Yıldız Ölümü



Neden buradayız?

Nereden geliyoruz?

Cevaplanmamış en eski sorular bunlardır ve bu cevapları bulmak istemek insan doğasının önemli bir parçasıdır. Atalarımızdan kalma bu özelliğin izlerini, insanoğlunun şafağına kadar yüz binlerce yıl geride sürebiliriz. Aslında işin doğrusu, hikayemiz zamanın çok çok gerisine uzanıyor. Hikayemiz kainatın başlamasıyla başlıyor. Bu hikaye 13,7 milyar yıl önce başladı. Ve bugün her biri 100 milyarın üzerinde galaksiyle ve her birinin içi milyarlarca yıldızla dolu.

 Biz de evrenin bir parçasıyız. Bu yüzden onun hikayesi bizim hikayemiz. Bu öylesine bir hikayedir ki içine kainatı koymadan anlatmak imkansızdır. Evrenin yapısına işlenmiştir. Zaman. Zamanın acımasız akışı, kainatın evrimini başlattı ve pek çok olağanüstü harikaları meydana getirdi. Bu harikalar bizi evrendeki yaşamın ilk anlarından kaçınılmaz sonuna kadar götürüyor.

Kainatı anlamak bir dedektif hikayesine benzer ve kanıtlar bize uzayın sonsuz boşluğu boyunca ışık tarafından taşınıyor. Işığı zamanın başlangıcındaki haliyle bile yakalamayı başardık ve içinde kendi kökenimizin tohumlarına şahit olduk. Atalarımızın inanamayacağı şeyler gördük.

Uzak alemlerde doğan yıldızlar.

Yer çekiminin yarattığı
yabancı dünyalar.

Ve zamanda donmuş
görkemli galaksiler.

Ancak bu olaylara sırf seyirci olarak kalmadık. Çünkü evrenin hikayesi bizim hikayemizdir. Yıldız tozlarının her birimizi ve basit bir evrensel kimya setinin gördüğümüz her şeyi nasıl oluşturduğunu öğrendik. Çok eski zaman sırlarının kainatın kaderine nasıl şekil verdiğini keşfettik ve yaşamın var olduğu o çok kısa ana hayret edemeden duramadık... ve yıldız tozunun evrendeki en büyük yapıları oluşturmak için nasıl döküldüğüne şahit olduk.

Kalıcı değişiklik, insan olmanın temel parçalarından biridir. Yıllar geçtikçe hepimiz yaşlanırız. İnsanlar doğar, yaşar ve ölür. Sanırım bu, hayatımızın neşesi ve trajedisi. Ama kainatta o devasa ve epik döngüler ebedi ve değişmez gibi görünür. Ama bu sadece bir yanılsama. Görüyorsunuz, kainattaki yaşam da, aynı bizim yaşamımızdaki gibi her şey geri dönülemez bir şekilde değişiyor.

Değişiklik üstüne değişiklikle zamanın akış yönü tüm kainatın
evrimini harekete geçirir. Evrenin derinliklerine baktıkça, hikayenin sayfaların bir bir açıldığını görüyoruz.


Süpernova

 Chacoan kültürü hakkında çok az şey biliniyor. Çünkü yazılı hiçbir kayıt keşfedilmemiştir. Ama kanyonun diğer bir tarafında, 1054 yılında gökyüzünde şahit oldukları muazzam bir olayın kaydı var. Bu yeri 12-13 yaşımdan beri biliyorum. Bunun sebebi de işte bu kitap ve televizyon dizisi Cosmos, Carl Sagan'ın şaheseri... muhtemelen astronomiyle ilgilenmemin en önemli sebebidir. Sayfa 232'de, beni her zaman büyülemiş bir resim var, beynime kazınmış durumda ve şu kayadaki bir duvarın fotoğrafıdır ve bilhassa şu çıkıntıda asılı bir tablo gibidir. Çünkü bu resmin evrendeki en görkemli ve büyülü olaylardan birinin kaydı olduğu düşünülüyor. M.S. 1054 yılının 4 Temmuz'unda yeni bir parlak yıldız ortaya çıktı ve üç hafta boyunca gökyüzündeki diğer tüm yıldızların ışığını gölgede bıraktı. O kadar parlaktı ki gün içinde bile görülebiliyordu ve böylece bu tablonun Chacoan insanlarının astronomik bir kaydı olduğunu düşünüyoruz. Böyle düşünmemizin sebebine gelince, modern bilgisayar tekniklerini kullanarak gökyüzünün gece görüntüsünü geri sarabilir ve şöyle diyebilirsiniz:

"Ay nerede olurdu? Yıldızlar nerede olurdu?"

Ve bunu, şu istikamette bulurdunuz. Ay doğar ve gece gökyüzünde bir yol izler ve yeni yıldız yeni aya çok, ama çok yakın olurdu. Şunu biliyoruz ki aslında yeni bir yıldız eski bir yıldızın, bir süpernova patlamasının kendisinin patlaması sonucu ortaya çıkmış yeni bir oluşumdur.






Somewhere Over The Rainbow




Mars'ta günbatımı




Bugün inanılmaz bir şekilde, Kızıl Gezegen'in yüzeyinde gezen bir araç var... Adı ''Opportunity'' olan, bir uzay gezgini. Gezegenin etrafını dolaşan uzay aracı ve gezginler, gönderdikleri görüntülerde Mars'ın nefis ayrıntılarını ortaya koyuyorlar. Mars uçsuz bucaksız kum tepeciklerine, büyük volkanlara, ve dev buz katmanlarına sahip. Kanyonları ve nehir vadileri var. Mars, Dünya'nın kırmızı toz ve kumlarla örtülü kuru ve donmuş bir versiyonudur.

Bir fizikçi olarak aynı temel basit doğa kanunlarının güneş sistemi üzerinde böyle radikal farklı şekillerde çalışarak ve çok şaşırtıcı çeşitlilikte ve güzellikte vahşi ve ölü dünyalar yarattığını görmek benim için büyüleyici.

Brian Cox






...





vesaire



Yine, Enis Batur okuyorum: Rakım Sıfır. Kütüphanelerde, sahaflarda onu
buluyorum, dönüp dolaşıp, okuru oluyorum.



Şehren'is






River of Tears

Eric Clapton dinliyorum, In a River, Tül'ün evde olmamasını fırsat bilerek: Antalya'ya, Mustafa beye gidişlerimizden birinde yoğun hüzün işlemişti içine, ondan beri çalmıyorum o varken.

Clapton'la birlikte yaşlanıyoruz, kırk yıldır. Pek az insan bilir 70'de bir yazım çıktığını, hakkında. Eski sevdalarımızın bazılarından uzaklaştık zamanla; blues ve rythm and blues, ben hiç kopmadım. Clapton'ın Ginger Baker ya da Jack Bruce gibi köktenci davranmadığını, bir biçimde 'sistem'de yerine oturduğunu biliyorum - gelgelelim, olağanüstü iyi çalıyor hala, bunu da biliyorum. Üstüne üstlük, ağır acılar deldi hayatını, 'içinden gelerek' yapıyor o işi.

...


(Ada Defterleri)

Smile

Aura

Çoğaltılmış sanat yapıtının şimdisinin ve burada-oluşunun, yitip gittiği, böylece 'aura'sının silindiği, Benjamin'in ünlü savlarından biriydi. İş fotoğrafa gelince ayırıyordu ama: Çoğaltma tekniğine dayalı bir ifade aracı olarak ortaya çıkan fotografi'de, çıplak gözün erişemediği, erişmekte güçlük çekeceği ayrıntılara ulaşma olanağının doğması, bu yeni sanatın 'hale'sini farklı bir zeminde ele almamazı sağlayabilirdi.

Röprodüksiyonun indirgeyici gerçekliği, ondan geniş ölçüde yararlanmamızı engellememiştir; tam tersine, sayısız yapıtla tanışmamızı ona borçlu olduğumuzun bilincindeyiz: Saymadım, saymak olanaksız, bir karşılaştırma yapmak bile, şunu kolaylıkla söyleyebilirim: Röprodüksiyonundan tanıdığım sanat yapıtı sayısı, yıllar içinde sahicisini görebildiğim yapıtların binbir katı olsa gerektir; 'aura'ya gelince, bendeki bir 'kopya'ya zamanla yüklediğim büyü miktarını, o 'kopya'nın 'aslı'yla karşılaştığımda bulamadığım olmuştur - Zaman, 'kopya'yı tek örnek kılası bir vurgu biçimi yaratmayı biliyor, imgelemimizde.


Bu kaymanın benim yaşamımdaki örneklerinden biri Füssli'nin Karabasan'ı olmuşsa, bir başkası da Arnold Böcklin'in Ölüler Adası'dır: Otuz yıldır bir kopyasından, daha doğrusu boyutları enikonu küçültülmüş bir röprodüksiyonundan tanıdığım o resmin kendisiyle ilk kez geçen yıl, Orsay Müzesi'nin düzenlediği bir retrospektif Böcklin sergisiyle karşılaştığımda, bir çırpıda açıklanamayacak, karmaşık duygular içinde ikidebir yer değiştirmeye başlamıştım.

Bordeaux Seyahatnamesi'nden / Batur



Yıllar önceydi, sıkı bir fotoğrafçının La Sagrada Familia üzerinde yaptığı çalışmaları görmüştüm, bu defa da rastladım benzeri işlere. Fotoğrafçı için define adası o kütle. Öte yandan öldürücü bir tuzak da. Dikkat ettim, Gaudi bütün yüzeyi, yüzeyleri ışık için bir oyun sahası olarak düzenliyor.

Fakir de fotoğraf çekti Gaudi'nin kıvrımlarına yaklaşıp. Tek bir kare çıkarsa, zar tuttu demektir. Yüksek tekniği, becerisi, derin optiği olmayan için tek yol zara sığınmak burada.

...









Lascaux çıkışı, sık yüksek ağaçların altında susuzluk gideriyoruz Tül'le, tahta bir sıraya oturup. Burada, 17 bin yıl önce yaşayan "magdelenien insan" bir homo sapiens: Bizden hiç farkı yok-muş. Bizim kadar iflah olmaz mıymış?

Onunla zamandaş değil bu ağaçlar, biliyoruz. Bir tek taşlar biliyor her şeyi, onlara korkuyla bakıyorum
...



Zarla Oynayan Çocuk: De Chirico


De Chirico'nun yapıtı, çağcıl resmin bünyesine şiirsel olanın giriş tarihidir. İlk dönemini temelden etkileyen Nietzsche ve Arnold Böcklin'den yola çıkarak gerçeküstücü öncü örneklerinden biri oldu De Chirico. 1913 -1922 arası öne çıkardığı izlekler doğaötesi gerginlik ile bunu yetkin anlamda bütünleyen şiirsel büyü arasında gelişirler. De Chirico'nun bu dönem ürünlerinin hemen tümünde egemen olan anlatımsal öğeler vardır: (Bilinmeyen evrene) yolculuk; sınırsız uzamda sınırlı insan; Ayrılık; Akşam; hatsız yüzler ve plastik mankenler. Özellikle resim sanatında, izleksel olanın saplantısal olana dönüşme eğilimi fazladır. De Chirico'nun yapıtıysa, bunu en iyi kanıtlayan örneklerden biridir. Anılarından ve kesintili düşsellikleriyle tek romanı Hebdomeros'tan öğrendiklerimiz, izleğin saplantıya dönüş sürecindeki gelişimler açısından bu nedenle önemlidir:

Bir tren yolu mühendisinin oğludur De Chirico. Yunan adalarından Kalya'ya göç eden bu ailede annenin egemenliği belirgindir. İlk resim derslerini bir "yıkıntılar uzmanı"ndan alır De Chirico ve 19. yüzyılın siyah romantizminin duyarlığını geliştirir okumalarıyla. 1915'de Ferrara'ya yerleşip Carlo Carra ile "Metafizik resim" okulunu kurar, bu okulun belli başlı tek sözcüsü olarak kalacaktır. Gençlik döneminin başlıca kırılmaları böyle özetlendiğinde, De Chirico'nun yapıtlarındaki başat anlatım özelliklerini yaşamöyküsel bilgilerle buluşturmak pek zor olmayacaktır.

Bir Dostun Yola Çıkışı (1913) ile Bir Güz Öğleden Sonrasında Melankoli (1915) arasında boyadığı birçok resmin (bu iki resmi hiçbir zaman elinden çıkarmamıştır De Chirico) ortak bezelerle örülü olduğunu görürüz. Neredeyse tümünde: Bir duvarın ardında kalan Tren, ayrılığı vurgulayan iki uzak bölge ve eskil bir Yunan Kenti'nin terkedilmiş tözleriyle tekinsiz Torino mimarisi arasında bocalayan yapılar. Çocukluk evresi ile kesintisiz bir ilişki içindedir De Chirico. Birden fazla yorumcunun gözünde, örneğin duvar, anne imgesinin çocuğun önüne yerleştirdiği koruyucu levha'dır. İmdi, bir başka açıdan da baba imgesinin (onun "Tren" ile dolaşıksız ilişkisi gözönüne tutulursa hele) önüne çekilmiş bir set olduğu savunulabilir. De Chirico'nun yıllarca annesi ile birlikte yaşadığı; evlenmeğe, birleşmeye (ikileşme olduğu için) yanaşmadığı düşünülürse, ikinci sav daha rahat desteklenebilir kuşkusuz. Genellikle birer phallus olarak değerlendirilen kulelerin de trenlerle aynı uzamda: Duvarın arkasında yer aldıkları gözardı edilmezse bu yorum iyice güçlenebilir. Yorumlama düzlemi olarak hangisi seçilirse seçilsin apaçık geçerlilik taşıyan bir kimliği var De Chirico'nun resminin: Yitik zaman'ın, elden kaymış bir "Özlemler Evreni"nin ardında ilerler bu kargış paketi.


The Nostalgia Infinite

Oysa zamandışı bir resimdir De Chirico'nunki. Herakleitos'un yetkin " Zaman zarla oynayan bir çocuktur" önermesini doğrularcasına, hem dikey hem yatay bir zamandizisel kurgu söz konusudur onda. Çağcıl bir bulaşık eldiveniyle eskil bir tarih sureti, hem de bir karşıtlam oluşturmaksızın aynı düzleme çivilenirler. Ama bu düzlemler hiçbir zaman tek boyutu sırtlanmazlar. Uzam'ın parçalarından biridir topu topu.

Agora Fobi: Yüce bir uzam korkusu barındırır De Chirico'un yapıtları. Satranç zeminlerinin üstünde olsun, sessiz kulelerin bağrında olsun, uzam sınırlı sınırsızlığını öne döker. İnsansız, tedirgin boyutlardır bunlar. Varlık ya gölgecildir ya da cansız. Yüz bütün öğelerinden yalıtılarak boş-ifade'nin kalıbına vurulur. Gövde ise motoru sökülmüş bir carrosserie gibi devinimsiz ve kara yazılı, bırakıldığı yerde kalakalır. De Chirico pek çok resmine mıhladığı kapalı vagonu Bir Sokağın Gizemi ve Melankolisi'nde açtığında görürüz bu uzam sancısının arkasında yatan yaralı anlamı: Boştur Vagon.

De Chirico da, ustası Böcklin ya da çağdaşı Bacon gibi karamsar bir sanatçıydı. Gözde izlekleriyle özel evreninin tek rengine, siyaha çalıştı hep. Gerçeküstücü resmin öncülerinden biri sayıldı gerçi, ama onlardan resimsel yapısıyla dışavurduğu dünyagörüşü ayırdı onu: Geleceği biçimlemek, bugüne dönüştürmekten çok saatı durdurmak, zamansızlığı imlemekti ereği. Özetle: İnsan olma koşulunu yansıtmaya çalışan sorunsal bir sanatçıydı. Son dönem resimlerinde, siyah güneşler hayli sık görülür olmuştu. İnsanlar kör olmuş, mankenleri iyiden iyiye devinimsizleşmişti. Güzel rastlantı, son yıllarında yaptığı resimlerini izlemiştim kişisel bir sergisinde: İlk dönemine dönmüş, yıllarca bıkmadan usanmadan çizdiği at resimlerini bir yana bırakmıştı.

Zarla Oynayan Çocuk. De Chirico da Ege adalarından birinde, yengeç burcunda doğmuştu. Adı üstünde, bu deniz bir kara yazgı çağrışımı değil midir eninde sonunda?

1976
Enis Batur


*

The Straight Story (1999, David Lynch)

The Straight Story içinde sıfır çatışma ve çok az tehdit barındıran alışılmadık bir filmdir. Muazzam yolculuğunu tamamlamakta Alvin'in karşısında duran yegane engeller kendisi ve şans unsurudur. Bu yolculuk ruhani bir yolculuktur, kişisel bir hacdır. Kendisi yalnızca uzun zamandır ayrı kaldığı kardeşiyle barışmaz, kendini de keşfeder. Uzun yol boyunca Alvin kendinin kim olduğu ve yaşamın ne anlama geldiği konusunda düşünebilmek için zaman bulur. Bu yüzden fiziksel olmanın yanı sıra aynı zamanda doğa ötesi bir yolculuktur ve bu tamamen kendisini hiç tanımadığı, günlük yaşadığı toplumun dışındaki insanlara açtığında kendi geçmişi ile yüzleşip her şeyi daha geniş bir bağlamda değerlendirmeye başlamasıyla gerçekleşir. 

Colin Odell ve Michelle Blane
David Lynch kitabından


Bu, kendisini çok uzun süre önce ikisinin de hatırlayamayacağı bir olay yüzünden bozuştuğu kardeşi ile yeniden birleşmeye duygusal olarak hazırlayan bir temizlenme sürecidir. Karşılıklı olarak birbirlerinden uzak kalmayı seçmeleri inatçılığın - her ne kadar Alvin'in cesaret dolu "bu yolculuğu kendi yoluyla bitirme" kararlılığında bir erdem olarak gözükse de- iki kardeşin birbirlerine olan sevgilerinin önüne kendi inşa ettikleri bir engel olabileceğini gösterir. Alvin'in kendi başarısızlıklarının farkına varması, ona pişman olabilme şansını doğurur. Alkolikliğini ve savaş sırasında bir gözcüyü yanlışlıkla vurduğunu itiraf etmesini omzundan yük alır. Kardeşine yeni ve arınmış bir adam olarak gider, kardeşiyle olduğu kadar kendisi ve dünya ile de barışmıştır...



Balthus




1934'de açtığı ilk sergide yer alan resimlerden ikisi, Sokak ve Gitar Dersi, Balthus'ün hem anahtar temalarını, hem de renk/oylum/çerçeveleme üçgenine yönelik bağlayıcı seçimlerini ortaya koyar. Öyle ki, Sokak'tan yaklaşık yirmi yıl sonra tamamladığı Saint Andre Çarşısındaki Pasaj adlı resmin özellikle tema bütünlüğü açısından bir çeşitlemesi gibidir. Her iki tablo da, bir anlamda "canlı doğa" sayılabilecek bir gündelik hayat kesitini verir: Mahalle arasında, iki dar sokağın kesiştiği köşede evcil bir sahneyle karşı karşıya geliriz. Ama bu sahnenin hemen altında yoğun bir sapkınlık duygusu okunur: Kucaktaki çocuğun yüzünde trajik bir yaşlılık ifadesi, karşı kaldırıma geçerken genç adamın "müdahale"sine uğrayan genç kızda "şaşkın bir zevk" kayıtlıdır; ikinci resim de genel atmosferiyle aynı tedirgin edici izlenimi uyandırır.




Gitar Dersi ise, bir dizi resim ile Balthus'ün son dönem ürünlerine dek uzanacak bir halkanın çıkış noktasını oluşturur: Gitar yerdedir, küçük kız ise öğretmenin kucağında tıpkı yan yatırılmış bir viyola telleri gibi okşanarak doyuma getirilmektedir. Bu resmin topladığı olumsuz yankılar Balthus'ü etkilemiş olabilir: Gitar Dersi'nin uzantısında yer alan diğer örneklerde cinsel motif bir adım geri çekilir. Buysa, garip bir biçimde, sapkınlık dozunu arttırmasını sağlar. 1938'de bir resim, Therese Düş Görürken, küçük kızın sıyrılmış eteği ve ressamın ışık dağılımı ile tuvalin bir bakıma merkezine çektiği iç çamaşırıyla daha derin bir efekte çağrıda bulunur: Hele yüzeye giydirdiği hafif kızarık ifade, alabildiğine delici bir duygu uyandırır. Camus'nun Balthus'ün belki de tüm resimlerine uygulanabilecek güzelim yargısı bu tuhaf, bilinmedik etkiyi en iyi biçimde açıklar: Bir bıçak vardır bu  resimlerde, ama kan yoktur.


Studies of Balthus - Hisaji Hara