Geçmek Bilmeyen Gün (1937, Yves Tanguy)



Ressam Yves Tanguy, sürrealizmin iç halkasının parçası, Paris grubunun ilk üyelerinden biri ve kurucu Andre Breton’un yakın dostu olmakla birlikte; Salvador Dali, Rene Magritte veya Joan Mirö’nun ününe asla sahip olamamış, tarihin biraz es geçtiği bir sanatçı olarak kalmıştır. Breton ise Tanguy’ye hayrandı ve arkadaşı hakkındaki ilk monografiyi 1946’da o kaleme aldı.

Tanguy okullu bir ressam değildi. Bunun yerine gençliğinin önemli bir bölümünü Fransız yük gemileriyle dünyayı dolaşarak geçirmişti. Giorgio de Chirico’dan esinlenen birçok sürrealistten biri olan Tanguy, sık sık de Chirico’nun Çocuğun Beyni (1914) adlı bir tablosunu 1922’de bir Paris galerisinin vitrininde nasıl gördüğünden söz ederdi. O zamandan itibaren hummalı bir eğitim dönemine giren Tanguy, önce sulu boya, sonra yağlı boya resim yapmayı öğrenmişti. Bu erken dönem çalışmalarının bazıları korunabilmiştir ve ana renklerin serbestçe kullanıldıkları naif,
Dalı, Rene Magritte veya Joan Mirö’nun ününe asla sahip olamamış, tarihin biraz illüstratif, ekspresyonist bir stili gözler önüne sermektedirler. 1925’te, çırak ressamın Breton tarafından yeni oluşmuş Sürrealist Grup içine kabul edildiği yıl, Tanguy'nin işlerinde yeni bir yeterlik, güven ve karanlık gelişti; tanınmasını sağlayacak kendine Özgü bir stil doğuyordu; ufkun asla gökle buluşamadığı açıklık, çöl gibi manzaralar; bu uzamları dolduran acaip, tehditkâr gruplaşmalar ressama özgü bir üslupla, bu dünyadan değillermiş gibi betimlenmişlerdi. Bu olağan dışı düş sahnelerinin, ilk kez bir denizciyken deneyimlediği, kızgın güneş altındaki Afrika düzlüklerinden esinlendiği bilinmektedir. Dalı gibi Tanguy de bir tedirginlik duygusu yaratmak üzere ışıkla oynamakta ustaydı. Olağan dışı kompozisyonlarını aydınlatan yayınık güneş ışığı tehlikeli ve bıkkınlık verici bir atmosferi çağrıştırmakta; fakat eserlere ikinci kez göz atıldığında, kara olduğu kadar deniz manzaralarının da söz konusu olabileceği hissi uyanmaktadır.





Geçmek Bilmeyen Gün, Tanguy"nin orta dönemine ait bir tablodur. 1930'ların birçok sanatçısı gibi o da giderek artan savaş olasılığından haberdardı. Tanguy'nin ana dilinde [Fransızca] Jour de lenteur olan tablonun ismi, "Ağırlık, Hantallık Günü" olarak da çevrilebilir. Bu başlıkta bir can sıkıntısı, hatta umutsuzluk duygusu vardır, kompozisyonun durgunluğu da bu hissi kuvvetlendirmektedir. Tuvali dolduran topluluklar, yollarında giderken beklenmedik bir biçimde durdurulmuşlar gibi, insanı rahatsız edecek ölçüde edilgendirler. Hemen hepsi ayırt edilip tanımlanabilir bileşenlerden oluşan bu formlar Marcel Duchamp'm heykellerinden ve asamblajlarından etkilenmişlerdir ve mekanik konusuna duyulan benzer bir merakı yansıtmaktadırlar. Savaş tehdidi ve bu tehdidin basında çıkan teknolojiye dayanan yeni bir savaş stili kehanetleriyle birleşmesi, Tanguy'nin tablosunu dolduran robot benzeri yapılara bir kıyamet tınısı eklemektedir.



Tanguy’nin diğer birçok eseri gibi, Geçmek Bilmeyen Gün de Dali'nin körfezlerini ve çöllerini hatırlatan müphem bir çevre düzeni sergilerken, aynı zamanda suya veya Ay’a dair kökenleri çağrıştırıyor. Bir ufuk çizgisi görülmüyor, arkaya doğru uzanan mesafe dalgalı kumulları olduğu kadar sisli gökyüzünü de akla getiriyor. Bu belirsizlik sahneyi gerçeklikten uzaklaştırıyor ve kötü bir şeyler olacağı önsezisine kapı aralıyor. Altı ayrı gruplaşma halinde düzenlenmiş acayip objeler ön planı ve orta kısmı işgal etmişler. Onlardan tuhaf bir biyomorfik yakınlık duygusu yayılıyor. Ön planda hayvanı andıran, küçük ve esrarengiz bir form çalımlı çalımlı yürüyor. Dikkatle bakılmaya devam edildiğinde, yaratık zırhlı bir ata veya Paris burjuvazisinin simgesi olan küçük bir köpeğe dönüşebiliyor, özenle yerleştirilmiş bu objeler gözün tüm tuvali dolaşmasını sağlıyor, izleyicileri kendi sembolizmlerini veya anlatılarını kurmaya davet ediyor.

                                                                                   Bu dört bacaklı yaratık, genellikle, turnuvada çarpışan  atlı şövalye diye tanımlanmıştır; bu yorum,  esere atfedilen savaş metaforunun uzantısıdır.

Tanguy, acaip biyomorfik varlıklarını yaratırken sürrealistlerin otomatizm uygulamasını kendine göre uyarlamıştır. Grubun diğer üyeleri gibi soyut jestler gerçekleştirmek yerine, elin tuval üzerinde kendine aşina şekiller yaratmasına izin verme yolunu seçmiştir. Ön çizim veya eskiz yapmadan, tuval üzerinde doğrudan boya ile çalışmış, bu süreci sürrealist bir macera olarak görmüştür. Her zaman önce arka planı boyamış, burada akışkan renkleri büyük, yumuşak bir fırçayla karıştırmıştır. Arka planın coğrafyası, bitmiş kompozisyonun habercisidir. Tanguy soyut yaratımlarını ancak zemin kuruduktan sonra gerçekleştirmiştir. Bunlar, pürüzsüz, düz bir yüzey sağlamak amacıyla ince boya katlarıyla şekillendirilmiş, gerekmedikçe impasto alanlara yer verilmemiştir.

*
Ayrıntıda Sanat
Lauren Thomson

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder