Bulantı'nın Oluşumu

Sartre'ın meslek yaşamında Bulantı'nın (La Nausee) yerini belirtmek kolaydır: İlk büyük yapıtıdır bu onun; 1938'de yayımlanmasından başlayarak Sartre'ın büyük yazar olmasını sağlayan ve bugün artık tartışmasız klasik yapıt düzeyine ulaşmış bir yapıttır, ama kesinlikle modern niteliklidir; etkililiğinden de, yapıt ile okur arasında kişisel ve neredeyse özel olan, duygulanım türünden bir ilişki yaratan o tuhaf gücünden de bir şey yitirmemiştir. Aime Cesaire'in Doğduğum Ülkeye Bir Dönüşün Notları, Julien Gracq'ın Argol Şatosunda ve Michaux'nun en iyi yapıtlarıyla aynı dönemde yayımlanmış olan Bulantı'nın apayrı bir tarihsel önemi vardır; bir yandan otuzlu yılların gündelik yaşamı ile ilgili eşsiz bir belgedir; öte yandan da, yazın açısından da yeni bir hareket noktasını belirtir. 19 Ekim 1945 tarihli Carrefour'da Armand Hoog'un da dediği gibi bu kitap, "bir tür kurtuluşu olarak alımlanmıştı: Bir Fransız yeni romanının sezinlenmesine olanak vermişti."

Özyaşamöyküsü açısından Bulantı Sartre'ın bütün geçmişini özetleyen ve yoğun biçimde sunan bir bütündür. 1931 ile 1936 yılları arasında Sartre'ın yaşadığı deneyimlerle zenginleşmiştir ve iletide gerçekleşecek olan yapıtın haberini verir, geriye dönük olarak da değişikliğe uğratılmaya açıktır. Sartre da Bulantı'yı belirgin biçimde öbürlerine yeğ tuttuğunu gözü kapalı kabul eder ve şöyle der: "Aslında bir tek şeye sadıkım, Bulantı'ya."

Günümüzde Simone de Beauvoir'ın anıları ve yeni ortaya çıkan belgeler sayesinde kitabın nasıl doğduğunu biliyoruz. Bulantı dört evrede oluşmuş: Yirmili yılların sonundan başlayarak "Sevgili arkadaşı" Nizan gibi Sartre da olumsallık üstüne bir deneme yazmayı düşünür. (Bu kavramı daha gençlik yıllarındaki yazılarında bile, özellikle de "Ruhsal Yaşamda İmge" adlı yüksek okul bitirme çalışmasında "Une Defaite" (Bir Bozgun) adlı metninde kullandığı görülür) Sartre 1931'de Le Havre' a gittiğinde "Olumsallık üstüne bir savunma metni"ni yazmaya girişir. Yazar başlangıçta güçlüklerle karşılaşmış olsa da bu metin iki üç yıllık bir çalışma sonunda Bulantı'nın ilk biçimini (versiyonunu) oluşturacaktır. Peki neden ama 1931 yılı? Çünkü 1931 yılı Sartre için; "akıl çağı"na bir ilk geçişi belirtir; bu geçiş öğrenim ve askerliğin sona ermesi, yoksullaşarak toplumsal yaşama katılımla gerçekleşmiştir; bu yıl aynı zamanda La Legende de verite'nin (Hakikatin Efsanesi) birçok yayıncı tarafından reddedilip başarısızlığa uğradığı ve yazacağı kitap için tamamlayıcı okumalar (Valery'nin Eupalinos'u -Çakıltaşı bölümü ile Rilke'nin Malte Laudris Bridge'nin Notları adlı kitabı) yaptığı yıldır. Simone de Beauvoir Marsilya'ya atanınca Sartre Le Havre'da tek başına kalır; felsefe dersleri vermektedir; yankılarını Nietzsche'de bulduğu ve La legente de verite'de de işlemiş olduğu bir serüveni yaşamaya, yalnız adam serüvenini somut olarak yaşamaya hazırdır.

Sartre henüz yayımlanmamış bir söyleşide şu açıklamayı yapar: "Le Havre'a geldiğimde, önceden yazılmış ufak tefek yazılarım da vardı, şimdi artık yazmaya başlama vaktidir diye düşünüyordum. Gerçekten de ilk orada başladım, ama çok zaman aldı..." Atkestanesinin fark edilişi Ekim 1931'e rastlar, Sartre'ın bize yapıtı içinde verdiği tarihlerinde sanırız ciddiye alınması gerekir. Romandaki kronolojinin tam bir incelemesi bize, tarih taşımayan yaprağın dışında, romanın Pazartesi 25 Ocak 1932'yle (özgün baskıda yanlış olarak belirtildiği gibi 29 Ocak değil) Çarşamba 24 Şubat (1932) arasında geçtiğini gösteriyor.

Bulantı'nın tasarısının gerçekten somutlaşması ve süreklilik kazanması Sartre'ın tarihsel olarak  belli bir dönem boyunca günlük tutmaya karar verdiği sırada gerçekleşmiştir. Roquentin'i (okunuşu: Rokanten) Printania otelinde betimleyen kesitlerde, yapıtı bir serüven romanına ya da polisiye bir romana yaklaştırabilecek olan kesitlerde ilk biçime aittir. (Mutsuz Roquentin'in başına gelenlerin sorumlusu kim dersiniz? - Olumsallıktır!)

Bilindiği gibi Sartre kitabın ikinci biçimini 1934'de tamamlamıştır; o sıralarda Berlin'deki Fransız enstitüsü'nde burslu olarak kalmakta ve Husserl'in İdeen'ini okumaktadır. Bulantı için yararlı olmuş olan fenomenolojinin keşfi ve daha kesin bir felsefi çatıya kavuşması burada gerçekleşmiştir denebilir.

Bulantı'nın üçüncü birimi 1936'da tamamlanmıştır; bu çalışmada yeni bir yaşanmışlığın bazı öğelerini (müzeleri ve psikiyatri kliniğin ziyaretler) özellikle de Şubat 1935'ten başlayarak yazarın meskalin kaynaklı depresyonundan doğan sonuçları (yengeç ve akbaba, şemsiye hayalleri, vb.) bir araya getirilmiştir. Artık Melancholia başlığını taşıyan kitabın fantastik olma özelliği de asıl burada güçlenir.

Elyazılı olarak elimize geçmiş tek biçim bu üçüncü versiyondur. Kitabın hazırlanmasındaki dördüncü evre olumsuz nitelikte olacaktır: (Oto)sansür evresidir bu. Beklenmedik çeşitli olaylardan sonra elyazılı metin Gallimard tarafından kabul edilir, ama Brice Parain aracılığıyla kendisinden birçok bölümü çıkartması, ayrıca en cüretkar kesitleri ve en açık saçık sözcükleri atması istenir. Bu konuda başvurulan kişi de avukat Maurice Garçon'dur.

Kitabı çok uzum tuttuğunun farkında olan Sartre, Brice Parain'in uyarılarını kabul eder ve özellikle Roquentin geçmişiyle, Printania otelindeki yaşamıyla ilgili elli kadar yaprağı çıkarır (bu arada, iki roman kişisi hizmetçiyi de atar, bunlar yayımlanan versiyonda hiç yer almazlar), Bouville'deki yaşamla ilgili ayrıntıları, tecavüz sahnesini, atkestanesinin kökü ve Anny'le karşılaşma sahnelerini de çıkarıp atar. Böylece Sartre Roquentin'e artık "Ben ne bir başkan, ne bir sorumlu, ne de bir başka enayiyim" ya da "burjuva erdemlerinin içine tükürüyorum, ayrıca sizi de iplemiyorum" dedirtmez. "Doigt" (parmak) sözcüğü çoğu zaman "queue" ( kamış) sözcüğünün yerini alır. Roquentin artık "çadır kurmaz", "bir çift küçük külrengi t.ş.k" "bir çift kül rengi yumru"ya dönüşür. Görüldüğü gibi bu çıkartılanlar ya da değişiklikler daha çok popülist ve erotik özellikleriyle ilgilidir. Çıkarılanlar kendi içlerinde ilginç olmasına ve yayımlanmış olan metnin kimi karanlık noktalarının anlaşılmasına olanak vermesine karşın, sonuçta hiçbir önemli şeyi metinden çekip almazlar; hatta denilebilir ki paradoksal olarak, bunun yapılması yerinde olmuş, yapıtı hantallaştıracak ve gereksiz yinelemelere yol açabilecek şeylerden kurtarmıştır.






Ve Gaston Bulantı'yı yaratır. Bu çalışma gerçekleştikten sonra yapılacak tek şey yapıta bir başlık bulmaktı, Melancholia'nın yetersiz olduğuna karar verilmişti. Sartre Antonie Roquentin'in Olağanüstü serüvenleri başlığını önerdi, reklam bandı olarak da Serüven yoktur. Ama en sonunda Ekim 1937'de kesin başlığı bulan Gaston Gallimard oldu, ve böylece Sartre'ı bir bulantı adamı yaptı, oysa Sartre'a bakılacak olursa bu bulantı yaşanmış olmaktan çok romansı ve felsefi nitelikliydi.

Oldukça yaygın bir görüşün tersine kitap dikkat çekti, hem eleştirmenler tarafından değerli bulunup başarı sağladı, hem de kitapçılar açısından başarılı oldu. Nisan 1938'de 4100 adet olarak gerçekleştirilen ilk baskı kısa sürede tükendi, ardından aynı yılın Aralık ayında yeniden 3000 adet basıldı. Şimdi o dönemde yapılan eleştirilerin birkaçını hızla alıntılayalım: " Uzun süreden beri okuduğum en dikkat çekici bir genç romanı" (Andre Billy); "Geleceğin romanı, hem de uzun ömürlü olacak bir roman" (Edmond Jaloux); "Eşsiz bir yetenek" (Andre Therive); "Öylesine ender, öylesine önemli, öylesine gerekli bir girişim ki" (Maurice Blanchot); "Kendisinden çok şey beklenecek bir romancı (Camus); vb.

Üslupla, felsefe-kurmaca ilişkisiyle, yalnızlık sorunuyla ilgili önemli çekinceler ileri sürülmesine ve mesafeli davranılmasına karşın, Kafka, Nietzsche, Proust, Valery, Celine, Virginia Woolf, Joyce'unda adının geçtiği bu övgülerdeki birlik hiç de alışılmış bir şey değildi.

1938'den beri Bulantı çok fazla yoruma yol açmış, hiç kuşkusuz Camus'nün Yabancı'sıyla birlikte, en çok okunan çağdaş yapıttır, ayrıca hakkında pek çok kitap yazılmıştır. İncelemelerin çokluğu yine de felsefi-hümanist nitelikte bir homurtuyu önleyememiş, Bulantı'nın büyük bölümüyle bilinmeyen bir metin olmasını engelleyememiştir. Şimdi de burada daha da geliştirilebilecek olan şu bakış açılarını belirtelim:


Rocantin (okunuşu: rokanten) sözcüğünün gizemi.  

Yukarıda belirttiğimiz yapıtın dört evrede hazırlanışı doğal olarak, yapıtın biçimsel özelliğine dikkati çeker. Tür açısından bilinçli olarak belirlenmemiş olan Bulantı, roman felsefe, kurmaca özyaşamöyküsü, gerçek hayali, vb. karşıtlıklarıyla oynar ve farklı öğelerden oluşmuş bir toplam olarak kendini ortaya koyar. Bu öğeler aynı konuyla bağlantılıdır ama belli bir süreksizliğe göre düzenlenmiştir. Roquentin'in (Fransızca'daki) sözlük anlamının "yaşlı adam, yergili şarkılar söyleyen şarkıcı, bir kalenin savunmasıyla görevli asker" olduğu belirtilmişti. Nitekim Sartre'a göre de sözcük "gülünç biçimde simgeseldir" ve "kendi dünya turunu yapmış kişi" anlamındadır. Yine de şu ana kadar hiç kimse XIX. Yüzyıl Larousse Sözlüğü'nün rocantin (ya da roquentin) sözcüğünün şu tanımını ortaya çıkartmamıştır: "Eskiden başka şarkıların parçalarından oluşturulan ve derleme koşuk biçiminde biraraya getirilen şarkılara verilen ad: bu derleme koşuk'un özelliği, çoğunlukla ritim değişikliği ve düşünce akışında hoş ya da gülünç sürprizlerle tuhaf etkiler yaratmaktır." Bulantı böylece bir "rocantin" gibi, yani başka metin parçacıklarından, gerçek ya da değişikliğe uğratılmış alıntılardan, romana özgü belli başlı klişelerden ve hatta şarkı parçalarından hareketle oluşturulmuş bir metin gibi ortaya çıkar. Genevieve Idt çok yerinde olarak Bulantı'nın söyleminin sürekli başka söylemlere gönderdiğini, ama aynı zamanda onları yadsıdığını belirtir.

İnsan, Sartre'ın metini içinde Eugenie Grandet'nin bütün bir sayfasının yer aldığını görünce şaşırmadan edemez... En az fark edilen de romanda her türlü alıntıya (ansiklopedik bilgiler, anılar, konuşma kesit ve parçacıkları vb.) alışılmadık biçimde yer verilmiş olmasıdır. Yapıtın dörtte biri kadarının  olduğu gibi ya da pek az değişikliğe uğratılarak verilmiş alıntılardan oluştuğu söylenebilir.

Genel olarak, Roquentin kendi güncesinde yeniden oluşturmak için başkalarının söylemlerini sürekli olarak dinleyen, kopya eden biri olarak belirir. Bu büyük ölçüde başkasının söyledikleriyle "kat edilmeye" göz yuman ve yazı yoluyla bir tür edilgen bireşim (süreksizliği ve yayılmayı ancak yer yer silen bir bireşim) kuran edilgen bir "eyleyen"dir. Bulantı'yı açık ve devinen bir yapıt haline getirme üstünlüğü vardır.

Bir başka açısı da kesin bir fenemenolojik betimleme içinde kitabı baştan başa aşan ve hemen her sözcüğe kodlu bir değer veren eğretilemeler ve imgeler ağını en iyi biçimde belirtmekten ibaret olacaktır. Bu ağ gerçekten de son derece tutarlıdır. Bir değerler ve karşı değerler dizgesini belirlemeye ve ve bir etiğin görülmesine olanak verir. Varlık ve Hiçlik terimleriyle söylersek, Bulantı'da üç eğretileme kategorisi vardır Kendinde-varlıkların eğretilemeleri, kendisi-için-varlıkların eğretilemeleri ve ikisinin arasındaki öncekilerle çekme itme ilişkisi içinde bulunan insan gerçekliğinin ve de bulantının eğretilemeleri. Böylece, sözgelimi insan gerçekliği, gri ve gölge olarak betimlenmiştir; aynı zamanda hem kendinde varlığı, hem kendisi-için varlığı çeken insan gerçekliğinin siyah ve madde, beyaz ve ışık olarak betimlenebilmesi için sahici olmayış ve kötü niyetin söz konusu olması gerekir ancak. Öte yandan bulantı, insan gerçekliğinin kendi özel durumunu kavramasına olanak veren gerekli rahatsızlıktır. İnsan gerçekliği, olmadığı şeydir ve olduğu şey değildir. Bir başka deyişle var olma güçlüğü var olma gerekliğini içerir.

Son olarak kitabın anlam-belirsiz sonuyla ilgili birkaç şey söyleyelim. Fazlaca eleştirilen söz konusu anlam belirsizliği Sartre'ın metnin hazırlanması sırasında sanat yapıtının durumuyla ilgili düşüncesini derinlemesine değiştirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. 1930'a doğru, Sartre'a göre sanat yapıtı gerçek ve metafiziksel bir olguydu, dünyaya verilen yeni bir özdü. Daha sonra sanat yapıtının imgesel olduğunu düşünmeye başladı Sartre; ama bu yeni anlayışı Bulantı'da değil yalnızca İmgelem'in son bölümünde kuramlaştırdı. Sartre bu konuda bize şu açıklamayı yapmıştır: "Roquentin yapıtın sonunda sanat yapıtı tarafından kurtarılacağını düşündüğünde yanılmaktadır, kurtarılmayacaktır. Ama ben yine de bunu yazıyor ve onu inandırıyordum, çünkü kitabın kalkış noktasıydı, temel fikriydi bu." Böyle bir olanaksız sonuç, Sartre için bir dönemin, yalnız adam döneminin sonunu belirtir. Bundan böyle artık o Böyle Buyurdu Zerdüşt'te Nietzsche'nin çizdiği yolda ilerleyecektir: " Yalnızlığın bittiği yerde kamusal alan başlar, kamusal alanın bittiği yerde de büyük oyuncuların gürültüsü ile zehirli sineklerin vızıltısı da başlar."

Mıchel Rybalka
Türkçesi: Sema Rifat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder