Z.'nin Ayvalık'ı


 Bundan on yıl öncesine dek, Ayvalık'tan el ayak çekildikten sonra, ekim kasım aylarında bir iki hafta izin alır kaçardım tek başıma Ayvalık'a. Cunda'da sabah ve akşam üzeri yarım saat denize girer, biraz ortalıkta gezinir, terasta çay içip kitabımı okurdum. İçimde epeyce iç ve açık deniz biriktirdim, küçücük adalar arada görünüp yiterdi. Serin serin esen rüzgârın iç denizin yüzeyinde, mavi gri tonlarında paletler yaratarak oynaşmasına bayılırdım. Sanki ıssız dünyada küçük tepeler, karanlık, yağmur yüklü bulutlar, köşe bucak araştıran rüzgar, zeytin ağaçlarının kış hazırlıkları, az önceki gürültünün yerini dolduran dinmişlik duygusu, kıyıya bağlı kayıkların beşik gibi sallanmaları, ilk kez kendi yerlerinde ve dillerinde anlayamayacağımız türden bir şeyi konuşmak için bir araya gelmişler izlenimi yaratırdı bende ve özel bir tanıklık yaptığımı düşünürdüm. Bana, benim varlığıma ilgisiz, ben yokken de orada sürecek bir güz kantatı, bir çevrim, dalga, benle ya da bensiz ama hep orada olacak gizli bir düğün. Yine de bu tanıklığı yapan insanın kendini seçilmiş biri, tansıma tanığı olarak düşünmemesi zordur. Zaman zaman kaygılansam da kendimi o an seçilmiş, bir dahası olmayacak, tanıma gelmez şeyin, bu büyük tansımanın bir parçası olarak kavrardım. Çok sürmezdi gerçi. Bir an... Sonra kendi dilime, dünyanın diline düşer, dile gelme ya da düşmenin öyküsünü kaldığım yerden sürdürürdüm. Ama beni çıldırmaktan koruyan şeyin bu bağış, armağan duygusunu yitirmemek olduğunu, bu düşünceyi korumanın bir yolunu bulduğumu söyleyebilirim. (Belki de söyleyemem.)

*
Ayvalık Güncesi için bak:
https://www.instagram.com/kaotikbenlik

Z. için bak:
https://www.okumaninsonunayolculuk.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder