Malûmunuz bir süredir devletin birtakım gazeteci, hukukçu, siyasetçi, için tahsis ettiği dinlenme tesislerinde tatil yapıyorum. Bizim için ayrılan kısımda 20 kişi kalıyoruz. Gündüzleri 8 metreye 4 metre havalandırmada kimimiz golf oynuyor, kimimiz at biniyor, kimimiz vücut geliştirme ile uğraşıyor. Ben çoğunlukla kitap okuyup, fırsat buldukça da havuza giriyorum… Dış dünya ve sizin gürültünüzden korunmamız için “sağolsunlar” bütün önlemleri almışlar. Burada dış dünya ile aramızdaki tek iletişim kanalı “koruma” amaçlı yapılan demir kapıdaki sürgülü (af edersiniz) delik. Sürgü her açıldığında istemeden bir heyecanlanma oluyor açıkçası. Acaba avukat mı, mektup mu, iddianame mi ve acaba kime… derken güne kötü başlamış bir gardiyanın sesi yankılanıyor delikten;
G: Çağdaş Erdoğan!
B: Evet!
G: Senin bir kitabın varmış, arkadaşın göndermiş.
B: Evet. CONTROL…
G: Her ne ise. Şimdi şöyle bir durum var, bu kitap bu hâli ile komisyondan geçmez.
B: Sebep!
G: Onu diyecektim. Kitapta +18 görüntüler var, bilgin var mı?
B: Gayet tabii. Ben çektim onları…
G: Sen mi çektin! O çıplak karıları?
B: Kadın değil onlar! LGBTİ bireyler.
G: Neyler?
B: Çoğunlukla geyler.
Arkadaki gardiyan memnuniyetsiz ve şaşkın; “Vay a… k…! Karı sandım.”
B: Eee! Kitabımı ne zaman vereceksiniz?
G: İşte onu diyecektim. Müdür bey, +18 fotoğrafların yırtılması şartı ile kitabı verebileceğimizi söyledi.
B: İyi de! Ne anlamı kalacak o zaman kitabın?
G: Valla gardaş, benim yapabileceğim bir şey yok. Böyle kabul ediyorsan senin denetiminde sayfaları yırtıp vereceğiz kitabı.
Dişlerimi sıkıyorum. Duruma ağlasam mı, gülsem mi… Sonra aklıma beni buraya getiren sebeplerin saçmalığı geliyor.