Neredeyse Bir Balina

"Bunu düşünmemek ne büyük bir aptallık!"

T.H. Huxley, Türlerin Kökeni'ni okumasının ardından yaptığı yorum.

"Kişi kesinliklerle başlarsa gideceği yer kuşkulardır; ama kuşkularla başlayacak kadar doygun ise, kesinliklere ulaşır."

Bacon, öğrenmenin İlerleyişi



TÜRLERİN KÖKENİ DÜŞÜNCESİNE İLİŞKİN
 İLERLEYİŞİN TARİHSEL ÖZETİ

Origin of Species title page.jpg

İngiliz şiirinin belki de en kötü iki dizesi 1799 yılında John Hookham Frere tarafından yazılmıştı:

“Kanatları olan tüylenmiş tür havada süzülür
Artık bir uskumru değildir o, ama ayı olmaktan uzaktır hâlâ!”

Hookham Frere’nin iğneli bir dille yazdığı, “İnsanın İlerleyişi; Anti-Jacobin Manzumeler” şiirinden alınma bu zavallı dizeler, kendince bir ahlak anlayışına sahiptir. Kuşlar, ayılar ve balık sözcükleri politik bir mesaj taşımaktadır. Nesneler olduğu gibidir ve onlara farklı işlevler yüklemek budalacadır. Fransız Devrimi, “Tanrı’nın düzeni” anlayışını sarsmıştı; insan haklarına dayanan bir düzen ilan etmek, uskumruların -ya da ayıların- uçabileceğini söylemek kadar saçmadır.

Altmış yıl sonra yayınlanan Türlerin Kökeni kitabından bir çift alıntı yapalım:

“Hafifçe dönüşlere ve yükselişlere olanak sağlayan çırpınan yüzgeçleriyle havada süzülerek uzun mesafeler gidebilen uçan balıkların, mükemmel kanatlara sahip hayvanlara dönüştüğünü düşünmek anlaşılmaz değildir. Değişimlerinin erken aşamalarında bu canlıların okyanuslarda yaşadıklarını, oluşum halindeki uçma organlarını, bugün bildiğimiz kadarıyla diğer balıklara yem olmamak için kullandıklarını neden düşünmeyelim?” “Hearne, Kuzey Amerika’da siyah ayıların bir balina gibi ağızları açık biçimde saatlerce yüzerek böcek yakaladığını görmüştü... Teorime göre, böyle bireyler bazen, tipik olan yapılardan yavaş ya da keskin biçimde farklılaşarak, olağandışı davranışlar sergileyen yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olabilir.” Böylelikle Charles Darwin, evrimin nasıl bir gelişim izlediğini ele alıyor. Evrim henüz, suda yaşayan böceklerin tadına bakan bir kara hayvanından bir balina-ayı yaratmamış olsa da, yaratabilirdi. Evrim zaten, havada süzülen balık örneğindeki gibi sıra dışı canlılar yaratmıştı. Tanrısal hamurdan yoğrulmuş, donmuş bir canlı yaşamı düşüncesi ölmüştü artık. Bunun yerini, her şeyin değişebilirliği düşüncesi alıyordu.

Darwin’den önce doğa bilimcilerin büyük bir bölümü, türlerin değişmez varlıklar olduğuna ve ayrı ayrı yaratıldığına inanırdı. Bugünse, onun teorisinin temel öğesi olan, türlerin değişim geçirdiği ve bugünkü türlerin erken dönem türlerinin torunları olduğu düşüncesi herkes tarafından (ya da kabul etmeme inadında olan herkes tarafından) kabul edilmektedir. Sorulduğunda, çoğu insan neden böyle düşündüğünü açıklamakta zorlanacaktır. İnsanların ve şempanzelerin akraba olduğunu; bitkilerin, hayvanların ve diğer canlı formların ortak bir atadan geldiğini biliriz. Hayatta kalmak için mücadele, en iyi uyum sağlayanın hayatta kalması ve türlerin kökeni yaygın olarak kabul gören bir anlayış durumuna geldi. Evrim gerçektir: Ve, Papa bile bunu kabul etti (“Yeni bilgiler bize evrim teorisinin bir hipotez olmanın ötesine geçtiğini göstermektedir,” diyerek kaçak güreşse de).

Evrim teorisine ilişkin bu durum, Galileo’nun dünyanın güneş çevresindeki hareketine ilişkin modelinin kabulüne fazlasıyla benzemektedir. Galileo’nun haklı olduğunu biliyoruz, fakat onun kanıtları nelerdi? Vatikan’la yaptığı tartışmada, neden "eppur si muove" (ama o hâlâ dönüyor) diye mırıldanmıştı? İleri teknolojinin yokluğunda, Galileo’nun kanıtları yeterince sağlam değildi. Teorisi, derin uzaydaki sabit gök cisimlerinin oluşturduğu fonda ‘dolaşan yıldızlar’ı -gezegenler- hareketini açıklıyordu. Model, ancak ve ancak dünyanın bir gezegen olması ve gökyüzünün onun çevresinde dönmemesi durumunda anlamlı oluyordu. Galileo’nun kanıtları, doğru olabileceği noktasında ikna edici olsa da, onun düşüncelerine inananların çoğu için bilinmezliklerle doludur.

Evrim teorisinin durumu da buna benzer. Düşünce temelinde güneş sistemi modeli kadar basit olsa da, yaşamın nasıl işlediğine ilişkin anlatımı apaçık değildir. Yaygın algılayışa göre -dünya-güneş örneğindeki gibi- hayat bizim çevremizde döner.

Ancak bu düşüncenin bir kusuru vardır: Yanlıştır.

Uydular aracılığıyla sağlanan bilgiler, evrenin yapısına ilişkin inkâr edilmesi olanaksız bilgiler sağlamıştır. Evrim kuramı için aynı işlevi genler görmüştür; genler evrim kuramının muzaffer kanıtlarıdır. Galileo'nun gezegenlerinin gördüğü işlevi, biyoloji alanında Darwin’in teorisindeki ortak köken (common descent) kavramı görmüştür. Bu kavram, insanın kendisi ile ilgili algılamayı değiştiren tek bestseller olan ve sıradan okuyucu için yazılan bir kitapta tanımlanmıştır. 1859 yılında yazılan bu kitapta ileri sürülen düşünceler, bugün halâ birçok önemli buluşu birbirine bağlayan çimento işlevini görmektedir.

Evrimin işleyişi başka hiçbir yerde daha iyi açıklanmamıştır. Darwin çalışmasını, “uzun bir tartışma” olarak adlandırmıştı. Modern biyologlar bu tartışmayı sürdürebilir, ama eninde sonunda Darwin’in teorisini kabul etmek zorunda kalacaklardır. Onun dört yüz sayfalık kitabını okuduğunuzda, söylediklerinin her yeni bilimsel atılımla nasıl uyumlu olduğunu görmek insanı şaşırtıyor. Türlerin Kökeni'nin bugün de, yazıldığı günkü kadar güçlü bir mantığı bulunduğuna kuşkumuz yoktur.

Ancak, onun yüz elli yıl önce ortaya atılmış tezleri, kanıtları gösterilmeden önce çok sayıda boşluk barındırmaktaydı. Bu boşlukların hepsi -ya da hemen hepsi- şimdi doldurulmuş durumdadır. Benim kitabım Darwin’i güncelleştirmektedir. Kitabım, olabildiğince, ‘Türlerin Kökeni'ni yeniden yazma girişimidir. Onun planını, tarlalardan fosillere, arı kovanlarından adalara kadar uzanan bir iskelet üzerinde geliştirdiği planı kullandım; ama benim Büyük Gerçeklerim (Grand Facts -Darwin’in çok sevdiği ifadelerden biridir), 20. yüzyılın sonlarının bilgi düzeyi üzerine kuruludur. Neredeyse Bir Balina (Almost Like A Whale), Darwin’in düşüncelerini, bilimsel gelişmelerin ışığında yeniden okumaya çalışmak ve evrim kuramının biyolojiyi bütünleştirdiğini göstermek için yazıldı.

 Evrim kuramı, içerdiği düşünceler bilinçli ya da bilinçsizce, ekonomi, politika, tarih, sanat ve daha pek çok alanda kullanıldıkça, bilimsel bir teori olmaktan daha fazla bir şey haline geldi. Konuya yabancı insanların bu teoriyi küçümsemeye gücü bile yetmez; ve ortalama okuyucu için evrim kuramının pek çok yönünü açıklayan mükemmel kitapların yazılmış olduğu düşünülürse, böylesi bir küçümsemenin hiçbir özrü olamaz. Ancak, teoriyi bütünüyle ele alan bir kitap yoktur; evrimsel biyolojinin, alanının derinliğini ve zenginliğini yansıtan teknik olmayan ve modern bir ele alınış tarzından söz edilemez. Türlerin Kökeni'ni yeniden yazmak, çoğu biyologun cesaret edemeyeceği bir şeydir. Görevin zorluk derecesi cesaret kırıcı olsa da (bazı yönlerden umutsuz), bu kitapla ben bunu denedim.

Bu hedefi başarmaktaki en büyük güçlük, neleri kapsam dışında bırakacağımı belirlemekti. Türlerin Kökeni, yalnızca modern biyolojinin değil, yerbilim (jeoloji) ve psikolojinin birçok alanının da kuruluşunu işaret eder. Çalışmamda bütün bu alansal genişliği yansıtmaya çalıştım, ama kuşkusuz yetersiz kaldım. Kitabım, Darwin’in mantığını kullanarak bugünün buluşlarını temellendirmeye çalışmaktadır. Kitap, evrim düşüncesinin ya da yaşamın bir tarihi değildir; ne Darwin’in biyografisidir ne de hayvanların ve bitkilerin. Fakat çalışmam, okuyucularımı evrim teorisinin doğruluğuna ikna edeceğine inandığım bir tartışmadır. Kitabı belirli sınırlar içinde tutabilmek (orijinaliyle aynı uzunluktadır ve konu başlıklarına ayırma büyük ölçüde aynıdır) ve kimi konulara yer açabilmek için bazı konuları ayıklamak zorunda kaldım.

Çalışmamın kapsamı konusunda referansım Darwin’in büyük çalışmasıdır. Yalnızca önemsiz bir istisna yaptım. Onun kitabında insanlık üzerine önemli bir tümce vardır (‘insanın kökeni ve tarihi mutlaka aydınlanacaktır’), fakat bugün geçmişimiz hakkında bilgi birikimi çok büyüktür ve çalışmamın son bölümünde bu konu üzerine yoğunlaştım. Darwin, kitabında çeşitli konuları kapsam dışında bırakmıştı. Onun kitabında temel düşünsel yetilerin kökenine değinilmemiştir, canlı hayatın erken dönemlerinin fazla ele alındığı da söylenemez. Yaşamın ve bilincin başlangıcı konuları benim sayfalarımda da bulunmamaktadır; ve teorinin ahlaki yönleri ile ilgili değinmelerden uzak durulmuştur.

Bu metni, hem içerik hem biçim bakımından orijinalinin bir gölgesi olmaktan öte bir çalışma olarak değerlendirmek küstahlık olurdu. Türlerin Kökeni, hayata ilişkin literatürün en yüksek noktasıdır. Darwin çok iyi yazıyordu, çünkü çok fazla okumuştu. Günlüğüne yazdıklarından, tek bir yaz mevsimi boyunca, Hamlet, Othello, Mansfield Park, Sense and Sensibility, Bosusell’s Tour of the Hebrides, the Arabian Nights ve Robinson Crusoe'yu okuduğunu anlıyoruz. Onun yazını, bir Victoria dönemi kır evi gibidir. Hangi doğrultudan bakarsanız bakın kendine güven yayan bir yazın; edebi bakımdan da, otobiyografi olarak da, göz alıcı bilimsel eserler olmaları yönünden de.
Darwin’in Galapagos takımadalarını ilk görüşü ile ilgili anlatımıyla, Herman Melville’in 1854’te basılan The Encantadas (takımadaların bir başka adı) adlı kitabındaki ilk izlenimleri karşılaştıralım. 

Darwin’in anlatımı canlı ve dolaysızdır: “17’sinin sabahında, yer yer tümseklerle bozulmuş tekdüze yuvarlak hatları olan ve krater kalıntılarının bulunduğu Chatham adasına ayak bastık. Hiçbir şey bu ilk görüntüden daha itici olamazdı. Siyah bazalt lavların oluşturduğu düzensiz iniş çıkışlarla dolu olan ve çok az yaşam belirtisi taşıyan bu alan derin yarıklarla kesiliyordu ve her yer güneşte yanmış bodur çalı çırpıyla kaplıydı. Öğle güneşinin pişirdiği kuru ve susamış yüzey, bir sobadan yayılan aşırı sıcağın neden olduğu rahatsız edici duygulara benzer duygular uyandırıyordu: Çalılar bile kötü kokuyor gibi geliyordu bize.”

Buna karşılık, Melville’in anlatımı kuru ve cansızdır: “Lanetli bir sözü andıran Encantadas, Idumea ve kutuptakine eş bir yalnızlık ve perişanlığı yaşar ve orada hiç değişiklik yaşanmaz; ne mevsimler ne de sıkıntılar değişir. Ekvatorun üzerinde bulunan bu adalar ilkbaharı da sonbaharı da tanımaz. Ateşin altında zaten oldukça küçülmüşlerdir, fakat, felaketler işini henüz tamamlamışa benzemez. Yağmurla birlikte çöller bile hayat bulur, ama bu adalara hiç yağmur düşmez. Güneş altında kurumaya bırakılmış bir su kabağında oluşan çatlaklar gibi, hiç bitmeyen kuraklık bu adalarda toprağı çatlatmıştır.”

Hiç kimse Darwin’in dilini taklit edemez. Bunu denemedim bile (yine de, kitabımın diline ahenk kazandırsın diye onun birkaç tümcesini aşırmadan edemedim). Türlerin Kökeni'nin orijinalini okumanın okuyucuya kazandıracaklarına ipucu olsun diyerek, Darwin’in özetlerini, bölüm içeriklerinin listesini ve kitabının final bölümü ‘Özet ye Sonuç’u kitabıma aldım.
Don Kişot'u sözcüğü sözcüğüne yeniden yazan Borges’in yaptığı gibi, Türlerin Kökeni'ni, 19. yüzyılda anlaşılmaz olan bazı düşünceleri anlaşılır kılacak modern bir dille cümle cümle yazmak olanaklıydı. Ben böyle yapmadım. Onun tartışmalarının planını değiştirmeden kullansam ve kitap düzenini aynen alsam da, Darwin’in büyük eserini hareket alanımı sınırlayan bir mengene gibi değil, bana yol gösteren bir kılavuz olarak değerlendirdim. Bu çalışma, evrim teorisinin güçlü ve zayıf yönlerini birlikte ele alan bir denemedir. Mimarisi uzun yıllar öncesine dayansa da, bugünün malzemeleriyle inşa edilmiştir. Türlerin Kökeni'nin, Victoria dönemine özgü kesin bir ciddiyetle yazıldığı ve pek de neşeli bir havaya sahip olmadığı söylenmelidir. Her şeyin hafife alındığı yaşadığımız dönemde, zaaflarıma yenilerek, bilimsel anlatımları evrim teorisinin ve evrim üzerine çalışanların ilginç öyküleriyle renklendirmekten geri duramadım.

Evrim öğrencileri, bir tehlikeyle daha karşı karşıyadır. Kimi anlayışların değişmez gerçekler olarak kabulü tehlikesi... Kimi biyologlar (tıpkı kimi Marksistler gibi) bu itici davranışı paylaşmaktadır. İstedikleri şey, din adamlarının davranış ve düşünce tarzından farklı mıdır? Kutsal metinleri yorumlamak başlı başına baştan çıkarıcı bir eylemdir. Ama ben bu yöntemden kaçınmaya çalıştım.
Darwin, bütün bilim insanları içinde belki de biyografisi en iyi yapılmış olanıdır. Bu donuk ve bazen küstah olan insanlar grubu içinden, Darwin çekiciliği ve alçakgönüllülüğü ile dikkat çekmektedir. Darwin’in ailesini incelemenin bile çekici bir yönü vardır. Büyük büyükbabası Erasmus, kahramanlık mısraları ile evrim teorisini dile getirdiği bir kitap yayınlamış ve kitapta Frankenstein’a dönüşmekten söz etmişti: “Bu kurgusal olay Dr. Darwin ve Almanya’daki kimi fizyoloji yazarları tarafından önerilmiş ve gerçekleşmesi olanaklı bir durum olarak değerlendirilmişti.” O, Joseph Priestley ve Josiah Wedgwood’un da üyeleri arasında olduğu Lurıatick grubuna üyeydi. Oksijenin keşfiyle ya da İngiltere’de endüstrinin geliştirilmesiyle uğraşmadıkları zamanlarda, çeşitli duaları halk dilinde söyleme yeteneğinde olan makineler icat etmekle meşgul olurlardı. Charles’in babası Robert Darwin, aristokrasiyle içli dışlı olan bir hekimdi ve torunu Bemard, İngiltere’yi temsil etmiş bir golfçüydü.

Bu kitap, biyolojinin kalbini oluşturan Darwin'in bilimine ilişkindir. Kökleri geçmiştedir, ama bugün için bir anahtardır. Konuları arasında AIDS’e neden olan virüs (HTV) ve insan türü, köpek gösterileri ve Pasifik’te akıntıyla sürüklenen çöpler de vardır. Bazıları der ki, Milton her şeyi bilen en son adamdı (ya da, bir otorite olarak birçok konuda tartışabilecek yeterli bilgi birikimine sahipti). Darwin, bunu iddia edebilecek en son biyologtu. Kendi anlatımıyla aklı, gerçekliğin çok sayıda alanında genel yasalar üretip duran bir makine gibi çalışırdı. Türlerin Kökeni’nin taslağının oluşturulmasında The Cottage Gardener and Country Gentlemaris Companion, The India Sporting Re view ve The Philosophical Transactions of the Royal Society of London'ın da içinde bulunduğu çok sayıda kitap ve gazeteye başvurulmuştur. Charles Darwin çalışmasında, bilgi edinmek için, uzman ya da amatör çok sayıda insandan yararlanmış, onların bilgilerini kendi çalışmasının potasında eritmiştir.

Bugün yaşamın yasalarının nasıl işlediğini bildiğimiz için, evrimin, istisnaların (exceptions) bilimi haline geldiğini söyleyebiliyoruz. Konunun özünü karartan ve neredeyse kan davasına dönüşmüş ayrıntıların tartışmasına girmek boğucu olurdu (yine de her biyolog bu kitapta hoşuna gitmeyecek bir şeyle karşılaşabilir). Fakat tartışmalar ne denli keskin olursa olsun, hiçbir bilim insanı Türlerin Kökeni'nin temel gerçeğinin ortak kökenden değişim olduğunu yadsıyamaz.


Darwin’in işi hiç de kolay değildi. Canlı yaşamın değişirli-ği düşüncesine bile alışkın olmayan bir okur kitlesini ikna etmek durumundaydı. Ciddi bir karşı koyuşla karşılaştı. The Daily Telegraph, okuyucularını, seçimlerde aday olmuş ve Türlerin Kökeni hakkında destekleyici eleştirilerde bulunan kişilere oy vermemeye çağırıyordu ve John Ruskin ‘kaba soy kütüğü araştırmacılarını şu sözlerle kınıyordu: “Şu korkunç gürültüleri çıkartanlar..! Incil'deki dizelerin sonundaki her ahenkte onların şangırtısını duyuyorum.” Darwin’den önce de evrimle ilgili geliştirilmiş düşünceler vardı, ancak evrimin işleyiş mekanizmasını ortaya koyan ve bunu kanıtlarla destekleyen ilk kişi o oldu.
Yirmi yıllık kanıt sağlama araştırmalarına karşın Darwin tezlerindeki boşlukların çok iyi farkındaydı. Fakat bunları okuyucularının önünde açıkça tartışmadı. Kitabı özür dileyişlerle doludur: “Konuyu hakkıyla ele almak için, kuru gerçeklerin uzun bir katalogunun verilmesi gerekliyse de; bunların bazılarını gelecekteki çalışmalarımda kullanmak için alıkoydum... Bu önermenin bütün unsurlarını doğrulamaya ve topladığım çok sayıda kanıtı burada sergilemeye çalışmak umutsuz bir çaba olurdu... Materyallerimi, etraflı bir tartışmaya göre hazırlasam da, burada konuyu uzatmadan ele aldım.” Bugünün okurları, söz verilmiş böylesi bir kitabın ortaya konulmadığından kuşku duymayacaktır. Mutlu bir rastlantı sonucu, Alfred Russel Wallace’in aynı düşünceyi içeren beklenmedik bir mektubu üzerine, Darwin düşüncelerinin özetini yayınlamak zorunda hissetti kendisini.

Evrim kaçınılmaz bir olgudur ve üreme süreçlerinde gerçekleşen yanlışlardan kaynaklanır. Yavrular her zaman modifikasyonlar taşır, çünkü bir resmin ya da genin kopyası, orijinalinden daima farklı bir şeyler barındırır. Bilgiler, kayıplar olmaksızın iletilemez, kopyalanan şey aslının işlediği kadar iyi işlemeyebilir. Orijinal olandan ardışık biçimde yeniden üretim, yeni bir şeyin oluşması -evrim- anlamına gelebilir. Atalardan birikerek taşınan yanlışlar, biyolojik değişiklik için malzeme oluşturur.
Maden damarlarının değerli metallere dönüşmesi, ocaklarda zengin çeşitlilikte denemeler yapılarak ilerlemiştir ve bu bir çeşit doğal seçilimdir. Yaşam, mücadele etmek demektir. Hayatta kalabilecekten daha fazla sayıda yavru doğduğunda, dengedeki küçük ayrımlar hangi yavrunun yaşayacağını, hangisinin öleceğini belirler. Herhangi bir yaşta ya da herhangi bir mevsim süresince, diğerleriyle mücadelesinde en küçük bir avantaj sağlayan bir birey, dengeyi kendisi lehine değiştirebilir. Doğal seçilim yalın biçimde işler. Üreme süreçlerinde gerçekleşen ve kalıtımla biriken değişiklikler doğal seçilimin temelidir. Eğer varyantlardan (versiyon) biri diğerlerinden daha iyi biçimde üremeyi başarırsa üstünlük kazanır ve sonuçta yeni bir yaşam biçimi -yeni bir tür- ortaya çıkar.
Evrimin malzemesi, üreme sürecinde yaşanan yanlışlıklardır. Onların kopyalanabilirliğindeki farklar -doğal seçilim- gelişmelere yön verir. Doğa, güzelliği, güçlülüğü ya da saldırganlığı ödüllendirmez; onun yapabileceği tek şey, en iyi çoğalma yeteneği kazananlara avantaj sağlamaktır. Bu sürecin sonucunda canlıların en güzelleri ya da en iticileri oluşsa da, Darwin’in mekanizmasında bilinmez olan bir şey yoktur: genetik ve zamanın etkisi her şeyi açıklamaya yetmektedir.

Darwin’in en büyük zaafı, bugün yalın bir gerçek durumuna gelmiş olan şeyi anlayamayışıydı. 1859’da, kalıtım konusundaki bilgisizlik, binlerce yıllık bilgisizlikten farklı değildi. 1726 yılında, Mary Toft adlı kadın hamileliği sırasında bir tavşanla karşılaştı. Ve sonra, söylediğine göre, birbiri ardına tavşan doğurmaya başladı. Bir düzine doğurmuştu ki, I. George, Saray anatomistini kadını incelemeye gönderdi. Adam, Tavşanların Sıradışı Doğumu Üzerine Kısa Anlatım adlı raporunda, bu hikâyenin doğruluğuna ikna olduğunu belirtiyor ve tavşanların, kadının döl yatağı tüplerine bir biçimde girmiş olabileceğini ileri sürüyordu. Mary Toft’un sahtekârlığı kısa sürede açığa çıkarıldı (ve bu olay, Papa’nın bir baladına ve Hogarth’ın öyküsüne konu oldu). Bunun gibi hikâyelerin üstünlüğünün yükseltilmeye çalışılmasıyla birlikte, Darwin çelişkide kalmıştır. 1866 yılında, Gregor Mendel en sonunda gerçeği aydınlatarak, açık ve zarif çalışmasıyla Encyclopaedia Britannica’da kendisinden söz ettirmeyi bile başardı. Darwin bunu anlayamamıştı.

20. yüzyılın ilk yansına gelinceye değin kalıtıma gerekli önem verilmedi. Konuyla ilgili olarak Darwin’in, kısmen, kanda bulunan bazı maddelerin karışması üzerine dayalı karmaşık bir tasarımı vardı. Ancak, kısa zamanda bu düşüncenin yanlışlığını gördü. Seyrelme (dilution) yaklaşımı üzerine kurulmuş kalıtım tasarımı, yararlı karakterlerin kuşaklar boyunca zayıflaması mantıksal sonucunu doğurur. Böylesi bir durum, türler arasındaki bölünmeyi silikleştirir ve evrimi durdururdu. Darwin, bu sorun nedeniyle acı çekmiştir, ama endişelenmesine gerek yoktu. Kalıtım, sıvıların değil parçacıkların -genler- üzerine kurulu bir olgudur ve bu parçacıkları herhangi bir anda değişmemiş halde elde etmek olanaklıdır. DNA, analog değil dijital bir dil konuşur ve küçük bir avantaj bile yıllar boyunca biriktirilebilir. Genetik bilimi Türlerin Kökeni'ni desteklemiş ve onun yardımıyla, evrimi çalışmak bambaşka bir düzleme taşınmıştır. Evrimin temel sorusu -türler içindeki çeşitlenmeler nasıl ortaya çıkmıştır- şimdi Mendel terimleriyle yanıtlanabilmektedir.

Modern biyologlar için, türler, komşularından cinsel bariyerlerle ayrılmış olan ve genler üzerine kurulu cumhuriyetlerdir. DNA’da, bütün bireyler için yararlı olacak değişiklikler -yiyeceği daha tasarruflu kullanabilmek ya da doğumdaki yavru sayısının ikiye katlanması- bütün bir ülkeye yayılacak, ama bir diğer ülkeye asla geçmeyecektir. Türleri genlerle açıklama çabası her zaman işe yaramayabilir, çünkü uzak mesafeler bireylerin cinsel ilişkiye girmesini engelleyebileceği için, bunlardan bazıları kimliklerini kazanma olanağı bulamayabilir. Yine de, türleri genetik biliminin terimleriyle yorumlama, kalıtım ve evrim çalışmalarında geçmişle günümüz arasında köprü kurmanın temeli olmaktadır.

Darwin’in tezine göre, uzak geçmişte yaşanmış büyük felaketler nedeniyle değil, ama bugün hâlâ ilerleyen bir süreç olarak, dünyadaki canlı çeşitliliği artmaktadır. Darwin için geçmişin anahtarı bugündür. Bu yaklaşım onu, evrimin, doğal seçilim adım verdiği yalın, yavaş ama kararlı işleyen bir mekanizma tarafından yönlendirildiği düşüncesine itmiştir. Bu süreç, yalnızca küçük, ardışık ve yararlı değişikliklerin birikmesi biçiminde ilerlediğinden, büyük ve ansızın gelişen değişiklikler yaşanmaz; yalnızca küçük ve yavaş adımlarla ilerlenir. Bu noktada Darwin şunu sorar: Canlıların yapıları ve davranışlarını ince eleyip sık dokuyarak inceleyen ve uzun zaman dilimleri boyunca yararlı değişimleri koruyup zararlı değişimleri elerken, bu mekanizmanın gücünün sınırları ne olabilir? Böylesi bir makineye sahipken, doğanın sıçramalar yapmaya gereksinimi yoktur.
Yerbilimi Darwin’i, dünyanın biçimlenmesi için Incil’de sözü edilen büyük su taşkınları ya da korkunç depremler gibi felaketlere başvurmaya gerek olmadığı noktasında ikna etmiştir. Bir dereciğe yeterli zaman verilirse koca bir vadiyi oyabilir, ya da sığ bir deniz kururken binlerce mil karelik düzlükler ortaya çıkabilir. Canlı yaşam da aynı biçimde gelişmiş olamaz mı? Yeryüzünün biçimi yavaşça değişmişse, elbette olabilir. Yaratılış düşüncesi geçerliliğini yitirdikten sonra, evren modellerinin gelişiminin önü açılmıştır.

Bu anlayış biyolojiyi birbirinden kopuk doğruların bilimi olmaktan çıkarmış, bir sisteme sahip bilgiler toplamı üzerine kurulabilir kılmıştır. Böylesi amaçları olan bir teorinin eleştirileri üzerine çekeceği bellidir. Ve de böyle olmuş, 1859’dan bu yana evrim teorisine yönelik eleştiriler süregelmiştir.

Türlerin Kökeni iki temel ayak üzerinde yükselir: Evrim düşüncesi üzerine cesur bir değerlendirme ve evrimin nasıl işlediği konusunu savunma çabası. Kitap, hem evrimsel değişimin doğruluğuna hem de bu değişimin nasıl gerçekleştiğine ilişkin bir bakış açısı geliştirme noktasında çok sayıda ilgi uyandıran kanıt içerir. Yaşlılık yıllarında içerikçe pek yeterli olmayan ama çok sayıda kanıtla yüz yüze gelen Darwin, teorisini derinleştirmeye girişti. Kitabımın başlığında bir ironi var. ‘Neredeyse bir balina’ (‘almost like a whale’) sözü, Türlerin Kökeni'nin 1872'de basılan altıncı baskısından alındı. 1859 yılında, Darwin kendisinden daha emindi. Bu tarihte Darwin’in Leviathan’ı daha serbestçe davranıyordu: “Doğal seçilime uğrayan bir ayı türünün, yapısı ve davranışlarıyla giderek daha çok suya uygun duruma geldiğini, ağzının sürekli büyüdüğünü ve sonuçta canavar bir balinaya dönüştüğünü düşlemekte güçlük çekmiyorum.” Kitabımı, Darwin’in eserinin ilk baskısındaki berraklığın üzerine kurdum, ama o acıklı ‘neredeyse’ (almost) sözcüğü, biyolojinin kalbinde yer almaktadır.

Evrim teorisinin doğruları geçerliliğini korumuştur. O, içine giren her şeyi birleştiren ve zamanın müziğiyle yapılan bir dans gibidir. İçeriği, bir zamanlar sanılandan çok daha incelikli biçimde kurulmuştur. Darwinizm sık sık, doğal seçilimin ezgisiyle yapılan asil bir vals olarak yorumlanır. Bu tanımlama, Darwin için yetersizdi. Darwin, ortak atalardan değişimin değişik yönlerde olabileceğini görmüştü. Yalıtılmış bir adaya hangi bitki ya da hayvan türlerinin ulaşabileceğinin rastlantılara bağlı olduğunu ve kimi değişimlerin kararsız öğeler olarak kalabileceğini, bu değişimlerin artışı ya da yok oluşunun şansa bağlı olduğunu belirtmişti. Ancak o, doğal seçilimin türlerin değişiminin ana yolu olduğu noktasında kuşkudan uzaktı. Türler, Darwin için, yavaş ilerleyen bir süreç içinde yalnızca bir adım anlamına gelen değişimlerin birikiminin sonucuydu. Bu, biyolojiyi bütünleştiren bir anlayıştır.
Darwin’in büyük düşüncesi -canlı çeşitliliğini, başarılı ardışık yanlışların sonucu olarak görmek- yalındır; öylesine yalın¬dır ki, böyle bir sürecin yaşamın büyük zenginliğine yol açmasını kafalarda canlandırmak çok güçtür. Düşmanları hâlâ -durmaksızın- evrim düşüncesinin yaşamın gizemini (ya da, en azından insan türünün) anlama yeteneğinden uzak olduğunu ileri sürmekte ve bu gizemin anlaşılabilmesi için bilim dünyasının dışında yer alan güçlere başvurulması gerektiğini söylemektedir. Böylesi iddiaları baştan savmak kolaydır, ancak bunların kutsal gölgeleri geniş bir alan üzerine düşmektedir. Biyologların hemen hepsi evrimin doğruluğunu kabul etmektedir, ama bir bölümü evrimin tezlerini içinden çıkılmaz biçimde karmaşıklaştıracak adımlar atma baskısı altındadır sanki.

Darwin’in teorisi birçok kez yeniden düzenlendi, ancak bu düzenlemelerin teoriyi ilerlettiği durumlar pek azdır. Doğal seçilimin, evrimin tek etkeni olması ve bütün değişimlerin aşama aşama gerçekleştiği anlayışı belki de çok basittir. 1850’lerin gerçekleriyle yüz yüze geldiğinde Darwin, “Zorluklar o denli ağır ki, onları düşündüğümde sendelemekten kurtulamıyorum” diyerek şikâyet ediyordu.

Onun teorisinde bugünü ilgilendiren pek çok şey vardır. Benzer idollerde olduğu gibi, Darwin’in çamurda bıraktığı ayak izleri dikkatle incelenmiş ve bu izlere ilişkin spekülasyonlar yapılmıştır. Ancak, onun düşüncelerini değiştirmek isteyenler başarısızlığa uğramışlar, 20. yüzyılın bilgi patlaması koşullarında bile onun hayranlık uyandıran ününün sürmesine tanıklık etmekle yetinmişlerdir.

Modern evrim bilimciler, Darwin’in o zamanlar ortaya koyduğu problemlerin değerlendirmesinde bugünden geçmişe bakabilmenin avantajına sahiptir. Darwin’in ortaya koyduğu problemlerin birçoğu bugün artık çözülmüş, diğerleri modern terimlerle daha güçlü biçimde tanımlanmıştır.
Bugün biyoloji alanında çalışmak, sık sık, Türlerin Kökeni'nde var olan tartışmaları değişmiş bir dille yeniden gerçekleştirmek biçimini almaktadır. Doğal olarak, düşüncelerde birçok değişim vardır, ancak, fiziğin geliştirmekte olduğunu iddia ettiği türden bir ‘her şeyin teorisi’ni biyoloji alanında üretmenin çok uzağındayız. Bilimi aydınlatan çok sayıdaki mükemmel buluşa rağmen, Darwin’in zamanından bu yana çok az sayıda yeni düşünce ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, bu kitap (beni oldukça şaşırtarak) geleneksel olanın bir yeniden üretimi olmuştur. Darwin’in kuramı, yüzyılın bilimsel gelişmelerinin pek çoğunu açıklama yeteneğindedir.

Bugüne değin, üniversitenin ilk basamağında bulunan ve Türlerin Kökeni’ni okumuş olan bir biyoloji öğrencisiyle karşılaşmadım. Kuramın içeriğini bilen (ya da bildiğini sanan) kimi bilim insanları ise, onun bütünlüğünde gedikler açacak adımlar atabilmektedir. Buna karşılık, evrim teorisi, beşeri bilim dallarında okuyan öğrenciler tarafından, felsefe ya da Ingiliz Edebiyatının bir öğesi olarak çalışılmaktadır. Bu, edebiyatın temel eserlerine hızlı bir giriş yöntemi olarak ele alınmaktadır: Kendini öldürmeye karar veren Anna Karenina’nın aklından son olarak şunlar geçiyordu: “Evet, insanları birleştiren tek şey varolmak için verilen mücadele ve nefrettir.” Ne yazık ki, konuyla ilgili başvurulan temel kaynaklar, bilimsel çalışmalar olmayıp metafizik içeriklidir. Hem Darwin hem de Melville balinalar üzerine çok şey söylemiştir, ancak Türlerin Kökeni'ni, felsefede bir dayanak noktası olarak ele almak, Moby Dick’i bir zooloji metni olarak kullanmaktan farksızdır. Birisi gerçektir, diğeri metafor. Edebiyat fakülteleri, bu ikisi arasındaki ayrımı ortaya koymakta sık sık zorlanmaktadır.

Sosyal bilimler, evrimi, sindirimi zor olan düşüncelerin atılabileceği uygun bir platform olarak ele alır. İnsanlar biyolojik tarihleri tarafından sınırlanmıştır, tıpkı domuzların uçma yeteneklerinin olmamasının, atalarının kanatları olmamasına bağlı olması gibi. Bizler tek bir ağacın dallarıyız ve primatlar, domuzlar ve diğerleriyle ortak bir atadan geliriz. Biyoloji bize evrim geçirdiğimizi söyler, ama bizi insan yapanın ne olduğu konusu ayrı bir öyküdür. Tecavüz eğilimi ya da hırslı olmak, doğuştan gelen etkenlerle ilişkili olabilir, ama hayvanlar içindeki eşsiz yeriyle Homo sapiens, bu davranışlara hoşgörüyle yaklaşmak zorunda değildir. Bu durum, toplumları diğer araçlarla açıklamakta başarısız olanların, evrimi devreye sokmaya çalışmasını engellemiyor. Darwinizm ortaya çıktığı dönemden bu yana, kimilerinin kendi katı gerçekliklerinin bir dayanağı olarak kullanılmış ve bu nedenle saygınlığı yara almıştır. O, politik amaçlar için kötü kullanılmış ilk bilim değildi (muhtemelen son da olmayacak).

Piskopos Berkeley, sosyolojiyi fiziğin bir dalı olarak ele almıştı. 1713 yılında -Newton’un Principia'sından kısa bir süre sonra- Newton’un evren modeline paralel bir toplum modeli ileri sürdü. Bu modele göre toplum, “manevi gücün çekim gücü” tarafından yönetiliyordu ve “insanların ruhlarını ve akıllarını etkileyen bir ilke” onları “aileye, arkadaşlığa ve çeşitli toplumsal ilişkilere” doğru yönlendiriyordu. Uygarlık, gezegenler örneğindeki gibi, uzak nesneleri yakında bulunanlardan daha az çekici buluyordu. İnsanlık eğer dünyanın çekim gücü tarafından yönetiliyorsa (bir tepeyi aşmak bunun böyle olduğunu gösterir), toplumsal ilişkilerde aynı durum neden geçerli olmasındı? The Founding Fathers Birleşik Devletler Anayasası’nı, “güneş sisteminin değişik öğelerinin farklı yörüngelerde bir arada bulunması gibi, Kongre’nin, yargı sisteminin ve Baş-kan’ın konumunu belirleyen ve çekim gücüyle bir arada tutan” bir güç olarak ele almıştı. Başka kimi düşünürler ise, William Harvey’den ilham alarak (kan dolaşım sistemini açıklamıştır), politik otonomi olarak adlandırdıkları bir sistem modeli yeğlemişlerdi. Birisi güçlü diğeri zayıf iki yasama meclisine gereksinim vardır, çünkü kalbin, değişik boyutları olan iki tane karıncığı bulunmaktadır.
Bugün, güneş sistemi ya da kalbin yapısını model alan politik ya da toplumsal model önerilerine kahkahayla gülüneceği açıktır. Evrim teorisi çeşitli bilimleri birleştirmiştir. Walter Bagehot, Thoughts on the Application of the Principles of Natu- ral Selection and Inheritance to Political Society (Doğal Seçilimin ilkelerinin Uygulanması ve Politik Toplum Mirası Üzerine Düşünceler) adlı çalışmasında, “hayvanların tarihi üzerine ileri sürülenlerin yalın bir hali, biçim değiştirerek ama öz korunarak, toplumsal tarih için de uygulanabilir” biçiminde bir öneride bulunmuştu, izleyicilerinin çoğu ise, apaçık olan şeyleri biyolojik terimlerle yinelemekten ileri gidemedi.

Bu görkemli belirsizlik, Teilhard de Chardin’in yazılarında tanımlanmıştır! De Chardin, noösphere adını verdiği bir gaz kılıfı ile biyolojiyi Noel’in ruhuna bağlamayı ummuştu: “Yaşam insanda doruğuna ulaşmıştır, tıpkı enerjinin yaşam olarak doruğuna ulaşması gibi... Harika bir fenomen olan insan, daha başlangıçta tasarlanmıştı.” Türlerin Kökeni’nin dili pek de iğneleyici değildir, fakat daha sonraki baskıların başına eklenen ‘Tarihsel Özet’te, Dr. Freke’nin bir gazetede yayınlanan ve düşüncelerinin üstünlüğünü ilan eden yetkin bir anlaşılmazlıkla yazılmış makalesine yanıt vermekten geri durmamıştır: Darwin şöyle der: “Dr. Freke makalesini yayınlamış bulunuyor (1861)... Benim açımdan böylesi bir bakış açısına verilecek zorlu bir yanıtla uğraşmak tamamen gereksizdir.” Aynı durum, Teilhard ve onun düşünsel mirasçıları için de geçerlidir.

Otuz yılımı, salyangozların genetik evrimi üzerine çalışmaya verdim. Konuya ilişkin önemli ilerlemeler sağlasam da, hâlâ salyangozların neden sülük haline dönüştüğüne açık bir yanıt getirebilmiş değilim. Öyle görünüyor ki, toplumsal ilişkileri açıklamak daha kolaydır. Darwin, teorisinin bilimsel gelişme tarihindeki öneminin ayrımındaydı (‘bir cinayeti itiraf etmeye benzese de, türler değişmez değildir’), ama tezlerinin, toplumsal ilişkileri açıklamak amacıyla kaba bir biçimde kullanılmasına karşıydı. Bu kitap, Darwinizmi toplumsal gelişmeye uygulama gibi çocukça bir çabanın içinde olmayacaktır.

Darwin ve Wallace düşüncelerini, 1858 yılında The Linnean Society Of London'a sundular. Tezleri pek etki yaratmadı. Topluluğun başkanı ve sürüngenlere yönelik araştırmalarıyla tanınan bir dişçi olan Thomas Bell, yıllık raporunda, bu düşüncelerin “devrimci etkisi derhal fark edilen buluşlardan birisi olarak göze çarpmadığını ve kimi parlak yeniliklerin ancak uzun erimde anlaşılabileceğini” söyler.

Bell’in adaletsiz yargısı, Kalygonomia On The Laws Of female Beauty adlı kitabına da yansır. Kitabında, kadınların'‘akli sistemdeki kusurlarını (4); mekanik sistemdeki kusurlarını (17) ve beyin, kalp, akciğerler vb. yaşamsal organlarındaki kusurlarını (9) listeleyen Bell, biyolojiyi geri dönülmez biçimde değiştiren tezleri ise küçük görmekten geri durmamıştır. Burada, ‘Bacon, Newton, Davy ya da Daguerre, varlıkları ve kariyerleri Tanrı tarafından özel olarak tasarlanan ender fenomenler olarak değerlendirilirken, Darwin ve Wallace yok sayılmıştır.

Hüzünlü olan gerçek şudur ki, ortak kökenden değişerek gelme düşüncesinde Tanrı’ya gerek yoktur. Er ya da geç, tıpkı diğer buluşlar gibi, evrim teorisinin de değişik görünümler alması doğaldır. Bilimin ilerleyişinde, devrimci sıçramalar gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bugün artık hiçbir biyolog, Darwin’in teorisini kullanmaksızın çalışamaz. Evrim teorisi biyolojinin dilbilgisi gibidir. Evrim kuramıyla, zorlu bir çabanın sonucunda da olsa ve tıpkı İngilizcenin işleyişinde olduğu gibi pek çok istisna barındırsa da, yaşamın işleyişinin yasaları olduğu anlaşılmıştır.

Bilim (sanatın tersine), onu yapanlardan ayrı olarak ele alınabilir. Bu nedenle, yaşayan bilim insanlarının adları kitabımda geçmiyor. Çalışmamda bana yorumlarıyla destek olan (ve sık sık farklı düşüncelerde olduğumuz) dostlarıma ve mesai arkadaşlarıma minnet borçluyum. Bunlar arasında Douda Ben- Sasson, Sam Berry, John Brookfield, Bryan Clarke, Michael Coates, Jerry Coyne, Andrew Leigh-Brown, Adrian Lister, James Mallet, Ursula Mackenzie, Ruth Mace, John Mc Cririck, Michael Morgan, David Parkin, Norma Percy, Mark Ridley ve Kay Taylor’un adlarını sayabilirim. Çalışmama yönelik eleştirilerini kabul etmekteki isteksizliğime karşın zamanlarını bana ayırma inceliğini gösterdiler.

Darwin’den, disiplini üzerindeki egemenliği ölümünden sonra bile süren bu büyük bilim insanından, adı kitabımda pek ender geçtiği için beni bağışlamasını umuyorum. Bütün sayfalarım onun ruhuyla doludur.



*
*****
*


Bu kitabın başlangıcında yer alan ve yazınsal bir değeri olmayan şiirin dizeleri bir parodiydi. Bu dizeler, Richard Payne Knight tarafından (botanikçi olan kardeşi Andrew’den, Türlerin Kökeni’nde söz edilmektedir) 1796 yılında yazılan, Sivil Toplumun İlerleyişi; Altı Kitaplık Didaktik Bir Şiir adlı çalışmayla dalga geçiyordu. Hookham Frere bu dizelerle, uçan bir uskumru ve sucul bir ayıdan, bir çeşit gotik kişilik bölünmesine doğru ‘yükseliş’in taşlamasını yapar:

(Ah! Zırhlı bir ıstakozun gökyüzüne yükseldiğini kim gördü,/ Geniş kanatlarını gürültüyle çırparak ve havada süzülerek ilerleyen?/ Baykuş, kamelyasına doğru ne zaman süzülmüştü?/ Yünlü sürülerin arasında kalan kırılgan çiçek/ Ya da titrek ayaklarıyla suya dalan buzağı,/ Tuzlu dalgaların arasında balık gibi yüzmeye çabalayan neydi?)

Bu şiir, insanın evrimi ile ilgili olarak biyolojinin sınırları hakkında ciddi soru işaretleri uyandırıyor!

İnsan türü, biyolojinin geneli içinde yalnızca bir dipnottur. Evrimsel gelişimin, insan uygarlığına doğru bir ilerleme içinde olduğu, Homo sapiens için yazılmış bir uvertür olduğu, sıklıkla karşılaşılan bir anlayıştır. Ancak bu yaklaşım, yaşamın ayrıntıları destekleyen özünü göz ardı etmektedir. Türlerin Kökeni’nin son bölümü, kitaptaki ‘uzun tartışma’nın, yalın ama önemli terimlerle yapılan bir özetidir. Bu bölümde, Darwin’in teorisine kanıtlar sunan ağaçkakanlara, yaban arılarına ve meşe ağaçlarına, neredeyse şiirsel bir duyarlılıkla yaklaşılır ve Darwin’in belki de en ünlü sözü olan tümce bu bölümde geçer: “insanın kökeni ve tarihi, er ya da geç aydınlanacaktır.” Onun, kitabın finalindeki açıklamaları, benim çalışmamda da ek olarak değerlendirildi.

Bana ait olan son bölüm ise, orijinal kitabın son bölümünün tersine, bütün çalışmanın bir özeti değil, canlı tarihinin kimi ayrıntılarının ele alındığı, geçmişimizin evrim kuramı tarafından nasıl aydınlatıldığının sınandığı, balinaların ve virüslerin var oluşunu yöneten yasaların insanlar için de geçerli olup olmadığını ele alan bir bölüm oldu.

Wallace, Darwin’e Türlerin Kökeni'nde insanın evrimine ilişkin kanıtları ele almayı tasarlayıp tasarlamadığını sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Sanırım, çevresi önyargılarla kuşatılmış olan bu konunun bütününden kaçınacağım; fakat bu sorunun doğa bilimciler için en ilgi çekici sorun olduğuna tümüyle katılıyorum.” Haklıydı. 1859 yılında, insanın kökenine ilişkin tek bir fosil buluntu bile yoktu, oysa bugün binlercesi bulunmuş durumda. Daha da önemlisi, genler, insanların akrabalık ilişkilerini, insanlarla primatlar arasındaki bağı açığa çıkarmış durumda. Darwin’in tartışmasının bütünü bugün insana ilişkin kavramlarla yapılabilir ve Türlerin Kökeni insanın evrimine ilişkin kanıtlarla yeniden yazılabilir. Varyasyon, var olma savaşı, doğal seçilim, fosiller, embriyolar, coğrafya, karşılaştırmalı anatomi ve içgüdüler; bunların tümü böylesi bir çalışmanın öğeleri durumundadır. İnsan türünün evrim geçirdiğine ilişkin kanıtları yadsımak olanaksızdır. İnsanın biyolojisine ilişkin öylesine çok şey biliyoruz ki, uygarlaşmış hayvana (eğer gerçekten uygarlaşmışsa) doğru ilerleyen evrim, bütün bir evrim kuramını açıklayan bir ders olarak okutulabilir. Ve bu dersin mantığını, Türlerin Kökeni'nde bulmak olanaklıdır.

Steve Jones

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder