La Rochefoucault'un şu derin sözünü hatırlayınız: "Eğer aşktan söz edildiğini duymasa, hiçbir zaman sevmeyecek insanlar vardır." Düşününüz ki, yaşadığımız toplumda, törelerimizde, her şey öbür cinse karşı bir istek duymaya zorlar bizi, her şey karşı cinse dönmeyi öğretir, her şey ona yöneltir kişiyi, her şey bu duyguyu körükler, tiyatrolar, kitaplar, gazeteler, büyüklerden alınan örnekler, salonlardaki gösteriler, sokaktakiler. Dumas fils " La Question d'argent"ın önsözünde ne güzel söylüyor: "Bütün bunlara karşın aşık olunmazsa, o zaman yetişmede bir bozukluk var demektir." Bak hele! Bir genç sonunda çevresindeki bu ağız birliğine kendisini kaptırırsa, bu yolu seçmesinde öğütlerin etkisi olduğunu, arzularının baskılarla istenen yöne çevrildiğini nasıl kabul etmezsiniz! Ama olur da bunca öğüte, çağrıya, isteklendirmeye bakmayıp kendi cinsine dönüklük eğilimi gösterse hemen şu kitabı, bu etkiyi suçluyorsunuz; (ve bütün bir ülke, bir toplum için de böyle düşünüyorsunuz); 'bu sonradan edinilmiş bir eğilimdir' deyip duruyorsunuz.
Gerçek şudur ki, doğaya karşı olduğunu söylediğiniz bu içgüdü, tüm doğal istekler gibi, hemen hemen aynı güçle, her çağda, her zaman ve her yerde var olup durmuştur.
Her iki cinste de kendi cinsine dönüklüğün, karşı cinse dönüklükten daha içten gelme, daha yapmacıksız olduğu kanısındayım.
Andre Gide'in
Corydon kitabından
bir kuple...