Her dilden, her ülkeden sayısız şiirin ardından,
Hep henüz söylenmemiş ya da basılmamış
Bir şey kalır geriye eksikliğini duyduğumuz-
Kim bilir hala eksikliğini duyduğumuz
ve ifade edilmemiş en iyi şey belki de.
W.W.
Her dilden, her ülkeden sayısız şiirin ardından,
Hep henüz söylenmemiş ya da basılmamış
Bir şey kalır geriye eksikliğini duyduğumuz-
Kim bilir hala eksikliğini duyduğumuz
ve ifade edilmemiş en iyi şey belki de.
W.W.
Kavafis'in masası ve lambası |
KAVAFİS İÇİN ON İKİ ŞİİR
YANNİS RİTSOS
‘‘Eğer şiir bağışlanma değilse,” diyor kendi kendine —
"o zaman başka hiçbir yerden medet ummamalı.”
OZANIN ODASI
Siyah, oymalı yazı masası, iki gümüş şamdan,
kırmızı piposu. Koltuğuna oturmuş, nerdeyse görünmüyor,
sırtı hep pencereye dönük. Kocaman, kuşkulu
gözlüğünün ardından aydınlık içindeki
konuğunu gözlüyor; sözcüklerin gerisine gizlenmiş,
tarih boyunca, kendi bulduğu maskeler arkasında,
uzak, güvenli, parmağındaki yakut yüzüğün
belirsiz yansımasıyle insanların dikkatini avlıyor,
ve her zaman büyük bir hevesle, toy oğlanların, şaşkınlık içinde,
dilleriyle kuruyan dudaklarını ıslattıkları anda
yüzlerinde beliren anlatımın tadını çıkarıyor.
Başının gerisindeki pencereden vuran ışık
ona bir bağışlama ve kutsallık tacı giydirirken
o, kurnaz, aç, şehvetli, en suçsuz insan,
Evet’le Hayır, istekle pişmanlık arasında,
Tanrı’nın elinde bir kantar gibi kılı kılına dengede.
‘‘Eğer şiir bağışlanma değilse,” diyor kendi kendine —
"o zaman başka hiçbir yerden medet ummamalı.”
LAMBASI
"Aranıza karışıyorum,
Şairiniz olacağım sizin."
"Whitman saw beautiful boys everywhere and preserved their likenesses in his notebooks, like pressed flowers. Shively speculates that some of the entries in Whitman’s notebooks and daybooks were actually coded sex diaries:
Dec 28 [1861] — Saturday night Mike Ellis — wandering at the cor of Lexington av. & 32d st. — took him home to 150 37th street, — 4th story back room — bitter cold night
Pazar öğleden sonraları aylarca uzasaydı, ter dökmekten kurtulmuş, ilk talihsizliğinin ağırlığından sıyrılıp hafiflemiş olan insanlık nereye varırdı? Yaşanmaya değer bir deneyim olurdu bu. Tek eğlencenin suç olacağı; sefahatin yürek temizliği, naranın melodi, sırıtmanın şefkat halinde görüneceği mümkünden de öte. Zamanın sınırsızlığı duygusu her saniyeyi dayanılmaz bir azaba, bir idam sehpasına çevirirdi. Şiirle dolu yüreklere şevksiz bir yamyamlık, bir sırtlan hüznü yerleşirdi; kasap ve cellatlar bitkin düşüp tükenir, kilise ve kerhaneler iç çekişlerle dolardı. Bir Pazar öğleden sonrasına dönüşmüş evren.... sıkıntının tasviri bu —evrenin de sonu... Tarih’in üzerinde sallanan laneti kaldırın: o anda kendini iptal eder, tıpkı mutlak tatilde varoluşun kendi kurgusunu sergilemesi gibi. Gayret, hiçliğin içinde mitosları inşa eder, kurar ve sağlamlaştırır; ilk sarhoşluk, "gcrçeklik"e olan inancı teşvik eder ve devam ettirir; oysa salt varoluşu seyredalış, hareket ve nesnelerden bağımsız seyredalış ancak Olmayan'ı kavrar...
Uğraşsızlar uğraşlılardan daha çok şeyi kavrarlar ve daha derindirler: ufuklarına sınır çeken hiçbir uğraş yoktur; sonsuz bir Pazar günü doğmuş olan onlar, seyrederler—ve kendilerini seyrederken seyrederler. Tembellik, fizyolojik bir kuşkuculuktur, canın kuşkusu. Aylaklıktan çıldırmış bir dünyada bir tek uğraşsızlar katil olmazlardı. Fakat insanlığın bir parçası değildirler ve ter dökmeyi bilmediklerinden ötürü Hayat'ın ve Günah’ın sonuçlarına katlanmadan yaşarlar. Ne iyilik ne de kötülük yaparak —insanlık sarasının seyircileri olan onlar— bilinci boğan çabalara, zamanın haftalarına burun bükerler. Bazı öğleden sonraların sınırsız uzamasından niye ürksünIer ki? Kabalık ölçüsünde basit ve besbelli şeyleri savunmuş olmanın pişmanlığından başka. Bu durumda, gerçekte yoğunlaşmak onları, ötekileri taklit etmeye ve kendilerini, meşgalelerin küçültücü imrenişinde hoşgörmeye sürükleyebilir. Cennetin mucizevi kalıntısı tembelliği bekleyen tehlike budur.
(Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına —ve sonsuzluğa dek— yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir.
Atadan kalma kasılmaların sürükleyiciliği olmasa, binlerce göz gerekirdi bize, saklı gözyaşlarımız için, ya da yenecek tırnaklar, kilometrelerce tırnak... Artık akmayan bu zaman başka türlü nasıl öldürülür? Bu bitmez tükenmez Pazarlar'da varolma acısı kendini tümüyle gösterir. Bazen bir şey içinde kendimizi unutmayı başarırız; ama dünya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz? Bu olanaksızlık o acının tanımıdır. Bu acının yakaladığı kimse hiçbir zaman iyileşmeyecektir, evren tamamıyla değişse bile. Değişmesi gereken yüreğidir, oysa yürek değişemez; ve onun gözünde varolmanın tek bir anlamı vardır: acısına gömülmek —gündelik bir nirvanaya varma talimi onu gerçeksizliğin algısına yüceltene dek...)
Bak: