Habeşistan'da Bir Mevsim




Anılar birer birer solup kayboldu. Bu seraplar diyarında tüm bir yaşam tükeniyordu. Kendim, ben, yaşamım: Eskiden olmuş olduğum o geri zekalı budala. Paris’teki Komün’e katılmak için evinden kaçan on beş yaşındaki o büyümüş de küçülmüş, kibirli öğrenci. Şiirler çiziktiren. Yüce Verlaine’le fitil gibi sarhoş olan. Londra’ya giden. Limehouse'daki boğucu sis ve küçük afyon tekkeleri; British Museum’daki, sandalyelerin gıcırdadığı dinginlik; Verlaine’le bir düşkünler evindeki yatakta uzanmak. Ağız dalaşı yapmak, barışmak, sevişmek: Daha fazla şiir. Ağlayan, afallamış, sarhoş Verlaine’in Brüksel’deki o otel odasında dumanı tüten tabancasıyla penisinin asla becerememiş olduğu şeyi yapması. Dan, dan; ve öldüğümü sandım. Verlaine hapse atıldı. Şiiri bırakmak. Avrupa’yı yayan gezmek. Sonra Alpler’deki o karlı geçitte, Afrika’ya giden gemiyi yakalamak için o son yürüyüşü yapmak... Masumluğun sarhoş sabahı. Faydalanmalar, şiirler, düşler. Hayır, tüm bu boktan şeylerden vazgeçmek çok kolaydı. 


...


Hiçbir bilginin tatmin edemediği bu büyümüş de küçülmüş öğrenci Paris'teki Komün’e katılmak için okulundan kaçmıştı. Umutlarının gerçekliği karşısında tıksintiye kapılan bu harika çocuk, bu şair yaşamını Bilinmeyen’in büyülü safsatalarıyla boğuşmaya adamıştı. Algısı uyuşturucular tarafından parçalanmış, görüşü halüsinasyonlarla bulanmış olan bu yoz sapkın, şiiri sonsuza dek bırakıp Avrupa’yı yalın ayak gezmek üzere yola çıkmıştı. Bu talihsiz serseri en sonunda evini son kez terk ederek gelecekteki yaşamını tek bir şeye adamıştı. Servetini kazanmaya. Ve bu beni nereye götürmüştü? Harar’a...



Ama şimdi nereye gidecektim? Bir başka Paris’e mi? Komün tarafından ele geçirilen bir başka şehre mi? Bir başka var olmayan, hayali dünyaya mı? Bir başka Avrupa’ya mı? Bir başka Harar’a mı?...



Şimdi otuz yaşında olan, yüzünün derisi şimdiden kendisinin iki misli yaştaki bir adamınki gibi gerilmiş, kırışıklı ve sert olan, saçları neredeyse tamamen grileşmiş Rimbaud, Harar’daki bu metruk denebilecek sarayın içindeki odasının karanlığında uzandı. Gözyaşları gözlerinde birikirken karanlık bulanıklaşıp görünmez bir karanlığa dönüştü.

“Benim Arthur’um nasıl bir insana dönüştü?

 Başarısız birine Anne.

Bitkin, harap olmuş bir bedendeki yenilmiş bir ruha.

Hararda yaşayan ilk insana.

Aşağı Habeşistan’ın iç bölgelerine seyahat eden ilk adam olmak
üzere olan birine... Bir başka bilinmeyen daha... Hiçbir Avrupalının görmediği bir bölgeye doğru yola çıkacağım... Ben, Arthur Rimbaud, benden önce hiçbir insanın ayak basmadığı yerlerde hak talep edeceğim. İnsanların varlığını yalnızca tahmin ettikleri şeyleri keşfedeceğim. İnsanların yalnızca düşünü kurdukları toprakların haritasını çıkaracağım. Görünmeyeni adlandıracak, bilinmeyenin yolunda yürüyeceğim. Düşü gerçeğe dönüştüreceğim. Belki en sonunda orada bir şey olmayı başarırım! Ah. yapacağım. ...


Uyu, seni zavallı sersem, yalnızca kendini yoruyorsun.


*
Habeşistan'da Bir Mevsim
 romanından

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder