Türlerin Kökeni’nin taslağının
oluşturulmasında The Cottage Gardener and Country Gentlemaris Companion, The
India Sporting Re view ve The Philosophical Transactions of the Royal Society
of London'ın da içinde bulunduğu çok sayıda kitap ve gazeteye başvurulmuştur.
Charles Darwin çalışmasında, bilgi edinmek için, uzman ya da amatör çok sayıda
insandan yararlanmış, onların bilgilerini kendi çalışmasının potasında
eritmiştir.
Bugün yaşamın yasalarının nasıl işlediğini bildiğimiz için,
evrimin, istisnaların (exceptions) bilimi haline geldiğini söyleyebiliyoruz.
Konunun özünü karartan ve neredeyse kan davasına dönüşmüş ayrıntıların
tartışmasına girmek boğucu olurdu (yine de her biyolog bu kitapta hoşuna
gitmeyecek bir şeyle karşılaşabilir). Fakat tartışmalar ne denli keskin olursa
olsun, hiçbir bilim insanı Türlerin Kökeni'nin temel gerçeğinin ortak kökenden
değişim olduğunu yadsıyamaz.
Darwin’in işi hiç de kolay değildi. Canlı yaşamın değişirli-ği
düşüncesine bile alışkın olmayan bir okur kitlesini ikna etmek durumundaydı.
Ciddi bir karşı koyuşla karşılaştı. The Daily Telegraph, okuyucularını,
seçimlerde aday olmuş ve Türlerin Kökeni hakkında destekleyici eleştirilerde
bulunan kişilere oy vermemeye çağırıyordu ve John Ruskin ‘kaba soy kütüğü
araştırmacılarını şu sözlerle kınıyordu: “Şu korkunç gürültüleri çıkartanlar..!
Incil'deki dizelerin sonundaki her ahenkte onların şangırtısını duyuyorum.”
Darwin’den önce de evrimle ilgili geliştirilmiş düşünceler vardı, ancak evrimin
işleyiş mekanizmasını ortaya koyan ve bunu kanıtlarla destekleyen ilk kişi o
oldu.
Yirmi yıllık kanıt sağlama araştırmalarına karşın Darwin
tezlerindeki boşlukların çok iyi farkındaydı. Fakat bunları okuyucularının
önünde açıkça tartışmadı. Kitabı özür dileyişlerle doludur: “Konuyu hakkıyla
ele almak için, kuru gerçeklerin uzun bir katalogunun verilmesi gerekliyse de;
bunların bazılarını gelecekteki çalışmalarımda kullanmak için alıkoydum... Bu
önermenin bütün unsurlarını doğrulamaya ve topladığım çok sayıda kanıtı burada
sergilemeye çalışmak umutsuz bir çaba olurdu... Materyallerimi, etraflı bir
tartışmaya göre hazırlasam da, burada konuyu uzatmadan ele aldım.” Bugünün okurları,
söz verilmiş böylesi bir kitabın ortaya konulmadığından kuşku duymayacaktır.
Mutlu bir rastlantı sonucu, Alfred Russel Wallace’in aynı düşünceyi içeren
beklenmedik bir mektubu üzerine, Darwin düşüncelerinin özetini yayınlamak
zorunda hissetti kendisini.
Evrim kaçınılmaz bir olgudur ve üreme süreçlerinde gerçekleşen
yanlışlardan kaynaklanır. Yavrular her zaman modifikasyonlar taşır, çünkü bir
resmin ya da genin kopyası, orijinalinden daima farklı bir şeyler barındırır.
Bilgiler, kayıplar olmaksızın iletilemez, kopyalanan şey aslının işlediği kadar
iyi işlemeyebilir. Orijinal olandan ardışık biçimde yeniden üretim, yeni bir
şeyin oluşması -evrim- anlamına gelebilir. Atalardan birikerek taşınan
yanlışlar, biyolojik değişiklik için malzeme oluşturur.
Maden damarlarının değerli metallere dönüşmesi, ocaklarda
zengin çeşitlilikte denemeler yapılarak ilerlemiştir ve bu bir çeşit doğal
seçilimdir. Yaşam, mücadele etmek demektir. Hayatta kalabilecekten daha fazla
sayıda yavru doğduğunda, dengedeki küçük ayrımlar hangi yavrunun yaşayacağını,
hangisinin öleceğini belirler. Herhangi bir yaşta ya da herhangi bir mevsim
süresince, diğerleriyle mücadelesinde en küçük bir avantaj sağlayan bir birey,
dengeyi kendisi lehine değiştirebilir. Doğal seçilim yalın biçimde işler. Üreme
süreçlerinde gerçekleşen ve kalıtımla biriken değişiklikler doğal seçilimin
temelidir. Eğer varyantlardan (versiyon) biri diğerlerinden daha iyi biçimde
üremeyi başarırsa üstünlük kazanır ve sonuçta yeni bir yaşam biçimi -yeni bir
tür- ortaya çıkar.
Evrimin malzemesi, üreme sürecinde yaşanan yanlışlıklardır.
Onların kopyalanabilirliğindeki farklar -doğal seçilim- gelişmelere yön verir.
Doğa, güzelliği, güçlülüğü ya da saldırganlığı ödüllendirmez; onun yapabileceği
tek şey, en iyi çoğalma yeteneği kazananlara avantaj sağlamaktır. Bu sürecin
sonucunda canlıların en güzelleri ya da en iticileri oluşsa da, Darwin’in
mekanizmasında bilinmez olan bir şey yoktur: genetik ve zamanın etkisi her şeyi
açıklamaya yetmektedir.
Darwin’in en büyük zaafı, bugün yalın bir gerçek durumuna gelmiş
olan şeyi anlayamayışıydı. 1859’da, kalıtım konusundaki bilgisizlik, binlerce
yıllık bilgisizlikten farklı değildi. 1726 yılında, Mary Toft adlı kadın
hamileliği sırasında bir tavşanla karşılaştı. Ve sonra, söylediğine göre,
birbiri ardına tavşan doğurmaya başladı. Bir düzine doğurmuştu ki, I. George,
Saray anatomistini kadını incelemeye gönderdi. Adam, Tavşanların Sıradışı
Doğumu Üzerine Kısa Anlatım adlı raporunda, bu hikâyenin doğruluğuna ikna
olduğunu belirtiyor ve tavşanların, kadının döl yatağı tüplerine bir biçimde
girmiş olabileceğini ileri sürüyordu. Mary Toft’un sahtekârlığı kısa sürede açığa
çıkarıldı (ve bu olay, Papa’nın bir baladına ve Hogarth’ın öyküsüne konu oldu).
Bunun gibi hikâyelerin üstünlüğünün yükseltilmeye çalışılmasıyla birlikte,
Darwin çelişkide kalmıştır. 1866 yılında, Gregor Mendel en sonunda gerçeği
aydınlatarak, açık ve zarif çalışmasıyla Encyclopaedia Britannica’da
kendisinden söz ettirmeyi bile başardı. Darwin bunu anlayamamıştı.
20. yüzyılın ilk yansına gelinceye değin kalıtıma gerekli
önem verilmedi. Konuyla ilgili olarak Darwin’in, kısmen, kanda bulunan bazı
maddelerin karışması üzerine dayalı karmaşık bir tasarımı vardı. Ancak, kısa
zamanda bu düşüncenin yanlışlığını gördü. Seyrelme (dilution) yaklaşımı üzerine
kurulmuş kalıtım tasarımı, yararlı karakterlerin kuşaklar boyunca zayıflaması
mantıksal sonucunu doğurur. Böylesi bir durum, türler arasındaki bölünmeyi
silikleştirir ve evrimi durdururdu. Darwin, bu sorun nedeniyle acı çekmiştir,
ama endişelenmesine gerek yoktu. Kalıtım, sıvıların değil parçacıkların
-genler- üzerine kurulu bir olgudur ve bu parçacıkları herhangi bir anda
değişmemiş halde elde etmek olanaklıdır. DNA, analog değil dijital bir dil
konuşur ve küçük bir avantaj bile yıllar boyunca biriktirilebilir. Genetik
bilimi Türlerin Kökeni'ni desteklemiş ve onun yardımıyla, evrimi çalışmak
bambaşka bir düzleme taşınmıştır. Evrimin temel sorusu -türler içindeki çeşitlenmeler
nasıl ortaya çıkmıştır- şimdi Mendel terimleriyle yanıtlanabilmektedir.
Modern biyologlar için, türler, komşularından cinsel bariyerlerle
ayrılmış olan ve genler üzerine kurulu cumhuriyetlerdir. DNA’da, bütün bireyler
için yararlı olacak değişiklikler -yiyeceği daha tasarruflu kullanabilmek ya da
doğumdaki yavru sayısının ikiye katlanması- bütün bir ülkeye yayılacak, ama bir
diğer ülkeye asla geçmeyecektir. Türleri genlerle açıklama çabası her zaman işe
yaramayabilir, çünkü uzak mesafeler bireylerin cinsel ilişkiye girmesini
engelleyebileceği için, bunlardan bazıları kimliklerini kazanma olanağı
bulamayabilir. Yine de, türleri genetik biliminin terimleriyle yorumlama,
kalıtım ve evrim çalışmalarında geçmişle günümüz arasında köprü kurmanın temeli
olmaktadır.
Darwin’in tezine göre, uzak geçmişte yaşanmış büyük felaketler
nedeniyle değil, ama bugün hâlâ ilerleyen bir süreç olarak, dünyadaki canlı
çeşitliliği artmaktadır. Darwin için geçmişin anahtarı bugündür. Bu yaklaşım
onu, evrimin, doğal seçilim adım verdiği yalın, yavaş ama kararlı işleyen bir
mekanizma tarafından yönlendirildiği düşüncesine itmiştir. Bu süreç, yalnızca
küçük, ardışık ve yararlı değişikliklerin birikmesi biçiminde ilerlediğinden,
büyük ve ansızın gelişen değişiklikler yaşanmaz; yalnızca küçük ve yavaş
adımlarla ilerlenir. Bu noktada Darwin şunu sorar: Canlıların yapıları ve davranışlarını
ince eleyip sık dokuyarak inceleyen ve uzun zaman dilimleri boyunca yararlı değişimleri
koruyup zararlı değişimleri elerken, bu mekanizmanın gücünün sınırları ne
olabilir? Böylesi bir makineye sahipken, doğanın sıçramalar yapmaya gereksinimi
yoktur.
Yerbilimi Darwin’i, dünyanın biçimlenmesi için Incil’de sözü
edilen büyük su taşkınları ya da korkunç depremler gibi felaketlere başvurmaya
gerek olmadığı noktasında ikna etmiştir. Bir dereciğe yeterli zaman verilirse
koca bir vadiyi oyabilir, ya da sığ bir deniz kururken binlerce mil karelik
düzlükler ortaya çıkabilir. Canlı yaşam da aynı biçimde gelişmiş olamaz mı?
Yeryüzünün biçimi yavaşça değişmişse, elbette olabilir. Yaratılış düşüncesi
geçerliliğini yitirdikten sonra, evren modellerinin gelişiminin önü açılmıştır.
Bu anlayış biyolojiyi birbirinden kopuk doğruların bilimi olmaktan
çıkarmış, bir sisteme sahip bilgiler toplamı üzerine kurulabilir kılmıştır.
Böylesi amaçları olan bir teorinin eleştirileri üzerine çekeceği bellidir. Ve
de böyle olmuş, 1859’dan bu yana evrim teorisine yönelik eleştiriler
süregelmiştir.
Türlerin Kökeni iki temel ayak üzerinde yükselir: Evrim düşüncesi
üzerine cesur bir değerlendirme ve evrimin nasıl işlediği konusunu savunma
çabası. Kitap, hem evrimsel değişimin doğruluğuna hem de bu değişimin nasıl
gerçekleştiğine ilişkin bir bakış açısı geliştirme noktasında çok sayıda ilgi
uyandıran kanıt içerir. Yaşlılık yıllarında içerikçe pek yeterli olmayan ama
çok sayıda kanıtla yüz yüze gelen Darwin, teorisini derinleştirmeye girişti.
Kitabımın başlığında bir ironi var. ‘Neredeyse bir balina’ (‘almost like a whale’)
sözü, Türlerin Kökeni'nin 1872'de basılan altıncı baskısından alındı. 1859
yılında, Darwin kendisinden daha emindi. Bu tarihte Darwin’in Leviathan’ı daha
serbestçe davranıyordu: “Doğal seçilime uğrayan bir ayı türünün, yapısı ve davranışlarıyla
giderek daha çok suya uygun duruma geldiğini, ağzının sürekli büyüdüğünü ve sonuçta
canavar bir balinaya dönüştüğünü düşlemekte güçlük çekmiyorum.” Kitabımı, Darwin’in
eserinin ilk baskısındaki berraklığın üzerine kurdum, ama o acıklı ‘neredeyse’
(almost) sözcüğü, biyolojinin kalbinde yer almaktadır.
Evrim teorisinin doğruları geçerliliğini korumuştur. O,
içine giren her şeyi birleştiren ve zamanın müziğiyle yapılan bir dans gibidir.
İçeriği, bir zamanlar sanılandan çok daha incelikli biçimde kurulmuştur. Darwinizm
sık sık, doğal seçilimin ezgisiyle yapılan asil bir vals olarak yorumlanır. Bu
tanımlama, Darwin için yetersizdi. Darwin, ortak atalardan değişimin değişik
yönlerde olabileceğini görmüştü. Yalıtılmış bir adaya hangi bitki ya da hayvan
türlerinin ulaşabileceğinin rastlantılara bağlı olduğunu ve kimi değişimlerin kararsız
öğeler olarak kalabileceğini, bu değişimlerin artışı ya da yok oluşunun şansa
bağlı olduğunu belirtmişti. Ancak o, doğal seçilimin türlerin değişiminin ana
yolu olduğu noktasında kuşkudan uzaktı. Türler, Darwin için, yavaş ilerleyen
bir süreç içinde yalnızca bir adım anlamına gelen değişimlerin birikiminin
sonucuydu. Bu, biyolojiyi bütünleştiren bir anlayıştır.
Darwin’in büyük düşüncesi -canlı çeşitliliğini, başarılı
ardışık yanlışların sonucu olarak görmek- yalındır; öylesine yalın¬dır ki,
böyle bir sürecin yaşamın büyük zenginliğine yol açmasını kafalarda
canlandırmak çok güçtür. Düşmanları hâlâ -durmaksızın- evrim düşüncesinin
yaşamın gizemini (ya da, en azından insan türünün) anlama yeteneğinden uzak
olduğunu ileri sürmekte ve bu gizemin anlaşılabilmesi için bilim dünyasının
dışında yer alan güçlere başvurulması gerektiğini söylemektedir. Böylesi iddiaları
baştan savmak kolaydır, ancak bunların kutsal gölgeleri geniş bir alan üzerine
düşmektedir. Biyologların hemen hepsi evrimin doğruluğunu kabul etmektedir, ama
bir bölümü evrimin tezlerini içinden çıkılmaz biçimde karmaşıklaştıracak
adımlar atma baskısı altındadır sanki.
Darwin’in teorisi birçok kez yeniden düzenlendi, ancak bu
düzenlemelerin teoriyi ilerlettiği durumlar pek azdır. Doğal seçilimin, evrimin
tek etkeni olması ve bütün değişimlerin aşama aşama gerçekleştiği anlayışı
belki de çok basittir. 1850’lerin gerçekleriyle yüz yüze geldiğinde Darwin,
“Zorluklar o denli ağır ki, onları düşündüğümde sendelemekten kurtulamıyorum”
diyerek şikâyet ediyordu.
Onun teorisinde bugünü ilgilendiren pek çok şey vardır. Benzer
idollerde olduğu gibi, Darwin’in çamurda bıraktığı ayak izleri dikkatle
incelenmiş ve bu izlere ilişkin spekülasyonlar yapılmıştır. Ancak, onun düşüncelerini
değiştirmek isteyenler başarısızlığa uğramışlar, 20. yüzyılın bilgi patlaması
koşullarında bile onun hayranlık uyandıran ününün sürmesine tanıklık etmekle
yetinmişlerdir.
Modern evrim bilimciler, Darwin’in o zamanlar ortaya koyduğu
problemlerin değerlendirmesinde bugünden geçmişe bakabilmenin avantajına
sahiptir. Darwin’in ortaya koyduğu problemlerin birçoğu bugün artık çözülmüş,
diğerleri modern terimlerle daha güçlü biçimde tanımlanmıştır.
Bugün biyoloji alanında çalışmak, sık sık, Türlerin Kökeni'nde
var olan tartışmaları değişmiş bir dille yeniden gerçekleştirmek biçimini
almaktadır. Doğal olarak, düşüncelerde birçok değişim vardır, ancak, fiziğin
geliştirmekte olduğunu iddia ettiği türden bir ‘her şeyin teorisi’ni biyoloji
alanında üretmenin çok uzağındayız. Bilimi aydınlatan çok sayıdaki mükemmel
buluşa rağmen, Darwin’in zamanından bu yana çok az sayıda yeni düşünce ortaya
çıkmıştır. Sonuç olarak, bu kitap (beni oldukça şaşırtarak) geleneksel olanın
bir yeniden üretimi olmuştur. Darwin’in kuramı, yüzyılın bilimsel
gelişmelerinin pek çoğunu açıklama yeteneğindedir.
Bugüne değin, üniversitenin ilk basamağında bulunan ve Türlerin
Kökeni’ni okumuş olan bir biyoloji öğrencisiyle karşılaşmadım. Kuramın
içeriğini bilen (ya da bildiğini sanan) kimi bilim insanları ise, onun
bütünlüğünde gedikler açacak adımlar atabilmektedir. Buna karşılık, evrim
teorisi, beşeri bilim dallarında okuyan öğrenciler tarafından, felsefe ya da
Ingiliz Edebiyatının bir öğesi olarak çalışılmaktadır. Bu, edebiyatın temel
eserlerine hızlı bir giriş yöntemi olarak ele alınmaktadır: Kendini öldürmeye
karar veren Anna Karenina’nın aklından son olarak şunlar geçiyordu: “Evet, insanları
birleştiren tek şey varolmak için verilen mücadele ve nefrettir.” Ne yazık ki,
konuyla ilgili başvurulan temel kaynaklar, bilimsel çalışmalar olmayıp metafizik
içeriklidir. Hem Darwin hem de Melville balinalar üzerine çok şey söylemiştir, ancak
Türlerin Kökeni'ni, felsefede bir dayanak noktası olarak ele almak, Moby Dick’i
bir zooloji metni olarak kullanmaktan farksızdır. Birisi gerçektir, diğeri
metafor. Edebiyat fakülteleri, bu ikisi arasındaki ayrımı ortaya koymakta sık
sık zorlanmaktadır.
Sosyal bilimler, evrimi, sindirimi zor olan düşüncelerin atılabileceği
uygun bir platform olarak ele alır. İnsanlar biyolojik tarihleri tarafından
sınırlanmıştır, tıpkı domuzların uçma yeteneklerinin olmamasının, atalarının
kanatları olmamasına bağlı olması gibi. Bizler tek bir ağacın dallarıyız ve
primatlar, domuzlar ve diğerleriyle ortak bir atadan geliriz. Biyoloji bize evrim
geçirdiğimizi söyler, ama bizi insan yapanın ne olduğu konusu ayrı bir öyküdür.
Tecavüz eğilimi ya da hırslı olmak, doğuştan gelen etkenlerle ilişkili
olabilir, ama hayvanlar içindeki eşsiz yeriyle Homo sapiens, bu davranışlara
hoşgörüyle yaklaşmak zorunda değildir. Bu durum, toplumları diğer araçlarla
açıklamakta başarısız olanların, evrimi devreye sokmaya çalışmasını
engellemiyor. Darwinizm ortaya çıktığı dönemden bu yana, kimilerinin kendi katı
gerçekliklerinin bir dayanağı olarak kullanılmış ve bu nedenle saygınlığı yara
almıştır. O, politik amaçlar için kötü kullanılmış ilk bilim değildi
(muhtemelen son da olmayacak).
Piskopos Berkeley, sosyolojiyi fiziğin bir dalı olarak ele
almıştı. 1713 yılında -Newton’un Principia'sından kısa bir süre sonra-
Newton’un evren modeline paralel bir toplum modeli ileri sürdü. Bu modele göre
toplum, “manevi gücün çekim gücü” tarafından yönetiliyordu ve “insanların
ruhlarını ve akıllarını etkileyen bir ilke” onları “aileye, arkadaşlığa ve
çeşitli toplumsal ilişkilere” doğru yönlendiriyordu. Uygarlık, gezegenler
örneğindeki gibi, uzak nesneleri yakında bulunanlardan daha az çekici
buluyordu. İnsanlık eğer dünyanın çekim gücü tarafından yönetiliyorsa (bir
tepeyi aşmak bunun böyle olduğunu gösterir), toplumsal ilişkilerde aynı durum
neden geçerli olmasındı? The Founding Fathers Birleşik Devletler Anayasası’nı,
“güneş sisteminin değişik öğelerinin farklı yörüngelerde bir arada bulunması
gibi, Kongre’nin, yargı sisteminin ve Baş-kan’ın konumunu belirleyen ve çekim
gücüyle bir arada tutan” bir güç olarak ele almıştı. Başka kimi düşünürler ise,
William Harvey’den ilham alarak (kan dolaşım sistemini açıklamıştır), politik
otonomi olarak adlandırdıkları bir sistem modeli yeğlemişlerdi. Birisi güçlü
diğeri zayıf iki yasama meclisine gereksinim vardır, çünkü kalbin, değişik
boyutları olan iki tane karıncığı bulunmaktadır.
Bugün, güneş sistemi ya da kalbin yapısını model alan politik
ya da toplumsal model önerilerine kahkahayla gülüneceği açıktır. Evrim teorisi
çeşitli bilimleri birleştirmiştir. Walter Bagehot, Thoughts on the Application
of the Principles of Natu- ral Selection and Inheritance to Political Society (Doğal
Seçilimin ilkelerinin Uygulanması ve Politik Toplum Mirası Üzerine Düşünceler)
adlı çalışmasında, “hayvanların tarihi üzerine ileri sürülenlerin yalın bir
hali, biçim değiştirerek ama öz korunarak, toplumsal tarih için de uygulanabilir”
biçiminde bir öneride bulunmuştu, izleyicilerinin çoğu ise, apaçık olan şeyleri
biyolojik terimlerle yinelemekten ileri gidemedi.
Bu görkemli belirsizlik, Teilhard de Chardin’in yazılarında
tanımlanmıştır! De Chardin, noösphere adını verdiği bir gaz kılıfı ile biyolojiyi
Noel’in ruhuna bağlamayı ummuştu: “Yaşam insanda doruğuna ulaşmıştır, tıpkı
enerjinin yaşam olarak doruğuna ulaşması gibi... Harika bir fenomen olan insan,
daha başlangıçta tasarlanmıştı.” Türlerin Kökeni’nin dili pek de iğneleyici
değildir, fakat daha sonraki baskıların başına eklenen ‘Tarihsel Özet’te, Dr.
Freke’nin bir gazetede yayınlanan ve düşüncelerinin üstünlüğünü ilan eden
yetkin bir anlaşılmazlıkla yazılmış makalesine yanıt vermekten geri
durmamıştır: Darwin şöyle der: “Dr. Freke makalesini yayınlamış bulunuyor
(1861)... Benim açımdan böylesi bir bakış açısına verilecek zorlu bir yanıtla
uğraşmak tamamen gereksizdir.” Aynı durum, Teilhard ve onun düşünsel
mirasçıları için de geçerlidir.
Otuz yılımı, salyangozların genetik evrimi üzerine çalışmaya
verdim. Konuya ilişkin önemli ilerlemeler sağlasam da, hâlâ salyangozların
neden sülük haline dönüştüğüne açık bir yanıt getirebilmiş değilim. Öyle
görünüyor ki, toplumsal ilişkileri açıklamak daha kolaydır. Darwin, teorisinin
bilimsel gelişme tarihindeki öneminin ayrımındaydı (‘bir cinayeti itiraf etmeye
benzese de, türler değişmez değildir’), ama tezlerinin, toplumsal ilişkileri
açıklamak amacıyla kaba bir biçimde kullanılmasına karşıydı. Bu kitap, Darwinizmi
toplumsal gelişmeye uygulama gibi çocukça bir çabanın içinde olmayacaktır.
Darwin ve Wallace düşüncelerini, 1858 yılında The Linnean
Society Of London'a sundular. Tezleri pek etki yaratmadı. Topluluğun başkanı ve
sürüngenlere yönelik araştırmalarıyla tanınan bir dişçi olan Thomas Bell,
yıllık raporunda, bu düşüncelerin “devrimci etkisi derhal fark edilen
buluşlardan birisi olarak göze çarpmadığını ve kimi parlak yeniliklerin ancak
uzun erimde anlaşılabileceğini” söyler.
Bell’in adaletsiz yargısı, Kalygonomia On The Laws Of female
Beauty adlı kitabına da yansır. Kitabında, kadınların'‘akli sistemdeki
kusurlarını (4); mekanik sistemdeki kusurlarını (17) ve beyin, kalp, akciğerler
vb. yaşamsal organlarındaki kusurlarını (9) listeleyen Bell, biyolojiyi geri
dönülmez biçimde değiştiren tezleri ise küçük görmekten geri durmamıştır.
Burada, ‘Bacon, Newton, Davy ya da Daguerre, varlıkları ve kariyerleri Tanrı
tarafından özel olarak tasarlanan ender fenomenler olarak değerlendirilirken,
Darwin ve Wallace yok sayılmıştır.
Hüzünlü olan gerçek şudur ki, ortak kökenden değişerek gelme
düşüncesinde Tanrı’ya gerek yoktur. Er ya da geç, tıpkı diğer buluşlar gibi,
evrim teorisinin de değişik görünümler alması doğaldır. Bilimin ilerleyişinde,
devrimci sıçramalar gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bugün artık hiçbir biyolog,
Darwin’in teorisini kullanmaksızın çalışamaz. Evrim teorisi biyolojinin
dilbilgisi gibidir. Evrim kuramıyla, zorlu bir çabanın sonucunda da olsa ve
tıpkı İngilizcenin işleyişinde olduğu gibi pek çok istisna barındırsa da,
yaşamın işleyişinin yasaları olduğu anlaşılmıştır.
Bilim (sanatın tersine), onu yapanlardan ayrı olarak ele alınabilir.
Bu nedenle, yaşayan bilim insanlarının adları kitabımda geçmiyor. Çalışmamda
bana yorumlarıyla destek olan (ve sık sık farklı düşüncelerde olduğumuz)
dostlarıma ve mesai arkadaşlarıma minnet borçluyum. Bunlar arasında Douda Ben-
Sasson, Sam Berry, John Brookfield, Bryan Clarke, Michael Coates, Jerry Coyne,
Andrew Leigh-Brown, Adrian Lister, James Mallet, Ursula Mackenzie, Ruth Mace,
John Mc Cririck, Michael Morgan, David Parkin, Norma Percy, Mark Ridley ve Kay
Taylor’un adlarını sayabilirim. Çalışmama yönelik eleştirilerini kabul
etmekteki isteksizliğime karşın zamanlarını bana ayırma inceliğini gösterdiler.
Darwin’den, disiplini üzerindeki egemenliği ölümünden sonra
bile süren bu büyük bilim insanından, adı kitabımda pek ender geçtiği için beni
bağışlamasını umuyorum. Bütün sayfalarım onun ruhuyla doludur.
*
*****
*
Bu kitabın başlangıcında yer alan ve yazınsal bir değeri olmayan şiirin dizeleri bir parodiydi. Bu dizeler, Richard Payne Knight tarafından (botanikçi olan kardeşi Andrew’den, Türlerin Kökeni’nde söz edilmektedir) 1796 yılında yazılan, Sivil Toplumun İlerleyişi; Altı Kitaplık Didaktik Bir Şiir adlı çalışmayla dalga geçiyordu. Hookham Frere bu dizelerle, uçan bir uskumru ve sucul bir ayıdan, bir çeşit gotik kişilik bölünmesine doğru ‘yükseliş’in taşlamasını yapar:
(Ah! Zırhlı bir ıstakozun gökyüzüne yükseldiğini kim gördü,/ Geniş kanatlarını gürültüyle çırparak ve havada süzülerek ilerleyen?/ Baykuş, kamelyasına doğru ne zaman süzülmüştü?/ Yünlü sürülerin arasında kalan kırılgan çiçek/ Ya da titrek ayaklarıyla suya dalan buzağı,/ Tuzlu dalgaların arasında balık gibi yüzmeye çabalayan neydi?)
Bu şiir, insanın evrimi ile ilgili olarak biyolojinin sınırları hakkında ciddi soru işaretleri uyandırıyor!
İnsan türü, biyolojinin geneli içinde yalnızca bir dipnottur. Evrimsel gelişimin, insan uygarlığına doğru bir ilerleme içinde olduğu, Homo sapiens için yazılmış bir uvertür olduğu, sıklıkla karşılaşılan bir anlayıştır. Ancak bu yaklaşım, yaşamın ayrıntıları destekleyen özünü göz ardı etmektedir. Türlerin Kökeni’nin son bölümü, kitaptaki ‘uzun tartışma’nın, yalın ama önemli terimlerle yapılan bir özetidir. Bu bölümde, Darwin’in teorisine kanıtlar sunan ağaçkakanlara, yaban arılarına ve meşe ağaçlarına, neredeyse şiirsel bir duyarlılıkla yaklaşılır ve Darwin’in belki de en ünlü sözü olan tümce bu bölümde geçer: “insanın kökeni ve tarihi, er ya da geç aydınlanacaktır.” Onun, kitabın finalindeki açıklamaları, benim çalışmamda da ek olarak değerlendirildi.
Bana ait olan son bölüm ise, orijinal kitabın son bölümünün tersine, bütün çalışmanın bir özeti değil, canlı tarihinin kimi ayrıntılarının ele alındığı, geçmişimizin evrim kuramı tarafından nasıl aydınlatıldığının sınandığı, balinaların ve virüslerin var oluşunu yöneten yasaların insanlar için de geçerli olup olmadığını ele alan bir bölüm oldu.
Wallace, Darwin’e Türlerin Kökeni'nde insanın evrimine ilişkin kanıtları ele almayı tasarlayıp tasarlamadığını sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Sanırım, çevresi önyargılarla kuşatılmış olan bu konunun bütününden kaçınacağım; fakat bu sorunun doğa bilimciler için en ilgi çekici sorun olduğuna tümüyle katılıyorum.” Haklıydı. 1859 yılında, insanın kökenine ilişkin tek bir fosil buluntu bile yoktu, oysa bugün binlercesi bulunmuş durumda. Daha da önemlisi, genler, insanların akrabalık ilişkilerini, insanlarla primatlar arasındaki bağı açığa çıkarmış durumda. Darwin’in tartışmasının bütünü bugün insana ilişkin kavramlarla yapılabilir ve Türlerin Kökeni insanın evrimine ilişkin kanıtlarla yeniden yazılabilir. Varyasyon, var olma savaşı, doğal seçilim, fosiller, embriyolar, coğrafya, karşılaştırmalı anatomi ve içgüdüler; bunların tümü böylesi bir çalışmanın öğeleri durumundadır. İnsan türünün evrim geçirdiğine ilişkin kanıtları yadsımak olanaksızdır. İnsanın biyolojisine ilişkin öylesine çok şey biliyoruz ki, uygarlaşmış hayvana (eğer gerçekten uygarlaşmışsa) doğru ilerleyen evrim, bütün bir evrim kuramını açıklayan bir ders olarak okutulabilir. Ve bu dersin mantığını, Türlerin Kökeni'nde bulmak olanaklıdır.
*
*****
*
Bu kitabın başlangıcında yer alan ve yazınsal bir değeri olmayan şiirin dizeleri bir parodiydi. Bu dizeler, Richard Payne Knight tarafından (botanikçi olan kardeşi Andrew’den, Türlerin Kökeni’nde söz edilmektedir) 1796 yılında yazılan, Sivil Toplumun İlerleyişi; Altı Kitaplık Didaktik Bir Şiir adlı çalışmayla dalga geçiyordu. Hookham Frere bu dizelerle, uçan bir uskumru ve sucul bir ayıdan, bir çeşit gotik kişilik bölünmesine doğru ‘yükseliş’in taşlamasını yapar:
(Ah! Zırhlı bir ıstakozun gökyüzüne yükseldiğini kim gördü,/ Geniş kanatlarını gürültüyle çırparak ve havada süzülerek ilerleyen?/ Baykuş, kamelyasına doğru ne zaman süzülmüştü?/ Yünlü sürülerin arasında kalan kırılgan çiçek/ Ya da titrek ayaklarıyla suya dalan buzağı,/ Tuzlu dalgaların arasında balık gibi yüzmeye çabalayan neydi?)
Bu şiir, insanın evrimi ile ilgili olarak biyolojinin sınırları hakkında ciddi soru işaretleri uyandırıyor!
İnsan türü, biyolojinin geneli içinde yalnızca bir dipnottur. Evrimsel gelişimin, insan uygarlığına doğru bir ilerleme içinde olduğu, Homo sapiens için yazılmış bir uvertür olduğu, sıklıkla karşılaşılan bir anlayıştır. Ancak bu yaklaşım, yaşamın ayrıntıları destekleyen özünü göz ardı etmektedir. Türlerin Kökeni’nin son bölümü, kitaptaki ‘uzun tartışma’nın, yalın ama önemli terimlerle yapılan bir özetidir. Bu bölümde, Darwin’in teorisine kanıtlar sunan ağaçkakanlara, yaban arılarına ve meşe ağaçlarına, neredeyse şiirsel bir duyarlılıkla yaklaşılır ve Darwin’in belki de en ünlü sözü olan tümce bu bölümde geçer: “insanın kökeni ve tarihi, er ya da geç aydınlanacaktır.” Onun, kitabın finalindeki açıklamaları, benim çalışmamda da ek olarak değerlendirildi.
Bana ait olan son bölüm ise, orijinal kitabın son bölümünün tersine, bütün çalışmanın bir özeti değil, canlı tarihinin kimi ayrıntılarının ele alındığı, geçmişimizin evrim kuramı tarafından nasıl aydınlatıldığının sınandığı, balinaların ve virüslerin var oluşunu yöneten yasaların insanlar için de geçerli olup olmadığını ele alan bir bölüm oldu.
Wallace, Darwin’e Türlerin Kökeni'nde insanın evrimine ilişkin kanıtları ele almayı tasarlayıp tasarlamadığını sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Sanırım, çevresi önyargılarla kuşatılmış olan bu konunun bütününden kaçınacağım; fakat bu sorunun doğa bilimciler için en ilgi çekici sorun olduğuna tümüyle katılıyorum.” Haklıydı. 1859 yılında, insanın kökenine ilişkin tek bir fosil buluntu bile yoktu, oysa bugün binlercesi bulunmuş durumda. Daha da önemlisi, genler, insanların akrabalık ilişkilerini, insanlarla primatlar arasındaki bağı açığa çıkarmış durumda. Darwin’in tartışmasının bütünü bugün insana ilişkin kavramlarla yapılabilir ve Türlerin Kökeni insanın evrimine ilişkin kanıtlarla yeniden yazılabilir. Varyasyon, var olma savaşı, doğal seçilim, fosiller, embriyolar, coğrafya, karşılaştırmalı anatomi ve içgüdüler; bunların tümü böylesi bir çalışmanın öğeleri durumundadır. İnsan türünün evrim geçirdiğine ilişkin kanıtları yadsımak olanaksızdır. İnsanın biyolojisine ilişkin öylesine çok şey biliyoruz ki, uygarlaşmış hayvana (eğer gerçekten uygarlaşmışsa) doğru ilerleyen evrim, bütün bir evrim kuramını açıklayan bir ders olarak okutulabilir. Ve bu dersin mantığını, Türlerin Kökeni'nde bulmak olanaklıdır.
Steve Jones
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder