- Dişinin doğası
- Kadın ırkının doğası... Kadınlar bedenlerini yönetemez. Doğa yönetir. Kitaplarımda da yazdım bunu.
- Araştırmalarında kullandığın kitaplar kadınlara yapılan kötü şeylerle ilgiliydi, ama sen bunların kadınların kötü olduklarına dair kanıt olarak mı anladın? Olayı eleştiren tarafta olmalıydın, tezinin konusu buydu. Benimseyen tarafta olmamalıydın, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?
...
- Ratisbonne'un rahibeleri dolu bile yağdırdı.
Antichrist, 2009, Lars Von Trier
*
Yazı: Camille Paglia
Kadının doğa ile özdeşleştirilmesi... Bunda hakikat payı var mıydı? Feminist okuyucuların çoğu buna katılmayacak ama ben bu özdeşliğin bir mit değil, gerçek olduğunu düşünüyorum. Felsefi gelenekler, bilim, sanat, atletizm ve politika erkeklerin eseridir. Fakat Prometheusçu çatışma ve zaptetme yasası gereğince kadın, istediğini alma ve erkeklerle erkeklerin kendi kurallarına göre rekabet etme hakkına sahiptir. Gene de, kendinde ve erkeklerin onunla olan ilişkilerinde değiştirebileceklerinin bir sınırı vardır. Her insan doğa ile mücadele etmek zorundadır. Fakat, doğanın yükü genellikle tek bir cinsin sırtına yüklenmiştir. Şansı varsa, bu kadının başarısını; kısaca erkeklerin yarattığı toplumsal mekândaki eylemlerini sınırlamayacaktır. Fakat erotizmi, yani toplumsal mekânla örtüşebilen, ama onunla özdeş olmayan cinsel mekândaki hayali hayatlarımızı sınırlamak zorundadır.
Doğanın döngüleri kadının döngüleridir. Biyolojik kadınlık, aynı noktada başlayıp biten bir dairesel dönüşler sıralanmasıdır. Kadının merkeziliği ona bir kimlik istikrarı atfeder. Olmak zorunda değildir, sadece var olması yeterlidir. Kadının merkezî konumu, kimlik arayışında yoluna çıktığı erkek için ciddi bir engeldir. Erkek, kendini bağımsız bir varlığa dönüştürmeli, kısaca kadından bağımsız olmalıdır. Şayet bağımsızlığı başaramazsa, kendisini yeniden kafesinde bulacaktır. Anne ile yeniden bir araya gelmek, imgelemimiz için tehlike çanlarının çalması anlamına gelir. Bir zamanların hiç bozulmayacakmış gibi görünen mutluluğu, şimdi yerini çekişmeye bırakmıştır. Doğumun travmatik ayrılığından önceki hayata dair soluk anılar, kayıp altın çağın Arkadyen fantezilerinin kaynağı olabilir. Batı düşüncesine göre tarihin geleceğin yolunu açan bir hareket, [İsa’nın yeniden doğumu,] İkinci Geliş eşliğinde en yüksek noktasına ulaşacak ilerlemeci ya da Tanrısal bir tasavvur olduğu görüşü eril bir tasarıdır. Bana kalırsa, böyle bir düşünceyi bir kadın ortaya koymuş olamaz, çünkü bu, erkeğin yakalanmaktan ölesiye korktuğu, kadının döngüsel doğasından kurtulma stratejisidir. Evrimsel ya da kıyametsel tarih, erkek iradesinin mutlu sonla, fallik dorukla sonuçlanan dilekler listesidir.
İster aşkın, ister tarihsel yoldan olsun, kadın, doğal döngüden kurtulmanın hayalini kurmaz; çünkü kadın döngünün kendisidir. Cinsel yetişkinliği ay ile evliliği anlamına gelir; ayın evreleri ile birlikte parıldar ya da sönükleşir. Ay (moori), ay (month), aybaşı (menses): Aynı sözcük, aynı dünya. Eski insanlar kadının doğanın takvimine iptal edemeyeceği bir randevuyla bağlı olduğunu biliyorlardı. Özgür iradeden aşırı gurura, oradan da trajediye ulaşan Yunan modeli bir eril dramadır, çünkü kadın (yakın zamana kadar) özgür iradeye inanmamıştır. Kendisi özgür olmadığından, bir özgür iradenin olmadığını bilir. Onun rıza göstermekten başka bir seçeneği yoktur. Anne olmayı istese de istemese de, doğa onu doğurganlık yasasının kaba, değiştirilemez ritminin boyunduruğu altına sokar. Menstrüal (âdet) döngüsü, doğa durmasını emredene dek işlemeye devam edecek bir çalar saattir.
Erkeğinkilere göre çok daha karmaşık olan kadının üreme organları hâlâ tam olarak anlaşılamamıştır. Orada her şey ters gidebilir ya da düzgün gittiği takdirde bile gerilimlere yol açabilir. Batılı kadın kendi bedeniyle kavgalı bir ilişki içindedir: Kadın için, biyolojik normallik bir ıstırap, sağlık bir hastalıktır. Aybaşı ağrılarının bir uygarlık hastalığı olduğu iddia edilir: çünkü kabile kültürlerinde kadınlarda aybaşı şikâyetleri son derece seyrek görülür. Elbette kabile hayatında kadının kapsamlı ya da kolektif bir kimliği vardır; kabile dini, doğayı yüceltir ve kendini de doğaya göre düzenler. Doğayı geliştirmeye ya da alt etmeye çalışan ve kendini bireyselliği çerçevesinde gerçekleştirmeyi model alan Batılı toplumdur; dolayısıyla kadının içinde bulunduğu konumunun katı gerçeklerinin sancılı bir açıklıkla kendini gösterdiği toplum da, yine Batı toplumudur. Kadının doğayla, yani kendi bedeninin inatçı fiziksel yasalarıyla olan mücadelesinin şiddetini, imgeleminin gelişmesi ve bireysel bir kimlik ve özerklik amacı belirleyecektir. Ve nihayet doğa da kadını daha fazla cezalandırmaya başlar: Özgürleşmek için meydan okuma, çünkü bedenin senin değil!