Darwin, M ve N adı verilen defterleri, 1838 ve 1839'da, 1842 ve 1844 tarihli taslaklarına temel olarak dönüşüm notlarını derlediği sırada yazmıştı. Bu defterler Darwin'in felsefe, estetik, psikoloji ve antropoloji üzerine düşüncelerini içerir. Darwin bunları 1856'da yeniden okuduktan sonra, "ahlak metafiziğiyle dolu" sözcükleriyle tanımlamıştır. Bu defterlerde, evrim düşüncesinden daha aykırı bulduğu bir şeyi, felsefi maddeciliği -bütün varoluşun gerecinin madde olduğu ve bütün zihinsel ve ruhsal görüngülerin maddenin yan ürünleri olduğu temel önermesini- desteklemeye karar verdiğini, ancak bunu dışa vurmaktan korktuğunu gösteren birçok ifade yer alır. Aklın -ne kadar karmaşık ve güçlü olursa olsun -sadece beynin bir ürünü olduğu iddiası kadar, Batı düşüncesinin köklü geleneklerini altüst edebilecek bir şey olamazdı. John Milton'ın, aklı geçici konağı olan bedenden ayrı ve üstün tutan anlayışını düşünün:
Ya da ışığım, ortasında gecenin,
Yansın içinde, yüksek yalnız bir kulenin
Durmadan baktığım yerde Ayı'ya
Ve üç kez yüce Hermes'e, açılsın ya da
Eflatun'un ruhu, ortaya sermek için
İçinde tuttuğunu, alem ve feleklerin
Ölümsüz aklı, ki bırakıp yüzüstü gitti
Konağını, bu ten diyarındaki
Bu notlar Darwin'in felsefeyle ilgilendiğini ve içermelerini bildiğini gösterir. Kendi kuramını diğer tüm evrim öğretilerinden ayıran ana özelliğin ödün vermez felsefi maddeciliği olduğunun farkındaydı. Diğer evrimciler yaşamsal kuvvetlerden, yönlendirilmiş tarihten, organik mücadeleden ve aklın temel indirgenemezliğinden -Hristiyanların Tanrı'sının yaratılış yerine evrimle iş görmesine açık kapı bıraktıkları için, geleneksel Hristiyanlığın uzlaşmayla kabul edebileceği bir dizi görkemli kavramdan- söz ediyordu. Darwin ise sadece rastlantısal değişim ve doğal seçilim diyordu.
Darwin notlarında, maddeci evrim kuramını, kendi deyimiyle "kalenin kendisi" olan insan aklı da dahil, yaşamın bütün görüngülerine kararlılıkla uyguladı. Akılın beynin ötesinde gerçek bir varoluşu yoksa, Tanrı bir yanılsamanın yanılsamasından başka ne olabilirdi? Darwin dönüşüm defterlerinin birini şöyle yazar:
"Düzenin doğurduğu tanrısallık aşkı, ey maddeci! (...) Beynin bir ürünü olan düşünce, maddenin bir özelliği olan kütleçekiminden niçin daha hayret verici olsun? Bu bizim kibrimiz, kendimize olan hayranlığımızdır."
Bu öyle aykırı bir inançtı ki, Darwin Türlerin Kökeni'nde bunun üzerinden atladı ve "insanın kökeni ve tarihe ışık tutulacaktır" gibi şifreli bir ifadeden fazlasını göze alamadı. İnançlarını, artık daha fazla gizleyemediğinde, Descent of Man (İnsanın Türeyişi, 1871) ve The Expression of the Emotions in Man and Animals (İnsanda ve hayvanlarda duyguların ifadesi, 1872) kitaplarında açığa vurdu. Doğal seçilimin eş zamanlı kaşifi A. R. Wallace, bu kavramı hiçbir zaman insan aklına uygulamaya cesaret edemedi ve aklı, Tanrı'nın yaşam tarihine tek katkısı olarak gördü. Oysa Darwin, M defterindeki en dikkate değer ifadesinde, 2000 yıllık felsefe ve dine karşı koyuyordu:
"Platon Fedon'da, "imgesel idealarımızın" ruhun önoluşundan kaynaklandığını ve deneyimden türetilemeyeceğini söyler - önoluş için maymunlara bakmak gerek."
Gruber, M ve N defterleriyle ilgili yorumlarından maddeciliği "o zamanlar evrimden daha büyük bir küstahlıktı" sözleriyle betimler.
*
On dokuzuncu yüzyılın en ateşli maddecileri olan Marx ve Engels, Darwinin neyi başardığını anlamakta ve bunun köktenci içeriğinden yararlanmakta gecikmediler. Marx 1869'da Engels'e, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı yapıtı hakkında şunları yazdı:
"Kaba İngiliz tarzıyla yazılmış olmasına karşın bu kitap, görüşümüzün doğa tarihindeki temelini içermektedir."
Marx'ın Das Kapital'in 2. cildini Darwin'e adamayı teklif ettiği (ve Darwin'in reddettiği) yolundaki söylencenin doğru olmadığı ortaya çıkmıştır. Ama Marx ile Darwin yazışmışlardı ve Marx Darwin'e büyük saygı gösterirdi. (Darwin'in Down House'daki kütüphanesinde Kapital'in bir kopyasına gördüm. Kendisini Darwin'in "içten bir hayranı" olarak tanımlayan Marx tarafından imzalanmıştı. Sayfa kenarları açılmamıştı; Darwin alman dilinin hayranlarından değildi.)
Aslında Darwin yumuşak başlı bir devrimciydi. Yapıtını uzun süre geciktirmekle kalmadı, kuramın felsefi yönlerini halka açıklamaktan da özenle kaçındı. 1880'de şunları yazdı:
"Bana (doğru ya da yanlış) öyle geliyor ki, Hristiyanlığa ve Tanrıcılığa karşı yürütülen dolaysız tartışmaların halk üzerinde neredeyse hiçbir etkisi olmuyor. Düşünce özgürlüğünün yaygınlaşmasının en etkili yolu, insan aklının, bilimsel ilerlemeyi izleyerek adım adım aydınlanması olacaktır.Bu nedenle din hakkında yazmaktan özenle kaçındım ve kendimi hep bilimin sınırları içinde tuttum."
Ancak yapıtlarının içeriği geleneksel Batı düşüncesi için o kadar yıkıcıydı ki, onları hala bütünüyle benimseyebilmiş değiliz. Örneğin, Arthur Koestler'in Darwin karşıtı kampanyasının temelinde, Darwin'ci maddeciliği kabul etmek istemeyişi ve yaşayan maddeye bir kez daha ayrıcalıklı bir özellik atfetmeye yönelik ateşli arzusu yatar. Doğrusu ben bunu anlayamıyorum. Merakı ve bilgiyi el üstünde tutmamız gerektiğini düşünüyorum. Sergilediği uyum planlı değil diye doğanın güzelliğini daha mı az takdir edeceğiz? Kafamızın içinde milyarlarca nöron var diye aklımızın potansiyeli içimizde artık hayranlık ve korku uyandırmayacak mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder