Ben bir dinamitim - Nietzsche


Nietzsche'nin mezarına gittiniz mi, bilmiyorum. Ben oraya bir kez gittim, Röcken'e, onun doğduğu küçük köye, Leipzig yakınlarında, ıssız ve hüzün verici bir yerde, bilindiği gibi burası dünya tarihinin yalnızca savaş yapmak için ilgilendiği bir yer. Köyün civarındaki yol üzerinde kazlar, minnacık bir kasaba, yine minnacık bir kilise, kilisenin duvarının dibinde, dökme demirden üç anıtsal tabut kapağı: Nietzsche, etrafında da akrabaları. Onlara baktığımda içim ürperiyor ve bu Saxe köyünde doğmuş olan bir papaz oğlunun günün birinde " Ben bir dinamitim" dediğini ve kesinlikle haksız olmadığını düşünüyorum.

Hans-Georg Gadamer

Emily Dickinson Şiirleri

 On yıl önce Massacusetts'te Amherst'de satın almış olduğu bir broşürü kitaplıktan alır, Emily Dickinson'un evine yaptığı bir ziyaretin anısı olan bu broşür, o gün şairin odasındayken duyumsadığı bitkinliği düşündürür ona şimdi: Sanki az önce bir dağın tepesine tırmanmış gibi soluğu kesilmişti. O küçük, güneş içindeki odada dolaşıp beyaz yatak örtüsüne, cilalı mobilyalara bakarken, orada yazılmış bin yedi yüz şiiri düşünüp onları o dört duvarın bir parçası olarak görmeye çalışmış, ama başaramamıştı. Çünkü sözcükler dünyada olmanın bir yoluysa, diye düşünmüştü, içine girilecek bir dünya yoksa bile dünya zaten oradaydı, o odadaydı, bu da şiirlerde yer alan odanın kendisi olduğu anlamına gelir, tersi değil. Broşürün son sayfasında adı bilinmeyen bir yazarın şu acemice yazısını okuyor şimdi:

" Çalışma ve yatak odası olan bu yerde Emily, ruhun kendi kendinin dostluğundan hoşnut olabileceğini söylemiştir. Ama bilinçliliğin, hem tutsaklık hem de özgürlük olduğunu anladı o, bunun için burada bile umutsuzluk ya da korku yüzünden, kendi öz tutsaklığına yem oldu. Bu nedenle duyarlı bir ziyaretçi için Emily'nin odası, şairin üstünlük, korku, acı, yazgıya boyun eğme ya da aşırı sevinç arasında değişen ruh durumlarını içeren bir atmosfere bürünür. Burası belki de Amerikan edebiyatındaki somut yerlerin hepsinden de çok Emily'nin oluşturduğu örnekle, bir doğal geleneği simgelemektedir, kişinin iç dünyasının dikkatle incelenmesi geleneğini."

Paul Auster
(Yalnızlığın Keşfi sf. 145) 


Metamorphosis of Narcissus (Salvador Dali)

1937

Yazarlık Ayartısı


Yazmak güzel bir şey; çünkü kendine konuşmak ve bir kalabalığa konuşmak gibi iki zevki birleştiriyor.

**


Yazdıklarını hiç değiştirmeden, onları yeniden gözden geçirmeden, onlara son biçimini vermeden yazabilseydin, yazmaktan aldığın tat artar mıydı? En güzeli insanın kendisini parlatması, sessizce ve hiçbir şeye aldırmadan kendisini bir kristale dönüştürmesidir.


**

Artık biliyorum ki, günlüğüme yazdığım bu satırlar belli bir buluştan ötürü değil, benim bilinçdışı yaşayışımı açıkladıkları için önemli. Söylediklerim doğru olmayabilir, ama bunları söylemiş olmam iç benliğimi ele veriyor.


Cesare Pavese

Narcissus (Caravaggio)

1597-1599.

Yazarlık Ayartısı

Bütün yaşama gücünü tüketen, seni yeni parlatılmış bir tüfek gibi hala sıcak ve sarsıntı içinde bırakan bir şey yazmış olmak; yalnız bildiğini sandığın şeyleri değil, kuşkulandığın, hayal ettiğin şeyleri, sarsıntıları, karanlık gölgeleri, bilinçdışını ortaya dökmüş olmak; bunu yorucu ve uzun çabalar sonunda, günlerce süren duraklamalardan sonra ölçülü olmayı öğrenecek, beklenmedik buluşlar ve yanılmalarla, bütün gücünü ve dikkatini bir nokta üzerinde toparlayarak başarmış olmak; sonra da bunu toparlayan bir insan tepkisi, yüreklendirici bir alkış olmadıkça bütün bu yaptığın işin bir hiç olduğunu anlamak. Bu sıcak ilgiyi bulamamak, soğuktan donmak, çölde konuşmak, bir ölü gibi gece gündüz yalnız kalmak demektir.

Cesare Pavese  

Walker Evans Polaroids (1973–1974)





Kapitalizm:


Özgür, bakir, sınırlar ve bir yaşama mekanı olma özelliğine sahip olmayan, herkesin içinde istediği gibi dolanabildiği bir doğa egemen düzenin düşgücünden başka hiçbir yerde yoktur. Ekonomik ve kapitalist düzene özgü benzer bir yaşama alanından yoksun bırakılma (doğa, arzu, hayvansılık, bir yere bağlı olmama) vahşi yaşamı yansıtan ideal bir şemadır. Bu durumda özgürlüğü yaratan ve ona bir derinlik kazandıran şeyin kapitalizm olduğunu kabul etmek gerekir.


Jean Baudrillard

SARTRE


On bir yaşında artık Tanrı'ya inanmadığının farkına varmıştı. On beş yaşına doğru  da yeryüzü ölümsüzlüğü onun için ebedi yaşam düşüncesinin yerini almıştı. Bunun üzerine yazı sinirliliği dediği tutkuya kapılmıştı. Okuduklarının etkisiyle de, o zamanlar ölüm hayallerine ortak ettiği ünü düşlemeye başlamıştı.


Simone de Beauvoir Veda Töreni kitabını 
"Sartre'ı sevmiş olanlara,
sevenlere, 
sevecek olanlara"
 adamış.



Lütfi Özkök'ten Sartre




Los Angeles Road - Arturo Bandini

...

"Şimdi ne yapacaksın?" dedi Frank dayı.

"Sayısız seçenek var."

"Neden söz ediyorsun sen? Sayısız seçenek varmış!"

Sigaramdan birkaç nefes çektikten sonra, "Romero türünden proleterlerle bağımı kopardığıma göre bundan böyle edebiyat kariyerim üzerine yoğunlaşmayı düşünüyorum." dedim.

"Ne kariyerin?"

"Edebiyat planlarımdan söz ediyorum. Nesrimden. Edebi çabalarımı devam ettirmeye kararlıyım. Ben bir yazarım, bilmiyor musunuz?"

"Yazarmış! Ne zaman yazar oldun? Bu da yeni bir şey. Anlat, bunu ilk kez duyuyorum."

Anlattım.

"Yazma yeteneği keşfedilmemiş olarak hep yatıyordu içimde. Şimdi değişim sürecini yaşıyorum. Geçiş süreci sona erdi. Kendimi ifade etmenin eşiğindeyim."

"Taşaklarım." dedi Frank dayı

...

Los Angeles Road
sf. 39

Midnight in Paris (Woody Allen, 2011)




Bu... Bu inanılmaz,
şuna bir bak.
Dünyada bu şehrin bir eşi
benzeri daha yok.

Hiç olmadı.

Bu şehrin yağmurda ne kadar nefes kesici
görüneceğini hayal etsene.

Bu şehri 1920'lerde hayal etsene,
1920'lerde Paris...

yağmurda, sanatçılar ve
yazarlar...

Oblomovluk

Oblomov tozlu masanın başına oturdu, kalemi hokkaya batırdı; mürekkep yok. Kağıt aradı; kağıt da yok. Düşünmeye daldı; masanın tozları üzerinde parmakları kendiliğinden bir şeyler yazdı. Oblomov yazdığını okudu:

 Oblomovluk.


sf. 229

Mount Williamson - Ansel Adams


Tepedeki Ev - Cesare Pavese

Şimdi sivil savaşın ne olduğunu gördükten sonra biliyorum ki, savaş eğer bir gün biterse herkes şunu sormalıdır: 'Peki ya şehitleri ne yapacağız? Neden öldüler?' Ben ne yanıt vereceğimi bilemezdim. En azından şimdi bilemiyorum. Başkalarının da bildiğini sanmıyorum. Bunu bilenler belki de bir tek ölülerdir ve savaş yalnızca onlar için gerçekten bitmiştir.


sf. 153

The Great Masturbator - Salvador Dali

1929

Huzursuzluk Kitabı (sf. 273)


Gitti. Getir götür işlerine bakan çocuk bugün gitti, dediklerine göre köyüne dönmüş, bir daha gelmeyecekmiş- içinde yaşadığım insani mekanın, dolayısıyla benim ve dünyamın ayrılmaz bir parçası olarak görürdüm onu. Bugün gitti. Koridorda rastlaştık, böylece beklenen sürpriz vedalaşma gerçekleşti, ona sarıldım, o da çekinerek karşılık verdi bana, olanca yabaniliğimi kuşanıp ağlamamayı başardım, oysa yanan gözlerim yüreğimde, benden bağımsız olarak can atıyordu yaşlar akıtmaya.

Sahip olduğumuz her şey, ortak bir hayat sürmenin ya da kendi bakışımızın oyunuyla, biraz biz olur, çünkü bize aittir. Bugün Galiçya'nın bir köyüne giden, adını bile bilmediğim o kimse, benim için sadece bir ayakçıydı: Gözle görülebilir, insani bir varlık olarak, hayatımın özünün hayati bir parçasıydı. Şimdi azaldım ben. Artık tam olarak eskisi gibi değilim: Çocuk gitti.

Yaşadığımız yerde ne yaşanıyorsa, aslında bizde yaşanır. Gördüklerimiz arasında sona eren şeyler, bizde sona erer. Varolmuş olan insanlar -varoldukları sırada görmüşsek- yok olduklarında bizden koparılmıştır. Çocuk gitti.

O büyük masaya kurulmuş, dün başladığım yazılara devam ederken şimdi daha ağır, daha yaşlı, daha kuşkuluyum. Çalışmaya hevesim yok, ama kıpırtısızlığımı harekete geçirip kendi kendimin kölesi olabilirsem çalışabilirim. Çocuk gitti.

Evet, yarın, belki daha sonra, ölümü ya da gidişi haber veren sessiz çan benim için çalacak, büroda olmayan kişi, merdiven altındaki bir dolapta eski bir kayıt olma sırası bana gelecek. Evet yarın ya da Kader benliğimde benmiş gibi davrananın hesabını kapatmaya karar verdiğinde. Doğduğum memlekete döner miydim acaba? Bilemiyorum. Bugün gidenin yokluğu yüzünden trajedi iyice somutlaşıyor, sırf hissedilmeyi hiç haketmediği için iyice hissediliyor. Tanrım, Tanrım, çocuk gitti.

Fernando Pessoa


Boxes - Joseph Cornell







Edebiyat nedir? - Sartre

" ...buna göre şu an için yazar bir uzmanlar kuruluna başvurmaktadır; geçmiş yönünden ünlü ölülerle bir gizemli antlaşma imzalamaktadır; gelecek için de ün söylencesini kullanmaktadır. Kendini simgesel olarak sınıfından koparmak için elinden gelen hiçbir şeyi esirgememiştir. Havadadır, yüzyılına yabancı, yersiz yurtsuz ve ilençlidir o. Bütün bu oyunların tek bir amacı vardır; yazarı,eski çağlardaki soylu sınıfın yerini tutacak simgesel bir topluluğa katmak. Ruh çözümlemesi, sanatsal düşüncenin pek çok örneğini verdiği bu özdeşleşme sürecini çok iyi tanır:

-tımarhaneden kaçmak için anahtara gereksinim duyan hasta, sonunda kendisinin anahtar olduğuna inanmaya başlar..."


SODOM'UN 120 YILI (Album I)


Cinsellik, davranışımızın bir parçasıdır. Demek ki özgürlüğümüzün de... Cinsellik bizim kendi yarattığımız birşeydir-bizim yaratımızdır, arzularımızın gizli bir 'cephesini' keşfetmenin çok ötesinde birşey... Şunu açıkça anlamalıyız ki, arzularımız yoluyla, arzularımız aracılığıyla yeni ilişkilere, yeni sevme biçimlerine, yeni yaratma biçimlerine ulaşırız. Cinsellik bir yazgı değildir; yaratıcı bir yaşam için bir olasılıktır... Kendi (eş)cinselliğimizi 'keşfetmek' meselesi değil sözünü ettiğim; ben kendi cinsel seçimlerimizin altından yol alarak, yeni bir yaratıcılığa varma sürecinden sözediyorum...

Önce kendi cinselliğini seçme olanağına -ve hakkına- sahip olmak elbette ki çok önemli. Cinsellik konusundaki insan hakları bir çok yerde hala çiğnenmekte, bu sorunlara çözülmüş gözüyle bakamayız. Gene de, ben bir adım daha ileri gitmemiz gerektiği görüşündeyim. Sadece kendimizi savunmamız değil, kendimizi ortaya koymamız da gerekiyor, sadece cinsel kimlik açısından değil, kendimizi yaratıcı bir güç olarak ortaya koymamız gerekiyor.

'HAZ'

Şu sado mazoşist altkültür denen alana bakın. Ben bu alanın bir açılımla ya da bilinçaltımızın derinliklerindeki sadomazoşist eğilimlerle filan ilgisi olmadığını düşünüyorum. Bence sadomazoşizm, bunun çok ötesinde; bir zamanlar hiçkimsenin haberi bile olmayan yeni zevk olasılıklarının gerçek bir yaratımı. Sadomazoşizmin koyu bir şiddetle bağlantılı olduğunu, bu cinsel etkinliğin bu şiddeti, saldırganlığı açığa çıkarmanın bir yolu olduğunu düşünmek budalalıktır. Bu insanların yaptığının saldırganca olmadığını çok iyi biliyoruz; bedenlerinin garip bölgeleriyle oynayarak -bedenlerini erotize etmek yoluyla- yeni haz olasılıkları icat ediyorlar. Bu bir yönüyle de hazzın cinsellikten arındırılması diyebileceğimiz bir çeşit yaratım, yaratıcı bir girişim. Çünkü bedensel hazzın her zaman cinsel hazdan kaynaklandığı, cinsel hazzın bütün olası hazlarımızın çıkış noktası olduğu düşüncesi bence oldukça yanlış bir düşünce. Bu gibi cinsel pratikler bize bedenimizin tanımadığımız bölgeleriyle, alışık olmadığımız konumlarda çok farklı, garip şeyler aracılığıyla da haz üretebileceğimizi gösteriyor. Bu sadece bir örnek.

Bedenlerimizi çok sayıda zevkin olası kaynağı olarak kullanma fırsatını elde tutmak çok önemli birşey. Geleneksel haz yapılanmasına baktığımızda, bedensel hazzın, ya da et hazlarının, hep yemek, içmek ve düzüşmek olduğunu görürsünüz. Bedenlerimizi dolayısıyla hazlarımızı kavrayışımız bu kadarıyla sınırlı işte. Oysa haz aynı zamanda kültürümüzün bir parçası olmalı. İlginçtir, yüzyıllar boyu genelde insanlar, ama hekimler, psikiyatrlar ve cinsel özgürlük hareketinin önderleri de hep arzunun sözünü ettiler, hiç bir zaman hazzın değil. 'Arzularımızı özgürleştirmeliyiz!’ diyorlardı. Hayır. Yeni hazlar yaratmalıyız. Ardından belki arzu da gelir. (Foucault)