Rimbaud, Avrupa’nın hemen hemen tüm limanlarına gider, kah bu rotayı kah şu rotayı izler, Kıbrıs’a, Norveç’e, Mısır’a, Java’ya, Arabistan’a, Habeşistan’a uğrar. Onun araştırmaları, çalışmaları, spakülasyonları düşünülsün! Hepsi de “egzotik” etiketini taşırlar. Girişimleri de şiirsel düşünce uçuşları kadar atak ve plansızdır. Yaşamı, kendisine ne kadar can sıkıcı ve ıstırap dolu gelse de, asla düzyazısal bir yaşam değildir… ‘Yaşamın ortasında dikildi’ diye düşünüyor bürosundaki memur. Evet, şairler tamamen bir yana, birçok hali vakti yerinde vatandaş, salt Rimbaud’nun serüvenli yaşamını taklit edebilmek için bir kolunu veya bacağını verebilirdi. Pataloji uzmanı “hafif paranoya”dan söz edebilir, fakat o, evinde oturanlara bir nimet gibi görünüyor. Bahçesini sulayan bir Fransıza açıkça bir çılgınlık gibi görünüyordur. Aç karnına bu dünya gezisi müthiş bir şey olmalı. 40′000 altın frangını sürekli kuşağında taşıdığı için basur olduğunu öğrendiklerinde, ülkesinin insanlarına daha da çılgın, daha da ürkütücü görünmüş olmalı. Yaptığı her şey garip, fantastik ve görülmedik bir şeydi. Yolculuk rotası, kesintiye uğramamış biricik fantazmagoryadır. (sf. 89-90)
*
RİMBAUD YA DA BÜYÜK İSYAN
HENRY MİLLER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder