KAY SAGE (1898 - 1963)
Sürrealizm tarihi içinde Kay Sage’in ayrıcalıklı bir yeri
vardır. Roma’da yaşadıktan ve resim eğitimi aldıktan sonra 1937’de Paris’e
taşınan Sage, Andre Breton’un Sürrealist Grup’una -bir ilham perisi, eş veya
sevgili olarak değil de- faal bir sanatçı olarak katılan tek kadın olmuştur.
Sage, Parisli sürrealistlerle birlikteliği sırasında Yves Tanguy ile tanıştı.
Çiftin arasında uzun ve fırtınalı bir ilişki başladı ve 1940’ta savaşın
pençesindeki Avrupa’dan ABD’ye göç ettikten hemen sonra evlendiler.
Sürrealizm 1939’da Avrupa’daki eski gücünü yitirmiş, önde
gelen isimlerinden pek çoğu savaş tehdidi karşısında kıtayı terk etmek zorunda
kalmıştı. Yine de birçoğunun gittiği ABD’de sürrealizm hız kazandı, çevresine
yeni üyeler topladı ve 1960’larda coşkulu bir destek buldu. Sage genç bir ressam iken Giorgio de Chirico’nun geniş
uzamlarından, mimari formlarından ve klasik göndermelerinden etkilenmişti.
Kariyeri boyunca Sage'in kompozisyonları, uyduruk film setleri gibi, tuhaf bir
biçimde gerçek dışı görünen esrarengiz mimari öğeler içerirdi. Geçiş'in de
içinde olduğu daha sonraki eserlerinde Sage’in oluşturduğu uçsuz bucaksız çöl
manzaralarında Tanguy’nin, aslında Salvador Dalı’nin etkisi belirgindir. Tanguy
gibi Sage de ışığı ufka doğru uzaklaştıkça puslu, gri tonlarla soluklaşan
gizemli bir aydınlık özelliğiyle aktarmıştır.
Geçiş, Tanguy’nin 1955’teki ölümünden bir yıl sonra yapılmış
melankolik bir otoportredir. Sage’in kompozisyonlarında genellikle merkezi bir
yer tutan mimari yapılar bu tabloda yoktur; onların yerini, manzaranın doğal
olmayan düzenli formları, yani eşit parçalara bölünmüş bir çöl matrisinin
karşısındaki küboid kayalar almıştır. Ressamın insan formuna yer verdiği birkaç
eserinden biri olan Geçiş -insan figürü anlamlı bir şekilde sırtından
gösterilmiştir- Sage’in depresyon, alkol bağımlılığı ve görme kaybı nedeniyle
resim yapamaz hale gelmeden önce yarattığı son önemli tablolardan biridir.
Tablonun, Tanguy’nin ölümüne bir gönderme olan başlığı, umutsuzluğa gömülen
Sage’in 1963’teki intiharının da habercisi gibidir.
Sage, bir sürrealist olarak, insan zihninin hallerini tasvir
etmeye uğraşmıştı. Psikanaliz kuramını bilmekle birlikte, kompozisyonları kişisel
deneyimlere ve duygulara dayanıyordu. Dalı’nin ve kocası Tanguy’ninkilerle
koşut gibi gözüken çöl sahneleri, her şeyin mümkün olduğu yaban uzamları temsil
etmek yerine, Sage’in yaşamına egemen olan yalnızlık, tecrit duygularına
gönderme yapar gibidir - hem 20. yüzyıl başında bir kadın sanatçı olarak
yalnızlığı ve mücadelesi, hem de Tanguy ile çoğunlukla sadomazoşist bir
niteliğe bürünen ilişkisi.
Sırtı seyirciye dönük çıplak bir figür oturuyor, beline
gevşek bir biçimde bir örtü sarmış. Hayali bir çöl manzarasına bakıyor. Yer
düzgün çizgilerle bölünmüş, kurumuş bir gölün dibinde oluşan çatlakların
geometrik görüntüsünü andırıyor. Figürün kenarında oturduğu uçurum şekilleri
aynı derecede düzgün, kenarları biraz önce bir taş ocağından kesilip çıkarılmış
kadar düzgün kum taşlarından oluşuyor. Manzaranın tekdüzeliği bir tedirginlik
hissi uyandırıyor; sahnenin üzerinde asılı duran, koyu renk yağmur bulutlarıyla
yüklü fırtınalı gökyüzünün oluşturduğu kontrast da bu duyguyu perçinliyor.
Sage usta bir ressam ve hünerli bir desinatördü. Geçiş,
gözle görülmesi neredeyse imkânsız, karakteristik hassas fırça darbeleriyle
yapılmıştır. Formun çevresinde eğriler çizen fırça darbeleri üç boyutlu bir
ışık ve gölge duygusu yaratmaktadır. Sage tabloyu metotlu bir şekilde boyamış,
tuvali melankolik gökyüzünün temelini oluşturan yumuşak, gri bir zeminle
hazırlamıştır. Gökyüzü, derece derece değişen gri tonlarda sulandırılmış boya
ile yapılmış, boya eşit, yatay fırça darbeleriyle sürülmüştür. Tuvalin üstüne
doğru yoğunlaşan ve birlikte ilerleyen tonlar ağır yağmur bulutlarını
yaratmaktadırlar. Sulandırılmış gri boyadan yumuşak bir fırça ile sürülmüş ince
bir kat, ufuktan orta mesafeye kadar yerin üzerini örtmekte, yere kadar inmiş
sisi çağrıştırmaktadır.
*
Ayrıntıda Sanat
Laura Thomson
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder