Mahrem Günlük

"Bu bir kitap değildir."

Defalarca anlatıla anlatıla çarpıtılan fantastik bir Gauguin efsanesi oluştu. Tablolarından daha iyi bilinen ve en azından bu ülkede babamın resmin büyük ustalarından biri mertebesinde kabul gördüğünden bihaber olanlar tarafından tartışılan bir efsane bu. Bu hikaye her yerde genel bir hayranlık uyandırıyor. Bir zamanlar orta yaşlı, sıradan sayılabilecek, az çok başarılı bir borsa simsarı varmış. Çok bağlı olduğu bir karısı ve üç çocuğu varmış bu borsa simsarının. Ailesinin de arkadaşlarının da, onun ömrünü müreffeh bir işadamı ve iyi bir aile babası olarak tamamlamaktan
 başka bir hevesi olabileceği vehmine kapılmaları için hiçbir sebep yokmuş üstelik. Sonra bir gece bütün bu ailevi erdemlerini uykusunun derinliklerinde bırakmış ve yeni güne gaddar bir canavar
olarak uyanmış. Ailesine beslediği sevgiden eser yokmuş artık. Burjuva hırslarından ve saygınlığından eser yokmuş. Resim yapmak için yanıp tutuşuyormuş. Eline bakan ailesini hiç düşünmeden, hiç dert etmeden Paris'e kaçmış; kendisini yeni benimsediği sanatına adayarak akademik geleneğe gururla karşı çıkmış. Ve nihayet bir gün uygarlığı tahammül edilemez derecede usandıncı bulup Tahiti'ye yerleşmiş; bir yabani gibi yaşayıp, aşık olup, resim yapıp öldüğü yere ...

İyi bir hikaye. Birçok saf ruhun hoşuna gittiğinden, bunu yalanlamak üzücü. Fakat ne yazık ki doğru bir hikaye değil. Babamın ressam olma kararının arkasında, böyle Dr. Jekyl - Mr. Hyde tarzı bir dönüşüm bulunmuyor. Elimde babamın evlendikleri yıl, 1873 gibi erken bir tarihte yaptıgı annemin bir portresi var. Üstelik hayatı boyunca, kah en kaliteli keten masa örtüsünü tuval yerine, kah en güzel iç etekliğini boya silmek için kullanarak annemi kızdırmak pahasına resimle ugraşıp durdu. Sanat uğruna ticareti tamamen bırakması 1882'dedir. Anneme danıştıktan sonra kesin kararını verdi. Babamın dehasına duydugu inançtan değil, onun resim tutkusuna duydugu saygıdan, annem gitmesine razı oldu. Cesur davrandı, zira çocukları yetiştirme ve eğitme zahmetini kendi üstleneceği anlamına geliyordu bu. Babam ona "kelepir burjuva," derdi, fakat hayatı boyunca ona karşı derin bir saygı besledi.

Babam seyahatleri sırasında bizimle bağını pek koparmadı. Düzensiz aralıklarla mektup yazar, halimizi hatrımızı sorar; etkileyici, duygulu satırlarla bize iyi dileklerini gönderirdi. Hatta bir keresinde Tahiti'den, o garip tablolarından birkaç tanesini göndermişti; küçümseyerek değilse bile aldırış etmeden şöyle bir bakıp tavan arasına 'kaldırmıştık. Fakat babam buna değil de, çocukların
bakımına katkısı olsun düşüncesiyle annemin bu tabloları satmaya kalkmasına -girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı, ne yazık ki- köpürdü. Sanırım yıllar sonra birkaç tanesi komik denecek kadar düşük fiyattan satıldı.

Ona dair son hatıram, hafızamda eşsiz canlılıktadır. Tahiti'ye son yolculuğuna çıkmadan önce, Kopenhag'a bize veda etmeye gelmişti. Hiç bu kadar huzurlu ve müşfik görünmemişti. Kuşkusuz
tropik cennetine döneceği için mutluydu. Veda hediyesi olarak bana, Eugene Carriere'in o yıl yaptığı kendi portresini verdi. Mükemmel benzerliktedir, hala saklarım. Bu günlük tamamlandığında Markiz Adaları'ndaydı. Ölümünden sonra yayımlanmak üzere ya da bu olamıyorsa Paul Gauguin'den bir hürmet nişanesi olarak kabulü için Mösyö Andre Fontainas'a gönderdi. Fontainas yayıncı bulamadı, bu yüzden günlük, annem ve kardeşime geçti. Annemin ölümünün ardından bunları ingilizce okuyanlara sunuyorum. Ucuz burjuvalık belki de.

Anlayabildiğim kadarıyla bu günlük, babamın edebiyat sanatındaki tek uzun denemesi. "Noa Noa" Mösyö Charles Morice'in babamın müsvettelerini düzenlemesiyle hazırlanmıştı ve, ne yazık ki, onun eserlerinin ruhunu pek az yansıtmaktadır. Onun üslubunu bu günlüğün üslubuyla ya da babamın ara sıra Fransız dergilerine sanat üzerine yazdığı denemelerin üslubuyla karşılaştırırsanız, aradaki farkı kolayca görürsünüz. Benim içinse, en azından, bu günlük eşi bulunmaz bir kişiliğin aydınlatıcı bir oto-portresidir.

Babama dair hatıralarımı, o bulanık ve sayıca az hatırayı şekillendiriyor, canlandırıyor. Onun iyiliğini, mizah gücünü, asi ruhunu, bakış açısının netliğini, ikiyüzlülüğe ve yalana duyduğu
aşırı nefreti gözlerimin önüne seriyor. Başkalarının bu günlükten neler çıkaracağını bilmiyorum, pek
de umrumda değil. Babam bütün hayatı boyunca kendini beğenmiş saygın insanları sarstı, bu günlüğünde anlattığı o müstehcen resmi duvarına asmaya zorlayan aynı ele avuca sığmaz mantıkla, gayet bilinçli bir biçimde sarstı. Ölümünden sonra da anıların sarsmaya devam etmesinden daha olağan ne olabilir ki?

Diğer insanlar yanlış anlamayacaklardır. Bu günlüğün Paul Gauguin'in tablolarında konuşan aynı özgür, korkusuz ve duyarlı ruhun kendiliğinden ifadesi olduğunu kavrayacaklardır.

EMiLE GAUGUIN
PHILADELPHIA
Mayıs 1921



***

MÖSYÖ FONTAINAS'A

HEPSİ BU İŞTE
YALNIZLIK VE YABANİLİKTEN DOĞAN
BİLİNMEZ BlR DUYGUYLA YOLA ÇIKAN,
HIRÇIN BİR ÇOCUĞUN BAŞIBOŞ MASALLARI,
GÜZELLİĞİ ARA SIRA YANSITAN VE HER
ZAMAN İÇİN GÜZELLİĞİN - KİŞİSEL OLAN
GÜZELLİĞİN - İNSANCA OLAN TEK
GÜZELLİĞİN - AŞIĞI OLMUŞ BİR
ÇOCUĞUN MASALLARI.

PAUL GAUGUIN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder