Arthur Rimbaud'nun Gerçek Sarhoş Gemileri



Uzun ve yorucu bir okuma sürecinden sonra Rimbaud üzerine yazdım. On yedi yaşının meyvesi olan Roman şiirini yeniden okurken, Leo Ferre'nin ezgisi eşliğinde (kaotikbenlik.blog /2014/02/Roman) Rimbaud'nun Charleville'deki sevdalı çayırlarından çıkıp ıhlamur ağaçlarının altına geldim yine böyle. İlk şiirlerini yazdığı odasında, kilerde, ahırda, tuvalette, Charleville'in çiftlik evine giden çamurlu yollarında ve Avrupa'da yalınayak dolaşıp Habeş ellerine sürüklendim. 

Şair Rimbaud'yu olduğu kadar, tüccar Rimbaud'yu da ilham verici buluyorum. Şair Rimbaud'nun sessizliğinden, bugün bile, geç kalmış da olsak, çıkarmamız gereken bir ders olduğunu düşünüyorum. Barthes'a göre Rimbaud yazılarından değil, yazma eyleminden kopmasıyla moderndi. Kopma radikal, kesin, ama bundan da değil, modern olan; dil öznesinin yarılmış, ikiye ayrılmış olmasını sağladığı için moderndi. Ben bir başkasıdır diyen şair Rimbaud, 1875'ten sonra başka biri artık. Söz'ün yerini eyleme bıraktığı yerde bir gezgin ve bir tüccar bekliyor bizi:


"Yeryüzünde aylak aylak dolaşacağım" 
(tekvin. 4:14, Kabil)


Rimbaud'nun şiiri bıraktıktan sonra yaptığı işlere bir göz atalım: Seyyar satıcı, barmen, tarım işçisi, liman işçisi, özel öğretmen, fabrika işçisi, paralı asker, simsar, kasiyer, tercüman, dil öğretmeni... Gündelik işlerle birlikte sonuçsuz kalan pek çok girişim daha. Bütün bunların dışında bir serseri, ayyaş, keş, jigolo ve dilenci. Sonuç olarak on beş ayı evde, yirmi bir ayı denizde ya da yolda on üç ülke, ve bir kısmı yayan katedilmiş elli bir bin kilometre. Rimbaud o ülkeden o ülkeye kovula kovula Avrupa'yı dolaşıyor, tutuklanıyor, sınır dışı ediliyor. Dileniyor, hapse giriyor, her seferinde aç ve sefil bir halde kilometrelerce yürüyerek eve dönüyor. Charleville'deki uzun kış uykularında iş olanaklarını genişletmek için kendini günlerce eve kapatıp dil öğreniyor: Almanca, Arapça, Rusça, Hintçe.. Piyano alıyor ama ilerleyemeyip bırakıyor. Ticaret, endüstri ve mühendislik konularına kafa yoruyor.

Ateşli bir hastalığa yakalanıp Kıbrıs'taki işinden kısa süreliğine yurda dönen Rimbaud ile görüşen okul arkadaşı Ernest Delahaye bunun son bir fırsat olduğunu düşünerek Ya Edebiyat diye sorar laf arasında. Rimbaud ciddi. Kesin. Büyük suskunluğun ve büyük diş bilemenin efendisi bu ağzı sıkı dostu kısaca "Artık o şeyle bir ilişkim kalmadı.” diye yanıtlıyor Delahaye'yi.

Bir zamanlar şair olduğunu düşünürdü. "bir şeyler var şuramda, şu yüreğimde, yükselmek kabarmak isteyen..." diyordu Banville'e. Kaderini Cehennem'de Bir Mevsim'e bağlamıştı. Yaşamı değiştirmek istemişti. Ateş Hırsızı ve kahin demişti kendisi için. Ne budalalık. Evet, şimdi herkesi ve her şeyi ateşe vermek isterdi. Kahin şair, sonuçta, kendi geleceğini göremiyordu.

Ya kitaplar? Charleville'de bir cafede karşılaştığı arkadaşlarıyla otururken edindiği kitaplardan söz eden birisine sessizliğini koruyamayıp Kitaplar, özellikle de böyle kitaplar almak tam bir aptallık der alaycı bir şekilde,  Her kitabın yerine geçmesi gereken bir kütle var omuzlarının üzerinde. Kitapların işe yaradığı tek durum, rafta durmaları ve eskimiş duvardaki dökülmüş sıvaları gizlemeleri. "

Cebinde hiç para olmadığı için kitapçı vitrinlerinin önünde ağzı sulanarak baktığı kitaplar hakkında da böyle düşünür yeni Rimbaud. Ona iş imkanları sağlayacak ve para kazandıracak yararlı bilginin peşinde. Ne kitaplarda, ne şairlikte ne de kahinlikte gözü var. Yazdıklarından tek kazandığı bir dergiye parasız abonelik oldu. İlluminations'da yer alan son şiirlerinden biri olan Ucuzluk'ta şair çoktan bir tüccara dönüşmüştü: artık her şey satılıktı.

Rimbaud, para etmeyen ve karşılık bulmayan edebi yeteneği dışındaki bütün yeteneklerini satışa çıkarır. Terk ettiği liseye, küçümsediği lise diplomasına bile göz diker. Bir harika çocuktu oysa. Derslerinde başarılı, sınıf atlayan, latince kompozisyonlarından dolayı birinci gelen örnek bir öğrenciydi. Ona büyük, mutlu özgürlüklerin parıldadığı çöllerin, ormanların, güneşlerin, ırmakların, savanaların düşünü kurduran tüm o kitapları okumamış olsaydı, gelgeç yüreği resimli macera dergilerine, Jules Verne'lere kanmasaydı da anasını dinleseydi, yolunu başka türlü çizebilir, şimdi elde etmek için çabaladığı azıcık konuma ve rahatlığa erişebilir miydi?

Ama bilinci erkenden uyanmış bu dikbaşlı ve öfkeli çocuk Rimbaud, doğayı çoktan gerçek anası bellemişti. Henüz sekiz yaşında okul defterinin bir sayfasına şunları karalar:  " Serin rüzgar ayaklarımın dibinde akan ırmağın  gümüş sularının sesine benzer bir uğultuyla kıpırdatıyordu yaprakların ağaçlarını. Yeşil alınlarını eğmişti rüzgarın önünde eğrelti otları (...) Bense lanet yunanca, latince, tarih ve coğrafya dersleriyle uğraşıyorum."

Ve 1864'de, on yaşındayken daha, karşı çıkar bu kadere:

 "Neden — diyordum kendi kendime — Grekçe. Latince öğrenmeliyim? Bilmiyorum. Bunlara bir gereksinimimiz yok aslında. Başarılı olmak umurumda bile değil, neye yarar başarılı olmak, hiçbir şeye, öyle değil mi? Ama. hayır; dediklerine göre ancak »başarılı olursa mevki sahibi olabilirmiş insan. Mevki falan istemiyorum ben: ben mirasyedi (rantiye) olacağım. (...) Ah! anasının anasını satayım! canına yandığımın! ben mirasyedi olacağım; okul sıralarında pantalon kıçı eskitmek hiç de hoş değil, Allahıma!"

Üstün zekası ve başarılarından dolayı sınıf atlaya atlaya liseye gelen Rimbaud'nun hayatına  
Charleville kolejine atanan 22 yaşında devrimci genç bir öğretmen girer. Daha sonra Rimbaud'nun sataşmalarından ve öfkesinden payını alacak olan Georges Izambard, Rimbaud'nun şiir yeteneğini ilk gören kişi oldu. Onu yeni yayınlar, yeni kitaplar, yazarlarla tanıştırdı, kütüphanesini paylaştı. Rimbaud da ona yazdığı şiirleri, Baudelaire'i tanrı, kendini kahin ilan ettiği, zamanının şair ve yazar takımına amansızca saldırdığı Kahin'in mektupları diye bilinen meşhur mektupları gönderiyordu:

" (...) Şu sıralar olabildiğince içip aylaklık ediyorum. Neden mi?  Ozan olmak istiyorum çünkü, ve kendimi görünmezi gören bir kahin kılmaya çalışıyorum. (...) Tüm duygu ve anlamların bozulup değiştirilmesiyle bilinmeze erişmek söz konusu burada. Acılar çok büyük, ama güçlü olmak, ozan doğmuş olmak gerekiyor; ve ben ozan olduğumu kabul ettim. Hiç de benim suçum değil bu. Düşünüyorum demek yanlıştır. Düşünülüyorum denmeliydi. Sözcük oyununu bağışlayın. Ben, bir başkasıdır.  Kendini keman olarak duyumsayan oduna yazık!" (13 Mayıs 1871)


Rimbaud'nun Charleville'i terk ettiği aynı gün içinde Collage de Charleville'in yanıp kül oluşundan onu sorumlu tutacağımız herhangi bir kanıt yok, ama ben onun Charleville koleji alev alev yanarken kentten ayrılışını hayal etmeyi seviyorum.



ARTHUR RİMBAUD'NUN GERÇEK SARHOŞ GEMİLERİ

Roland Barthes’a göre Rimbaud’da iki koşullanma vardı: Biri şiire, diğeri yolculuğa.  “Rimbaud bir arzudan (yazma arzusundan kopar) ama onun yerine, onun kadar şiddetli, radikal ve hatta çılgınca bir başka arzu koyar: Yolculuk Yapmak” 


Henry Miller Rimbaud üzerine yazdığı Rimbaud ya da Büyük İsyan isimli harika kitapta Rimbaud evinde oturanlara bir nimet gibi görünür diyor ve devam ediyor: Rimbaud'nun yaşamı bahçesini sulayan bir Fransıza açıkça bir çılgınlık gibi görünüyordur. Aç karnına bu dünya gezisi müthiş bir şey olmalı. ‘Yaşamın ortasında dikildi’ diye düşünüyor bürosundaki memur: Evet, şairler tamamen bir yana, birçok hali vakti yerinde vatandaş, salt Rimbaud’nun serüvenli yaşamını taklit edebilmek için bir kolunu veya bacağını verebilirdi. 40.000 altın frangını sürekli kuşağında taşıdığı için basur olduğunu öğrendiklerinde, ülkesinin insanlarına daha da çılgın, daha da ürkütücü görünmüş olmalı. Yaptığı her şey garip, fantastik ve görülmedik bir şeydi. Rimbaud'nun yolculuk rotası, kesintiye uğramamış biricik fantazmagoryadır.

EN UZUN MACERA: JAVA

Hollanda, Java'daki Atchim Sultanlığında düzeni sağlamak için paralı asker topluyor. Brüksel'deki bir acenta ordu adına yaşı yirmi bir ile otuzyedi arasında, mesleği, ailesi ve parası olmayan, iyi bir ikna yolu olarak da gezmeyi seven ve dünyayı görmeye meraklı erkekler arar. Yolculuk güzel, parası iyi, üstelik kaçma olanağı da var. Eski komüncü Hollanda sömürge ordusuna altı yıllık paralı asker olarak yazılır. Daha önce de İspanya iç savaşında orduya katılmak üzere paralı asker olarak yazılmış ve parayı alıp ilk fırsatta Paris'e giden bir tren'e binmişti. Bu sefer dünyanın öteki ucundaki Java'ya doğru bu yolculuk Rimbaud'yu cezbetmiş olmalı. Paradan çok yolculuğa göz dikmiş, kaçmak yerine orduya katılmış. 

Orada, üstünde mavi bir üniforma, gri bir kaput, başında portakal rengi bir kep, bando eşliğinde limana doğru giden bir askeri alayın içinde. Prinz Van Orange, 10 Haziran 1876'da, içinde 14 subay ve 157 piyade eriyle Helder yakınlarındaki Nieuwe Diep limanından kalkar. 11'i: Southampton. 17'si: Portekiz kıyıları. 22'si: Napoli. 24'ü: Kızıldeniz. Gemide zaman şezlonglarda uzanıp güneşlenerek, müzik dinleyerek, kart oynayarak geçer. Cumartesi Brendi, Pazar et ve kek. Öğle yemeklerinden sonra bir saat idman, çay, tütün ve bolca can sıkıntısı. İşte en uzun deniz yolculuğunu yaptığı, Arthur Rimbaud'nun gerçek sarhoş gemisi.

"Sular aldı gitti beni can attığım yere"
 (Sarhoş Gemi'den)

Rimbaud açık denizle ilk kez Verlaine ile birlikte çıktıkları Londra yolculuğu sırasında Ostende'de karşılaşır. Sarhoş Gemi'yi yazdığında henüz denizi görmemişti. İmgeleminde yarattığı bir sarhoş gemiyle Charleville'deki çiftlik evinden uzak kıyılara yelken açmış, on yedi yaşının umutları ve hevesleriyle esen rüzgarların yelkenleri göğsü gibi kabarttığı bu gemi onu azgın dalgalar, kudurmuş denizler ortasında yirmi beş kıtalık mistik bir yolculuğa çıkarmıştı. 

 Yolculuk rotası boyunca aynı rutin işleyişle ilerleyen Prinz von Orange 19 temmuz'da Sumatra'dan geçip, kaçan, boğulan, hasta düşen birkaç askerden sonra Cakarta kıyılarına yanaşır. 

RAMBO: 

Eski bir edebiyat dergisinin sayfaları arasında unutulmuş nüktedan bir haberle karşılaşıyorum: "(...) Paris sanat çevrelerinde kendisine değgin üretilen son fıkra, Sylvester Stallone'nin kendi eliyle senaryolarını yazdığı filmlerindeki Rambo adını aslında ünlü Fransız ozanı Rimbaud'ya (Rembo okuyunuz) atfen aldığı yolunda."

İş bu ya, Sylvester Stallone Rimbaud'nun bir biyografisini okuduktan sonra Java'da yaşadıklarından çok etkilenir ve Rimbaud'dan Rambo'yu türetir. Serinin ilk filmi olan First Blood ismini de Rimbaud'nun Kötü Kan şiirinden yola çıkarak koymuştur..  İsabelle Rimbaud'nun kocası Berrrichon'ın Rimbaud hakkındaki abartılı biyografisine bakılırsa (Stallone bu biyografiyi okur) Rimbaud, tropikal bir cehennem olan Java'da silahıyla birlikte ordudan firar ettikten sonra Java'nın korkunç bakir ormanlarında haftalarca saklanarak yırtıcı kaplanlar, boa yılanları ve türlü tehlikeler arasında hayatta kalmaya çalışıyor. İşte Rambo filmlerine taş çıkartacak türden bir hikaye. Aklıma çocukken izlediğim Rambo filmlerinden sahneler sökün ediyor peş peşe. İmge yer değiştiriyor, Rembo, Rambo oluyor. 



" Bizimki nihayet döndü."

Rimbaud'nun bir başka gerçek sarhoş gemisi Samarang kıyısındaki Kaptan Brown'a ait 477 tonluk bir yelkenli olan Wandering Chief. Rimbaud bu gemi ile Java'dan ayrılır. Asker kaçağı olduğu için Edwin Holmes takma adıyla gemi mürettabatına dahil olur. Wandering Chief, Samarang'dan kalkışından itibaren 99 günde Queenstown İrlanda'ya varır. 

Yolculuk "her zaman olduğu gibi" Charleville'le noktalanır. 28 Ocak 1877'de Delahaye yazıyor: 

" Bizimki nihayet döndü. Küçük bir yolculuk yapmış(!). Brüksel. Rotterdam. Lehelder. Southamptom. Cibraltar. Napoli. Süveyş. Aden. Sumatra. Java. Ümit Burnu. Saint Helene. Ascension, Azor Adaları. Quennstown. Cork, Liverpoll, Le Havre. Paris ve her zaman olduğu gibi Charlestown."

Rimbaud'nun izini mektuplar, konsolosluk yazışmaları, iş girişimlerinden kalan evraklar, polis kayıtlarından sürebiliyoruz. Yazılı kaynaklardan takip edilemeyen bilmediğimiz kayıp pek çok ayı var. Afrika'daki arkadaşlarının bir iddiasına göre Rimbaud Java'dan ayrıldıktan sonra 1876 ağustos'unda Avustralya'yı da görmüştür.


"Çabuk! Var mı başka yaşamlar?"
(Kötü Kan'dan)


 Uzun Java macerasının ardından eve döndükten sonra Avrupa'da yeniden beliriyor. Hollanda asker kayıt acentasında Java macerasını, bedava yemek ve tütün'ü ve bir de kaçma yolunu pazarlayarak gençleri ikna etmeye çalışırken. Kaydettiği on iki askerden kazandığı parayı da kumarda kaybediyor. Bremen'de Amerikan deniz kuvvetlerine girmek için Amerikan konsolosluğuna bir mektup yazıyor. Bu girişim sonuçsuz kalıyor ama gerçekleşseydi Rimbaud'nun hayatında başka bir kıta, Afrika yerine Amerika olacaktı belki de ve bambaşka bir hayat hikayesiyle karşı karşıya bulacaktık kendimizi.

(David Wojnorowicz'in Rimbaud Newyork'ta (1978) başlıklı fotoğraf çalışması bir alternatif sunabilir: kaotikbenlik.blogspot 2013/09/Rimbaud in Newyork)

Hamburg'da bir sirkte çalışıyor. Sirkle birlikte Stockholm ve Kopenhag'ı dolaşıyor. 1877 Sonbaharında Marsilya'da, parasız, aç ve sefil bir halde, hırsızlık yaparak yaşıyor ve muhtemelen ilişki yaşadığı bir rahiple birlikte bir manastır'da kalıyor. "Tabanları rüzgar adam" Alpler'i ve İsviçre'yi yayan geçiyor. Bir ara, eski bir arkadaşı Rimbaud'yu Paris'te, Quartier Latin'de gördüğüne yemin ediyor. Gözden tamamen siliniyor ve yeniden ortaya çıkıyor.

"Tamam oldu günüm; ayrılıyorum Avrupa'dan. Yakacak ciğerlerimi deniz havası; yağızlaştıracak derimi yitik mevsimler. Yüzmek, avlanmak, ot dövmek, özellikle tütün tüttürmek: kaynar madenler gibi sert içkiler içmek, - ateşlerin çevresinde yaptıkları gibi sevgili atalarımın. 

Geri döneceğim, demirden kollar ve bacaklarla, kararmış derimle, öfkeli gözlerle: Güçlü soydan olduğumu düşünecekler, maskeme bakarak. Altınım olacak: Aylak ve kaba olacağım. Sıcak ülkelerden dönene kıyıcı sakatlara bakar kadınlar. Siyasal olaylara karışacağım. Kurtulacağım. Şimdi lanetliyim ben, tiksiniyorum vatandan. En iyisi, şöyle esaslı bir uyku çekmek, kumsalda."
(Kötü Kan / Cehennemde Bir Mevsim)

Rimbaud 18 Kasım 1878 günü Cenova'dan kalkan bir sarhoş gemi ile uygun ve kazançlı bir iş arayışıyla İskenderiye'ye gidiyor. Oradan da bir Fransız şirketine ait  taş ocağında çalışmak üzere Kıbrıs'a geçiyor. 1880'de onu Arap diyarına ulaştıracak bir başka sarhoş gemi, bir mısır yelkenlisi. Rimbaud, bütün yaşamını ve düşüncelerini para kazanmak üzerine kurmuştur artık. Ben bir başkasıdır, bir başkası tüccardır, ve tek bir hedefi vardır: Zengin olmak.



KÖTÜ KAN:  

 "Çalışmayacağım asla." diyordu bir tembellik ve aylaklık övgüsü olan Kötü Kan'da. "(...) yaşamak için bile kullanmadan bedenimi, ve karakurbağasından daha aylak, her yerde yaşadım. (...) İğreniyorum bütün mesleklerden. Usta ve işçi. Hepsi iğrenç, hepsi andavallı. (...) Ellerimle çalışmayacağım hiçbir zaman, dürüstlüğü üzüntü veriyor bana dilenciliğin. (...) Hep zindana kapatılan o yola gelmez kürek mahkumuna hayrandım daha çocukluğumda"

"Çalışmayacağım, bok yiyeceğim, Benim ne kadar ucuza yaşadığımı göreceksin"
diyordu Verlaine'a.

 Rimbaud, bir gün özgürlüğü satın alabileceği umuduyla, arınır sözcüklerden, son verir duyumların karmaşasına, kalbinin ve aklının düzensiz atışlarına. Temizler damarlarındaki alkolle ve afyonla zehirlenmiş kötü pagan kanı. Beş parasız gittiği Aden'de iş imkanları yaratmaya çalışır, ticarete kafa yorar. Zengin bir tüccar olmak, işleri büyütmek ve ilk fırsatta da buralardan ayrılmak niyetinde. Avrupa'da serserilikle geçen yıllardan pişman, arı gibi çalışkan. Zamana karşı bir yarış veriyor şimdi: tek kaygısı, tek saplantısı var: ona bir ömür yetecek serveti elde etmek. Lise terk Rimbaud, tıpkı Charleville'de hocası İzambard'ın evindeki kütüphanesinde kitaplara gömüldüğü gibi her şeyi en başından öğrenmek için yine kitaplara gömülür. Ama Baudelaire'in, Villon'un, Banville'in, Michelet'in, latin ve yunan klasiklerinin, Robespierre'lerin yerini Sivil Mühendislik Sözlüğü, Metal İnşaatı, cam vazo yapımı, samandan dam yapımı, mum yapımı, tuğla yapımı gibi kitaplar almış.

Delahaye'e bir mektubunda istediklerinin bir kısmını sıra halinde yazmış (Aden'den, 18 ocak 1882): pusula, cep basınölçeri, yerölçer, cetvel, pergel, gönye, topoğrafya, trigonometri, madenbilim, hidrografya ve meteoroloji kitapları.

Listenin sonunda Gezgin'in El Kitabı ve Gezginler İçin Yönergeler isimli iki kitap daha var. 

Madagaskar'ı düşünüyor, birinden orada para biriktirmenin kolay olduğunu duymuş. Ticaret ve keşif seferlerine çıkıyor. Gallas (Doğu Afrika'da) bir fil avcıları grubu oluşturmaya çalışıyor. Bir mektubunda fil avı için uygun bir silah istiyor. Choa'dan kaldıracağı bir deve kervanıyla Kral Menelek'e silah götüreceği iki aylık bir yolculuğa çıkıyor. "Haydi, ileri! Yürüyüş, yük, çöl, can sıkıntısı ve öfke." (Kötü Kan) Danakil Kabilesi'nin yaşadığı, haydutların kervanlara saldırdığı, cehennem sıcağında, çöl ortasında bu yolculuk oldukça tehlikeli ama Rimbaud bu işten oldukça iyi bir kazanç elde etmeyi ummakta.  "Çığlıklar, davullar, dans dans dans..." (Kötü Kan) Sonuçta işler iyi gitmiyor, yolda ortağı ölüyor ve Rimbaud korkunç zorluklarla geçen bu silah ticaretine yatırdığı parayı bile zor alıyor.  "Açlık susuzluk çığlık dans dans dans." (Kötü Kan) 

Bütün bunlarda macera arzusu eksik değildi, gezgin tüccar, onun için kullanabileceğimiz en uygun sıfat bu, 1885'te Habeş'ten ailesine şöyle yazmış: "Olduğum yerde kalmak ve yaşamak için çalışmak zorunda kalmadan gezme imkanım olsaydı hiçbir yerde iki aydan fazla görünmezdim. Dünya çok büyük ve gezmesi bin yaşamdan fazlasını gerektiren muhteşem ülkelerle dolu."

Başka bir mektupta ailesinden fotoğraf makinesi göndermelerini istiyor: 

"Choa'da fotoğraf makinesinin ne olduğunu kimse bilmiyor, bu makine kısa zamanda bir servet kazandıracak bana."

Ancak paraya ihtiyaç duyduğu için çok geçmeden fotoğraf makinesini elden çıkarmak zorunda kalıyor:

"Fotoğraf makinesini çok üzülerek sattım."





Rimbaud'nun kendi objektifinden çekilmiş yedi fotoğraf kalmış geriye: Harar'da bir kahve satıcısı, harar pazarının genel bir görünümü, Muz ağaçlarının önünde silahıyla poz veren bir kaşif, taş bir yapı ve Rimbaud'nun kendi portreleri. Bu portrelerde eski Rimbaud'dan eser yok,  Başında bir fes ve ince beyaz pamuktan yapılmış kıyafetler içinde Rimbaud tanınmaz, görünmez bir halde. 

 

Harar'daki yaşamın zorlu koşullarına uyum sağlamaya çalışırken hızla yaşlanmış, Afrika'da derisi ile birlikte "galyalı atalarından kalıt uçuk mavi gözleri" (Kötü Kan) de kararmış, saçları ağarmış.

Charleville'de genç Rimbaud nasıl can sıkıntısından yakınıyorsa "sıkıntıdan patlıyorum" ... "bir sıkılıyor, bir sıkılıyorum ki anlatamam..." (İzambard'a mektup,12 Temmuz 1871)... "Nasıl bir bok çukuru burası! Bu köylüler ne naif canavarlar böyle. Geceleri bir içki içmek istersen kilometrelerce yürümen gerek. Buradan nasıl kurtulacağım, bilmiyorum; ama kurtulacağım. O berbat Charlestown'ı,Universe'u, kitaplığı falan arıyorum..." (Delahaye'e mektup, 1873)

Buradan eve yazılmış mektuplarda da daima bitmek bilmeyen yakınmalarını okuyoruz.  "canım çok sıkılıyor, her zaman; şimdiye dek bencileyin canı sıkılan birini görmedim." (Aden'den) "Hiçbir gazete almıyorum, kitaplık diye bir şey yok; Avrupalı olarak da kazançlarını bilardoda yiyen sonra da işyerlerine lanetler yağdırarak ayrılan birkaç enayi ticaret memuru var yalnızca." (Aden'den) "Bu ülkedeki yaşantım çok güç, öldürücü bir can sıkıntısı ve binbir güçlükle dolu. Zenciler arasında yürekler acısı bir yaşam sürüyorum" (Aden'den)

İmgeleminden hiç eksik etmediği zencilerle çevrili yaşamı. Onlar gibi konuşuyor, onlar gibi giyiniyor, onlar gibi yiyor, onlarla yaşaya yaşaya kendisi de düzmece bir zenciye dönüşmekten korkuyor. Tek tutunduğu şey aile, Rimbaud'nun iyi bir aile çocuğu gibi yazıp Charleville'e postaladığı bu yakınma dolu mektuplar.

 "Çocuk kitaplarındaki serüven yaşamını verecek misin bana?" 

Bir zamanlar geleceği Verlaine ile birlikte hayal etme yanılgısına düşmüştü:

"O güçlendirecek beni, yolculuğa çıkacağız birlikte, çöllerde avlanacağız, uyuyacağız, bilinmez kentlerin taşları üzerinde, kimsesiz, kaygısız." (Deli Bakire)

Ama artık Verlaine'ın sözünü etmeye bile değmez. Birlikte kıç deliği için bir aşk sonesi yazdığı, aşkı yeniden icat etmeye kalkıştığı deli bakiresi, dine dönmüş, " Birbirimizi İsa'da sevelim" diyor Rimbaud'ya Stutgart'taki son görüşmelerinde. Rimbaud her şeye çabucak kapılan çocukça duygusallığına bağladığı bu ruh haliyle bir güzel dalga geçip sepetliyor Verlaine'ı. "Bir evliliğe kalkışacağımı sanmıyorum kaynatamın İsa olduğu" demişti Kötü Kan'da. Verlaine'sa Rimbaud'nun zamanla rezil bir burjuvaya dönüşeceğinden emin.


Allah Kerim'dir


22 Ekim 1885, Aden'den:

 "  (...) Üç dört yıl sonra elimdekilere yüz bin frank kadar bir şey ekleyebilirsem bu rezil ülkelerden bayram ederek ayrılabilirim."

 5 Kasım 1887, Aden'den:

" (...) Hiçbir şey kazanmadan geçirdim son iki yılı, zamanını yitirmek de parasını yitirmek demektir."

4 Ağustos 1888, Harar'dan:

" (...) İşlere gelince, zaman zaman iyi gidiyor, zaman zaman kötü, bir çırpıda milyoner olma umuduna kapılmadan yaşayıp gidiyoruz işte."

Rimbaud buralardaki yaşamından kurtulmak ve "canının istediği gibi çalışacağı ve özgürce yaşayacağı bir gelire kavuşacağı günü" beklemekte, ama parasını riske edip girdiği her yeni girişim onu buraların biraz daha tutsağı haline getiriyor. Üstelik tüm yaşamını burada kurdu, burada tanınmakta, herkesin sevdiği, saygı duyduğu ve güvendiği bir kişi artık. Bütün referansları, iş olanakları burada. Fransa'da ise bir hiç.  Eve yazıyor:  "Her insan Aden'de olduğu gibi başka yerde de bu rezil yazgının tutsağıdır. O zaman başka yerdense Aden'de olmak daha iyi; başka yerde beni bilen eden yok artık, hepten unutuldum gittim, her şeye yeniden başlamam gerekecek! öyleyse ekmeğimi burada kazanmam gerekmez mi! Rahat yaşama olanağını bulamadığım sürece buralarda kalmam gerekmez mi? oysa öyle görünüyor ki hiçbir zaman ne rahat yaşama olanağını bulacağım ne de rahat ölme! Ne yapalım, müslümanların dediği gibi, alnımıza böyle yazılmış! Yaşam bu: şakaya gelir yanı yok!" 

Zamanının edebiyat çevresi tarafından görmediği saygıyı Harar'da patronlar tarafından görmekte ve bunda mektuplarından anladığım kadarıyla belli belirsiz bir gurur da seziliyor.  Bununla birlikte şair kadar tüccar da sessiz. Az konuşuyor ya da hiç konuşmuyor. Şiiri neden bıraktığını soran patronu Alfred Bardey'e birkaç kelime ile yanıt veriyor:

"Saçma, gülünç, iğrenç..."

Ormanlara baktığında keresteleri, toprağa baktığında madenleri, tarlalara baktığında harman zamanını düşünen Rimbaud için şiir çok gerilerde kalmış. Edebiyatla ilgili en belirgin şey, Habeşistan üzerine bir kitap yazma düşüncesi. Ama bu da edebiyatın sınırları dışında coğrafi içerikli bilimsel bir keşif kitabı olacaktı muhtemelen.

Rimbaud mitine en çok gölge düşüren mektuplar, Rimbaud'nun evlenmek, çocuk sahibi olmak, bir mühendis ya da bilimle uğraşan bir evlat yetiştirmek gibi düşünceleri içeren bir mektubu;
(Bir mühendis ya da bir bilim adamı, kesinlikle şair değil, kesinlikle bir dalavereci değil) ve Rimbaud tarafından Alfred Ilg'e gönderilen ve köle ticareti teklifi Ilg tarafından açıkça reddedilen mektup:

" (...) Tutsaklar konusuna gelince, bağışlayın, o işle uğraşamam; hiçbir zaman tutsak alıp satmadım, bu işe başlamak da istemem. Kendim için bile olsa, bu işi yapamam..."   (23 Ağustos 1890)

Asıl para köle ticaretinde mi, budala eleştirmenlerimiz gibi tartışmaya, aklamaya gerek yok, her şey mübahtır. Para için gerekirse din bile değiştirebilir, (Müslüman olur). Gözünü para hırsı bürüyen bir Rimbaud. İşte Bizim ikinci Rimbaud'muz. Daha önce birkaç kuruş kısacağım diye kervanlara yeterince erzak vermediğinden yakınan Ilg, Rimbaud'ya bir de tavsiye verir:  "(..) Parlak işler kalan azıcık neşenizi de alıp götürmüş galiba, bırakın sevgili dostum Rimbaud, bir kez geliyor insan bu dünyaya, onun için tadını çıkarmaya bakın, kalıtçılarınızın da canı cehenneme"



ALTIN KEMER

Sabretmeyi bilirim ben
İçebileceğim, sessiz
Ve öleceğim tasasız
Bir akşam vardır bekleyen
Birinde eski kentlerin!

Acım bir gün yatışır da 
Biraz altınım olursa eğer,
Kuzey'imi seçerim
Yoksa Bağlar Diyarı'nı mı?
- Tatsız düşlerden usandım.

Bir şey var yitip kaybolan!
Dolaşıp da köşe bucak,
Döndüğümde açmayacak
Kapısını o yeşil han,
Güler yüzle hiçbir zaman.
(Garibin Düşü şiirinden)

Şiiri bıraktıktan sonra sıradan yaşama dönen Rimbaud bizi ilgilendirmez diyor Yves Bonnefoy.  Rimbaud yaşamı değiştirmek istemişti. Ama 1875’ten sonra bundan vazgeçmiştir. “Sıradan yaşama dönen birinin izini sürmekte diretilmesini densizlik olarak görüyorum. Rimbaud'nun Afrika'dan ailesine gönderdiği mektupları okumayalım. Bir gün ateş çalmak istemiş birinin sonradan ne satıp satmadığıyla ilgilenmeyelim." Onu konuşturmaya çalışan Delahaye'yi susturalım. Mektuplarında eski Rimbaud'yu, Verlaine'ı, geçmişi, şiir kırıntılarını aramaktan vazgeçelim - ki bu mektuplarda en ufak bir beti bile söz konusu değildir. Gözlemler, tahliller. Hiçbir şey. Geçmiş, özellikle yok. Rimbaud'yu Köle ticareti yaptı diye yargılamayalım. Evlenmek, çocuk sahibi olmak gibi düşünceleri ile hayal kırıklığı yaşamayalım. Sessiz kalacağım diyordu bir şiirinde. "Şairler ve hayalperestler kıskanacak. Onlardan bin kez daha zenginim ben. Bunların hepsini kapatıp saklayalım okyanus gibi."

Bunların hepsini kapatıp saklayalım okyanus gibi. 

 Ama şair doğmuştur, şair kalacaktır, her zaman ve her koşulda geri kalan her şeyde bir dolandırıcı olacaktır. Artaud haklı olabilir Rimbaud'yu öldürdük derken, Van Gogh'u, Nerval'i, Lautreamont'u intihar ettirdiğimiz gibi onu da diri diri mezara gömdük. Rimbaud kendi yaşamının tüm kehanetlerini serpiştirdi şiirlerine, fırlatıp attı aşkı pencereden ve kaçtı, büyük küçümsemesiyle sonuna kadar kaçtı. Onu mezara kadar kovalamayalım.

"Elveda gerçekleşmeyecek düşler, ülküler, yanılgılar" 

Habeş kırlarındaki yayan ve atlı gezintilerinde bacağındaki ur büyüyüp bir balkabağına dönüşmeden önce belinde sekiz kiloluk altın bir kemer taşıyordu Rimbaud. Bu kemer yüzünden kanlı basura  yakalanmıştı, parasını güvencede tutmak için bir gözü açık uyuyordu. Sonunda kesmek zorunda kaldıkları bu bacak bile Rimbaud'yu yaşamaktan alıkoymadı. Romanya atasözü onun için söylenmiş sanki, şair doğulur, tüccar ölünür. Kesik bacağına taktığı tahtadan takma bir bacakla yürümeye çalışırken aklında Habeş var, ölürken başucundaki kardeşi İsabelle'e fil dişlerini sayıklıyor.

Sarhoş Gemi Marsilya'daki bir hastane odasında 10 Kasım 1891 günü karaya vurdu. Rimbaud öldüğünde otuz yedi yaşındaydı. Anı bırakmayacağım ardımda diyen Isidore Ducasse'tan tek bir kitap ve solgun yüzünde, ifadesiz bakışlarında, biri konsoldan sarkmış iri ellerinde uzun uzun gözlerimizi gezdirip anlamlar aradığımız tek bir fotoğraf kaldı. Rimbaud bunu duysa kıskanırdı. Ama Verlaine o Afrika'dayken peşini hiç bırakmadı. Bir gazetede Rimbaud üzerine bir yazı yazmış ve şiirlerini yayınlamış, tüm yazılarını gün ışığına çıkarmıştı. Rimbaud böylelikle Paris'in dar bir sanat çevresinde yavaş yavaş ünlenip, Afrika'daki şair efsanesi giderek büyürken memleketinde mezarı çoktan hazır, Charleville meydanında heykeli çoktan dikiliydi.

Doğup büyüdüğü ve hep kaçıp kurtulmanın hayalini kurduğu Charleville'de bir mezarlıkta şimdi, sonsuza dek üstelik. Sokaklarına, evlerine, barlarına kendi ismi verilmiş. Küllerini okyanusların, çöllerin, yüksek dağların doruklarında esen rüzgarlara savurmalıydı.


*
kaotikbenlik

*
Okumalar:
Graham Robb / Rimbaud
Rimbaud'nun Mektupları
Yves Bonnefoy / Rimbaud
Henry Miller / Rimbaud ya da Büyük İsyan
Ben Bir Başkasıdır / Bütün Şiirleri (Özdemir İnce)
Erdoğan Alkan / Ateş Hırsızı
Jeremy Redd / Sayıklamalar
Stefan Zweig / Rimbaud
Paul Strathern / Habeşistan'da Bir Mevsim
Edmund White / Bir Asinin Çifte Yaşamı
Sarhoş Gemi / Derleme Şiir Çevirileri
Illuminations / Can Alkor çevirileri


*
Blog notları:
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/geldim-bu-aksam-yatagna-egildim
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/kotu-kan.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/izambarda-mektup.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/arthur-rimbaud-harar-1883.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/delahayee-mektup.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/sarhos-gemi-jean-amado.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/sarhos-gemi-jean-amado.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/habesistanda-bir-mevsim.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/charleville-tasras-rimbaud.html
hkaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/yola-cks-rimbaud.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/rimbaud-yasamoykusu.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/aden-hotel-de-lunivers-1880.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/afrikadan-mektuplar.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/vadide-uyuyan-icin-calsma.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/les-poemes-de-sept-ans-leo-ferre.html
hkaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/garipler-arthur-rimbaud.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/a-season-in-hell-robert-mapplethorpe.html
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/patti-smithin-rimbaudsu
kaotikbenlik.blogspot.com/2018/11/patti-smith-rimbaud.



*


*




*






*


 Asıl bizim Rimbaud'muz, kendisi değil, biziz;
işte gerçek Rimbaud, düşünüp gerçekleştiremediğimiz
başıboş kişi, doğduğumuz, yaşadığımız, öldüğümüz
burjuva odasından hiçbir zaman kaçamayacak olan bizleriz:
Rimbaud efsanesi budur. –"

Francois Mauriac


*





*


*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder