Huzursuzluk Kitabı


"Ben, kendi varlığına yetişemeyen"

Huzursuzluk Kitabı'nda 1913 yılında yazılmaya başlanmış ve yazarın büyük bir bölümünü yayımlamadan bıraktığı bir günce söz konusudur.Bu günce mutlak bir kuşkuculukla doludur, ya da, daha doğru bir biçimde dile getirmek gerekirse, bu kitapta, ilerlemeye, eşitliğe ve hatta güzelliğe duyulan inancın ya da en azından metafizik olana yönelik gerçek bir yeteneğe duyulan inancın bütünüyle eksikliği hissedilir. Kimileri bu yapıtı sahici bir dekadans itirafı olarak yorumladılar. Kitapta aşırı bir olumsuzluk vardır...

Ancak Pessoa tüm "olumsuzluğuna" karşın bazı çıkış yolları önerir görünüyor. Böylece 1920 yılından başlayarak, değişik şiirlerinde düşünmeye başlıyor.

Negativizm kavramının Caeiro'nun Sürü Çobanı kitabında Pessoa'nın ölümüne dek süren yirmi yıllık takma adla sürdürülen yaratı çalışmasına uygulanması abartı olurdu. Ricardo Reis ve Alvaro de Campos imzasını taşıyan şiirlerin çoğunun bu tanımlamaya kesinlikle uysa da, aynı şey ne Alberto Caeiro'nun panteizmi için ne de daha genel konuşmak gerekirse bu düşünceyi destekler görünen belirli izlekler ve konular için söylenebilir; çünkü Pessoa'nın olgunluk dönemini belirleyen şiirler için mizah duygusu mutlak bir istençsizliği ya da aldırışsızlığı sergilemektedir.

J. F. Coelho yolculuğu bu izleklerden biri olarak görmüştür.Araştırmacıya göre Portekiz dilinde Camoes'ten bu yana, yolculuk simgeleri açısından bu denli zengin bir başka şiir bulunamaz -ama elbette özellikle öznel yolculuk yolları biçiminde. Huzursuzluk Kitabı'nın 400 numaralı fragmanı,yolculuk düşüncesini "ben olmayan herhangi birini baştan çıkarmaya uygun düşünce" olarak tanımlıyor ve bununla bağlantılı olarak okumayı yolculuk etmeyle karşılaştırıyor. 389 numaralı fragman, hayal gücünün şaşırtıcı yeteneklerini yüceltmek için, gerçek yolculukların gereksiz olduğunu açıklıyor. 384 numaralı şiir, yaşamı, dalınç içindeki ruhlara, eylem gücü bulunan ruhların herhangi bir zamanda yaşayabildiklerinden daha yoğun bir heyecan sunan deneysel bir yolculuk olarak tanımlıyor; ondan sonraki fragman (yolculuk eden insan) izleğinden yararlanıyor: bizler," bu dünyada yolculuk edenleriz gönüllü ya da gönülsüz biçimde" ...

"Nihai olan yolculuğun en iyi biçimi hissetmektir" diye yazdı Campos; ve Pessoa, en ünlü ve en yanıltıcı itiraflarından birini Casais Monteiro'ya yazdığı bir mektupta yaptı: "Kendimi geliştirmiyorum,yolculuk ediyorum"

...gerçek Şu ki Pessoa'yı mutlak olumsuzluğun bütüncül karanlığından,modernizmin o yaygın akıl hastalığından, takma isimler oyunu kurtarmıştır.

Jose Guilhermo Merquior 



Fernando Pessoa strolling down Chiado Square (Lisbon), with his friend, journalist Augusto Ferreira Gomes
c. 1925
(via hinted-by-the-winter: / cafeparaacordarosmortos:)Fernando Pessoa strolling down Chiado Square (Lisbon), with his friend, journalist Augusto Ferreira Gomes
c. 1925
(via hinted-by-the-winter: / cafeparaacordarosmortos:)

Fernando Pessoa strolling down Chiado Square (Lisbon), with his friend, journalist Augusto Ferreira Gomes
c. 1925
(via hinted-by-the-winter: / cafeparaacordarosmortos:)        Fernando Pessoa strolling down Chiado Square (Lisbon), with his friend, journalist Augusto Ferreira Gomes
c. 1925
(via hinted-by-the-winter: / cafeparaacordarosmortos:)



*

Durmaksızın hayal kurmak, sürekli tahliller yapmak, 
temel olarak hayatın verebileceğinden farklı bir şey sundu mu bana?
İnsanlardan koptum, ama kendimi bulamadım (...)
Bu kitap her açıdan tahlil edilmiş,
enine boyuna taranmış tek bir ruh halidir.

...

Yaşamöyküsü yazılabilenlere ya da oturup kendi yazabilenlere gıpta ediyorum, aslında gıpta mı ediyorum, bilmeksizin. Ben bu dağınık, ilintisiz duygularla (zaten başka türlüsünü de istemiyorum) olaysız yaşamöykümü, hayatsız hikayemi anlatıyorum. Bunlar benim İtiraflar'ım; ve bu itiraflarda hiçbir şey söylemiyorsam bu, söyleyecek bir şeyim olmadığındandır.

İnsan, ilginç ya da yararlı ne anlatabilir? Başımıza gelmiş olan şeyler, ya herkesin başına gelmiş ya da yalnızca bizim başımıza gelmiştir; ilk durumda bayatlamıştır, ikinci durumda da bizden başkası anlayamaz onları. Hissettiklerimi yazıyorsam, hissetmenin ateşini azaltmak için başka çarem olmadığından. İtiraflarım önemli değil, çünkü hiçbir şey önemli değil. Hissettiklerimle manzaralar çiziyorum ben. Duyularımı tatil ediyorum. Üzüntülerini bastırmak için nakış işleyen, hayat denen şey varolduğu için örgü ören kadınları çok iyi anlıyorum. Yaşlı teyzem, sonu gelmez akşamlarda fal açıp dururdu. Duygularımı anlattığım bu itiraflarda benim fallarım. Gelecekten haber almak için iskambillerden medet umanlar gibi yorumluyor değilim onları. Kulak da vermiyorum yazdıklarıma, çünkü fallarda, kağıtların yalnız başlarına hiçbir değeri yoktur. Rengarenk bir yumak gibi kendimi açıyorum ya da çocukların ipleri açık parmaklarına dolayıp sonra da elden ele geçirdikleri ip oyununu oynuyorum kendimle. Dikkat ettiğim tek şey, başparmağın altına denk gelen düğümü kaçırmamak. Sonra ellerimi ters çeviriyorum ve ortaya yeni bir şekil çıkıyor. Arkasından yeniden başlıyorum.

Yaşamak, başkalarının niyetleriyle örgü örmektir. Bununla birlikte, ömür süresince zihnimiz özgürdür ve bütün beyaz atlı prensler, ucu kancalı fildişi tığla iki ilmek atımı süresince, kendi büyülü bahçelerinde gezinebilir. Varlıklarla yapılan tığ işi... Aralıklar... Hiçbir şey...

Zaten, kendimde ne bulabilirim? Ne anlatabilirim? Duygularımın korkunç derecede yoğun olduğunu, duygularımın sapına kadar bilincinde olduğumu... Kendimi mahvetmek için kullandığım keskin zekamı ve beni oyalamaya doymayan düş gücümü... Ölü irademi ve onu capcanlı yavrusu gibi kollarında sallayan düş gücümü. Tığ işi, evet...

sf. 31   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder